Yazar "Ülkü, Çağatay Han" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 30
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Ağız Tabanında Dermoid Kist(2002) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Arbağ, Hamdi; Öztürk, KayhanDermoid kistler, baş boyun bölgesinde seyrek olarak bulunurlar. Bu bölgede en sık geliştikleri lokalizasyon kaşın 1/3 dış bölümüdür. Ağız tabanı dermoid kistleri ise nadirdir. Bu lezyonlar genel olarak yavaş büyürler ve ağrısızdırlar. En sık genç erişkinlerde görülürler. Klinik özellikleri nonspesifik olduğu için histopatolojik inceleme yapılmadan kesin tanı konulamayabilir. Bu çalışmada, ağız tabanında dermoid kisti olan 24 yaşında erkek bir hasta sunulmuştur. Literatür gözden geçirilerek bu lezyonun özellikleri tartışılmıştır.Öğe Akustik Nörinom Cerrahisi(2003) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Özkal, Ertuğ; Acar, Osman; Kocaoğulları, YalçınAmaç: Akustik nörinom tedavisindeki yaklaşımlarımızı sunmak ve sonuçlarımızı değerlendirmek. Hastalar ve Yöntemler: Akustik nörinom tanısı alan 13 olgu dosyaları retrospektif olarak incelenerek bu çalışma kapsamına alındı. Olgular tam bir nöro-otolojik muayene yanında, odiyolojik testler (pür tone odiogram, akustik empedans), ABR, kalorik test, bilgisayarlı tomografi (BT) ve/veya magnetik resonans görüntüleme (MRG) ile değerlendirildiler. Olgulardan 10’una cerrahi (5 translabirentin, 4 suboksipital, 1 transotik) tedavi uygulanırken, 3’ünde tümör seri MRG incelemeleri ile takibe alındı. Bulgular: Olguların 8’sı kadın, 5’ü erkek ve ortalama yaş 40.3 idi. Olguların %84.6’sında tek taraflı nörosensoriyal işitme kaybı, %53.8’inde tinnitus mevcuttu. Bir olgu ani işitme kaybı (%7.7) ile kliniğimize müracaat etti. Kalorik testte, olguların %69.2’sinde vestibüler cevap azalmış olarak belirlendi. 40 mm’den büyük tümörlerde subtotal rezeksiyon (%20) yapılabilirken, diğer tümörler total (%80) olarak çıkarıldı. Bir olguda, fasiyal sinir bütünlüğü korunamadı, uc uca sinir anastomozu ile rekonstrüksiyon yapıldı. Beyin omurilik sıvısı (BOS) fistülü bir olguda (%10) gelişti. Subtotal rezeksiyon yapılan olgular, düzenli olarak alınan MRG incelemeleriyle takip edildi ve tümörde belirgin bir hacim artışı görülmedi. Total rezeksiyon yapılan olgularımızda 58.6 ay (10-119 ay) olan ortalama takip süresinde nüks belirlenmedi. Operasyonu kabul etmediği için periyodik MRG takibine alınan 3 olguda ise ortalama 21 aylık takip süresinde tümör boyutunda artışa ait bir bulgu tesbit edilmedi. Sonuç: Akustik nörinom tedavisinde cerrahi yaklaşım belirlenirken, tekniğin residü tümör bırakma ve fasiyal siniri zedelenme potansiyeli değerlendirilmelidir. Translabirentin yaklaşım, total tümör rezeksiyonu ve fasiyal sinirin korunması açısından en uygun tekniktir.Öğe Alt dudak kanserlerinde primer kitle ve boyna yaklaşım: 24 olgunun analizi(2009) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, YavuzAmaç: Bu çalışmada 24 alt dudak kanseri olgusunda primer kitle ve boyun tedavisi için uyguladığımız cerrahi yaklaşım ve sonuçları analiz edildi. Hastalar ve Yöntemler: Kliniğimizde, Mart 1995-Mart 2007 tarihleri arasında alt dudak kanseri tanısıyla ameliyat edilen ve uzun süre takip edilebilen 24 hasta (5 kadın, 19 erkek; ort. yaş 56.8; dağılım 41-72 yıl) bu çalışmaya dahil edildi. Cerrahi olarak tümör, 1-2 cm’lik güvenlik sınırı bırakılarak çıkarıldı. Oluşan doku eksikliği primer kapama ya da lokal veya bölgesel flepler ile onarıldı. Tümör dudağın bir tarafında ise tek, orta hatta yakın ise iki taraflı boyun diseksiyonu yapıldı. Boyunda yayılım saptanan olgularda ameliyat sonrası radyoterapi uygulandı. Fonksiyonel sonuçlar, beş yıllık ortalama takip süresinde yineleme ve mortalite oranları yönünden değerlendirildi. Bulgular: Tümör, 20 olguda izole alt dudaktan kaynaklanıyordu. Dört olguda ikincil komissür tutulumu saptandı. TNM (tümör, nodül, metastaz) sınıflamasına (AJCC, 2002) göre, olguların dağılımı; T1N0M0 (n10), T2N0M0 (n9), T3N1M0 (n3), T4N2aM0 (n1), T4N2cM0 (n1) idi. Onarım teknikleri olarak, primer kapama (n7), Abbe-Estlander flep (n9), Karapandzic flep (n4), Melolabial flep (n3), Fan flep (n1), pektoralis majör miyokütanöz flep (n2) kullanıldı. Histopatolojik olarak dört olguda boyunda yayılım saptandı. Takip süresince, iki olguda lokal yineleme, bir olguda bölgesel yayılım gelişti. İki olgu uzak yayılım nedeniyle kaybedildi. Erken evre ve geç evre tümörlerde beş yıllık hastalıksız sağkalım oranları sırası ile %100 ve %20 idi. Onarım sonrası elde edilen fonksiyonel sonuçlar, pektoralis majör miyokütanöz flebi ile onarım yapılan iki olgu dışında tatminkardı. Sonuç: İleri evre tümöre ve N pozitif boyna sahip olgularda, beş yıllık hastalıksız sağkalım oranları belirgin olarak düşüktü. Bu sonuç, tümör evresi ve boyun tutulumunun prognoz üzerine olan etkisini vurgulamaktadır. Ayrıca, erken evre olgularda daha tatminkar fonksiyonel sonuçlar elde edildiÖğe Alt Dudak Kanserlerinde Primer Kitle ve Boyna Yaklaşım: 24 Olgunun Analizi(2009) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, YavuzIn this study, we analyzed the surgical approach which we carried out for treatment of the primary mass and neck in 24 lower lip cancer cases and its results. PATIENTS AND METHODS: 24 patients (5 females, 19 males; mean age 56.8; range 41 to 72 years) who were operated on in our clinic for lip cancer between March 1995 and March 2007 and whom we were able to long term follow-up were included in this study. Tumor was resected with 1-2 cm surgical margin in all cases. The tissue defect was reconstructed by either primary closure or local/regional flaps. If the tumor was located in the middle of the lip, bilateral neck dissection, otherwise unilateral neck dissection was performed. Postoperative radiotherapy was used in cases who had neck metastatic disease. Functional results were evaluated regarding recurrence and mortality rates during five-year mean follow-up period. RESULTS: Tumor was originated from the lower lip alone in 20 cases. There was secondary commissure involvement in four cases. According to the TNM (tumor, node, metastasis) classification (AJCC, 2002), distribution of the cases was T1N0M0 (n=10), T2N0M0 (n=9), T3N1M0 (n=3), T4N2aM0 (n=1), T4N2cM0 (n=1). Primary closure (n=7), Abbe-Estlander flap (n=9), Karapandzic flap (n=4), Melolabial flap (n=3), Fan flap (n=1), pectoralis major myocutaneous flap (n=2) were used as reconstruction techniques. Histopathologically, metastatic disease was determined in the neck in four cases. During the follow-up period, there occurred ocal recurrence in two cases and regional metastasis in one. Two cases with distant metastasis died. Survival rates without illness for early and advanced stage tumors were 100% and 20%, respectively. Functional results after reconstruction were satisfactory, except in two cases which we used pectoralis major myocutaneous flap for reconstruction. CONCLUSION: Five-years survival rates without illness were significantly lower in cases with advanced stage tumor and N positive neck. This result indicates that stage of the tumor and neck involvement have a significant effect on prognosis. Furthermore, more satisfactory functional results were achieved in early stage tumors.Öğe Angiosarcoma of the Submandibular Salivary Gland: Case Report and Review of the Literature(Taylor & Francis as, 2003) Ülkü, Çağatay Han; Cenik, Ziya; Avunduk, Mustafa; Arbağ, HamdiObjectives-The purpose of this report is to describe an example of angiosarcoma (AS) of the submandibular salivary gland. The clinical and immunohistopathologic features of these lesions are also reviewed. Material and Methods-A 17-year-old male high school student was admitted to our clinic with a 1-year history of a slow growing, tender mass in the left submandibular region. Physical examination on initial presentation revealed a diffuse soft tissue mass 6 cm in diameter involving the left submandibular region. MRI analysis revealed a mass located superolateral to the submandibular salivary gland, measuring 4.0 x 2.0 cm(2). The mass was excised completely together with the left submandibular salivary gland. Histopathologic analysis led to a diagnosis of AS. Immunohistochemical studies were also used to determine endothelial cell differentiation. Owing to the lateralized nature of the lesion, a left functional neck dissection was performed and postoperative radiotherapy was planned. Results-AS is a malignant tumor of endothelial cell origin that may occur in any region of the body. The commonest sites include the extremities and the retroperitoneal space, with only 4% of AS tumors arising in the head and neck area. The submandibular salivary gland is an extremely rare location for this tumor. Based on a literature review, this case report represents only the second reported case of AS of the submandibular salivary gland. Conclusions-In most cases, radical surgery and postoperative radiotherapy are advocated to treat patients with AS tumors, with lymph node clearance recommended in cases of lateralized lesions. In some patients, distant metastasis may occur after many years, which necessitates long-term follow-up. The prognosis is poor in most cases of AS.Öğe Anterior Atticoantrostomy for Cholesteatoma Surgery(Sage Publications Inc, 2006) Uyar, Yavuz; Öztürk, Kayhan; Keleş, Bahar; Arbağ, Hamdi; Ülkü, Çağatay HanObjectives: We aimed to investigate the long-term results of anterior atticoantrostomy in adult patients with cholesteatoma. Methods: A total of 83 ears in 78 patients were operated on by the anterior atticoantrostomy technique, supported by a periosteal flap, between 1991 and 2002. Results: Cholesteatoma recurred in only 4 ears (4.8%). In the 79 ears without recurrence, re-perforation was observed in 3 ears (3.8%), and retraction pockets developed in the attic of 5 ears (6.3%), 2 of which needed ventilation tubes. Absorption or migration of cartilage grafts was not seen in any of the patients. The mean air-bone gap was 34.8 +/- 13.4 dB and 16.9 +/- 14.7 dB, and the mean high-tone bone conduction was 19.0 +/- 6.2 dB and 21.1 +/- 6.6 dB, in the preoperative and postoperative periods, respectively. Conclusions: In the reconstruction of the posterior canal wall, a cartilage graft supported by a periosteal flap prevents attic retraction and may increase the vascularization of the graft. After anterior atticoantrostomy, the recurrence rate and the probability of leaving residual tissue are low. Therefore, we believe that anterior atticoantrostomy is a relatively safe and effective technique that can be used in the management of cholesteatoma.Öğe Baş-Boyun Bölgesi Fibröz Displazileri(2002) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Arbağ, Hamdi; Acar, Osman; Öztürk, KayhanAmaç: Baş-boyun bölgesi fibröz displazilerine cerrahi yaklaşımlarımızı sunmak ve sonuçlarımızı değerlendirmek. Hastalar ve Yöntemler: Baş-boyun bölgesi fibröz displazili 8 olgu bu çalışma kapsamına alındı. Preoperatif dönemde bilgisayarlı tomografi ile değerlendirilerek lezyonun sınırları belirlendi. Olgular orijin aldıkları bölgelere göre farklı cerrahi tekniklerle opere edildiler. Postoperatif morbidite, komplikasyon, nüks ve malign transformasyon değerlendirildi. Bulgular: Olguların 3'ü kadın, 5'i erkek ve ortalama yaş 18.3 idi. Tümörler, temporal kemik (n2), maksilla (n2), frontal kemik (n2) ve sfenoid kemik (n2)'ten orijin almakta idi. Lezyon lokalizasyonuna göre, dış kulak yolunda darlık, iletim tipi işitme kaybı, başağrısı, yüzde deformite, burun tıkanıklığı ve maloklüzyon tesbit edilen semptomlardı. Fronto-orbital yaklaşım, Le-Fort I osteotomisi, modifiye radikal mastoidektomi ve parsiyal-inferior maksillektomi tümör orijinine göre uyguladığımız cerrahi tekniklerdi. Parsiyal-inferior maksillektomi uygulanan bir olguda oroantral fistül gelişti ve mukozal yanak flebi ile rekonstrükte edildi. 64.8 ay olan ortalama takip süresinde nüks ya da malign transformasyon izlenmedi. Sonuç: Fibröz displazi gelişimsel benign bir kemik tümörüdür. Cerrahi tedavi kararı patolojinin neden olduğu fonksiyonel ya da estetik bozukluğa göre verilir. Prognoz çoğunlukla iyidir. Ancak malign transformasyon da rapor edilmiştir. Bu nedenle uzun süreli hasta takibi gerekir.Öğe Baş-Boyun Rekonstrüktif Cerrahisinde Pektoralis Major Miyokutanöz Flebi Sonuçlarımız(2002) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Arbağ, Hamdi; Öztürk, KayhanObjectives: To evaluate the efficiency of the pectoralis major myocutaneous flap for reconstruction of high-volume defects in the head and neck region. Materials and Methods: Between 1992-2000, 14 cases with head and neck cancers, who were applied pectoralis major myocutaneous flap for reconstruction, were included in this study. 3 of the cases were female and 11 of them were male. Their ages were between 26-73 (mean age 56.25). All the cases were reconstructed with pectoralis major myocutaneous flap in the same operation after the tumor resection. In this study, pectoralis major myocutaneous flap was evaluated with literature for applying indications and post-operative complications. In this way, the reliability and functionality of the flap was searched. Results: In our series of 14 cases, partial necrosis was found in one case, fistula in another case, seroma and dehiscence were found at the other two. No complications were found at the rest of the ten cases. Conclusion: We think that pectoralis major myocutaneous flap is a functional and reliable choice for reconstruction of high-volume defects in the head and neck region.Öğe Benign Paroksismal Pozisyonal Vertigo Tedavisinde Kullanılan Semont Ve Epley Manevralarının Karşılaştırılması(2003) Arbağ, Hamdi; Özer, Bedri; Keleş, Bahar; Ülkü, Çağatay Han; Öztürk, KayhanAmaç: Benign paroksismal pozisyonel vertigo (BPPV) tedavisinde kullanılan Semont ve Epley manevralarını, hasta uyumu ve tedavi sonuçları açısından değerlendirmek. Gereç ve Yöntem: Ocak 2001-Mayıs 2003 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi KBB Anabilim Dalında, BPPV tanısı konularak tedavi edilen, 58 hasta üzerinde yapılan prospektif bir çalışmadır. BPPV tanısı, hastanın hikayesine ve Dix-Halpike manevrasında nistagmusun karekteristik özelliklerinin belirlenmesi ile konuldu. Dix Halpike manevrası uygulandıktan 10 dakika sonra, 29 hastaya Semont’ un serbestleştirici manevrası, 29 hastaya da Epley manevrası uygulandı. Hastalar manevradan 24 saat, 1 hafta ve 1 ay sonra kontrol edildi. Kontrollerde, hastaların yakınması ve Dix Halpike manevrasına verdiği cevaplar esas alınarak tedavi metotları kıyaslandı. İstatiksel değerlendirmeler için ki-kare testi kullanıldı. Bulgular: 58 hastanın yaşları 22 ile 79 arasında (ortalama:52,5814,3) olup, 38’i (%65.5) kadın, 20’si (%34.5) erkek idi. Hastaların 29’unda (%50) sağ kulak, 23’ünde (%40) sol kulak, 6’sında ise (%10) her iki kulak etkilenmiş olup, toplam 64 kulak için manevra uygulanmıştır. Semptomların ortalama süresi yaklaşık 11.9 ay idi. Semont manevrası uygulanan 32 kulağın 21’inde (%65.6), 24 saat sonra yapılan ilk kontrolde tamamen iyileşme tespit edildi. İkinci kontrolde Dix-Halpike manevrası pozitif olan 11 kulak için tekrar manevra uygulandı, bunların 7’sinde başarı elde edildi. İkinci uygulama ile manevranın başarısı %87.5’e yükseldi. Bir ay sonraki kontrolde 4 (%12.5) kulakta semptomların hala devam ettiği görüldü. Bu hastaların birinde şikayetlerde kısmen de olsa azalma görüldü. Otuz iki kulağa Epley manevrası uygulandı. Bir gün sonraki ilk kontrolde 26 (%81.25) kulakta tam iyileşme görüldü. Bir hafta sonraki kontrolde 6 kulakta semptomların devam etmesi üzerine tekrar manevra uygulandı. Bunların 4’ünde semptomlarda azalma tarif edildi. İkinci uygulamadan sonra manevranın başarısı %93.75 idi. Bir ay sonraki kontrolde 2(%6.25) hastanın semptomları devam ediyordu. Her iki manevranın tedaviye cevap açısından karşılaştırılmasında anlamlı fark yoktu. Sonuç: Pozisyonel vertigo dışında nörolojik ve vestibüler şikayetleri olmayan hastalarda, laboratuar ve görüntüleme yöntemlerine başvurmadan tedavi manevralarının uygulanması maliyet ve zaman açısından kazanç sağlayacaktır. BPPV’nun paroksismal olması, haftalar ve aylar süren spontan remisyonlar gösterebilmesinden dolayı tedavi metodları arasında sağlıklı bir kıyaslamanın yapılması güçtür. Ancak hastanın fiziksel yapısı göz önüne alınarak yaşlı, şişman ve vertebra patolojisi olan hastalarda, Epley manevrasının daha uygun olacağı kanaatindeyiz.Öğe Birinci ve İkinci Brankiyal Yarık Anomalilerinde Cerrahi Sonuçlarımız(2003) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Özer, Bedri; Yaman, HüseyinAmaç: Birinci ve ikinci brankiyal yarık anomalisi nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan olgular, cerrahi teknikler, sonuçlar ve komplikasyonlar açısından değerlendirildi. Hastalar ve Yöntemler: Yirmi dört hasta (16 kadın, 8 erkek; ort. yaş 24; dağılım 7-64) retrospektif olarak incelendi. Tüm olgular ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi/manyetik resonans görüntüleme ve/veya fistülogram ile değerlendirildi, ikinci brankiyal yarık anomalilerinde, kist için transservikal yaklaşım, fistül için ikili horizontal servikal insizyon uygulandı. Birinci brankiyal yarık anomalisinde fasyal sinir ortaya konarak eksizyon yapıldı. Olgularda ameliyat sonrası komplikasyon ve nüks araştırıldı. Ortalama izlem süresi 74 ay (dağılım 10-116 ay) idi. Bulgular: Üç olguda (%12.5) birinci (1 kist, 2 fistül), 21 olguda (%87.5) ikinci brankiyal yarık anomalisi (5 fistül, 16 kist) saptandı. Birinci brankiyal yarık anomalili olgu-lar daha önce birden fazla ameliyat geçirmişlerdi. Bilgisayarlı tomografi/manyetik resonans görüntüleme kistik lezyonlarda cerrahi sınırları belirlemede önemli bir tanı aracı iken, fistül oluşumlarında daha sınırlı bilgi sağladı. Tüm olgularda lezyon tam olarak rezeke edildi. Hiçbir olguda komplikasyon ya da nüks gelişmedi. Sonuç: Erken tanı ve doğru cerrahi teknik uygulanan brankiyal yarık anomalilerinde komplikasyon ve nüks oranı düşmektedir.Öğe Cartilage Island Graft Tympanoplasty in Advanced Middle Ear Disease: Anatomic and Audiologic Results(Mediterranean Soc Otology & Audiology, 2010) Ülkü, Çağatay HanObjective: To present the experience in cartilage island graft tympanoplasty for advanced middle ear pathologies and evaluate its success rate and audiologic results. Materials and Methods: The charts of patients who underwent cartilage island graft tympanoplasty for advanced middle ear disease from September 2006 to March 2009 were reviewed and only oto-endoscopy assisted intact canal wall (ICW) / type 3 tympanoplasty procedures have been included in this study. Reviewed parameters were graft take, change between the pre- and post operative pure tone average air bone gap (PTA-ABG) and complications. Audio logic evaluation was made among the patients whom complete ear drum closure was achieved Results: Of the 36 procedures, 63.9% were for chronic otitis media with cholesteatoma, 11.1% for chronic otitis media with polyp, 25% for adhesive otitis/retraction pocket with or without cholesteatoma. TORP was used in 14 cases and PORP in 22. Graft take was achieved 88.9% of the patients. There were two attic perforation with cholesteatoma and two anterior perforation. The overall pre-and postoperative PTA-ABG were 28.91 +/- 8.73 dB and 10.42 +/- 6.10 dB. PORP subgroups had a statistically signifcant better hearing results at 0.5 kHz, 4.0 kHz and average. Conclusion: Results in our study indicate that cartilage island graft is a reliable material in advanced middle ear pathologies with satisfactory anatomical - functional outcomes and it reduces the risk of retraction pockets which can lead to recurrent cholesteatoma.Öğe Chromosome 8 Aneuploidy in Acquired Cholesteatoma(Taylor & Francis as, 2003) Yıldırım, Mahmut Selman; Öztürk, Kayhan; Acar, Hasan; Arbağ, Hamdi; Ülkü, Çağatay HanObjective-To investigate the incidence of chromosome 8 aneuploidy in acquired cholesteatoma. Material and methods-Cholesteatoma tissue and postauricular skin as a control were surgically obtained from 12 patients with acquired cholesteatoma. Fluorescence in situ hybridization (FISH) analysis using a chromosome 8-specific alpha-satellite DNA probe was performed on the interphase nuclei. Two hundred cells were analyzed for each of the samples. Results-Chromosome 8 aneuploidy was found in 9/12 patients whereas a normal cell structure with 2 signals was observed in the remaining 3 patients. In samples with chromosome 8 aneuploidy, the mean proportion of aneuploidy was 25.6%, including monosomy (3.2%), trisomy (16.1%), tetrasomy (4.9%) and more than tetrasomy (1.4%). The number of aneuploid cells in recurrent cases was more than that in non-recurrent cases. Conclusions-A numerical aberration of chromosome 8 was found in patients with acquired cholesteatoma. Our results support the hypothesis that chromosome 8 may be a prognostic factor for cholesteatoma and an indicator in the follow-up of patients with cholesteatoma.Öğe A Different Technique Used for the Closure of Sigmoid Sinus During Infratemporal Approach(Elsevier Sci Ltd, 2002) Uyar, Yavuz; Ülkü, Çağatay Han; Eröngün, UğurObjective: Glomus jugulare tumors and neuromas frequently affect the jugular foramen area and necessitate special surgical approaches. It is often essential to stop blood flow by occluding internal jugular vein from below and the sigmoid sinus from above. Obviously, injury to the venous structures without proximal and distal control results serious haemorrhage. We describe here, a different technique for the closure of sigmoid sinus during infratemporal approach and compare it with the other techniques. Methods: During the infratemporal approach, for closing the sigmoid sinus, we removed the bone over the sinus and from the posterior fossa dura located anteriorly and posteriorly to the sigmoid sinus. Then a 2/0 atraumatic silk suture was passed horizontally through dura which is behind and in front of the sinus. A muscle graft was then placed between the suture and sigmoid sinus. Results: We used that technique in 7 patients who had a glomus jugulare tumor. In that technique, the blood flow was completely stopped without penetrating the sinus. Conclusion: Sigmoid sinus can be closed without incision of the sinus or the dura. This decreases the chances of injury to the sinus and dura resulting in less bleeding and less chances of CSF leak. (C) 2002 Elsevier Science Ireland Ltd. All rights reserved.Öğe Distal Superficial Temporal Artery to Proximal Posterior Cerebral Artery Bypass by Posterior Oblique Transzygomatic Subtemporal Approach(THIEME MEDICAL PUBL INC, 2010) Ülkü, Çağatay Han; Üstün, Mehmet Erkan; Büyükmumcu, MustafaThis article investigates the possibility for the distal superficial temporal artery (STA) to proximal posterior cerebral artery (PCA) direct bypass by subtemporal oblique posterior transzygomatic approach. Five adult cadaveric specimens were dissected. Cadeveric dissection protocol was approved by the Research Ethics Committee. A preauricular vertical skin incision was made, the trunk of STA was identified, and bifurcation, frontal, and parietal branches of the STA were followed distally. Posterior zygomatic arch osteotomy and microcraniotomy were then performed, and the dura was opened. The temporal lobe was retracted, interpeduncular and ambient cisterns were opened, and the P2 segment of the PCA was exposed. Parietal branch of STA and P2 segment of the PCA was anastomosed. The average length of the transected STA from the bifurcation and the zygomatic arch were 47.3 +/- 2.1 mm and 71.4 +/- 2.3 mm, respectively. The mean calibers of the parietal and frontal branch of the STA at this distance were 1.6 +/- 0.1 and 1.4 +/- 0.2, respectively. The mean diameter of the P2 was 2.1 +/- 0.2 mm. Because of the calibers of the parietal branch of the STA and proximal PCA are over 1.5 mm and 2.0 mm, respectively, this direct end-to-side bypass technique may be a reasonable alternative in suitable cases.Öğe Facial nerve schwannomas: A report of four cases and a review of the literature(W B SAUNDERS CO, 2004) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Acar, Osman; Yaman, Hüseyin; Avunduk, Mustafa CihatObjective: To evaluate both the surgical approaches and results of the facial nerve schwannoma cases as diagnosed in our clinic in line with the literature. Material and Methods: The files of 4 cases diagnosed in our clinic as facial nerve schwannoma between 1996 to 2002 were reviewed retrospectively. All the cases were evaluated with detailed history; ear, nose, and throat examination; computed tomography; and/or magnetic resonance imaging. If required, electromyography and audiometric evaluations were made. Fine-needle aspiration cytology was also performed in appropriate cases. The surgical approach used was determined depending on the tumor location and its extent. Facial nerve reconstruction was accomplished if the integrity of the nerve could not be protected. Cases were followed up for facial nerve function, complications, and recurrence. Results: The tumors occurred in the vertical (n = 2), internal auditory canal (n = 1), and the peripheric segment (n = 1) of the nerve. As symptoms, facial paralysis (n = 2), hearing loss (n = 3), tinnitus (n = 1), otorrhea (n = 2), parotid mass (n = 2), and external auditory canal mass (n = 1) were observed. Radiologic investigations provided important informations. However, fine-needle aspiration cytology did not contribute to a correct preoperative diagnosis. The superficial parotidectomy approach (n = 1), retrosigmoid approach (n = 1), and transmastoid-superficial parotidectomy combined approach (n = 2) were used. The integrity of the nerve could not be protected in 3 of the cases. After the reconstruction surgery, the facial nerve function was evaluated as House-Brackmann grade 3 for all 3 cases at the mean 38.6 months follow-up time. No tumors have recurred during follow-up. Conclusion: Facial nerve schwannoma is a rare tumor. Through improved surgical and reconstruction techniques, postoperative morbidity is at acceptable levels. The rate of recurrence is low. It should be kept in mind for differential diagnosis of facial nerve paralysis. (C) 2004 Elsevier Inc. All rights reserved.Öğe Glomus Tümörlerinde Cerrahi Yaklaşımlarımız(2003) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Özkal, Ertuğ; Öztürk, Kayhan; Arbağ, HamdiAmaç: Glomus tümörlerine cerrahi yaklaşımlarımızı sunmak ve sonuçlarımızı değerlendirmek. Hastalar ve Yöntemler: Glomus tümörü tanısı alan 12 olgu dosyaları retrospektif olarak incelenerek bu çalışma kapsamına alındı. Olgular preoperatif dönemde odiyolojik testler (pür tone odiogram, kulak zarının sağlam olduğu olgularda, akustik empedans), anjiografi, bilgisayarlı tomografi ve/veya magnetik rezonans görüntüleme ile değerlendirildiler. Ayrıca idrarda vanil mandelik asit düzeyleri araştırıldı. Glomus jugulare tümörlerinde, infratemporal fossa tip A yaklaşımı, glomus timpanikum tümörlerinde ise transmastoid yaklaşım uygulandı. Subtotal rezeksiyon uygulanan bir olguda kalan tümör dokusuna yönelik olarak radyoterapi uygulandı. Bulgular: Olguların 8’i kadın, 4’ü erkek ve ortalama yaş 54.3 idi. Tanı 8 olguda glomus jugulare ve 4 olguda glomus timpanikum idi. Pulsatil tinnitus, iletim tipi işitme kaybı ve kulakta dolgunluk hissi en sık tesbit edilen semptomlardı. Preoperatif dönemde, glomus jugulare olgularında en az 3 kraniyal sinir paralizisi mevcuttu. Tüm olgularda idrar vanil mandelik asit düzeyleri normaldi. Glomus timpanikum tümörleri total olarak rezeke edildi. Glomus jugulare tümörlerinde ise total rezeksiyon oranı % 87.5 idi. İntrakraniyal uzanım ve internal karotis arter invazyonu gösteren, bir olguda subtotal rezeksiyon ve postoperatif radyoterapi uygulandı. İnfratemporal fossa A yaklaşımı ile opere edilen tüm olgularda geçici fasiyal paralizi ortaya çıktı. Preoperatif olarak etkilenmiş olan diğer kraniyal sinir fonksiyonlarında postoperatif dönemde herhangi bir değişiklik olmadı. Komplikasyon olarak bir olguda beyin omurilik sıvısı fistülü gelişti. 54 ay (11ay-116 ay) olan ortalama takip süreside rezeksiyonun tam olduğu olgularda nüks izlenmedi. Per/postoperatif ölüm izlenmedi. Sonuç: Çalışmamızdan elde edilen sonuçlar glomus timpanikum tümörlerinin transmastoid yaklaşım ve glomus jugulare tümörlerinin infratemporal fossa tip A yaklaşımı ile düşük mortalite ve morbidite oranları ile rezeke edilebildiğini göstermektedir.Öğe I?nfratemporal Fossa Tümörlerine Cerrahi Yaklaşımlarımız(2002) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Arbağ, Hamdi; Öztürk, KayhanAmaç: İnfratemporal fossa tümörlerine cerrahi yaklaşımlarımızı değerlendirmek ve deneyimlerimizi sunmak. Hastalar ve Yöntemler: İnfratemporal fossa tümörlü 31 olgu (10 kadın, 21 erkek; ört. yaş 34.6; dağılım 3-78) değerlendirildi. Tümörlerin 21'i benign, 10'u malign idi. Olgular ameliyattan önce bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans görüntüleme ve anjiyografi ile değerlendirildi. Preauriküler İnfratemporal yaklaşım, LeFort l osteotomisi, stilohamuler diseksiyon, translokasyon gibi yedi farklı cerrahi yaklaşım uygulandı. Bazı olgular birkaç teknik birleştirilerek ameliyat edildi. Takip süresi bir ile dokuz yıl arasında değişmekte idi. Bulgular: Komplikasyon olarak beş olguda fasyal deformite, üç olguda skar, bir olguda keratit ve bir olguda kanama görüldü. Cerrahi sonuçlarımız bening tümörlerde başarılı iken, malign tümörlerde %50 nüks oranı ve olgu sayımızın sınırlı olması nedeniyle tartışılabilir bulundu. Sonuç: Tek taraflı benign tümörlerinde preauriküler yaklaşımın; iki taraflı olgularda ve nazal fossa ön kafa tabanına uzanan lezyonlarda LeFort l osteotomisinin; malign tümörlü olgularda ise stilohamuler diseksiyonun uygun olduğu sonucuna varıldı.Öğe İzole stapedial tendon ossifikasyonu: Olgu sunumu(2011) Ülkü, Çağatay HanBu çalışmada iki taraflı izole stapedial tendon ossifikasyonlu bir olgu nadir bir klinik durum olması nedeni ile sunuldu. Kırk altı yaşında kadın hasta iki taraflı işitme kaybı yakınması ile kliniğimize başvurdu. Otomikroskobik muayenede iki taraflı kulak zarı normal renk ve görünümde idi. Odyogramda saf ses hava kemik yolu açıklığı 1 kHz ve 4 kHz’de iki taraflı 20-25 dB arasında idi. İki taraflı orta kulak basıncı normal ve stapes refleksi negatifti. Ameliyat öncesi tanı otoskleroz idi. Sağ tanısal timpanotomi yapıldı. İzole stapedial tendon ossifikasyonu saptandı. Tendon kesilmesi ile normal stapes haraketi sağlandı. Üç ay sonra aynı işlem sol kulağa uygulandı. Ameliyat sonrası odyogramda saf ses hava kemik yolu açıklığı iki taraflı 0.5 kHz, 1 kHz ve 2 kHz’de 0 dB ve 4 kHz’de 5-10 dB idi.Öğe Kafa Tabanı Kordomaları(2002) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Öztürk, Kayhan; Arbağ, HamdiKordoma, notokord kalıntısından kaynaklanan nadir malign bir tümördür. Yavaş büyür ve lokal invazyon özelliği gösterir. Semptom ve bulgular lezyonun lokalizasyonuna bağlı ortaya çıkar. Tedavisi cerrahidir. Ancak kafa tabanı kordoması derin lokalizasyonu ve önemli yapılarla olan komşuluğu nedeniyle tam rezeksiyona izin vermez. Bu nedenle postoperatif radyoterapi gereklidir. Prognozu kötüdür. Bu çalışmada kafa tabanı kordomalı üç olgu nadir bir klinik tablo olması nedeniyle sunulmuştur. Literatür gözden geçirilerek hastalığın karakteristikleri tartışılmıştır.Öğe Kafa Tabanını Tutan Paranasal Sinüs Tümörlerinde Uyguladığımız Cerrahi Teknikler ve Sonuçlarımız(2001) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Arbağ, Hamdi; Öztürk, KayhanKafa tabanını etkileyen paranazal sinüs tümörlerine cerrahi yaklaşımlarımızı ve sonuçlarımızı sunmak. Hastalar ve Yöntemler: 1991-2000 yılları arasında opere ettiğimiz kafa tabanını etkileyen paranazal sinüs tümörlü 61 olgu bu çalışma kapsamına alındı. Olguların 27'sinde tümör malign ve 34'ünde benign karakterde idi. Operasyonlar olguların çoğunda Kulak-Burun-Boğaz ve Nöroşirurji anabilim dalları elemanlarından oluşan uzman bir ekip tarafından gerçekleştirildi. Tümör histopatolojisi, yaygınlığı, beyin ve kavernöz sinüs gibi yapılarla olan komşuluğuna göre farklı cerrahi tekniklerin kullanılması gerekli oldu. Bazı olgularda birkaç teknik kombine edildi. Sonuçlar nüks, komplikasyon ve mortalite yönünden literatür eşliğinde değerlendirildi. Bulgular: Olgularımızın 5 yıllık yaşam oranı benign tümörlerde %100 iken, malign tümörlerde %51.9 olarak belirlendi. Komplikasyon olarak, BOS fistülü, kanama, keratit, deformite ve parsiyel Hep nekrozu gelişti. Tesbit edilen oranlar literatürde bildirilen sınırlar içerisinde bulundu. Sonuç: Paranasal sinüslerin kafa tabanı ile olan yakın komşuluğu, bu anatomik bölgede gelişim gösteren tümörlerin cerrahi tedavisine ayrı bir özellik getirmektedir. İlgili anabilim dalları arasında multidisipliner çalışma tedavinin başarısı için gereklidir. Prognoz, tümörün yeri, büyüklüğü ve histopatolojisi kadar, uygulanan cerrahi tekniğe ve hasta takibine de bağlıdır.