Yazar "Annagür, Ali" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 15 / 15
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Distal Ekstremite Kısalığı ve Tek Atriumla Gözüken Bir Kondroektodermal Displazi (Ellis-van Creveld Sendromu) Olgusu(2010) Ertuğrul, Sabahattin; Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Örs, RahmiNadir görülen otozomal resesif bir bozukluk olan Ellis-van Creveld sendromu veya kondroektodermal displazi ilk olarak 1940 yılında Ellis ve van Creveld tarafından tanımlanmıştır. Bu kıkırdak ve ektodermal displazi, kısa kaburga, postaksiyal polidaktili, displastik tırnak ve diş anomalileri, büyüme geriliği ve konjenital kalp hastalığı ile karakterizedir. Hastaların yaklaşık %60’ında bir kardiak defekt olup, en sık atrial septal defekt, genellikle de tek bir atrium vardır. Bu yazımızda distal ekstremite kısalığının yanı sıra tek atriumu olan bir Ellis-van Creveld sendromu olgusu sunuldu.Öğe Doğuştan hidrosefalinin nadir bir nedeni olarak tip-1 plazminojen eksikliği(2013) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Özbek, Orhan; Turgut, Banu Öztürk; Örs, RahmiCiddi tip 1 plazminojen eksikliği otozomal çekinik geçen ve başta göz olmak üzere müköz membranlarda kronik enflamasyona neden olan nadir bir hastalıktır. En sık görülen klinik tablosu linyöz konjonktivittir. Bu hastalarda nadiren doğuştan tıkayıcı hidrosefali de görülebilir. Biz burada doğum öncesi hidrosefali tanısı konan ve doğumdan sonra ciddi plazminojen eksikliği olduğu gösterilen yenidoğan bir bebeği sunduk. Ailenin ilk çocuğunda ve iki teyzesinde de aynı hastalığın bulunduğunu saptayıp tartıştık. Tıkayıcı hidrosefali olgularında ve özellikle linyöz konjonktivit tanısı konan veya aile öyküsünde linyöz konjonktivit olduğu bilinen bebeklerde plazminojen eksikliğinin de olabileceği akılda bulundurulmalıdır.Öğe Duktus bağımlı konjenital kalp hastalıklarında oral prostaglandin E1 tedavisinin değerlendirilmesi(2012) Altunhan, Hüseyin; Annagür, Ali; Ertuğrul, Sabahattin; Konak, Murat; Şap, Fatih; Karaaslan, Sevim; Örs, RahmiAmaç: İntravenöz prostaglandin E1 (PGE1) infüzyonu duktus bağımlı konjenital kalp hastalarında etkisi kanıtlanmış bir ilaçtır. Ancak intravenöz PGE1 oldukça pahallı, sürekli intravenöz infüzyon gerektiren ve her merkezce temini zor bir ilaçtır. Uzun süre kullanılması gerektiğinde bu sorunlar daha önemli hale gelmektedir. Bu çalışmada Oral PGE1in intravenöz PGE1 temin edilinceye kadar duktusun açık kalmasını sağlayıp sağlamadığını göstermek amaçlanmıştır. Yöntem: Yenidoğan yoğun bakım ünitesine duktus bağımlı konjenital kalp hastalığı tanısıyla yatırılıp intravenöz PGE1 temin edilinceye kadar oral PGE1 verilen 10 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların oral PGE1 ve intravenöz PGE1 başlanmadan önce ve sonra arteryal kan gazında pO2 ve ciltten bakılan sO2 değerleri kaydedildi. Bulgular: Oral PGE1 tedavisine ortalama başlama yaşı 5.5 saat (0.525), verilme süresi 28 saat (1846) idi. Hastaların oral PGE1 başlandıktan 2 saat sonra alınan pO2 ve sO2 değerlerinin başlanmadan önceki değerlerine göre istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde arttığı gözlendi. PO2 ve SO2 düzeyindeki düzelme intravenöz PGE1 başlanıncaya kadar devam etti. İntravenöz PGE1 başlandıktan 2 saat sonra bakılan PO2 ve SO2 değerlerinin intravenöz PGE1 başlanmadan önce bakılan değerlerine göre bir miktar daha artış gösterdiği gözlendi. Sonuç: Kısa süreli kullanımda intravenöz PGE1 oral PGE1den daha etkili olsa da oral PGE1de duktusun açık kalmasında yeterince etkilidir. Bu nedenle intravenöz PGE1 temin edilinceye kadar oral PGE1 alternatif bir seçenek olarak kullanılabilir. Uzun süreli kullanımda ise damar yoluna ve hastanede yatışa gerek duyulmadan, kullanımı kolay ve oldukça ucuz olan oral PGE1in intravenöz PGE1 yerine kullanılabileceğini düşünüyoruz. Ancak bunun için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Hidrosefali ile ılişkili ektrodakli, ektodermal displazi, yarık dudak ve damak sendromulu bir vakanın değerlendirmesi(2013) Aladağ, Buket Uysal; Yılmaz, Fatma Hilal; Koçak, Nadir; Annagür, AliEktrodaktili, ektodermal displazi, yarık dudak ve damak sendromu (EEC); ektrodaktili, ektodermal displazi ve orofasiyal yarık ile karakterize gelişimsel bir genetik hastalıktır. Literatürde bu konu ile ilgili çok fazla vaka rapor edilmemektedir. Sendromun esas komponentleri; el ve ayaklarda ektrodaktili ve sindaktili, normal veya yarık damaklı yarık dudak ve deri (hipopigmente ve kuru cilt, hiperkeratinoz, deri atrofisi), kıl (seyrek saç ve kaş), diş (küçük, yok veya displastik diş), tırnak( tırnak distrofisi) ve dış salgı bezleri ( terin azalması veya yokluğu, yağlı ve tükürük bezleri ) dahil olduğu anormal ektodermal yapılardır. Tedavisi; ortopedi, plastik ve diş cerrahisi, oftalmolojist, dermatolog ve konuşma terapisti ve psikologların birlikte çalışacağı multidisipliner bir yaklaşıma ihtiyaç duymaktadır. Biz literatürde ilk kez rastlanan hidrosefalili EEC sendromlu bir vakayı sunduk.Öğe Klasik galaktozemili bir yenidoğanda Candida albicans menenjiti(2012) Altunhan, Hüseyin; Annagür, Ali; Konak, Murat; Ertuğrul, Sabahattin; Yüksekkaya, Hasan Ali; Örs, RahmiKlasik galaktozemi nadir görülen bir karbonhidrat metabolizma bozukluğudur. Galaktozemili hastalarda sepsis sıklığı belirgin derecede artmıştır. En sık görülen sepsis etkeni E. coli’dir. Mantar sepsisi galaktozemi hastalarında nadiren bildirilmiştir. Kandida sepsisi yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde özellikle prematürite ve düşük doğum ağırlığı gibi altta yatan bir risk faktörü olan bebeklerde önemli bir sepsis nedenidir. Galaktozemi hastalarında en sık sepsis etkeni E. coli olmasına rağmen altta yatan bir risk faktörü olmasa da kandidiyazisin de bu hastalarda bir sepsis ve menenjit etkeni olabileceği akılda tutulmalıdır. Ayrıca kandidiyaziste klinik ve laboratuar bulgular silik olabilir. Bu nedenle özellikle neonatal kandida menenjitinde erken tanı ve tedavi için şüphe indeksini yüksek tutmak gerekir. Böyle hastalarda BOS analizi, kültürü ve beyin görüntülenmesi mutlaka yapılmalıdır. Çünkü erken tanı ve tedavi hayat kurtarıcı olacaktır. Bu yazıda yatışının dördüncü gününde alınan kan kültüründe Candida albicans üreyen ve menenjit tanısı konan bir klasik galaktozemi olgusu sunuldu.Öğe Konjenital nefrotik sendrom: Olgu sunumu ve literatürün gözden geçirilmesi(2012) Konak, Murat; Annagür, Ali; Altunhan, H.; Ataş, Bülent; Örs, RahmiKonjenital nefrotik sendrom (KNS), doğumdan sonra kendini belli eden ciddi proteinüri, hipoalbüminemi ve ödemle karakterize nadir bir böbrek hastalığıdır. Özellikle nefrin ve podocin adlı genlerde oluşan mutasyon sonucu glomerular filtrasyon bariyerinin bozulmasıyla ortaya çıkan genetik bir bozukluktur. KNS perinatal enfeksiyonların sonucunda olabileceği gibi, genetik bir sendromunda parçası da olabilir. İmmün süpresif tedavi genetik kaynaklı KNS'de etkisizdir ancak böbrek transplantasyonu küratif tedavi sağlamaktadır. Birçok vakada hayatı tehdit eden ödemden korumak için günlük albümin infüzyonu gerekmektedir. Ek olarak yüksek kalorili diyet, tiroksin ve mineral desteği uygulanır. Tromboembolik komplikasyonların ve immünite yetersizliğinden dolayı gelişebilecek firsatçı infeksiyonların proflaksisi gerekmektedir. Yazımızda ödemi olmayan ancak sebat eden hipoalbüminemi ve proteinüri nedeniyle KNS tanısı alan bir yenidoğan olgusunu sunarak hastalığı literatür eşliğinde tartıştıkÖğe Nadir bir neonatal menenjit etkeni: Grup A streptokok(2013) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Ertuğrul, Sabahattin; Konak, Murat; Örs, RahmiGrup A streptokoklar neonatal menenjitin oldukça nadir etkenlerindendir. Biz literatür ışığında A grubu beta hemolitik streptokokun neden olduğu bir yenidoğan menenjit olgusunu tartıştık. Daha önce sağlıklı olan 24 günlük erkek bebek; bir gündür devam eden ateş, emmeme ve sola lokalize konvülziyonla başvurdu. Yapılan lomber ponksiyonu pürülan menenjit ile uyumluydu. Hem kan hem de beyin omurilik sıvısı kültüründe A grubu beta hemolitik streptokok üredi. Hasta Penisilin G ile tedavi edildi. Klinik seyrinde tetra ventriküler hidrosefali geliştiği gözlendi. Ancak şant takılmasına ihtiyaç duyulmadı. Takiplerinde de işitme kaybı geliştiği tespit edildi. Grup A streptokok menenjiti yenidoğan döneminde oldukça nadir görülmesine rağmen yenidoğan sepsis ve menenjit olgularında akılda bulundurulması gereken etkenlerdendir. Grup A streptokok menenjiti diğer yenidoğan menenjit etkenleri gibi ciddi nörolojik sekellere yol açabilir.Öğe Neurotrophins and neuroinflammation in fetuses exposed to maternal depression and anxiety disorders during pregnancy: a comparative study on cord blood(SPRINGER WIEN, 2018) Akbaba, Nursel; Annagür, Bilge Burçak; Annagür, Ali; Akbulut, Hikmet; Akyürek, Fikret; Çelik, ÇetinIn recent years, there have been changes in the approach to maternal psychiatric disorders and their effects on the fetus, with the focus redirected to the search for biological markers. Neurotrophic factors and inflammatory processes have received particular attention in the past few years. According to the Structured Clinical Interview for Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, Fourth Edition (DSM-IV), the study sample (n = 136) consisted of three groups: mothers with major depressive disorder (MDD group, n = 25), mothers with anxiety disorder (AD group, n = 18), and mothers without any psychiatric disorders (not diagnosed (ND) group, n = 93). During the delivery/cesarean section, a blood sample was obtained from the umbilical cord. Serum concentrations of BDNF, NT-3, FGF2, TNF-alpha, and neopterin were determined by enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA), according to the manufacturer's procedure. Clinical and biochemical characteristics were assessed. We did not find a significant difference among the three study groups with regard to BDNF, NT-3, and TNF-alpha levels. The ANOVA test indicated statistically significant differences in FGF2 levels and neopterin between the study groups. The newborns of mothers with AD had significantly higher FGF2 levels and significantly higher neopterin levels when compared with those of mothers with MDD and healthy mothers. The present study sheds light on the effects of higher FGF2 and neopterin levels in fetuses exposed to AD. Our results should be replicated through further prospective studies with a larger sample size.Öğe Pastpartum depression in mothers of infants with very low brrth weight(2013) Hergüner, Sabri; Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Çiçek, Erdinç; Örs, RahmiAmaç: Çok düflük doum arlkl (ÇDDA) bir bebein doumu annesi için önemli bir yaflam olaydr. Bu bebeklerin annelerinin psikolojik stres açsndan yüksekrisk altnda olduu çeflitli arafltrmalarda gösterilmifltir. Bu çalflmann amac ÇDDA olan bebeklerin annelerinde depresif belirtilerin düzeyini arafltrmak veiliflkili etmenleri incelemektir. Yöntem: Çalflmaya 35 ÇDDA bebein (1500 gr) annesi, 35 düflük doumarlkl (DDA) bebein (1500-2500 gr) annesi ve 35 zamannda doan salklbebein (2500 gr) annesi olmak üzere toplam 105 bebek ve annesi alnmfltr. Annelerdeki doum sonras depresif belirtilerin incelenmesinde Edinburg Doum Sonras Depresyon Ölçei (EDDÖ) kullanlmfltr. Sosyal destek ise Çok BoyutluAlglanan Sosyal Destek Ölçei (ÇBASDÖ) ile deerlendirilmifltir. Bulgular: Ortalama EDDÖ puan ve yüksek depresyon puan olan (EDDÖ12) annelerin says ÇDDA olan bebeklerin annelerinde DDA olan bebeklerin vezamannda doan bebeklerin annelerine göre daha fazlayd. EDDÖ ile doumhaftas, doum arl ve alglanan sosyal destek arasnda negatif yönde kore-lasyon, EDDÖ ile hastanede kalfl süresi arasnda ise pozitif yönde korelasyonolduu görüldü. Düflük doum arl ve hastanede uzun süre kalfl doum son-ras depresyon için öngörücü deiflken olarak bulundu. Sonuç: Çok düflük doum arl olan bir bebein doumu ve ardndan hastan-eye yatrlmas annede psikolojik stres oluflturmaktadr. Çocuk hekimlerininÇDDA bebeklerin annelerinde depresif belirtiler konusunda daha dikkatliolmalar ve gerektiinde psikiyatri kliniine yönlendirmeleri yararl olabilir. (Nöropsikiyatri Arflivi 2012; 50: 30-33)Öğe Perinatal suçiçeği (varisella zoster virüs) enfeksiyonu(2013) Annagür, Ali; Taştekin, Ayhan; Günaslan, Pervin; Demirel, Oğuzhan; Dikener, Ahmet HakanSuçiçeği, dünyada yaygın olarak bulunan bir insan alfa herpes virus olan varisella zoster virusunun neden olduğu enfeksiyondur. Kaşıntılı veziküllü lezyonlar ve ateş hastalığın klasik kliniğini oluşturmaktadır. Anne suçiçeğini doğumdan 5 gün önce veya doğumdan 2 gün sonraki dönemde geçirirse (perinatal suçiçeği) yenidoğanda ciddi hatta ölümcül hastalığa neden olabilir. 7 günlük kız bebek, 4 günlük iken başlayan vesiküler döküntü ve emmeme şikayeti ile kliniğe kabul edildi. Suçiçeği ile uyumlu döküntülerin bebeğin annesinde de doğumdan 4 gün önce başladığı öğrenildi. Öykü ve fizik muayene özellikleri dikkate alındığında perinatal suçiçeği tanısı konuldu ve 30mg/kg/gün asiklovir (7 gün) tedavisi verildi. Hasta tedaviye yanıt verdi ve şifa ile taburcu edildi. Perinatal suçiçeği tanısında anneye ait öykü ve muayene bulguları tanıda önemlidir.Öğe Psödohipoparatiroidi: Olgu sunumu(2012) Annagür, Ali; Önenli, Neslihan Mungan; Özcan, Kenan; Topaloğlu, Ali Kemal; Yüksel, Bilgin; Özer, GülerPsödohipoparatiroidi parathormona end organ direnci nedeniyle gelişen hipokalsemi, hiperfosfatemi ve parathormon yüksekliği ile karakterize bir durum olup şimdiye kadar üç tipi tanımlanmıştır. Tip-Ia’da hastalarda dismorfik özellikler mevcut iken tip-1b ve tip-II’deki hastalar normal görünüme sahiptir. Kliniğimize jeneralize tonik-klonik konvulsiyon ve hipokalsemi nedeniyle refere edilen 11 yaşındaki kız hastaya psödohipoparatiroidi tip-Ib tanısı konuldu. Hastamızda psödohipoparatiroidiye ek olarak hipotiroidi de saptandı. Psödohipoparatiroidide hipotiroidi daha çok tip- Ia ve tip-1c’de görülmektedir. Tip-I ve tip-II’de beklenen bir bulgu değildir. Olgu, hem hipokalsemik konvulsiyon nedeniyle başvuran ve tedaviye cevap vermeyen hastalarda psödohipoparatiroidizmin tanı seçenekleri arasında düşünülmesi gerektiğini vurgulamak amacıyla hem de beraberinde hipotiroidi de saptandığı için ilginç bulunarak sunuldu.Öğe Shaken baby syndrome suggestive of the diagnosis of osteogenesis ımperfecta in newborn(2013) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Annagür, Bilge Burçak; Ertuğrul, Sabahattin; Örs, RahmiFiziksel çocuk istismarı, hafif yumuşak doku yaralanmasından ölüme neden olan ağır beyin hasarına kadar değişen geniş bir yel- pazede ortaya çıkabilmektedir. Çocuklarda ciddi ve ölümcül yaralanmaların başlıca nedeni fiziksel istismar sonucu oluşan kafa travmasıdır ve başlıca; dıştan gözlenen travma izleri, subdural hemoraji, retinal hemoraji klinik triadı ile ortaya çıkmaktadır. Yazımızda geç neonatal sepsis ve osteogenezis imperfekta tanısı ile merkezimize sevk edilen 20 günlük bir bebekte hırpalanmış bebek sendromu olgusunu sunduk. Yirmi günlük iken huzursuzluk, emmeme şikâyeti ile dış merkez çocuk acil servisine götürülen hasta sepsis düşünülmüş ve bu sırada çekilen grafilerinde çok sayıda kırık saptanması üzerine, osteogenezis imperfekta tanısı da düşünülerek hastanemize sevk edilmişti. Ekstremite muayenesinde her iki kol ve sol baldırda şişlik, ekimoz ve hareket kısıtlılığı mevcuttu. Ekstremite grafilerinde her iki humerus ve sol femurda cisim kırığı saptandı. Çoğunlukla aile bireyleri tarafından ver- ilen yanlış öykü veya hekimin dikkatsiz aldığı öykü ile tanısı güçleşen, ciddi mortalite ve morbiditeye neden olan fizik istismarın tanısında radyolojik incelemelerin önemi büyüktür. Ailenin verdiği öykü ile radyolojik bulgular arasındaki uyumsuzluk hekim için uyarıcı olmalı ve radyolojik veriler dikkatle incelenmelidir.Öğe Successful Use of Topical "Ankaferd Blood Stopper" for Repetitive Bleedings in An Infant with Infantile Hemangioma(E-CENTURY PUBLISHING CORP, 2012) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Konak, Murat; Örs, RahmiInfantile hemangioma (IH) is the most common vascular tumor of childhood. A major feature of this tumor is rapid growth during a proliferation phase in the first year of life, followed by contraction through a slow involution phase. Several complications may emerge during this course. Bleeding at the site of the lesion and infection are the most common complications. 'Ankaferd Blood Stopper' (ABS) is a hemostatic agent produced as a mixture of five separate plant extracts. Provision of hemostasis by ABS is independent from coagulation factors and the standard coagulation cascade. Furthermore, ABS has an antimicrobial effect. In this article, we have presented a seven-year-old infant with IH on the lower lip who had been admitted with the symptoms of frequent bleedings and infection, and who was successfully treated with topical ABS in terms of control of bleeding and infection. To the best of our knowledge, this is the first reported case of IH that has been treated with ABS for bleeding.Öğe Yenidoğan sepsisinde total antioksidan seviye, total oksidan seviye ve serum paraoksonaz-1 düzeyleri(Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2011) Annagür, Ali; Örs, RahmiAmaç: Paraoksonaz-1 (PON-1) serumda yüksek dansiteli lipoprotein (HDL) üzerinde yer alan, kalsiyuma bağımlı glikoprotein yapısında bir enzimdir. PON-1'in düşük dansiteli lipoprotein (LDL) ve yüksek dansiteli lipoproteini (HDL) oksidasyona karşı koruduğu ve oksidatif stresi azalttığı gösterilmiştir. Sepsiste oksidatif stres artmakta ve HDL konsantrasyonu azalmaktadır. Bu çalışmanın amacı, yenidoğan sepsisinde tedavi öncesi ve sonrası PON-1 düzeyini ve oksidan/anti-oksidan durumu değerlendirmek ve PON-1'in yenidoğan sepsis tedavisinin takibinde kullanılabilirliğini belirlemektir. Yöntem: 35 yenidoğan sepsisli hasta ve 35 sağlıklı kontrol çalışmaya dâhil edildi. Gruplarda PON-1 aktivitesi, total oksidan durun (TOS), total antioksidan durum (TAS) ölçüldü ve oksidatif stres indeksi (OSİ) hesaplandı. Bulgular: Yenidoğan sepsisli hastalarda tedavi öncesi TAS, TOS ve OSİ düzeyleri tedavi sonrası ile kıyaslandığında anlamlı düzeyde yüksek (sırasıyla p<0.000, p<0.000, p<0.000), PON?1 düzeyi ise anlamlı düzeyde düşüktü (p < 0.000). Benzer şekilde, tedavi öncesi TAS, TOS ve OSİ düzeyleri kontrol grubu ile kıyaslandığında anlamlı derecede daha yüksek (sırasıyla, p<0.000, p<0.000, p<0.000) ve PON?1 düzeyi ise anlamlı düzeyde düşüktü (p < 0.000). Tedavi sonrası TAS değeri kontrol grubu ile kıyaslandığında aradaki fark anlamlı düzeyde yüksek (p = 0.009) iken TOS, OSİ ve PON?1 düzeyleri kontrol grubu ile kıyaslandığında sonuçlar benzerdi ve aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (sırasıyla, p = .0.078, p = 0.597, p = 0.086). Sonuç: Çalışmamızda, yenidoğan sepsisinde, serum PON1 düzeyinin daha düşük olduğunu saptadık. PON1'deki bu azalma olasılıkla sepsisiste artan serbest oksijen radikallerinin oluşturduğu oksidatif stresin dolaşımdaki PON1 aktivitesini azaltmasına ve karaciğerden PON1 sentezini engellemesi sonucu oluşmaktadır. Sepsisli hastalarda enfeksiyon süresince serum PON1 düzeyi takibinin sepsisin seyrini, tedavinin etkinliğini ve iyileşmeyi değerlendirmede yararlı bir biyomarker olduğu kanaatindeyiz. Sonuçlarımızı doğrulayan daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Yenidoğan yoğun bakım ünitesine solunum sıkıntısı nedeniyle yatan hastaların retrospektif olarak değerlendirilmesi(2012) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Arıbaş, Semra; Konak, Murat; Koç, Hasan; Örs, RahmiAmaç: Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesine solunum sıkıntısı nedeniyle yatan hastaların demografik özelliklerini ve solunum sıkıntısına neden olan yenidoğan hastalıklarının sıklığını, tedavinin etkinliğini ve prognozunu belirlemektir. Gereç ve yöntemler: Bu çalışmada 01.01.2008 ile 31.12.2009 tarihleri arasında Meram Tıp Fakültesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesine solunum sıkıntısı nedeni ile yatırılarak izlenen hastaların dosya kayıtları retrospektif olarak incelendi. Bulgular: 2008 yılında 771, 2009 yılında ise 692 hasta yatırılarak takip ve tedavi edildi. Bu hastalardan 2008 yılında 225'i, 2009 yılında 282'si solunum sıkıntısı nedeni ile başvurdu. Ortalama doğum ağırlığı 2008'de 1954972 gr, 2009'da 21401009 gramdı. Ortalama gebelik haftası 2008'de 32,45,0 hf, 2009'da 33,44,9 haftaydı. 2008 yılında aldıkları tanılar %77,8 sepsis, %40,4 respiratuar distres sendromu (RDS), %20,9 pnömotoraks, %12,4 patent duktus arteriozus (PDA), %6,2 mekonyum aspirasyon sendromu (MAS), %5,3 intra ventriküler kanama (İVK), %3,6 pnömoni, %3,1 prematüre retinopatisi (ROP), %2,7 bronkopulmoner displazi (BPD), %2,2 yenidoğanın geçici taşipnesi (YDGT) idi. 2009'da ise %69,5 sepsis, %33,3 RDS, %17,0 PDA, %16,0 pnömotoraks, %10,3 pnömoni, %8,2 İVK, %6 YDGT, %5,3 BPD, %3,2 MAS, %3,2 ROP tanıları aldılar. Solunum sıkıntısı nedeni ile başvuran hastaların 2008'de %43,6'sı, 2009'da %33,7'si ölümle sonuçlandı. Sonuç: Solunum güçlüğü ile başvuran yenidoğanların ilk değerlendirilmelerinde doğum haftası, doğum şekli ve eşlik eden sorunların göz önünde bulundurulması ve gereken hastaların yoğun bakım desteğinin yapılabileceği ileri bir merkeze uygun bir biçimde naklinin yapılması ile yenidoğan ölümlerinde ve morbiditesinde azalma sağlanabileceği kanısındayız.