Yazar "Arbağ, Hamdi" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 37
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Ağız Tabanında Dermoid Kist(2002) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Arbağ, Hamdi; Öztürk, KayhanDermoid kistler, baş boyun bölgesinde seyrek olarak bulunurlar. Bu bölgede en sık geliştikleri lokalizasyon kaşın 1/3 dış bölümüdür. Ağız tabanı dermoid kistleri ise nadirdir. Bu lezyonlar genel olarak yavaş büyürler ve ağrısızdırlar. En sık genç erişkinlerde görülürler. Klinik özellikleri nonspesifik olduğu için histopatolojik inceleme yapılmadan kesin tanı konulamayabilir. Bu çalışmada, ağız tabanında dermoid kisti olan 24 yaşında erkek bir hasta sunulmuştur. Literatür gözden geçirilerek bu lezyonun özellikleri tartışılmıştır.Öğe Alerjik rinit patofizyolojisinde oksidatif stres ve antioksidan faktör(2007) Akbay, Ercan; Arbağ, Hamdi; Uyar, Yavuz; Öztürk, KayhanAmaç: Bu çalışmada, alerjik rinit etyopatogenezinde oksidatif stres ve antioksidanların rolü değerlendirildi. Hastalar ve Yöntemler: Çalışmaya klinik ve laboratuvar incelemeler sonucunda alerjik rinit tanısı konan 40 hasta (13 erkek, 27 kadın; ort. yaş 3014; dağılım 4-63) alındı. Hastaların yakınma süresi ortalama 5.24.9 yıldı. Kan ve serum örneklerinde spektrofotometrik ölçümlerle enzimatik antioksidan olarak miyeloperoksidaz (MPO), non-enzimatik antioksidan olarak A ve E vitamini, oksidatif stres ürünü olan ve lipit peroksidasyonu sonucu oluşan metabolitlerden malondialdehit (MDA) ile oksidatif stres dengesini gösteren total antioksidan kapasiteye bakıldı. Sonuçlar, sağlıklı 40 bireyden oluşan kontrol grubuyla karşılaştırıldı. Bulgular: Hasta grubunda MDA düzeyleri kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek; MPO, A ve E vitamini düzeyleri ve total antioksidan kapasite anlamlı derecede düşük bulundu (p0.05). Sonuç: Bulgularımız, oksidatif stres ve antioksidan savunma mekanizması arasındaki dengesizliklerin alerjik rinit etyopatogenezinde rol oynayabileceğini düşündürmektedir.Öğe Angiosarcoma of the Submandibular Salivary Gland: Case Report and Review of the Literature(Taylor & Francis as, 2003) Ülkü, Çağatay Han; Cenik, Ziya; Avunduk, Mustafa; Arbağ, HamdiObjectives-The purpose of this report is to describe an example of angiosarcoma (AS) of the submandibular salivary gland. The clinical and immunohistopathologic features of these lesions are also reviewed. Material and Methods-A 17-year-old male high school student was admitted to our clinic with a 1-year history of a slow growing, tender mass in the left submandibular region. Physical examination on initial presentation revealed a diffuse soft tissue mass 6 cm in diameter involving the left submandibular region. MRI analysis revealed a mass located superolateral to the submandibular salivary gland, measuring 4.0 x 2.0 cm(2). The mass was excised completely together with the left submandibular salivary gland. Histopathologic analysis led to a diagnosis of AS. Immunohistochemical studies were also used to determine endothelial cell differentiation. Owing to the lateralized nature of the lesion, a left functional neck dissection was performed and postoperative radiotherapy was planned. Results-AS is a malignant tumor of endothelial cell origin that may occur in any region of the body. The commonest sites include the extremities and the retroperitoneal space, with only 4% of AS tumors arising in the head and neck area. The submandibular salivary gland is an extremely rare location for this tumor. Based on a literature review, this case report represents only the second reported case of AS of the submandibular salivary gland. Conclusions-In most cases, radical surgery and postoperative radiotherapy are advocated to treat patients with AS tumors, with lymph node clearance recommended in cases of lateralized lesions. In some patients, distant metastasis may occur after many years, which necessitates long-term follow-up. The prognosis is poor in most cases of AS.Öğe Anterior Atticoantrostomy for Cholesteatoma Surgery(Sage Publications Inc, 2006) Uyar, Yavuz; Öztürk, Kayhan; Keleş, Bahar; Arbağ, Hamdi; Ülkü, Çağatay HanObjectives: We aimed to investigate the long-term results of anterior atticoantrostomy in adult patients with cholesteatoma. Methods: A total of 83 ears in 78 patients were operated on by the anterior atticoantrostomy technique, supported by a periosteal flap, between 1991 and 2002. Results: Cholesteatoma recurred in only 4 ears (4.8%). In the 79 ears without recurrence, re-perforation was observed in 3 ears (3.8%), and retraction pockets developed in the attic of 5 ears (6.3%), 2 of which needed ventilation tubes. Absorption or migration of cartilage grafts was not seen in any of the patients. The mean air-bone gap was 34.8 +/- 13.4 dB and 16.9 +/- 14.7 dB, and the mean high-tone bone conduction was 19.0 +/- 6.2 dB and 21.1 +/- 6.6 dB, in the preoperative and postoperative periods, respectively. Conclusions: In the reconstruction of the posterior canal wall, a cartilage graft supported by a periosteal flap prevents attic retraction and may increase the vascularization of the graft. After anterior atticoantrostomy, the recurrence rate and the probability of leaving residual tissue are low. Therefore, we believe that anterior atticoantrostomy is a relatively safe and effective technique that can be used in the management of cholesteatoma.Öğe Antrokoanal poliplerde endoskopik cerrahi(2005) Öztürk, Kayhan; Yaman, Hüseyin; Ünaldı, Deniz; Arbağ, Hamdi; Keleş, Bahar; Uyar, YavuzAmaç: Bu çalışmanın amacı antrokoanal polip nedeni ile endoskopik cerrahi tedavi uygulanan olgulardaki sonuçları değerlendirmektir. Hastalar ve Yöntemler: Onsekiz antrokoanal polipli hasta (onbir erkek, yedi kadın; ortalama yaş 31.114.7; 11-65 yaşları arasında) retrospektif olarak incelendi. Tüm olgular, ayrıntılı öykü alımı, tam bir KBB muayenesi, nazal endoskopi ve paranazal sinüs tomografisi ile değerlendirildi. Hastalar genel veya lokal anestezi ile ameliyat edildi. Olgular ameliyat sonrası komplikasyon ve nüks yönünden takip edildi. Takip süresi 9-40 ay (ortalama takip süresi: 22.910.5 ay) idi. Bulgular: Olguların on birinde sağ, yedisinde sol maksiller sinüs kaynaklı antrokoanal polip saptandı. En sık görülen semptomlar burun tıkanıklığı ve baş ağrısı idi. Hastaların onüçüne genel anestezi, beşine lokal anestezi altında cerrahi müdahale yapıldı. Beş hastaya fonksiyonel endoskopik sinüs cerrahisi (FESC) ve fossa kaninadan antral yaklaşım ile birlikte polipektomi, üçüne septoplasti ile birlikte FESC, onuna FESC uygulandı. Bir hastada nüks görüldü. Sonuç: Antrokoanal polip tedavisinde rekürrenslerin daha az görüldüğü FESC uygun bir cerrahi yöntemdir. Maksiller sinüsün ostiumdan yeterince değerlendirilemediği durumlarda rekürrensleri önlemek için fossa kaninadan yaklaşım uygun bir yöntem olabilir.Öğe Baş-Boyun Bölgesi Fibröz Displazileri(2002) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Arbağ, Hamdi; Acar, Osman; Öztürk, KayhanAmaç: Baş-boyun bölgesi fibröz displazilerine cerrahi yaklaşımlarımızı sunmak ve sonuçlarımızı değerlendirmek. Hastalar ve Yöntemler: Baş-boyun bölgesi fibröz displazili 8 olgu bu çalışma kapsamına alındı. Preoperatif dönemde bilgisayarlı tomografi ile değerlendirilerek lezyonun sınırları belirlendi. Olgular orijin aldıkları bölgelere göre farklı cerrahi tekniklerle opere edildiler. Postoperatif morbidite, komplikasyon, nüks ve malign transformasyon değerlendirildi. Bulgular: Olguların 3'ü kadın, 5'i erkek ve ortalama yaş 18.3 idi. Tümörler, temporal kemik (n2), maksilla (n2), frontal kemik (n2) ve sfenoid kemik (n2)'ten orijin almakta idi. Lezyon lokalizasyonuna göre, dış kulak yolunda darlık, iletim tipi işitme kaybı, başağrısı, yüzde deformite, burun tıkanıklığı ve maloklüzyon tesbit edilen semptomlardı. Fronto-orbital yaklaşım, Le-Fort I osteotomisi, modifiye radikal mastoidektomi ve parsiyal-inferior maksillektomi tümör orijinine göre uyguladığımız cerrahi tekniklerdi. Parsiyal-inferior maksillektomi uygulanan bir olguda oroantral fistül gelişti ve mukozal yanak flebi ile rekonstrükte edildi. 64.8 ay olan ortalama takip süresinde nüks ya da malign transformasyon izlenmedi. Sonuç: Fibröz displazi gelişimsel benign bir kemik tümörüdür. Cerrahi tedavi kararı patolojinin neden olduğu fonksiyonel ya da estetik bozukluğa göre verilir. Prognoz çoğunlukla iyidir. Ancak malign transformasyon da rapor edilmiştir. Bu nedenle uzun süreli hasta takibi gerekir.Öğe Baş-Boyun Rekonstrüktif Cerrahisinde Pektoralis Major Miyokutanöz Flebi Sonuçlarımız(2002) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Arbağ, Hamdi; Öztürk, KayhanObjectives: To evaluate the efficiency of the pectoralis major myocutaneous flap for reconstruction of high-volume defects in the head and neck region. Materials and Methods: Between 1992-2000, 14 cases with head and neck cancers, who were applied pectoralis major myocutaneous flap for reconstruction, were included in this study. 3 of the cases were female and 11 of them were male. Their ages were between 26-73 (mean age 56.25). All the cases were reconstructed with pectoralis major myocutaneous flap in the same operation after the tumor resection. In this study, pectoralis major myocutaneous flap was evaluated with literature for applying indications and post-operative complications. In this way, the reliability and functionality of the flap was searched. Results: In our series of 14 cases, partial necrosis was found in one case, fistula in another case, seroma and dehiscence were found at the other two. No complications were found at the rest of the ten cases. Conclusion: We think that pectoralis major myocutaneous flap is a functional and reliable choice for reconstruction of high-volume defects in the head and neck region.Öğe Benign Paroksismal Pozisyonal Vertigo Tedavisinde Kullanılan Semont Ve Epley Manevralarının Karşılaştırılması(2003) Arbağ, Hamdi; Özer, Bedri; Keleş, Bahar; Ülkü, Çağatay Han; Öztürk, KayhanAmaç: Benign paroksismal pozisyonel vertigo (BPPV) tedavisinde kullanılan Semont ve Epley manevralarını, hasta uyumu ve tedavi sonuçları açısından değerlendirmek. Gereç ve Yöntem: Ocak 2001-Mayıs 2003 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi KBB Anabilim Dalında, BPPV tanısı konularak tedavi edilen, 58 hasta üzerinde yapılan prospektif bir çalışmadır. BPPV tanısı, hastanın hikayesine ve Dix-Halpike manevrasında nistagmusun karekteristik özelliklerinin belirlenmesi ile konuldu. Dix Halpike manevrası uygulandıktan 10 dakika sonra, 29 hastaya Semont’ un serbestleştirici manevrası, 29 hastaya da Epley manevrası uygulandı. Hastalar manevradan 24 saat, 1 hafta ve 1 ay sonra kontrol edildi. Kontrollerde, hastaların yakınması ve Dix Halpike manevrasına verdiği cevaplar esas alınarak tedavi metotları kıyaslandı. İstatiksel değerlendirmeler için ki-kare testi kullanıldı. Bulgular: 58 hastanın yaşları 22 ile 79 arasında (ortalama:52,5814,3) olup, 38’i (%65.5) kadın, 20’si (%34.5) erkek idi. Hastaların 29’unda (%50) sağ kulak, 23’ünde (%40) sol kulak, 6’sında ise (%10) her iki kulak etkilenmiş olup, toplam 64 kulak için manevra uygulanmıştır. Semptomların ortalama süresi yaklaşık 11.9 ay idi. Semont manevrası uygulanan 32 kulağın 21’inde (%65.6), 24 saat sonra yapılan ilk kontrolde tamamen iyileşme tespit edildi. İkinci kontrolde Dix-Halpike manevrası pozitif olan 11 kulak için tekrar manevra uygulandı, bunların 7’sinde başarı elde edildi. İkinci uygulama ile manevranın başarısı %87.5’e yükseldi. Bir ay sonraki kontrolde 4 (%12.5) kulakta semptomların hala devam ettiği görüldü. Bu hastaların birinde şikayetlerde kısmen de olsa azalma görüldü. Otuz iki kulağa Epley manevrası uygulandı. Bir gün sonraki ilk kontrolde 26 (%81.25) kulakta tam iyileşme görüldü. Bir hafta sonraki kontrolde 6 kulakta semptomların devam etmesi üzerine tekrar manevra uygulandı. Bunların 4’ünde semptomlarda azalma tarif edildi. İkinci uygulamadan sonra manevranın başarısı %93.75 idi. Bir ay sonraki kontrolde 2(%6.25) hastanın semptomları devam ediyordu. Her iki manevranın tedaviye cevap açısından karşılaştırılmasında anlamlı fark yoktu. Sonuç: Pozisyonel vertigo dışında nörolojik ve vestibüler şikayetleri olmayan hastalarda, laboratuar ve görüntüleme yöntemlerine başvurmadan tedavi manevralarının uygulanması maliyet ve zaman açısından kazanç sağlayacaktır. BPPV’nun paroksismal olması, haftalar ve aylar süren spontan remisyonlar gösterebilmesinden dolayı tedavi metodları arasında sağlıklı bir kıyaslamanın yapılması güçtür. Ancak hastanın fiziksel yapısı göz önüne alınarak yaşlı, şişman ve vertebra patolojisi olan hastalarda, Epley manevrasının daha uygun olacağı kanaatindeyiz.Öğe Bilateral ranula in an elderly patient: A case report(2006) Yaman, Hüseyin; Arbağ, Hamdi; Cenik, Ziya; Öztürk, Kayhan; Toy, HaticeRanula sublingual bezden gelişen ekstravazasyon kistidir. Genellikle ağrısız, fluktuan şişlik olarak görülür. Sıklıkla genç erişkinlerde görülür ve unilateraldir. Bilateral ranula nadirdir. Elli üç yaşında kadın hasta, 6 aydır bulunan ve zamanla büyüyen ağız tabanında bilateral şişlik şikayeti ile başvurdu. Lezyonlar intraoral yolla total olarak çıkartıldılar. Postoperatif dönemde komplikasyon görülmedi ve 7 aylık takip süresinde rekürrens yoktu.Öğe Chromosome 8 Aneuploidy in Acquired Cholesteatoma(Taylor & Francis as, 2003) Yıldırım, Mahmut Selman; Öztürk, Kayhan; Acar, Hasan; Arbağ, Hamdi; Ülkü, Çağatay HanObjective-To investigate the incidence of chromosome 8 aneuploidy in acquired cholesteatoma. Material and methods-Cholesteatoma tissue and postauricular skin as a control were surgically obtained from 12 patients with acquired cholesteatoma. Fluorescence in situ hybridization (FISH) analysis using a chromosome 8-specific alpha-satellite DNA probe was performed on the interphase nuclei. Two hundred cells were analyzed for each of the samples. Results-Chromosome 8 aneuploidy was found in 9/12 patients whereas a normal cell structure with 2 signals was observed in the remaining 3 patients. In samples with chromosome 8 aneuploidy, the mean proportion of aneuploidy was 25.6%, including monosomy (3.2%), trisomy (16.1%), tetrasomy (4.9%) and more than tetrasomy (1.4%). The number of aneuploid cells in recurrent cases was more than that in non-recurrent cases. Conclusions-A numerical aberration of chromosome 8 was found in patients with acquired cholesteatoma. Our results support the hypothesis that chromosome 8 may be a prognostic factor for cholesteatoma and an indicator in the follow-up of patients with cholesteatoma.Öğe The effect of cyanoacrylate in esophagocutaneous leakages occurring after esophageal anastomosis(ELSEVIER IRELAND LTD, 2009) Yurtçu, Müslim; Arbağ, Hamdi; Çağlayan, Osman; Abasıyanık, Adnan; Öz, MehmetObjective: Esophageal leakage (EL) continues to be a challenging pediatric surgical problem. The aim of this study was to investigate the effect of cyanoacrylate (Cy) in EL followed esophageal repair (ER). Methods: Twelve rabbits were divided into control (C) and leakage (L) groups. A I cm-length transverse esophageal incision at the level of the cervical region was made. In both groups, feeding was started orally 24 h after the surgery for leakage creation. On postoperative day 7, primary repair was carried out in the C group and Cy instillation was performed in the L group. Esophagographic analysis was carried out on postoperative day 9 and the animals were fed orally on the same day on the condition that there was no esophageal leakage. The rabbits were sacrificed to measure diameters of the OR line, bursting pressure (BP), and hydroxyproline (HP) levels in the repaired cervical esophageal segment (RCES) 2 months later. Results: The values of BP and HP in the C group were significantly higher than those in the L group. The diameters of the OR line in the L group were significantly greater compared to those in the C group. Conclusions: Cy glue instillation seems to be the ideal treatment for esophageal anastomosis leakages as shown by increased diameters of the OR line and decreased HP levels. (C) 2009 Elsevier Ireland Ltd. All rights reserved.Öğe Effectiveness of MeroGel Hyaluronic Acid on Tympanic Membrane Perforations(Taylor & Francis Ltd, 2006) Öztürk, Kayhan; Yaman, Hüseyin; Avunduk, Mustafa Cihat; Arbağ, Hamdi; Keleş, Bahar; Uyar, YavuzConclusions. Our results support the proposition that hyaluronic acid ( HA) provides a moist wound- healing environment to aid in the healing process of tympanic membrane perforation. A single MeroGel administration can be effective as well as daily topical HA application in the treatment of tympanic membrane perforations. A single application of esterified HA may be more suitable for patients and also for otolaryngologists. Objective. The purpose of the present study was to evaluate the effectiveness of a single MeroGel application on traumatic tympanic membrane perforations in rats. Materials and methods. The posterior quadrant of the tympanic membranes in both ears of 24 male pathogen- free Sprague- Dawley rats was perforated with a 20- gauge needle. Subjects were divided into two groups: MeroGel and daily topical HA- treated groups. All subjects were sacrificed and histopathological examinations of the tympanic bullas were carried out. Results. Perforations of controls, and MeroGel- and daily HA- treated groups closed in 17/ 24 ( 70.8%), 11/ 12 ( 91.7%), and 12/ 12 ( 100%) ears, respectively. There was a significant difference between control and MeroGel- treated groups, and also between control and daily topical HA- treated groups for the presence of vascular endothelial growth factor ( VEGF), fibroblast growth factor ( FGF), lymphocytes and collagen fibrils ( p < 0.05), whereas there was no significant difference between MeroGel- and daily topical HA- treated groups ( p < 0.05).Öğe The effects of local and intraperitoneal zinc treatments on maxillofacial fracture healing in rabbits(Churchill Livingstone, 2020) Azgın, İsa; Arbağ, Hamdi; Eryılmaz, Mehmet Akif; Çelik, Zeliha EsinThis study aimed to determine whether administration of topical and intraperitoneal zinc formaxillofacial fractures has any impact on the bone healing process.Material and method:Thirty-two New Zealand rabbits were randomly assigned to four groups of eighteach. Thefirst group was the control group; fracture lines werefixed using titanium microplates and nomedication was administered. The second group receivedfixations using zinc-coated titanium micro-plates. A single dose of 3 mg/kg zinc was administered intraperitoneally to the third group followingfixations with titanium microplates. A single dose of 3 mg/kg zinc was administered intraperitoneally tothe fourth group followingfixations with zinc-coated titanium microplates. Zinc coating on to the ti-tanium microplates was achieved using the physical vapor deposition technique. A fracture line wascreated in the nasal bones of all subjects andfixed withfive-holeflat microplates and three 5-mm microscrews. All work groups were sacrificed at the end of the sixth week.Results:Histological examination showed that the number of osteoblasts were significantly higher inzinc-coated group (Group 2) than zinc uncoated, control group (Group 1), (415.6±46.7 vs 366.3±11.8)(p<0.001). It was observed that intraperitoneal zinc treatment alone (Group 3) did not significantlyincrease in the osteoblast count compared to zinc un-coated group (Group 1), (390.6±83.2 vs366.3±11.8), (p¼0.341). The immunoreactivity scores for IGF-1 were significantly higher in the zinc-coated group compared to control group (Group 2 vs 1), (9.3±2.8 vs 3.7±1.9) (p<0.05). It wasobserved that intraperitoneal zinc treatment did not cause a significant difference in the aspect of IGF-1for zinc-coated groups (Group 2 vs 4) (9.3±2.8 vs 9.6±2.2) (p¼0.791). The difference in the immu-noreactivity score among whole groups for TGF-bwas not statistically significant (Group 1 vs 2, 3.2±1.7vs 4.4±2.3, p¼0.256; Group 1 vs 3, 3.2±1.7 vs 3.8±2.8, p¼0.524; Group 1 vs 4, 3.2±1.7 vs 2.8±1.3,p¼0.717; Group 2 vs 3, 4.4±2.3, vs 3.8±2.8, p¼0.610; Group 2 vs 4, 4.4±2.3, vs 2.8±1.3, p¼0.124;Group 3 vs 4, 3.8±2.8, vs 2.8±1.3, p¼0.311).Conclusion:The local use of titanium microplates coated with zinc by PVD technique was found effectivefor fracture healing. Zinc coating of titanium microplates used in fracture treatment can acceleratefracture healing. It may be concluded that clinical studies should be performed now in order to explore ifcomparable results can be achieved in humans.Öğe Glomus Tümörlerinde Cerrahi Yaklaşımlarımız(2003) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Özkal, Ertuğ; Öztürk, Kayhan; Arbağ, HamdiAmaç: Glomus tümörlerine cerrahi yaklaşımlarımızı sunmak ve sonuçlarımızı değerlendirmek. Hastalar ve Yöntemler: Glomus tümörü tanısı alan 12 olgu dosyaları retrospektif olarak incelenerek bu çalışma kapsamına alındı. Olgular preoperatif dönemde odiyolojik testler (pür tone odiogram, kulak zarının sağlam olduğu olgularda, akustik empedans), anjiografi, bilgisayarlı tomografi ve/veya magnetik rezonans görüntüleme ile değerlendirildiler. Ayrıca idrarda vanil mandelik asit düzeyleri araştırıldı. Glomus jugulare tümörlerinde, infratemporal fossa tip A yaklaşımı, glomus timpanikum tümörlerinde ise transmastoid yaklaşım uygulandı. Subtotal rezeksiyon uygulanan bir olguda kalan tümör dokusuna yönelik olarak radyoterapi uygulandı. Bulgular: Olguların 8’i kadın, 4’ü erkek ve ortalama yaş 54.3 idi. Tanı 8 olguda glomus jugulare ve 4 olguda glomus timpanikum idi. Pulsatil tinnitus, iletim tipi işitme kaybı ve kulakta dolgunluk hissi en sık tesbit edilen semptomlardı. Preoperatif dönemde, glomus jugulare olgularında en az 3 kraniyal sinir paralizisi mevcuttu. Tüm olgularda idrar vanil mandelik asit düzeyleri normaldi. Glomus timpanikum tümörleri total olarak rezeke edildi. Glomus jugulare tümörlerinde ise total rezeksiyon oranı % 87.5 idi. İntrakraniyal uzanım ve internal karotis arter invazyonu gösteren, bir olguda subtotal rezeksiyon ve postoperatif radyoterapi uygulandı. İnfratemporal fossa A yaklaşımı ile opere edilen tüm olgularda geçici fasiyal paralizi ortaya çıktı. Preoperatif olarak etkilenmiş olan diğer kraniyal sinir fonksiyonlarında postoperatif dönemde herhangi bir değişiklik olmadı. Komplikasyon olarak bir olguda beyin omurilik sıvısı fistülü gelişti. 54 ay (11ay-116 ay) olan ortalama takip süreside rezeksiyonun tam olduğu olgularda nüks izlenmedi. Per/postoperatif ölüm izlenmedi. Sonuç: Çalışmamızdan elde edilen sonuçlar glomus timpanikum tümörlerinin transmastoid yaklaşım ve glomus jugulare tümörlerinin infratemporal fossa tip A yaklaşımı ile düşük mortalite ve morbidite oranları ile rezeke edilebildiğini göstermektedir.Öğe The healing effects of tissue glues and healing agent locally applied on esophageal anastomoses(ELSEVIER IRELAND LTD, 2010) Yurtçu, Müslim; Arbağ, Hamdi; Toy, Hatice; Eryılmaz, Mehmet Akif; Çağlayan, Osman; Abasıyanık, AdnanObjective: This study aimed to investigate the effects of cyanoacrylate (C), fibrin glue (FG), and natrium hyaluronate (NH) on the healing of esophageal anastomosis (EA). Methods: Twenty-four rabbits were divided equally into 4 groups: primary anastomosis (PA), C, FG, and NH. A 1-cm-length of the cervical esophagus was resected through a cervical incision and then anastomosis was performed. C, FG, and NH were instilled into anastomosis lines in the respective groups. The animals were fed orally on postoperative day 7 on the condition that there was no esophageal leakage. The rabbits were sacrificed 8 weeks later to evaluate bursting pressure (BP), tissue hydroxyproline (HP) levels and wound healing scores (WHSs) in the anastomosis lines. Results: BP was significantly higher in the C group than in the PA, FG, and NH groups, and HP was significantly lower than in the other groups. WHSs in the PA and NH groups were lower than in the C and FG groups. Conclusions: C and NH appear to be beneficial in EA healing with respect to increased BP and decreased HP when they are used simultaneously with PA prophylactically to prevent esophageal leakages and stricture. (C) 2009 Elsevier Ireland Ltd. All rights reserved.Öğe I?nfratemporal Fossa Tümörlerine Cerrahi Yaklaşımlarımız(2002) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Arbağ, Hamdi; Öztürk, KayhanAmaç: İnfratemporal fossa tümörlerine cerrahi yaklaşımlarımızı değerlendirmek ve deneyimlerimizi sunmak. Hastalar ve Yöntemler: İnfratemporal fossa tümörlü 31 olgu (10 kadın, 21 erkek; ört. yaş 34.6; dağılım 3-78) değerlendirildi. Tümörlerin 21'i benign, 10'u malign idi. Olgular ameliyattan önce bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans görüntüleme ve anjiyografi ile değerlendirildi. Preauriküler İnfratemporal yaklaşım, LeFort l osteotomisi, stilohamuler diseksiyon, translokasyon gibi yedi farklı cerrahi yaklaşım uygulandı. Bazı olgular birkaç teknik birleştirilerek ameliyat edildi. Takip süresi bir ile dokuz yıl arasında değişmekte idi. Bulgular: Komplikasyon olarak beş olguda fasyal deformite, üç olguda skar, bir olguda keratit ve bir olguda kanama görüldü. Cerrahi sonuçlarımız bening tümörlerde başarılı iken, malign tümörlerde %50 nüks oranı ve olgu sayımızın sınırlı olması nedeniyle tartışılabilir bulundu. Sonuç: Tek taraflı benign tümörlerinde preauriküler yaklaşımın; iki taraflı olgularda ve nazal fossa ön kafa tabanına uzanan lezyonlarda LeFort l osteotomisinin; malign tümörlü olgularda ise stilohamuler diseksiyonun uygun olduğu sonucuna varıldı.Öğe Kafa Tabanı Kordomaları(2002) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Öztürk, Kayhan; Arbağ, HamdiKordoma, notokord kalıntısından kaynaklanan nadir malign bir tümördür. Yavaş büyür ve lokal invazyon özelliği gösterir. Semptom ve bulgular lezyonun lokalizasyonuna bağlı ortaya çıkar. Tedavisi cerrahidir. Ancak kafa tabanı kordoması derin lokalizasyonu ve önemli yapılarla olan komşuluğu nedeniyle tam rezeksiyona izin vermez. Bu nedenle postoperatif radyoterapi gereklidir. Prognozu kötüdür. Bu çalışmada kafa tabanı kordomalı üç olgu nadir bir klinik tablo olması nedeniyle sunulmuştur. Literatür gözden geçirilerek hastalığın karakteristikleri tartışılmıştır.Öğe Kafa Tabanını Tutan Paranasal Sinüs Tümörlerinde Uyguladığımız Cerrahi Teknikler ve Sonuçlarımız(2001) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Arbağ, Hamdi; Öztürk, KayhanKafa tabanını etkileyen paranazal sinüs tümörlerine cerrahi yaklaşımlarımızı ve sonuçlarımızı sunmak. Hastalar ve Yöntemler: 1991-2000 yılları arasında opere ettiğimiz kafa tabanını etkileyen paranazal sinüs tümörlü 61 olgu bu çalışma kapsamına alındı. Olguların 27'sinde tümör malign ve 34'ünde benign karakterde idi. Operasyonlar olguların çoğunda Kulak-Burun-Boğaz ve Nöroşirurji anabilim dalları elemanlarından oluşan uzman bir ekip tarafından gerçekleştirildi. Tümör histopatolojisi, yaygınlığı, beyin ve kavernöz sinüs gibi yapılarla olan komşuluğuna göre farklı cerrahi tekniklerin kullanılması gerekli oldu. Bazı olgularda birkaç teknik kombine edildi. Sonuçlar nüks, komplikasyon ve mortalite yönünden literatür eşliğinde değerlendirildi. Bulgular: Olgularımızın 5 yıllık yaşam oranı benign tümörlerde %100 iken, malign tümörlerde %51.9 olarak belirlendi. Komplikasyon olarak, BOS fistülü, kanama, keratit, deformite ve parsiyel Hep nekrozu gelişti. Tesbit edilen oranlar literatürde bildirilen sınırlar içerisinde bulundu. Sonuç: Paranasal sinüslerin kafa tabanı ile olan yakın komşuluğu, bu anatomik bölgede gelişim gösteren tümörlerin cerrahi tedavisine ayrı bir özellik getirmektedir. İlgili anabilim dalları arasında multidisipliner çalışma tedavinin başarısı için gereklidir. Prognoz, tümörün yeri, büyüklüğü ve histopatolojisi kadar, uygulanan cerrahi tekniğe ve hasta takibine de bağlıdır.Öğe Kronik Otitis Media Komplikasyonlarının Tanı ve Tedavi Özellikleri(2002) Arbağ, Hamdi; Keleş, Bahar; Uyar, Yavuz; Öztürk, Kayhan; Ülkü, Çağatay HanAmaç: Antibiyotik kullanımının yaygınlaşması ile, otitis media komplikasyonları önemli oranda azalmıştır. Günümüzde otitis media komplikasyonlarının büyük çoğunluğunu kronik otitis medialar (KOM) oluşturmaktadır. Komplikasyonlu KOM'larda hastalığın seyrini, tanı ve tedavi özelliklerini belirlemek amacıyla bu çalışma yapılmıştır. Hastalar ve Yöntem: Kliniğimizde 1991-2001 tarihleri arasında komplikasyonlu KOM tanısı almış ve tedavi görmüş 32 olgunun kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, komplikasyonları, predispozan faktörleri, başvuru semptomları, otoskopik muayene bulguları, radyolojik incelemeleri, odyolojik bulguları, tedavi yöntemleri, operasyon bulguları ve postoperatif komplikasyonları ayrıntılı olarak kaydedildi. Bulgular: Olguların 7'sinde (%21.9) intrakraniyal, 25'inde (%78.1) ekstrakraniyal komplikasyon görüldü. İntrakraniyal komplikasyonlardan menenjit (%12.5), ekstrakraniyal komplikasyonlardan ise mastoidit ve mastoid apse (%28.2) en sık komplikasyon olarak tespit edildi. Olguların 30'unda (%93.7) tam iyileşme, 1'inde (%3.1) postoperatif dönemde medikal tedavi ile düzelen menenjit görüldü. Beyin apseli bir olgu (%3.1) ameliyat sonrası kaybedildi. Sonuç: Günümüzde bilinçsiz antibiyotik kullanımı KOM komplikasyonlarının semptom ve bulgularını baskıladığından erken tanı ve cerrahi tedavide gecikmelere neden olabilmektedir. Dikkatli bir anamnez, fizik muayene ve görüntüleme yöntemlerinin etkin kullanımı komplikasyonlara bağlı morbidite ve mortaliteyi azaltacaktır. Cerrahi tedavide standart mastoidektomilerin dışında, otonörolojide ya da kafa kaidesinde deneyimli bir ekibin görev alması sonuçları olumlu yönde etkileyecektir.Öğe Lack of association between the glutathione-s-transferase genes (GSTT1 and GSTM1) and nasal polyposis(INT RHINOLOGIC SOC, 2006) Arbağ, Hamdi; Çora, Tülin; Acar, Hasan; Öztürk, Kayhan; Sarı, Fatih; Ulusoy, BülentObjectives: To evaluate the glutation-S-transferase (GST) polymorphisms (GSTM1 and GSTT1) in nasal polyposis (NP). Methods: The study population consisted of 102 unrelated healthy individuals and 98 patients with NP (67 without asthma, 31 with asthma). Genotyping of the polymorphism in the GSTM1 and GSTT1 genes was performed using the multiplex polymerase chain reaction (PCR)-based method. Results: GSTM1 and GSTT1 null-genotypes were found in 46.1% and 23.5% of the controls, and in 43.9% and 33.7% of the NP patients, respectively. These differences were not significant (for GSTM1 null odds ratio (OR) = 0.92; 95% confidence interval (CI) = 0.52-1.6 and for GSTT1, OR = 1.65; 9.5% CI = 0.89-3.07). Although no significant difference for combined GSTM1 and GSTT1 null genotypes between control (8.8%) and NP patients (17.30%) was found, there was a 2.16-fold increased proportion in the NP with the combined GSTM1-null and GSTT1-null genotype (OR = 2.16; 95% CI = 0.91-5.13). Conclusion: These results suggest that there is lack of association between GSTM1 and GSTT1 polymorphisms and NP. The GSTM1 or GSTT1 polymorphisms had also no relevant developing effect on NP patients without or with asthma.