Yazar "Köse, Doğan" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 9 / 9
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Adrenal Tutulumu Olan Hodgkin Lenfomalı Bir Olguda Florodeoksiglukoz Pozitron Emisyon Tomografi- Bilgisayarlı Tomografinin Tanısal Değeri(2016) Köse, Doğan; Köksal, YavuzHodgkin lenfomada (HL), modern tedavilerle başarının artması geç etkilerin önlenmesi için tedavi yoğunluğunu azaltacak yeni yöntem arayışlarını getirmiştir. HL'de nadir tutulan, adrenal bezlerdeki malign hücre infiltrasyonunun saptanmasında florodeoksiglukoz (FDG) pozitron emisyon tomografi-bilgisayarlı tomografinin (PET-BT) hassasiyet ve özgüllüğü yüksektir. Bir yıl önce pubik kıllanma ve meme büyümesi nedeniyle araştırılan 7,5 yaşındaki bir kız hasta, yeni başlayan ateş, halsizlik, kilo kaybı ve gece terlemesi yakınmalarıyla başvurdu. Muayenesinde; hepatosplenomegali, evre 2 pubarş ve evre 1 telarş saptanan hastanın FDG PET-BT'sinde; yaygın lenf nodu tutulumu, dalak ve sol sürrenal bezinde artmış aktivite görüldü. Hastaya biyopsiyle HL, klinik ve laboratuvar değerleriyle de prematür pubarş (PP) tanısı konuldu. Antineoplastik tedavi sonrası çekilen FDG PET-BT'si tamamen normalleşen, pubarş ve telarşı duran hastada, 12 yaşındayken normal puberte başladı ve hasta halen sorunsuz olarak takip edilmektedir. Bu yazıda PP ve HL tanısı alan ve FDG PET-BT'sinde adrenal bezde artmış aktivite saptanan bir çocuk olgu sunulmuştur.Öğe Bir çocukta serebellumun disembriyoplastik nöroepiteliyal tümörü(2014) Köse, Doğan; Kalkan, Erdal; Paksoy, Yahya; Toy, Hatice; Ergün, Nurcan Üçüncü; Köksal, YavuzDisembriyoplastik nöroepitelyial tümörler (DNT) tipik olarak supratentorial yerleşen benign neoplazmalardır. Bilinç ve postural tonus kaybı şikayetleri ile bir lokal hastaneye başvuran 12 yaşındaki erkek hasta saptanan serebellar kitlesi nedeniyle hastanemize refere edildi. Hikayesinden benzer şikayetlerinin 3 ve 10 yaşlarında da tekrar ettiği ancak o dönemde pediatric kardiyolog ve pediatric nörolog tarafından yapılan incelemelerde herhangi bir anomaliye rastlanmadığı öğrenildi. Hastanın fizik muayenesi ve rutin laboratuvar tetkikleri normaldi. Serebellumda saptanan kitle total olarak çıkarıldı. Alınan dokunun histopatolojik değerlendirmesi ile hastaya DNT tanısı konuldu. Hasta halen, 5 yıldır, herhangi bir nüks belirtisi olmadan ayaktan takip edilmektedir. Bu yazıda serebellum yerleşimli DNT'ye sahip bir çocuk vakanın literatürle paylaşılması amaçlanmıştır.Öğe Burkitt Lenfomalı Bir Çocukta İzole Skrotal Deri Relapsı(2015) Köse, Doğan; Kıvrak, Ali Sami; Uğraş, Serdar; Köksal, YavuzEn hızlı büyüyen insan tümörü olan Burkitt lenfoma (BL), agresif bir B hücre neoplazisidir. Genellikle ekstranodal bir hastalık şeklinde ortaya çıkar. Ekstranodal alanlara metastazı da sıktır ancak cilt tutulumu nadirdir. On bir yaşında erkek hasta, karın ağrısı ve yutma güçlüğü şikayeti ile başvurdu. Batın sol alt kadranda tespit edilen kitleye uygulanan trucut biyopsi ile BL tanısı konuldu ve BFM-95 B hücreli Non-Hodgkin lenfomu (NHL) tedavi protokolü uygulandı. Hasta tedavi bitiminden 1,5 ay sonra sağ skrotal şişlik şikayeti ile tekrar başvurdu. Fizik muayenesinde, sağ skrotal ödem ve kızarıklık vardı. Skrotum cildinden yapılan biyopsi ile hastaya relaps BL tanısı konuldu ve LMB-Grup C tedavi protokolü uygulandı. Tedavi bitiminden 20 ay sonra hasta batında şişlik ve ağrı şikâyeti ile tekrar geldi. Muayenesinde; batında sol üst-orta kadranda bir kitle saptandı. Yapılan biyopsinin sonucu yine BL olarak rapor edildi ve hastaya COPM (vinkristin, prednizolon, siklofosfamid, metotreksat) tedavi protokolü ile birlikte rituksimab başlandı. Ancak santral sinir sistemi relapsı gelişti ve hasta kaybedildi. Bu olgu daha önce literatürde izole skrotal cilt relapsı bildirilmediği için sunulmuşturÖğe Çocukluk çağında gonad tümörleri(2012) Çiftci, İlhan; Köse, Doğan; Köksal, Yavuz; Günel, EnginGiriş: Testis ve over tümörleri nadir görülen tümörlerdir ancak çocuklarda sıklığı yetişkinlere oranla daha yüksektir. İki taraflı da görülebilirler ancak sağ tarafı tercih ederler. Dördüncü dekatta pik yapmalarına rağmen her yaşta görülebilirler. Ergen ve çocuklarda en sık rastlanan genital neoplazma ise germ hücreli tümörlerdir. Akciğer, meme, kolon ve pankreas kanserlerinden sonra ölümlerin en sık nedenidir. Metod: Bu çalışmamızda retrospektif olarak Çocuk Onkoloji ve Çocuk Cerrahisi Kliniklerine son yedi yılda gonadal kitle nedeni ile başvuran hastaların epidemiyolojik ve klinik özellikleri gözden geçirilmiştir. Sonuç: Gonadal tümör teşhisi erkeklerde oldukça kolaydır. Dikkatli fizik muayene ile testiste kitle tespit edilebilir, hidrosel gibi, testiste kitle yapan hastalıklardan ayırt edil- melidir. Kızlarda şikâyetler belirsiz olduğu için teşhis genellikle kitle etkisi nedeni ile konulmaktadır. Bu nedenle yaş olarak daha geç tanı almaktadırlar. Kliniğe üriner sistem semptomları yada kabızlık ile gelen hastalarda mutlaka sorgulama ve fizik muayene dikkatle yapılmalı, gonadal tümörler unutulmamalıdır.Öğe Growth-differentiation Factor-15 and Tissue Doppler Imaging in Detection of Anthracycline-induced Cardiomyopathy During Therapy of Childhood Cancers(LIPPINCOTT WILLIAMS & WILKINS, 2016) Kaya, Fatma; Arslan, Derya; Vatansev, Hüsamettin; Köse, Doğan; Çimen, Derya; Akyürek, Fikret; Oran, BülentObjectives:The aim of this study was to evaluate the importance of growth-differentiation factor-15 (GDF-15) levels and tissue Doppler imaging (TDI) in the early detection of anthracycline-induced cardiomyopathy during the treatment of childhood cancers.Patients and Methods:Twenty patients (13 males and 7 females) newly diagnosed with childhood cancer whose treatment protocol included anthracycline were included in the study. Echocardiography, including M-mode, pulse Doppler, and TDI, was performed after the first anthracycline treatment at cumulative doses of 100, 200, and 300 mg/m(2) and at least 6 months after the last treatment. GDF-15 and troponin-I were also measured at these time points.Results:The median age of the patients was 14 years (range, 3 to 18 y). The median cumulative anthracycline dose was 220 mg/m(2) (range, 60 to 400 mg/m(2)). Conventional pulse wave and pulse wave tissue Doppler methods revealed significant differences in the right ventricular myocardial performance indices of the patients who received cumulative anthracycline doses of 300 mg/m(2) compared with their indices at least 6 months after the last treatment. The serum GDF-15 levels after the cumulative anthracycline dose of 200 mg/m(2) were also higher than the patients' pretreatment levels.Conclusions:Doppler/TDI and GDF-15 levels may be used in the early determination of anthracycline-induced cardiomyopathy during the treatment of childhood cancers.Öğe High-risk febrile neutropenia and its management in childrenwith solid tumors and lymphoma(2015) Köse, Doğan; Emiroğlu, Melike; Köksal, YavuzBackground/aim: The clinical characteristics and treatment results of febrile neutropenia attacks that occurred in patients with lymphoma and solid tumors were analyzed. Materials and methods: A total of 50 patients with 94 high-risk attacks were evaluated for malignant diseases in this study. Results: The fever etiology was determined as clinical (50%), microbiological (5.31%), clinical-microbiological (5.31%), or unknown (39.3%). A few of the attacks (21.3%) were observed in lymphoma cases and 77.7% were observed in patients with solid tumors. Patients who were in remission had 59.6% of the attacks, and 39.4% occurred in patients not in remission. Among the groups tested, 73% (the imipenem/amikacin group) and 47.9% (the piperacillin-tazobactam/amikacin group) of patients were in remission. Glycopeptide addition rates in these groups were 22.2% and 40.8% and antifungal addition rates were 8.8% and 18.3%, respectively. Conclusion: Clinical progress was more problematic in patients who were not in remission during the attacks. This was due to the fact that some patients had other factors that placed them in the high-risk group, as well as increased C reactive protein and procalcitonin values on the first day. Therefore, it may not be accurate to associate the success achieved in the different treatment regimens with antibiotics alone.Öğe Hypothermia and Hodgkin lymphoma in children(2016) Köksal, Yavuz; Çalışkan, Ümran; Köse, DoğanHodgkin lenfoma ilişkili hipotermi nadiren tanımlanmıştır. Bu duruma; hipotalamus, santral ve periferik vasküler sistem, deri ve kaslarda meydana gelecek olan bir disfonksiyon neden olabilir. Bu yazıda hipotermi gelişen iki Hodgkin lenfoma vakası sunulmuştur.Olgu 1: Ateş, kilo kaybı ve gece terlemesi yakınmaları ile başvuran yedi yaşındaki kız hastaya, dalağında tespit edilen lezyonlardan yapılan biyopsi ile ''Hodgkin lenfoma, mikst selüler tip'' tanısı konuldu. Tanı çalışmaları sürerken ateş için hastaya düzenli olarak parasetamol veriliyordu. Hastaya ABVD (adriyamisin, bleomisin, vinkristin, dakarbazin) tedavi protokolü başlandı. İlk gün kemoterapisini aldıktan sonra hastada hipotermi gelişti ancak bu durum ek bir tedaviye ihtiyaç olmadan yaklaşık 5 gün sonra kendiliğinden düzeldi. Olgu 2: Ateş, kaşıntı ve boyunda şişlik yakınması ile başvuran dokuz yaşındaki kız hastaya, servikal lenf nodundan yapılan biyopsi ile ''Hodgkin lenfoma, nodüler sklerozan tip'' tanısı konuldu. Tanı çalışmaları sürerken ateş için hastaya düzenli olarak parasetamol veriliyordu. Bu süreçte (kemoterapi almadan önce) hastada hipotermi gelişti. Hastaya ABVD tedavi protokolü başlandı. Hipotermi ek bir tedaviye ihtiyaç olmadan yaklaşık 3 gün sonra kendiliğinden düzeldi. Hodgkin lenfomada oluşan hipotermi muhtemelen üretilen endojen pirojenlerin miktarına ve buna bağlı olarak duyarlılaşmış olan hipotalamusun kişisel olarak değişebilen negatif geri bildirim eşiğine bağlıdır.Öğe Primer retroperitoneal tümörlerde klinik deneyimlerimiz(2018) Sekmenli, Tamer; Çiftçi, İlhan; Köse, Doğan; Köksal, Yavuz; Sekmenli, NevinAMAÇ: Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi2011-2013 tarihleri arasında Çocuk Onkoloji AnabilimDalı’nda takipli ve Çocuk Cerrahisi Kliniğince opere edilentoplam 22 retroperitoneal tümörlü hastanın kayıtlarıretrospektif olarak değerlendirildi.GEREÇ VE YÖNTEM: Retroperitoneal tümör nedeniyle2011-2013 arasında cerrahi girişim yapılan olgulargeriye dönük olarak incelendi. Primer retroperitonealtümörü kontrol altına alınan, başka uzak organ metastazıolmayan cerrahi tedavi uygulanan olgular çalışmayadahil edildi. Yaş, cinsiyet, primer tanı anında tümör evresi,cerrahi tedavi yöntemi, patolojik tanı ve takip açısındanolguların dosyaları retrospektif olarak değerlendirildi.BULGULAR: Olgularımızın 9’u (%40) erkek, 13’ü (%60)kadındı. Ortalama yaş erkeklerde 71 ay (3-132), kadınlarda37 ay (6-204) idi. Histopatolojik olarak olguların 15(%68)’i nöroblastom, 4’ü (%18.5) Wilms tümörü, 1’i(%4.5) embriyonal rabdomyosarkom, 1’i (%4.5) berrakhücreli sarkom, 1’i (%4.5) malign sinir kılıfı tümörü olarakdeğerlendirildi. Tanı anında olguların 8’i (%36) evre I, 7’si(%32) Evre III, 7’si (%32) evre IV safhasındaydı.SONUÇ: Olgularımızın %68’i nöroblastom olup,tanı anında hastaların %64’ü evre III ve evre IV idi.Anatomik lokalizasyonları nedeniyle ileri evrelere kadarsessiz tümörler olan retroperitoneal tümörlerin çoğunöroblastomdur ve genellikle ileri evrelerde tanı alırlar.Öğe The utility of prenatal ultrasonography for the detection of congenital masses(2015) Köse, Doğan; Ünal, Ekrem; Acar, Ali; Örs, Rahmi; Köksal, YavuzAmaç: Konjenital kitleler artmış perinatal komplikasyon ve ölüm riski ile ilişkilidir. Bu nedenle doğum öncesi görüntüleme çalışmaları, optimum doğum sonrası müdahaleleri belirlemek için esastır. Biz bu yazıda; konjenital kitlelerin belirlenmesinde prenatal ultrasonografinin yararlılığını değerlendirdik. Yöntem : Kitlesi olan 19 yenidoğan bebek bu retrospektif çalışmaya alındı. Ultrasonografik tanı, tanı anındaki gebelik yaşı, hayatta kalma ve hastalığın histolojik doğrulama verileri incelendi. Bulgular: Kitlesi olan bu 19 yenidoğan bebeğin (8 erkek ve 11 kız), 13ünde (%68) tanı prenatal dönemde konuldu. Kitleler abdominal (n: 12), göğüs (n: 6) ve kranial (n: 1) yerleşimli idi. Abdominal ve torakal kitlelerin prenatal tanı oranları sırasıyla, 10/12 (%83), 3/6 (%50) idi. Intrakranial kitle ise prenatal dönemde tespit edilemedi. Pre natal saptanan kitlelerin kesin tanıları, 4 hastada; teratom, 2 hastada; over kistadenomu, 2 hastada; Wilms tümörü, 1 hastada; nöroblastom ve 1 hastada da; rabdomiyom idi. Kalan 3 hastada ise çeşitli (mezenter kisti, gastroenterik kist, lenfanjioma) kitlel er vardı. Sonuç : Bizim veriler abdominal ve kistik kitlelerin prenatal dönemde ultrasonografik inceleme ile daha kolay tespit edildiğini göstermektedir.