Yazar "Uğuz, Faruk" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 29
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe The association of nocturnal serum melatonin levels with major depression in patients with acute multiple sclerosis(ELSEVIER IRELAND LTD, 2008) Akpınar, Zehra; Tokgöz, Serhat; Gökbel, Hakkı; Okudan, Nilsel; Uğuz, Faruk; Yılmaz, GülsümThe association of nocturnal serum melatonin levels was investigated in acute multiple sclerosis (MS) patients with major depression (MD). The sample comprised 13 patients with MD and 12 with no psychiatric disorders admitted to our clinic due to acute MS attacks. Psychiatric evaluation was performed with the Structured Clinical interview for DSM-IV (SCD-I). The level of depressive symptoms was assessed with the Beck Depression Scale (BDS). Blood samples were taken from the patients to determine melatonin level at 03.30h and 10.00h before steroid treatment started. Melatonin levels were determined using the ELISA test. Nocturnal serum melatonin levels (21.2 +/- 17.1 pg/ml) of the patients with MD were significantly lower than those (51.5 +/- 18.3 pg/ml) of the patients without MD. A significant negative correlation was found between BDS scores and nocturnal serum melatonin levels. These findings suggest that a melatonin deficiency may be among the factors involved in the occurence of depression in MS patients. (c) 2007 Elsevier Ireland Ltd. All rights reserved.Öğe Axis I and Axis II Psychiatric Disorders in Patients With Fibromyalgia(Elsevier Science Inc, 2010) Uğuz, Faruk; Çiçek, Erdinç; Salli, Ali; Karahan, Ali Yavuz; Albayrak, İlknur; Kaya, Nazmiye; Uğurlu, HaticeObjective: To determine the current prevalence of Axis I and Axis II psychiatric disorders in patients with fibromyalgia. Method: The study sample includes 103 patients with fibromyalgia and 83 control subjects. Axis I and Axis 11 disorders were determined by structured clinical interviews. Results: The rate or any Axis I psychiatric disorder (47.6% vs. 15.7%), major depression (14.6% vs. 4.8%), specific phobia (13.6% vs. 4.8%), any Axis II disorder (31.1% vs. 13.3%), obsessive compulsive (23.3% vs. 3.6%) and avoidant (10.7% vs. 2.4%) personality disorders were significantly more common in the patient group compared to the control group. Conclusion: Our results suggest that a considerable proportion of patients with fibromyalgia also present with Axis I and Axis II psychopathologies.Öğe Ayaktan psikiyatri hastalarında yaygın anksiyete bozukluğunun yaygınlığı ve ek tanılar(2006) Özcan, Murat; Uğuz, Faruk; Çilli, Ali SavaşAmaç: Bu çalışmada psikiyatri polikliniğine başvuran hastalar arasında yaygın anksiyete bozukluğunun (YAB) yaygınlığı, sosyodemografik değişkenlerle ilişkisi ve diğer anksiyete ve depresif bozukluklarla birlikteliğinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Araştırmanın birinci aşamasında 4 aylık dönemde bir üniversite hastanesi psikiyatri polikliniğine ardışık başvuran 950 hasta ile poliklinik hekimi CIDI (Uluslarası Bileşik Tanı Görüşmesi, 2.1 versiyonu)?nın YAB modülü kullanılarak klinik görüşme yaptı. YAB tanısı alan 99 hasta daha ileri değerlendirme için araştırmacı hekime yönlendirildi. İkinci aşamada hastalara CIDI anksiyete ve duygudurum (majör depresyon ve distimi) bozuklukları modülleri uygulanarak 12 aylık dönemde ek tanılar araştırıldı ve YAB tanısı doğrulandı. Araştırmacı hekim tarafından tekrar değerlendirme sırasında YAB tanı ölçütlerini karşılamayan bir hasta dışlandı. Bulgular: Doksansekiz hasta (% 10.3) YAB?nun DSM-IV tanı ölçütlerini karşıladı. Olguların 89?u (% 90.8) herhangi bir anksiyete veya depresif bozukluğa sahipti. Herhangi bir depresif bozukluk ve anksiyete bozukluğu ile birliktelik oranları sırasıyla % 84.7 ve % 56.1 bulundu. En sık birliktelik gösteren bozukluk majör depresyondu (% 83.7). En sık bulunan anksiyete bozuklukları ise sosyal fobi (% 30.6), OKB (% 19.4) ve özgül fobi (% 17.4) idi. Kadınlarda, evlilerde, ev hanımlarında, ev kızlarında, bedensel hastalık öyküsü olanlarda ve eğitim düzeyi düşük olanlarda YAB yaygınlığı anlamlı derecede yüksek gözlendi. Sonuç: Bulgularımız ayaktan psikiyatri hastalarında YAB?nun depresif bozukluklar ve diğer anksiyete bozuklukları yüksek birliktelik oranlarına sahip olduğunu ve cinsiyet, medeni, çalışma ve eğitim durumu gibi bazı sosyodemografik değişkenlerle ilişkili özellikler taşıdığını gösterdi.Öğe Behçet Hastalarında Ruhsal Belirtiler ve Yaşam Kalitesi(2006) Uğuz, FarukAmaç: Bu çalışmada Behçet hastalarında ruhsal belirtiler, yaşam kalitesi ve yaşam kalitesi ile ilişkili etkenlerin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Çalışmanın örneklemi bir üniversite hastanesi Behçet polikliniğine gelen ardışık 73 Behçet hastası ve yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi ile medeni durum yönünden benzer 34 sağlıklı kişiden oluşturuldu. Hasta ve kontrol grupları Ruhsal Belirti Tarama Listesi (SCL-90-R), Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Beck Anksiyete Ölçeği (BAÖ) ve Yaşam Kalitesi Ölçeği (WHOQOL-Brief) ile değerlendirildi. Bulgular: Hasta ve kontrol grupları arasında cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi, medeni durum yönünden anlamlı fark yoktu. Behçet hastalarında kontrollere göre BDÖ, BAÖ ve SCL-90-R’nin bütün alt ölçek puanları anlamlı derecede daha yüksek, WHOQOL-Brief fiziksel sağlık ve psikolojik sağlık alt ölçek puanları ise daha düşüktü. Hasta ve kontrol grupları arasında yaşam kalitesinin sosyal ilişkiler ve çevre alanları yönünden anlamlı fark bulunmadı. WHOQOL-Brief’in fiziksel sağlık alt ölçeği puanı kadın hastalarda erkeklere göre daha düşüktü. Ruhsal belirtilerin düzeyi ile yaşam kalitesinin bütün alanları arasında negatif yönde korelasyon bulundu. Sonuç: Bu araştırma Behçet hastalarının kontrollerden daha yüksek ruhsal belirti düzeyi ve fiziksel ve psikolojik sağlık alanlarında daha düşük yaşam kalitesi düzeyine sahip olduğunu göstermektedir. Ruhsal belirtiler Behçet hastalarının yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenle bütün Behçet hastalarına ruhsal değerlendirme yapılmalıdır.Öğe Comparison of Treatment Responses and Clinical Characteristics of Early-Onset and Late-Onset Obsessive-Compulsive Disorder(Informa Healthcare, 2006) Uğuz, Faruk; Aşkın, Rüstem; Çilli, Ali S.; Beşiroğlu, LütfullahObjective. The clinical characteristics and response to pharmacotherapy of adult patients with early-onset and late-onset obsessive-compulsive disorder (OCD) were compared in this study. Methods. A total of 50 outpatients with OCD diagnosed according to DSM-IV criteria (early-onset: 20; late-onset: 30) were included in the study. After initial clinical evaluation with The Structured Clinical Interview for DSM-IV/Clinical Version (SCID-I/CV), The Structured Clinical Interview for DSM-III-R Personality Disorders (SCID-II) and Yale-Brown Obsessive-Compulsive Scale (Y-BOCS), all patients were treated with fluvoxamine, sertraline or paroxetine for 12 weeks. Treatment response was defined as a >= 35% reduction in the Y-BOCS-total scores from baseline in a 12-week follow-up period. Results. Forty-three patients (early-onset: 16; late-onset: 27) completed the study. The early-onset group had higher frequencies of symmetry/exactness obsessions and ordering/arranging compulsions, and the late-onset group had higher mean age at assessment. Nine (56.3%) patients with early-onset and 18 (66.7%) with late-onset responded to pharmacotherapy. The difference between response rates was not statistically significant. Conclusions. Our study suggests that although there are some phenomenological differences between patients with early-onset OCD and late-onset OCD, these patients have similar responses to pharmacotherapy.Öğe Course of obsessive-compulsive disorder during early postpartum period: a prospective analysis of 16 cases(W B SAUNDERS CO-ELSEVIER INC, 2007) Uğuz, Faruk; Gezginç, Kazım; Zeytinci, İsmet Esra; Karataylı, Savaş; Aşkın, Rüstem; Güler, Özkan; Şahin, Figen KırObjective: The aim of the current study was to prospectively examine a course of obsessive-compulsive disorder (OCD) during the early postpartum period. Method: The study data were collected from 16 pregnant women. with a diagnosis of OCD according to the Structured Clinical Interview for DSM-IV (SCID-I). Obsessive-compulsive disorder symptoms were assessed by the Yale-Brown Obsessive-Compulsive Scale (Y-BOCS) before and after childbirth. Psychopharmacologic or psychotherapeutic treatments were not administered over the study period. Results: Scores of the mean Y-BOCS-total and Y-BOCS-obsession were significantly reduced from the basal levels to 6 weeks postnatally. No significant difference was found in terms of Y-BOCS-compulsion between 2 interviews. During the study period, whereas the Y-BOCS-total scores were decreased by at least 25% in 8 (50.0%) of 16 patients, only 1 (6.2%) of 16 patients experienced at least a 25% increase in the same scores. Conclusion: The results from a small patient group suggest that some patients may experience a marked improvement in preexisting OCD symptoms after childbirth. (c) 2007 Elsevier Inc. All rights reserved.Öğe Delirium Following Acute Myocardial Infarction: Incidence, Clinical Profiles, and Predictors(Wiley-Blackwell Publishing, Inc, 2010) Uğuz, Faruk; Kayrak, Mehmet; Çiçek, Erdinç; Kayhan, Fatih; Arı, Hatem; Altunbaş, GökhanPURPOSE. To examine the incidence, clinical profile, and predictors of delirium following acute myocardial infarction (MI). DESIGN AND METHODS. The study sample included 212 consecutive patients with acute MI who were admitted to the coronary intensive care unit of a university hospital. FINDINGS. Delirium was found to occur in 5.7% of the patients. The predictors of delirium were advanced age, higher level of serum potassium at admission, and experience of cardiac arrest during MI. PRACTICE IMPLICATIONS. Delirium is reasonably prevalent in patients with acute MI. We propose that patients with the risk factors that have been delineated in this study should be evaluated carefully.Öğe Interferon-alpha treatment in patients with chronic viral hepatitis C: The incidence of major depression and changes in quality of life(2008) Şahingöz, Mine; Uğuz, Faruk; Erayman, İbrahim; Kaya, Nazmiye; Arıbaş, Emel TürkGiriş: Bu çalışmanın ilgili üç amacı vardır: 1) Kronik hepatit C virus infeksiyonlu hastalarda interferon alfa tedavisine bağlı majör depresyon insidansını araştırmak 2) İnterferon alfa (IFN-a) tedavisine bağlı majör depresyonla sosyodemografik ve klinik özellikleri arasındaki ilişkiyi araştırmak 3) Kronik hepatit C virus infeksiyonlu hastalarda IFN-a tedavisinin yaşam kalitesine olan etkilerini araştırmaktır. Yöntem: Kronik hepatit C virus infeksiyonlu 36 hasta interferon alfa tedavisinden önce ve tedaviden 8 hafta sonra DSM-IV İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme, Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği HDÖ), Hamilton Anksiyete Derecelendirme Ölçeği (HAÖ) ve Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği Kısa Formu (WHOQOL-BREF) ile değerlendirildi. Bulgular: IFN-a tedavisi sırasında 10 (%27.8) hastada majör depresyon gelişti. IFN-a tedavisi süresince, HDÖ ve HAÖ puanları anlamlı ölçüde arttı ve WHOQOL-BREF'in fiziksel sağlık, psikolojik sağlık ve çevre alanları puanları anlamlı ölçüde azaldı. IFN-a tedavisi alan hastalarda tedaviden 8 hafta sonra majör depresyon gelişmese bile HDÖ puanlarının anlamlı ölçüde arttığı bulundu. IFN-a'ya bağlı majör depresyon, tedavi öncesi daha yüksek HDÖ ve HAÖ ve daha düşük WHOQOL-BREF puanları ile ilişkiliydi. Sonuç: Kronik hepatit C virus infeksiyonlu hastalarda IFN-a tedavisi majör depresyon riskindeki artışla ilişkilidir ve bu hastaların yaşam kalitesi üzerinde olumsuz etkiye sahiptir. Bütün hastaların ruhsal durumu IFN-a tedavisinden önce ve sonra değerlendirilmelidir.Öğe Is Pregnancy Associated with Mood and Anxiety Disorders? A Cross-Sectional Study(ELSEVIER SCIENCE INC, 2010) Uğuz, Faruk; Gezginç, Kazım; Kayhan, Fatih; Sarı, Serap; Büyüköz, DeryaObjective: To compare current prevalence of mood and anxiety disorders in pregnant and nonpregnant women. Method: The study sample included 309 pregnant women and 107 control subjects. Mood and anxiety disorders were determined by structured clinical interviews. Results: The rate of any mood or anxiety disorder was 19.4% in the pregnant women. Major depression (5.5%) and obsessive-compulsive disorder (5.2%) were the most common diagnoses in the pregnant women. There was no significant difference between pregnant and nonpregnant women with respect to the prevalence rate of mood and anxiety disorders. Conclusion: The results suggest that pregnancy is not a risk factor for the development of mood and anxiety disorders.Öğe Mood and anxiety disorders in patients with multiple sclerosis(TAYLOR & FRANCIS LTD, 2008) Uğuz, Faruk; Akpınar, Zehra; Özkan, İshak; Tokgöz, SerhatObjective. This study aims to investigate the current prevalences of mood and anxiety disorders, as well as the socio-demographic and clinical features associated with these disorders in multiple sclerosis (MS). Method. A total of 74 patients with relapsing-remitting MS (42 patients in exacerbation phase, 32 patients in remission phase) were included in the study. Mood and anxiety disorders were diagnosed by means of the Structured Clinical Interview for DSM-IV (SCID-I). The Expanded Disability Status Scale (EDSS) was used to determine degree of disability due to MS. Results. Forty-five (60.8%) patients met the criterion of at least one mood or anxiety disorder. Major depression (33.8%) was the most common psychiatric diagnosis. Generalized anxiety disorder (18.9%), specific phobia (18.9%) and obsessive-compulsive disorder (OCD) (14.9%) were other frequent psychiatric disorders. Major depression, panic disorder and OCD were significantly more common among patients in the exacerbation phase compared to patients in the remission phase. The predictors of any depressive disorder were presence of exacerbation phase of MS and higher disability level, and the predictors of any anxiety disorder were presence of exacerbation phase of MS and shorter disease duration. Conclusions. Our results suggest that the patients with relapsing-remitting MS, particularly during exacerbation phase have high prevalence of mood and anxiety disorders.Öğe Multipl Sklerozlu Hastalarda Majör Depresyon ve Yaşam Kalitesi İlişkisi(2008) Uğuz, Faruk; Akpınar, Zehra; Özkan, İshak; Tokgöz, SerhatAmaç: Bu çalışmada majör depresyonun multipl sklerozlu (MS) hastalarda yaşam kalitesi üzerine etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma örneklemi ruhsal bozukluklar içerisinden sadece majör depresyonu olan (s20), herhangi bir ruhsal bozukluğu olmayan (s20) MS hastaları ile herhangi bir ruhsal bozukluğu olmayan sağlıklı bireylerden (kontrol grubu, s20) oluşturuldu. Psikiyatrik bozukluklar DSM-IV Eksen I Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme (SCID-I) ile saptandı. Katılımcıların yaşam kalitesi düzeylerini değerlendirmek için Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği Kısa Formu (WHOQOL-BREF) uygulandı. MS’in neden olduğu özürlülük derecesini belirlemek için Genişletilmiş Özürlülük Durum Skalası (EDSS) kullanıldı. Bulgular: Gruplar sosyodemografik özellikler yönünden türdeş bulundu. Herhangi bir ruhsal bozukluğu olmayan MS hastalarında WHOQOL-BREF’in fiziksel sağlık alt puanı, kontrol grubundan anlamlı derecede düşüktü. WHOQOL-BREF’in diğer alt alan puanları yönünden bu iki grup arasında anlamlı fark yoktu. Herhangi bir ruhsal bozukluğu olmayanlara göre, majör depresyonu olan MS hastalarında WHOQOL-BREF’in tüm alt puanları anlamlı derecede düşük bulundu. WHOQOL-BREF puanları ile EDSS puanı, yaş ve hastalık süresi arasında anlamlı bir bağıntı bulunmadı. Sonuç: Bu çalışma bulguları, MS’li hastaların yaşam kalitesinin belirlenmesinde MS’in kendisine ek olarak eşlik eden majör depresyonun da önemli bir etken olduğunu göstermektedir.Öğe Obsesif Kompulsif Bozukluğun Eksen I ve Eksen Bozuklukları ile Birlikteliği(2006) Uğuz, Faruk; Aşkın, Rüstem; Çilli, Ali SavaşAmaç: Bu çalışmanın amacı, obsesif kompulsif bozukluğu (OKB) olan hastalarda mevcut eksen I ve eksen II ek tanılarının sıklığını araştırmaktır. Yöntem: Çalışmaya DSM-IV tanı ölçütlerine söre OKB tanısı konan 50 ayaktan hasta alındı. Eksen I ek tanıları SCID-I (DSM-IV Eksen I Bozuklukları için Yapılandırılmış-Klinik Görüşme), eksen II ek tanıları SCID-II (DSM-III-R Kişilik Bozuklukları için Yapılandırılmış Klinik Görüşme) ile değerlendirildi. Bulgular: Otuz iki (%64) hasta en az bir eksen I bozukluğu, 25 (%50) hasta en az bir eksen II bozukluğu tanı ölçütlerini karşıladı. Hastaların %58'inde herhangi bir anksiyete bozukluğu, %52'sinde herhangi bir duygu durumu bozukluğu bulundu. En sık görülen eksen I bozukluğu major depresyon (%46) olup, bunu özgül fobi (%24) ve yaygın anksiyete bozukluğu (%22) takip etmekte idi. Eksen II bozuklukları arasından en yaygın olanları obsesif kompulsif (%30), çekingen (%28) ve pasif agresif (%12) gibi C kümesi kişilik bozuklukları idi. Sonuç: Çalışma sonuçlan OKB'Iİ hastaların önemli bir kısmında başka eksen I ve eksen II bozukluklarının bulunduğunu göstermektedir.Öğe Obsesif Kompulsif Bozukluk İçin Yardım Aramada İlk Başvuru Yerlerinin Değerlendirilmesi(2007) Uğuz, Faruk; Karababa, Fatih; Aşkım, RüstemAmaç: Bu çalışmada obsesif kompulsif bozukluk (OKB) için yardım aramada ilk başvuru yerleri ve bunlarla ilişkili sosyodemografik ve klinik özelliklerinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Çalışmaya DSM-IV ölçütlerine göre OKB tanısı konmuş toplam 104 ayaktan hasta alındı. OKB tanısı DSM-IV Eksen I Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme (SCID-I) ile doğrulandı. Obsesyon ve kompulsiyonların türü ve şiddetini belirlemek için Yale-Brown Obsesyon Kompulsiyon Ölçeği (YBOKÖ) kullanıldı. İlk başvuru yerleri araştırıcılar tarafından geliştirilen yarı-yapılandırılmış bir form ile değerlendirildi. Bulgular: İlk başvuru yerlerinin 38 (% 36.5) olguda psikiyatri uzmanları, 28 (% 26.9) olguda psikiyatri uzmanları dışındaki hekimler ve 38 (% 36.5) olguda ise hekim dışı kişilerin olduğu bulundu. Tıp dışı yerlere başvuran hastalarda eğitim düzeyi anlamlı derecede daha düşük, cinsel ve dinsel obsesyonların sıklığı ise anlamlı derecede daha yüksekti. Sonuç: Bu çalışma hastaların önemli bir kısmında psikiyatri uzmanlarının OKB için yardım aramada ilk başvuru yerleri olmadığını göstermektedir. OKB’nin nedenleri, klinik özellikleri ve tedavileri konusunda toplumun bilgilendirilmesi gerekmektedir.Öğe Obsesif kompulsif bozuklukta ilaç tedavisinde yanıtın öngörücüleri(Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2005) Uğuz, Faruk; Aşkın, RüstemBu çalışmada obsesif kompulsif bozuklukta (OKB) ilaç tedavisine yanıt ile sosyodemografik özellikler, klinik özellikler, eksen I ve II ek tanılan arasındaki ilişkilerin araştırılması amaçlandı. Çalışmaya DSM-IV tanı ölçütlerine göre OKB tanısı konulan 50 hasta alındı. SCID-I / CV (DSM-IV Eksen I Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme / Klinik Versiyon), SC1D-1I (DSM-III-R Kişilik Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme)ve Yale-Brown Obsesyon Kompulsiyon Ölçeği (YBO.KÖ) ile yapılan ilk klinik değerlendirmeden sonra, bütün hastalar esnek dozda fluvoksamin, sertralin veya paroksetin ile 12 haftalık tedaviye alındı. Tedaviye yanıt 12 hafta sonunda YBOKÖ toplam puanlarında en az %35'iik azalma olarak tanımlandı. Çalışmayı 43 hasta tamamladı. Tedaviye yanıt veren hastalarda herhangi bir eksen I bozukluğu, şizotipal kişilik bozukluğu, herhangi bir B kümesi kişilik bozukluğu sıklığı ile YBOKÖ belirti şiddeti ve içgörü skorları tedaviye yanıt vermeyenlere göre anlamlı derecede yüksek bulundu. Lojistik regresyon analizi sonucunda, bu değişkenlerden sadece yüksek YBOKÖ toplam puanının ilaç tedavisine kötü yanıtın bağımsız öngörücüsü olduğu görüldü. Bulgularımız obsesif kompulsif belirtilerin şiddetli oluşunun OKB'li hastalarda ilaç tedavisine yanıtı olumsuz etkilediğini ve tedaviye kötü yanıtın öngörücüsü olduğunu göstermektedir.Öğe Obsesif Kompulsif Bozuklukta İlaç Tedavisine Yanıt İle Ilişkili Etkenler(2006) Uğuz, Faruk; Aşkın, RüstemObsesif kompulsif bozukluğun (OKB) ilaç tedavisinde son yirmi yılda serotonin gerialım inhibitörlerinin (SGİ) kullanımı ile ilgili önemli gelişmeler olmasına rağmen, OKB’li hastaların önemli bir kısmı ilaç tedavisine yanıt vermemekte veya kısmi yanıt vermektedir. Bundan dolayı OKB hastalarında ilaç tedavisine yanıtla ilişkili etkenleri inceleyen çalışmalar giderek artmaktadır. Ancak ilaç tedavisine yanıt ile ilişkili özellikler hakkında hâlâ bir görüş birliği oluşmamıştır. Bu derleme yazısında OKB’de ilaç tedavisine yanıtla ilişkili sosyodemografik, klinik ve biyolojik etkenler gözden geçirilmiştir.Öğe Obsesif Kompulsif Bozuklukta Psikofarmakolojik Tedavinin Yaşam Kalitesine Etkisi(2008) Beşiroğlu, Lütfullah; Uğuz, Faruk; Yılmaz, Ertan; Ağargün, Mehmet Yücel; Aşkın, Rüstem; Aydın, AdemAmaç: Obsesif-kompülsif bozukluk (OKB) kişinin aile ile ilgili, akademik, mesleki ve sosyal işlevselliğini belirgin olarak etkileyen bir hastalıktır. Bu çalışmada psikofarmakolojik tedavinin hastaların yaşam kalitesine olan etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: DSM-IV tanı ölçütlerine göre OKB tanısı konan 53 erişkin hasta Yale-Brown Obsesyon Kompülsiyon Ölçeği (YBOKÖ), Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HDDÖ), Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği Kısa Formu Türkçe Versiyonu (WHOQOL-BREF TR) ile değerlendirildi. Hastaların her birine geliş sırasına göre sertralin 100-200 mg/gün, fluvoksamin 200-300 mg/gün ya da paroksetin 40?80 mg/gün tedavilerinden biri 12 hafta boyunca uygulandı. Hastaların %68'i (n36) 12 hafta sonra YBOKÖ, HDDÖ ve WHOQOL-BREF TR ile tekrar değerlendirildi. Bulgular: Tedavi sonrası obsesyon, kompülsiyon ve depresif belirtilerin şiddeti tedavi öncesi değerlerden anlamlı olarak daha düşük bulundu. Yaşam kalitesi ile ilgili analizlerde tedavi öncesi psikolojik sağlık, fiziksel sağlık, sosyal ilişkiler ve çevre alanı puanları ile tedavi sonrası puanlar arasında anlamlı fark bulunmadı. Tedavi sonrası psikolojik sağlık alan puanı tedavi öncesi depresyon şiddeti ile anlamlı derecede ilişkili bulunurken (r-0.35, p0.05) sosyal ilişkiler puanı ise tedavi öncesi aynı alan puanı (r0.63, p0.001) ve kompülsiyon şiddeti (r-0.37, p0.05) ile ilişkili bulundu. Çoklu regresyon analizleri ile tedavi sonrası sosyal ilişkiler puanı tedavi öncesi kompülsiyon şiddeti ile ilişkili bulunurken, diğer tedavi sonrası yaşam kalitesi alan puanları ile ilişkili tedavi öncesi bir değişken bulunmadı. Sonuç: Tedavi sonuçlarının değerlendirilmesinde klinik bakış açısı ve nesnel değerlendirmelerin esas alınması, yaşam kalitesi değerlendirmelerinden ise bu yaklaşımlara destek olarak yararlanılması gerekmektedir.Öğe Obsesif Kompulsif Bozuklukta Yaşam Kalitesi ile İlişkili Etkenler(2007) Beşiroğlu, Lütfullah; Uğuz, Faruk; Sağlam, Mürsel; Yılmaz, Ertan; Ağargün, Mehmet Yücel; Aşkın, RüstemAmaç: Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) kişinin aile, meslek ve sosyal işlevselliğini belirgin olarak etkileyen bir bozukluk olduğu için OKB ve yaşam kalitesi arasındaki ilişki giderek daha çok önem kazanmaya başlamıştır. Bu çalışmada OKB'ta en çok etkilenen yaşam kalitesi alanlarını ve OKB'ta azalmış yaşam kalitesi ile ilişkili etkenleri araştırmak amaçlanmıştır. Yöntem: Yetmiş üç OKB hastası ve 69 sağlıklı katılımcının yaşam kalitesi puanları Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği Kısa Formu (WHOQOL-BREF) aracılığıyla karşılaştırıldı. Ayrıca regresyon analizleri aracılığıyla yaşam kalitesi ve olası klinik değişkenler arasındaki ilişkiler araştırıldı. Sonuçlar: Kontrol grubuna göre, OKB grubunun psikolojik sağlık ve sosyal ilişkiler puanları anlamlı olarak daha düşük bulundu. Yapılan çoklu regresyon analizleri sonucunda depresif belirtilerin şiddeti hem fiziksel sağlık, hem de psikolojik sağlık alanı ile en fazla ilişkili olarak bulundu. Kişilik bozukluğu eş tanısının varlığı psikolojik sağlığı yordayan ikinci önemli etken olarak bulundu. Kompulsiyonların şiddeti sosyal ilişki alanı ile ilişkili tek değişken olarak bulunurken, ikinci bir modelde depresif belirtilerin şiddeti de denkleme eklendi. Çevre alanı ile ilişkili tek etken hastalık süresi olarak bulundu. İkili bağıntı analizlerinde ise obsesyonların ve depresif belirtilerin şiddeti psikolojik sağlık ile ilişkili bulunurken, kompulsiyon şiddeti ile anlamlı bir ilişki saptanmadı. Tartışma: OKB'ta yaşam kalitesi değerlendirmesinde depresif belirtilerin etkisi belirgin olarak ortaya çıktığı için OKB'a özgü bir değerlendirme aracı geliştirilme zorunluluğu doğmaktadır.Öğe Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu ek tanısı konan ve konmayan obsesif kompulsif bozukluk hastalarında sosyodemografik ve klinik özellikler(2009) Uğuz, Faruk; Beşiroğlu, Lütfullah; Aşkın, RüstemAmaç: Bu çalışmada obsesif kompulsif kişilik bozukluğu (OKKB) ek tanısı konan ve konmayan obsesif kompulsif bozukluk (OKB) hastalarında sosyodemografik ve klinik özelliklerin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Bu çalışma iki üniversite hastanesi psikiyatri polikliniğine başvuran hastalarla yürütüldü. Çalışmanın örneklemi eksen II bozukluklarından sadece OKKB’si olan 30 OKB, ve herhangi bir eksen II bozukluğu olmayan 38 OKB hastasından oluştu. Eksen I tanıları DSM-IV Eksen I Bozuklukları için Yapılandırılmış Klinik Görüşme/Klinik Versiyon (SCID-I/CV), eksen II ek tanıları DSM-III-R Kişilik Bozuklukları için Yapılandırılmış Klinik Görüşme (SCID-II) ile kondu. Obsesif kompulsif belirtilerin türleri ve şiddetini saptamak için Yale-Brown Obsesyon Kompulsiyon Ölçeği (Y-BOKÖ) kullanıldı. Hastaların obsesif kompulsif belirtilere yönelik içgörü düzeyi YBOKÖ’nün 11. maddesi ile değerlendirildi. Bulgular: Çalışma grupları yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, medeni durum ve çalışma durumu yönünden benzer özelliklere sahipti. OKKB’siz OKB hastaları ile karşılaştırıldığında, OKKB’li hastalarda simetri/kesinlik obsesyonu, düzenleme/sıralama kompulsiyonu ile majör depresyon, distimik bozukluk, yaygın anksiyete bozukluğu ve sosyal fobi ek tanıları anlamlı derecede daha sık bulundu. Gruplar arasında obsesif kompulsif belirtilerin diğer türleri ve şiddeti, diğer eksen I ek tanıları, OKB’nin başlama yaşı ve süresi ile hastaların içgörü düzeyi yönünden anlamlı fark yoktu. Sonuç: Çalışma bulguları OKKB ek tanısı olan ve olmayan OKB’li hastalarda genelde benzer sosyodemografik ve klinik özelliklerin olduğunu göstermektedir.Öğe Obsessive-Compulsive Disorder in Postmenopausal Women: Prevalence, Clinical Features, and Comorbidity(Informa Healthcare, 2010) Uğuz, Faruk; Şahingöz, Mine; Gezginç, Kazım; Karataylı, RenginObjective: Studies about obsessive-compulsive disorder (OCD) during the postmenopausal period have been insufficient. The purpose of the current study was therefore to examine the prevalence rate, clinical characteristics, and comorbidity of OCD in postmenopausal women. Methods: A total of 269 consecutive postmenopausal women admitted to a gynaecology outpatient clinic were included in the study. OCD and comorbid disorders was diagnosed by means of the Structured Clinical Interview for DSM-IV. The Yale-Brown Obsessive- Compulsive Scale was used to determine the types of obsessions and compulsions. Results: The prevalence rate of OCD was 7.1% in the sample. Two women (0.7%) reported that OCD developed during the postmenopausal period. The most common obsessions were contamination and symmetry/exactness, whereas the most common compulsions were cleaning/washing and checking. OCD was unrelated to variables examined in the present study. The comorbidity rate of other psychiatric disorders was 63.2% in OCD patients. The most common comorbid disorder was generalized anxiety disorder. Conclusions: OCD was not rare in postmenopausal women admitted to a gynaecology outpatient clinic. In addition, OCD appears to be frequently comorbid with depressive or other anxiety disorders in the postmenopausal period.Öğe Obsessive-compulsive disorder in pregnant women during the third trimester of pregnancy(W B SAUNDERS CO-ELSEVIER INC, 2007) Uğuz, Faruk; Gezginç, Kazım; Zeytinci, İsmet Esra; Karataylı, Savaş; Aşkın, Rüstem; Güler, Özkan; Şahin, Figen KırObjective: The principal aims of this study were to examine the current prevalence rate, clinical characteristics, and related factors of obsessive -compulsive disorder (OCD) in pregnant women during the third trimester of pregnancy. Method: The study data were gathered from 434 consecutive women in the third trimester of pregnancy who presented to the obstetric outpatient clinics of 2 university research centers and from 58 consecutive nonpregnant women with diagnosed with OCD who presented to the psychiatric outpatient clinics of the same centers. Obsessive-compulsive disorder was diagnosed by means of the Structured Clinical Interview for the Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, Fourth Edition. The Yale-Brown Obsessive-Compulsive Scale was used to determine the severity and types of obsessions and compulsions. Results: The prevalence rate of OCD was found to be 3.5% among the women in the third trimester of pregnancy. Two (0.5%) women reported that OCD developed during the second trimester (16th and 24th gestational weeks) of pregnancy. The most common obsessions were contamination (80.0%) and symmetry/exactness (60.0%), whereas the most common compulsions were cleaning/washing (86.7%) and checking (60.0%). Women with pregnancy-onset OCD and some women with previous diagnoses of OCD had obsessions and compulsions with themes focused on the fetus or newborn. Pregnant women with OCD had higher frequencies of family history of OCD compared with women without this disorder. Age, educational level, employment status, number of gestations and live births, history of abortion, frequency of primigravida, and the existence of gestational complications were unrelated to OCD in the pregnant women. Pregnant and nonpregnant 9 women with OCD had similar characteristics of obsessive-compulsive symptoms. Conclusion: Our study suggests that OCD is present relatively frequently among pregnant women during the third trimester of pregnancy, and it has similar clinical features during gestation and nongestation. (C) 2007 Elsevier Inc. All rights reserved.