Yazar "Can, İslam" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 13 / 13
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Değişen Türkiye’de eğitimin işlevlerini yeniden düşünmek: velilerin ilk ve orta okullardan beklentileri üzerine bir araştırma(Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 2015) Can, İslamİlkokul ve ortaokullarda egitim-ögretim hayatını sürdüren ögrencilerin velilerine yönelik yapılan bu çalısma, velilerin bu okullardan ne tür beklentiler içerisinde oldugunu ortaya koymayı amaçlamaktadır. Egitimin diger sosyal kurumlarla - ekonomi, siyaset, kültür- olan girift etkilesimi ve egitimin bu kurumlar açısından yasamsal degere sahip oldugu gerçegi, egitim sistemleri üzerine arastırma yapmayı gerekli kılmaktadır. Egitim sistemimiz içinde yer alan ilk ve ortaokullar, tarihsel süreçte devlet kurumunun beklentileri çerçevesinde sekillenmis ve halkın bu okullardan beklentileri dikkat dısı tutulmustur. Arastırmanın evreni, 2009 – 2010 egitim ve ögretim yılının ikinci döneminde Osmaniye li Merkez ilçede bulunan 677 veliden olusmaktadır. Bulgular, velilerin ilk ve ortaokullardan beklentilerinin, çocugunun sosyal ve iyi bir iletisim kurma becerisine sahip, özgüven ve sorumluluk sahibi, karakterli ve kendini gerçeklestiren birey olarak yetismesi, kaliteli egitim veren bir ortaögretim kurumuna yerlesmesi ve iyi bir meslek sahibi olması ekseninde yogunlastıgını göstermektedir.Öğe Erkeklerin Toplumsal Cinsiyet Rollerine İlişkin Tutumları(Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 2018) Can, İslam; Girgin Büyükbayraktar, ÇağlaBu çalışmanın amacı, erkeklerin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin tutumlarını farklı açılardan değerlendirmektir. Araştırmanın çalışma grubunu Konya ilinde ikamet etmekte olan basit seçkisiz örnekleme yoluyla seçilmiş 201 erkek oluşturmaktadır. Erkeklerin yaşlara göre dağılımları, 18-25 yaş aralığında 54 kişi (%26.9), 26-40 yaş aralığında 59 kişi (%29.4), 41- 55 yaş aralığında 47 kişi (%23.4) ve 56 yaş ve üzerinde 41 kişi (%20.4) şeklindedir. Araştırmada veri toplama yöntemi olarak kişisel bilgi formu ve toplumsal cinsiyet rolü tutum ölçeğini içeren anket formu kullanılmıştır. Kişisel bilgi formu araştırmacılar tarafından hazırlanmış olup, toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği 2011 yılında ZeyneloğluTerzioğlu tarafından geliştirilmiş ve toplam 38 maddeden oluşan bir ölçektir. Araştırmadan elde edilen verileri analiz etmek için frekans analizi ve ANOVA yöntemleri kullanılmıştır. Elde edilen bulgular, erkeklerin toplumsal cinsiyet tutumları ile yaşları arasındaki farklılıkların, erkek cinsiyet rolü hariç, tüm alt boyutlarda anlamlı olduğunu göstermektedir. Toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin tutumları ile eğitim düzeyleri arasındaki farklılıklara bakıldığında, toplumsal cinsiyet rolleri tutumu eğitim düzeyine göre tüm alt boyutlarda anlamlı bulunmuştur. Toplumsal cinsiyet rolleri tutumları ile evlenme şekli arasındaki farklılıklara bakıldığında, elde edilen sonuçlara göre toplumsal cinsiyet rolleri tutumu evlenme şekline geleneksel cinsiyet rolü ve erkek cinsiyet rolü hariç tüm alt boyutlarda anlamlı bulunmuştur. Toplumsal cinsiyet rolleri tutumu dinin duyguları ve düşünceleri etkileme oranına göre eşitlikçi cinsiyet rolü ve evlilikte cinsiyet rolü hariç tüm alt boyutlarda anlamlı bulunmuştur. Elde edilen sonuçlar ilgili literatür ışığında tartışılmıştır.Öğe Erkeklerin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin tutumları(Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 2018) Can, İslam; Büyükbayraktar, Çağla GirginBu çalışmanın amacı, erkeklerin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin tutumlarını farklı açılardan değerlendirmektir. Araştırmanın çalışma grubunu Konya ilinde ikamet etmekte olan basit seçkisiz örnekleme yoluyla seçilmiş 201 erkek oluşturmaktadır. Erkeklerin yaşlara göre dağılımları, 18-25 yaş aralığında 54 kişi (%26.9), 26-40 yaş aralığında 59 kişi (%29.4), 41-55 yaş aralığında 47 kişi (%23.4) ve 56 yaş ve üzerinde 41 kişi (%20.4) şeklindedir. Araştırmada veri toplama yöntemi olarak kişisel bilgi formu ve toplumsal cinsiyet rolü tutum ölçeğini içeren anket formu kullanılmıştır. Kişisel bilgi formu araştırmacılar tarafından hazırlanmış olup, toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği 2011 yılında Zeyneloğlu-Terzioğlu tarafından geliştirilmiş ve toplam 38 maddeden oluşan bir ölçektir. Araştırmadan elde edilen verileri analiz etmek için frekans analizi ve ANOVA yöntemleri kullanılmıştır. Elde edilen bulgular, erkeklerin toplumsal cinsiyet tutumları ile yaşları arasındaki farklılıkların, erkek cinsiyet rolü hariç, tüm alt boyutlarda anlamlı olduğunu göstermektedir. Toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin tutumları ile eğitim düzeyleri arasındaki farklılıklara bakıldığında, toplumsal cinsiyet rolleri tutumu eğitim düzeyine göre tüm alt boyutlarda anlamlı bulunmuştur. Toplumsal cinsiyet rolleri tutumları ile evlenme şekli arasındaki farklılıklara bakıldığında, elde edilen sonuçlara göre toplumsal cinsiyet rolleri tutumu evlenme şekline geleneksel cinsiyet rolü ve erkek cinsiyet rolü hariç tüm alt boyutlarda anlamlı bulunmuştur. Toplumsal cinsiyet rolleri tutumu dinin duyguları ve düşünceleri etkileme oranına göre eşitlikçi cinsiyet rolü ve evlilikte cinsiyet rolü hariç tüm alt boyutlarda anlamlı bulunmuştur. Elde edilen sonuçlar ilgili literatür ışığında tartışılmıştır.Öğe Erol Güngör’ün İslam’a Dair Sosyolojik Mülahazaları(Selçuk Üniversitesi, 2016) Can, İslamErol Güngör, erken bir yaşta bu dünyadan göçmesine rağmen ardında çok sayıda eser bırakan ve ele aldığı önemli konular bakımından hala güncelliğini koruyan bir sosyal bilimcidir. Milliyetçi bir gelenekten gelen Güngör, ahlak, kültür ve İslam’a dair tespitleriyle bu geleneğe ciddi eleştireler getiren ve bu anlamda kendine özgü duruş sergileyen bir aydındır. Akademisyen kimliğinin yanı sıra toplumla ve toplumun değerleriyle bütünleşmiş bir profil sergileyen Güngör, epistemik cemaatin dogmalarına da yenik düşmekten kendini kurtarabilmiştir. Erol Güngör, gerek Cumhuriyet sonrası Türk siyasi düşüncesi içerisinde değerlendirilmesiyle gerekse de onun düşüncesini tartışan metinlerin odaklandığı tema itibarıyla genellikle birbirlerinden farklı biçimlerde yorumlanmıştır. Güngör’ün siyasi düşüncesi; milliyetçilik, muhafazakârlık, İslamcılık, liberalizm ve hatta sol düşünce içerisinde dahi tartışılmakla birlikte daha çok milliyetçi düşünce içerisinde konumlandırılmaktadır. Erol Güngör, ilim adamı olmasının yanı sıra ele aldığı konulara didaktik bir yön vermesi ve bu konuları her sınıftan insanın anlayabileceği şekilde ifade etmesiyle aynı zamanda bir mütefekkirdir. Güngör, pozitivist sosyolojinin dinin topluma uyum gösterdiği sürece varlığını devam ettirebileceği yönündeki iddiasına temelden karşı çıkar. Dinin topluma uyması veya uydurulmasını, esasen dinin ontolojisine karşı yapılan bir suikast girişimi olarak görür. Çünkü toplumsal hayata göre şekillendirilen din, din olmaktan çıkarak herhangi bir yaşam tarzına dönüşmüş olur. Erol Güngör İslam’a içeriden bakan bir söylem geliştirmiş ve temellendirdiği milli bakışını, İslam’ın ruhuna uygun bir kaygıyla tesis etmeye çabalamış ve milliyetçiliği kültürel boyutuyla yorumlayabilmiş bir aydındır. Güngör, halkçılığı temele aldığı bir milliyetçilik anlayışı geliştirmesi, İslam’ın ve İslam ülkelerinin problemlerine çözüm üretmedeki gönüllülüğü, İslam’ın yeniden diri bir medeniyet geliştirerek tarih sahnesinde boy göstermesi gerektiğini ifade eden düşünceleriyle, bugün dahi eksikliği hissedilen bir mütefekkirdir. Bu çalışmada Erol Güngör’ün din sosyolojisi bağlamında İslam’ın sorunsalları üzerine ortaya koyduğu düşünceleri ve sosyolojik yaklaşımı ele alınacaktır. Bu çerçevede ise kısmen Güngör’ün pür sosyolojik tasavvuruna değinilecek fakat asıl mevzu, İslam’a ve müslüman toplumlara ilişkin sosyolojik yaklaşımında düğümlenecektir. Dolayısıyla Erol Güngör’ün İslam’a ilişkin mülahazalarına ve İslam’ın bugünkü ve muhtemelen gelecekteki problemlerine yönelik değerlendirmelerine yer verilecektir.Öğe Felsefeden siyasete: Heidegger’in Nazizmle ilişkisi(2013) Can, İslamÖz: Martin Heidegger, 20. yüzyılın şüphesiz en önemli ve etkili filozoflarından biridir. 1927 tarihli Varlık ve Zaman adlı başyapıtıyla felsefede yeni bir çığır açmış, böylelikle varlığa yönelik ontolojik ve epistemolojik tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Heidegger’in felsefesinin yanı sıra politika anlayışı da elli yılı aşkın süredir tartışılmakta ve tartışılmaya da devam etmektedir. 1933 yılında Freiburg Üniversitesi’ne rektör seçilmesi, bu tartışmaların başlangıç noktası sayılır. Rektörlüğü ve Führer’e yapılan bilgi hizmeti onun, antisemitist, Nazi yanlısı ve Nasyonal Sosyalizm’in ideo- logu olarak görülmesine neden olmuştur. Ayrıca onun eserlerinden hareketle –özellikle Varlık ve Zaman ve bazen de Metafiziğe Giriş- Heidegger’i Nasyonal Sosyalizm’in epistemolojik inşasını gerçekleştirmek için çaba gösteren ve bu politik duruşun ontolojik kodlarını kurgulamakla itham edenler de vardır. Heidegger, bu saldırıların bir kısmını hayatının son zamanlarında Der Spiegel dergisine verdiği röportajda karşılamaya çalışmışsa da o, hâlâ birçok meslektaşı ve öğrencileri tarafından Hitler yanlısı bir filozof olarak görülmektedir. Bu çalışmada, Heidegger’in Nazizm’le olan ilişkisi eleştirel boyutta tartışılacak ve Nazi sonrası Almanya’sında Heidegger’in Nasyonal Sosyalizm’e ilişkin söylemlerine yön bulmaya çalışılacaktır.Öğe Güven araştırmaları güvenilir mi : Sosyal güven araştırmalarının yönetimine ilişkin eleştirel bir yaklaşım(2018) Can, İslamGüven duygusu, toplumsal ilişkilerin temelinde bulunan önemli bir rezervdir. Gündelikyaşamımızda, hayatımızın büyük dönemeçlerinde, zor zamanlarda ve daha birçok olağan veolağanüstü durumlarda güven, sosyal ilişkileri düzenleyen temel belirleyici bir güç halinegelebilmektedir. Güven konusu, bazı felsefecilerin veya düşünürlerin kısmen ilgilenmesinindışında, yaklaşık yarım asırdan bu yana sosyoloji, psikoloji, siyaset bilimi ve ekonomi gibi bazıdisiplinlerin ilgisine mazhar olmuştur. Ayrıca güven konusu Avrupa ve Amerika’da sosyalbilimlerin önemli bir konusu haline gelmiş ve güven ile ilgili geniş bir literatür oluşmuştur.Güvene duyulan ilgi, bazı uluslararası araştırma şirketlerinin çoğu ülkede yaptığı güvenaraştırmaları vesilesiyle de artış göstermiştir. Ancak yapılan güven araştırmalarının sonuçları,bazı sosyal bilimcilere göre “güvenilir” bulunmamaktadır. Bu çalışmanın iddiasını da oluşturanbu yargı, güven araştırmalarının metodolojik açından yeniden ele alınması gerekliliğine dikkatçekmektedir. Dolayısıyla bu çalışmada, güven konusu öncelikle toplumsal ilişkiler bağlamındaele alınacak ve güvenin sosyal bilimlerin konusu haline getirilmesi tartışılacaktır. Güvenkonusuna ilişkin panoramik bir çerçeve sunulduktan sonra güven araştırmasının metodolojisineyönelik güven sorusu, toplumların kültürel ayrışması, homojen/heterojen toplum farklılaşmasıve güven çeşitleri bağlamında eleştiriler getirilecektirÖğe Güveni Nasıl Tanımlayabiliriz? Ya Da Sosyal Bilimlerin Konusu Olarak Güven(Selçuk Üniversitesi, 2019) Can, İslamGüven duygusu, toplumsal ilişkilerin temelinde bulunan önemli bir rezervdir. Gündelik yaşamımızda, hayatımızın büyük dönemeçlerinde, zor zamanlarda ve daha birçok olağan ve olağanüstü durumlarda güven, sosyal ilişkileri düzenleyen temel belirleyici bir güç haline gelebilmektedir. Güven konusu, bazı felsefecilerin veya düşünürlerin kısmen ilgilenmesinin dışında, yaklaşık yarım asırdan bu yana sosyoloji, psikoloji, siyaset bilimi ve ekonomi gibi bazı disiplinlerin ilgisine mazhar olmuştur. Ayrıca güven konusu Avrupa ve Amerika’da sosyal bilimlerin önemli bir konusu haline gelmiş ve güven ile ilgili geniş bir literatür oluşmuştur. Güven kavramına ilişkin çeşitli disiplinlerde zengin bir bilimsel birikim oluşsa da, güvenin tanımı konusunda güven teorisyenlerinin üzerinde mutabık kaldığı bir tanım bulunmamaktadır. Sosyal bilimlerde yapısal ve işlevsel nitelikleriyle ele alınan ve daha çok farkındalık düzeyimizin artmasına neden olan güven, esasen kişilerin birbirleriyle kurduğu her tür ilişkilerin merkezinde yer almaktadır. Kaldı ki insan, her şeye güvenebilir. Canlı olmayan nesneler, sistemler, kurumlar veya süreçler, kişinin güvendiği ya da güven duymadığı varlıklardır. Güvenin birçok çeşidinden söz etmek mümkündür. Bu çeşitlilik, güvenin var olduğu düşünülen ortamdaki durumuna, yoğunluğuna ve yönelişine göre değişmektedir. Bu çalışmada güvenin çeşitleri olan, sosyal güven, kısmi (spesifik) güven ve siyasal güven konularına değinilecektir. Sosyal güven, sosyal sistemin devamını sağlayan, kurumları ve sosyal yapıları koruma işlevi gören, sosyal bütünleşmeyi inşa eden, sosyal ve ekonomik değişimlere ve siyasal yaşama olan güveni tesis eden temel bir bileşendir. Kısacası sosyal güven, bir toplumsal yapının bütünleştirici gücü ve güçlü bir sosyalleştirme aracıdır. Bu bağlamda sosyal güven; farklı etnik, dini, sınıfsal, dilsel ve kültürel niteliklerin merkeze alınmayarak kişilerin, diğerlerini tanımasalar dahi, aynı toplumu paylaştığı insanlara güvenmesi şeklinde tanımlanabilir. Kısmi veya özelleştirilmiş güven (particularized trust) ise, yabancılara şüpheyle bakıldığı ve onlara güvenilmediği, kişinin sadece kendinden olanlara duyduğu güven olarak tanımlanmaktadır. Kısmi güvenin kapsamı; aileyi, arkadaşları, komşuları ve iş arkadaşlarını içerisine almaktadır. Çünkü bu kişiler, kişisel olarak yakinen tanıdığımız ve sağlam bağlara sahip olduğumuz insanlardır. Siyasal güven ise, bireyin siyasi lider, hükümet, siyasi kurumlar ve üretilen politikalar hakkında bilgi sahibi olmasıyla bu faktörlerin bireyin iç dünyasındaki karşılığına göre bir duygu üretme sürecidir. Bu süreç sonrasında bilgiyle beraber duygunun da eklenmesiyle bir yargıya ya da düşünceye dönüşür.Öğe Liderler, kurumlar ve süreçler bakımından Türkiye'de siyasal güven: Sosyolojik nicel bir araştırma(Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015-06-01) Can, İslam; Aydın, MustafaGenel anlamda yönetilenlerin siyasi rejime, siyasal topluma, hükümete, siyasi kurumlara, siyasi liderlere, ekonomi politikalarına, kısacası siyasal sistemin enstrümanlarına ilişkin besledikleri tutum ve inançlar olarak tanımlanan siyasal güven, yaklaşık yarım asırdır sosyoloji, siyaset bilimi, ekonomi, kamu yönetimi gibi disiplinlerin ilgisini cezp etmektedir. 1960'lı yıllarda Gabriel Almond, Sidney Verba ve David Easton gibi siyasetbilimcilerin çalışmaları, siyasal güven literatürünün ilk örneklerini oluşturmuştur. Daha sonra Arthur Miller, Ola Listhaug, Jack Citrin, Pippa Norris, Joseph Nye, Ken Newton ve Marc Hetherington vd. siyasal güven teorisyenleri, literatürün gelişmesine büyük katkı sağlamışlardır. Uluslar arası düzeyde geniş bir çalışma alanına ve uzun denebilecek bir geçmişe sahip olan siyasal güven konusu, Türkiye'de hem siyaset bilimi hem de sosyoloji disiplinleri açısından oldukça yeni bir konudur. Bunun yanı sıra yabancı literatürde siyasal güvenin tanımı ve saha çalışmalarında uygulanan metodoloji bakımından, siyasal güven teorisyenleri arasında bir fikir birliği bulunmamaktadır. Üstelik siyasal güven üst başlığıyla gerçekleştirilen çalışmaların, içerikleri konusunda birbirleriyle çoğunlukla ayrıştıkları görülmektedir. Bundan dolayı bu çalışmada, Türkiye'de siyasal güveni ölçmek için üç alt boyut belirlenmiştir. Bunlar; siyasi lider, kurumlar ve süreçlerdir. Türkiye'nin siyasal kültürü ve günümüz siyasi gelişmeleri göz önünde tutularak bir araya getirilen bu üç faktör, yabancı literatürde yer alan siyasal güven çalışmalarından da ayrışmaktadır. Çünkü bir toplumun siyasal sisteminin mekanizmalarına yönelik duyduğu güven, diğer toplumların siyasal ve toplumsal tecrübelerinden ve demokratik süreçlerinden bağımsız biçimde ele alınmalıdır. Dolayısıyla bu çalışma, Türkiye'nin siyasal güven tasvirini; siyasi liderlere güven, kurumlara güven ve siyasal süreçlere güven üzerinden gerçekleştirmeyi denemektedir. Bunun için bu çalışmada, saha araştırması yapılmış ve bu araştırmada Türkiye'yi temsil ettiği düşünülen Adana, İzmir, Konya ve Diyarbakır olmak üzere dört şehirden 1200 katılımcı ile görüşülmüştür. Çalışmanın dördüncü bölümünde ise, saha çalışmasından elde edilen bulguların analizleri yapılarak "liderler, kurumlar ve süreçler bakımından Türkiye'de siyasal güven"in kodları çıkartılmaya çalışılmıştır.Öğe Merkez-çevre düalizmi bağlamında taşranın onto-politik doğası üzerine çıkarımlar(Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 2016) Can, İslamTürkiye’de siyaset, geçmişten bugüne her daim bir “merkez” temelinde şekillendirilmiştir. Merkez, hem yönetim gücünün belirleyicisi hem de idarenin uygulayıcısı konumunda olmuştur. Buna karşılık taşraya; merkezin hükümlerinin uygulayıcılığını yapmak ve merkezin askeri, tarımsal, beşeri ve bunun gibi birçok alandaki sermayeye dayalı ihtiyaçlarını karşılamak şeklinde roller biçilmiştir. Dolayısıyla merkez açısından taşra, siyasal sermaye bağlamında düşünüldüğünde, siyasal idareye ortak olabilme rüştüne haiz görünmemiştir. Bundan dolayı taşranın merkeze yönelik çeşitli refleksleri de ya görmezden gelinmiş ya da bastırılmaya çalışılmıştır. Böylelikle taşra; hem siyasal yönetim hem de toplumsal bağlamda, ötekileştirilen, dışlanan ve küçümsenen bir politikaya maruz kalmıştır. Oysa taşra, sadece merkezin iaşesini ve insan sermayesini karşılamakla mükellef coğrafi bir alan olmanın ötesinde bir rezerve ve pratiğe sahiptir. Taşra, gündelik siyasal yaşam pratikleri ve merkezi yakından takip etmesiyle, siyasetin önemli bir aktörüdür. Kaldı ki taşra, pasif ve güçsüz bir yapıya sahip gibi görünse de, esasında merkezi çepeçevre kuşatan bir yetkinlikte ve dirayettedir. Bu çalışmada, öncelikle merkez-çevre teorisi bağlamında taşranın tarihsel ve siyasal gelenek bakımından ne tür rollere sahip olduğu üzerinde durulacaktır. Bununla birlikte bir çevre olarak taşranın siyasal kültürdeki konumu ele alınacaktır. Ayrıca taşranın geçmişten günümüze temsiliyetlerine ve siyasette ve idarede taşranın ötekileştirildiğine dikkat çekilecektir. Son olarak ise, günümüz taşrasından insan manzaralarına, toplumsal tiplere, siyasal aktörlere ve politik ilişkilere yer verilerek merkez-taşra diyalektiğinin görünümleri üzerinde durulacaktır.Öğe Toplumsal Bir Tip Olarak Kesin İnançlılar(Selçuk Üniversitesi, 2017) Can, İslamBugünün toplumları; siyasi, felsefi, dini, ideolojik ve daha birçok inanç motivasyonuna sahip düşünce ve hareketlerle yoğrulmuş bir doğaya sahiptir. İnanç duygusunu azık edinen bu düşünce ve hareketlerin modern dönemle birlikte hızla artması, insanın “birey” olma süreciyle yakından ilgilidir. Çünkü modern dönemle birlikte oluşan ve geleneksel dönemin “insanı”nın aksine kendi kendine yetebilme gücüne sahip “birey” kimliği, makro etkenlerden bağımsız bir şekilde, kendi doğrularınca temellendirdiği mikro inançları da tedavüle sokabilen bir yetkinliktedir. Kaldı ki Avrupa’da modern dönemle birlikte felsefenin, düşünüşün ve siyasetin kilise tahakkümünden görece kurtulması ve dinin ürettiği inanç ve söylemlerin yerine “seküler” tandanslı anlayışların merkeze alınması, yeni düşünce ve yaşam biçimlerini ortaya çıkarmıştır. Ayrıca bilimlerin birer disiplin haline gelmesi ve pozitivist inancın yöntem olarak benimsenmesi, demokrasinin ulus-devlet formasyonunda ve global ölçekte bir siyasal yönetim biçimi olarak tedavüle girmesi, düşüncenin dinsel olandan kaptığı rollerle “toplumsal iyi”nin ideolojilere tahvil edilmesi ve ideolojilerin mutlak iyiye ulaştırdığına ilişkin akideye iman edilmesi, esasında “birey”in modern zamanlardaki maharetlerinden sadece birkaçını oluşturmaktadır. Böylelikle inanç, dinsel olanı aşarak düşünsel ya da ideolojik olan seküler formlarda kendini yeniden üretmiştir. Kuşkusuz bir inancın kesinliği ya da keskinliği; bu inancın sorgulanabilirliğine veya bu inanca yönelik adanmışlığa göre değişkenlik göstermektedir. Bugünün toplumlarından bahsederken, belki de yeryüzünde yaşayan her “birey” adedi kadar “inanç”lardan söz etmek gerekecektir. Kesin inançlılığın bir toplumsal tipe tahvil edilebilmesi için ise, öncelikle bu tipin gündelik yaşamlarda görünürlülüğü ve bu görünürlülüğe ilişkin farkındalık oluşturulması, sonrasında ise ifade edilecek sözlerin yuvasını bulabilecek zihinsel mekanlara gereksinim duyulur. Toplumdaki hakim düşünce, kesin inançlılar için temel referanslardan biridir. Etnik unsurun yanı sıra din, mezhep, aidiyet, kimlik, meslek, ideoloji ve daha birçok husus, kesin inançlıların malzemesi olabilmektedir. Bu çalışmada ilkin günümüzün bir toplumsal tipi olarak görünüm kazanan kesin inançlılar konusu, aynı isimde bir çalışması da olan Eric Hoffer’ın bu tipleştirmesine referansla ve yer yer Hoffer’a yönelik eleştirilerle, sosyolojik anlamda ele alınacaktır. Ayrıca kesin inançlılar, kitle hareketleri ve toplumsal hareketler bağlamında değerlendirilecek ve kesin inançlıların bu hareketler içerisindeki rolleri üzerinde durulacaktır. Son olarak ise, dünya ve Türkiye ölçeğinde kesin inançlı olarak betimlenebilecek kişi, grup ya da toplulukların örnekliği üzerinden bir toplumsal tip geliştirilmeye çalışılacaktırÖğe TÜRK SOSYOLOJİSİNDE YENİ ARAYIŞLARIN İMKÂNI YA DA BİR ÇIKIŞ YOLU OLARAK EROL GÜNGÖR SOSYOLOJİSİ(2017) Can, İslamYüzyıllık tarihe sahip Türk sosyolojisi, dünyada kurulan ilk sosyoloji kürsülerinden biri olmasına rağmen yeterli düzeyde ses getirememiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde tanıştığımız ve devletin içinde bulunduğu buhrandan kurtulmasına aracılık etmesi beklenen sosyoloji bilimi, yeni devletin kuruluşunda da önemli bir misyon yüklenmiştir. Özellikle Ziya Gökalp'in sosyolojik düşünceleri, Cumhuriyet'in sosyolojik temellerini oluşturmuştur. Türkiye'de Sosyoloji, bu denli önemli bir işlev görmesine rağmen, gerek toplumumuzun sorunlarına yeterli düzeyde cevap bulamamış olması gerekse de taklit ve aktarma yoluyla Batı sosyolojisine eklemlenme çabasından dolayı, özgün bir sosyoloji anlayışı ve geleneğini oluşturamamıştır. Bu durum ise sosyoloji çevrelerinde Türk sosyolojisinin kendine yeni çıkış yolları araması gerektiğine yönelik tartışmaların başlamasına neden olmuştur. Bu çalışmada Ziya Gökalp geleneğinden gelen ve genç yaşta kaybettiğimiz Erol Güngör'ün sosyolojik yaklaşımı ve bu yaklaşımın hem sosyolojimizin hem de toplumumuzun sorunlarını aşmada bir yöntem olarak kullanılabilirliği üzerinde durulacak, bu bağlamda Türk sosyolojisinin yeni çıkış yollarının imkanları da araştırılacaktır.Öğe Türkiye camilerinde okutulan hutbelerin birlikte yaşama söylemleri üzerine sosyolojik bir değerlendirme: Adana örneği(Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 2017) Can, İslamCamiler Müslümanların gündelik hayatında büyük öneme sahip mekanlardır. Camilerde Müslümanlara, Cuma ve bayram namazlarında Diyanet İşleri Başkanlığı veya İl müftülükleri tarafından hazırlanan hutbeler okunur. Hutbeler, ibadet ve ahlak gibi konuların yanı sıra Müslümanların gündemini oluşturan siyasal, sosyal ve daha birçok konuda Müslümanlara telkinlerde bulunmayı amaçlamaktadır. Bu gündemler günümüz toplumlarında yaşanan ve büyük toplumsal ve siyasal dönüşümlere neden olan kaos, salgın, savaş, ayrımcılık, soykırım, göç, kentleşme, suç, açlık ve kuraklık gibi olaylardan oluşmaktadır. Bu olaylar, gerek dünya nüfusunun çoğunun doğrudan karşı karşıya kalması, gerekse de genellikle Müslümanların yoğun olarak yaşadığı coğrafyalarda cereyan etmesi bakımından önemlidir. Kaldı ki bu olaylarla birlikte, birlikte yaşama, farklılıklara saygı gibi konular da sosyal bilimlerin gündemine taşınmıştır. Bu çalışmada, İslam’ın birlikte yaşama kültürünün hutbeler üzerinden yeniden üretilmesi analiz edilecek ve hutbelerin söylem analizleri sosyolojik açıdan değerlendirilecektir. Bu bağlamda Cuma ve bayram namazlarında okunan hutbelerdeki “birlikte yaşama” söyleminin sosyolojik analizi yapılacaktır. Ayrıca “birlikte yaşama” ve “farklılıklara saygı” temalı hutbelerin söylem analizleri, bazı sosyal ve siyasal olaylar örnekliğinde tartışılacaktır. Bu amaçla 2013-2015 yılları arasında Cuma ve bayram namazlarında okutulan 87 hutbe incelenecektir. Bu hutbelerin yoğunlaştığı Suriye Meselesi, Suriyeli sığınmacılar, terör ve etnik çatışma gibi konular temelinde hutbelerin birlikte yaşama kültürünü inşa ettiği söylemler de sorgulanacaktır.Öğe Velilerin ilköğretimden beklentileri (Osmaniye örneği)(Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2010) Can, İslam; Aydın, Mustafaİlköğretim okullarında eğitim-öğretim hayatını sürdüren öğrencilerin velilerine yönelik yapılan bu çalışma, velilerin ilköğretimden ne tür beklentiler içerisinde olduğunu ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışma genel olarak, teorik ve uygulamalı olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde, eğitim kavramını ve bir sosyal kurum olarak eğitimin; tarihsel ve toplumsal zeminde, kültürel, ekonomik, siyasal, popüler ve gizil işlevleri tartışılmıştır. Ayrıca Türk Eğitim Sistemi içerisinde yer alan eğitim kurumları, M.E. B. 2010?2014 Stratejik Planı, İlköğretim okullarının Cumhuriyet'in ilanıyla başlayan ve günümüze kadar devam eden tarihsel dönüşümü ile Seviye Belirleme Sınavı'nın (SBS) yapısı çalışmamızın ilk bölümünde değindiğimiz konuları oluşturmaktadır. Çalışmanın diğer bölümünde ise, ilköğretim velilerinin ilköğretim okullarından, eğitim-öğretim, sosyal, siyasal boyutlarıyla beklentilerini ortaya koymaya çalışan bir alan araştırmasına yer verilmiştir. 677 adet veliyle yapılan bu araştırmada, verilerin analizi ve yorumlanması da, yine bu bölüm içerisinde bulunmaktadır. Bu bölümdeki veriler, veli beklentilerinin belirlenmesinde çok önemli destek sağlamaktadır.