Genel Cerrahi/Makale Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 101
  • Öğe
    Bariatrik Cerrahi Adayı Hastaların Psikiyatrik Açıdan Değerlendirilmesi
    (Selçuk Üniversitesi, 2019 Eylül) Aydın, Memduha; Bozkurt, Hazan Tomar; Çalışır, Akın; Yılmaz, Hüseyin
    Amaç: Obezite dünyanın her yerinde yaygın olarak rastlanan, mortalite ve morbiditeyi arttıran ciddi bir halk sağlığı sorunudur. Bariatrik cerrahi ise son on yıl içerisinde giderek popüler hale gelen ve daha çok tercih edilmeye başlanan bir obezite tedavi yöntemidir. Bu çalışmanın amacı bariatrik cerrahi adayı olan obezite hastalarının psikiyatrik görüşme yapılarak ve psikometrik testler kullanılarak değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Bariatrik cerrahinin psikiyatrik uygunluğunun değerlendirilmesi amacıyla tarafımıza danışılan 48 obezite hastası çalışmaya dahil edildi. Araştırmaya dahil edilen hastalara sosyodemografik veri formu, Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Beck Anksiyete Ölçeği (BAÖ), Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği (RBSÖ), Başa Çıkma Tutumları Değerlendirme Ölçeği (COPE), Hollanda Yeme Tutumu Anketi (DEBQ) ve Barratt Dürtüsellik Ölçeği-11 Kısa Formu (BIS-11) uygulandı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastaların 32’si (%66.7) kadın ve 16’sı (%33.3) erkeklerden oluşmaktadır. Bariatrik cerrahi adayı hastaların vücut kitle indeksi (VKİ) ortalaması 45.23±8.97 olarak bulundu, cinsiyetler arası VKİ ortalamalarında fark saptanmadı. BDÖ puanlarında cinsiyetler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı, BAÖ puanları kadınlarda yüksek bulundu. COPE fonksiyonel olmayan başa çıkma alt grup puan ortalamalarının kadınlarda istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek olduğu saptandı. DEBQ, RBSÖ-benlik saygısı alt ölçek ve BIS-11 değerlendirmelerinde cinsiyetler arasında anlamlı fark saptanmadı. Hastalar obezite ve morbid obezite olmak üzere iki gruba ayrılıp BDÖ ve BAÖ puan ortalamaları karşılaştırıldığında obezite grubunda her iki ölçek puanlarının morbid obezite grubundan yüksek olduğu saptandı. Sonuç: Obezite ruhsal bileşenlerin olduğu multisistem bir bozukluktur. Obezitenin ruhsal bileşenlerini ve bunların cinsiyetler arası farklılıklarını dikkate almak hastanın gerek cerrahi gerekse cerrahi dışı yöntemlerle tedaviye uyumunu kolaylaştırmada ve yinelemelerin önlenmesinde önemli bir basamak olarak değerlendirilmelidir.
  • Öğe
    İnguinal Herni Preperitoneal Onarımı İçin Posterior Yaklaşım ile Anterior Yaklaşımın Karşılaştırılması
    (Selçuk Üniversitesi, 2020 Haziran) Çalışır, Akın; Alptekin, Hüsnü
    Amaç: Bu çalışmada, her ikisi de preperitoneal yaklaşımlar olan Kugel ve TIPP prosedürlerinin postoperatif ağrı, kronik ağrı, komplikasyon ve nüks açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: 2016 ve 2018 yılları arasında inguinal herni nedeniyle Kugel ve Transinguinal preperioteal onarım prosedürleri kullanılarak opere edilen 98 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. Operasyon süresi, hastanede yatış, kısa ve uzun dönem komplikasyonlar, akut ve kronik ağrı değerlendirmesi yapıldı ve iki grup karşılaştırıldı. Sonuç: Yaş, operasyon süresi, hastanede kalış süresi, kısa ve uzun dönem komplikasyonlar, akut ve kronik ağrı karşılaştırmasında iki grup arasında benzer sonuçlar bulundu. Sonuç olarak TIPP, inguinal herni onarımında preperitoneal onarımın avantajlarına sahip ve öğrenilmesi daha kolay ve maliyeti daha düşük bir prosedür olarak değerlendirildi.
  • Öğe
    Sıçanlarda Deneysel Ercp Modelinde; Kontrast Madde Uygulama Hızının ve Kanal İçi Basınç Artışının Etkileri
    (Selçuk Üniversitesi, 2020 Mart) Yormaz, Serdar; Şahin, Enes
    Amaç: Bu çalışmanın amacı ERCP işlemi sonrası akut pankreatit gelişiminde biliopankreatik kanaldaki basınç artışının ve opak madde verilme hızının etkilerini belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 24 adet rat 4 gruba ayrıldı. Grup 1 de sadece biliopankreatik kanal kanülasyonu yapıldı. Diğer gruplara biliopankreatik kanal içerisine farklı hızlarda opak madde infüzyonu uygulandı ve kanal içinde oluşan basınç ölçüldü. Bulgular: Deney sonrası sıçanlar takibe alındı. 24 saat sonra akut pankreatit gelişimi ve şiddetinin değerlendirilmesi amacıyla sıçanlar sakrifiye edilerek kan ve doku örnekleri alındı. Alınan kan örneğinden lökosit sayısı, amilaz, lipaz, üre, kreatinin, glukoz, AST, ALT, ALP, LDH, kalsiyum, CRP, albümin, total protein, MDA, TAS, TOS değerleri çalışıldı. Pankreas dokuları akut pankreatit gelişimi açısından histopatolojik olarak değerlendirildi. Sonuç: Kanal içi hidrostatik basınç artışın akut pankreatit gelişmesine neden olmaktadır ve biliopankreatikkanal içerisindeki hidrostatik basınç arttıkça, pankreatitin şiddetinin de arttığı gözlenmiştir.
  • Öğe
    Gastroözefageal Reflü Hastalığı ile Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu Arasındaki İlişki
    (Selçuk Üniversitesi, 2021) Çalışır, Saliha; Maden, Hasan; Çalışır, Akın; Şahin, Mustafa; Alptekin, Hüsnü
    Amaç: Gastroözefageal reflü hastalığı, asit mide içeriğinin efor sarf etmeksizin özefagusa geri gelmesi ile ortaya çıkan bir hastalıktır ve günümüzde beslenme alışkanlıklarının değişmesiyle sıklığı giderek artmaktadır. Bu çalışma ile en sık görülen yeme bozukluğu olan tıkınırcasına yeme bozukluğu ile gastroözefageal reflü hastalığı arasındaki ilişki olup olmadığı ortaya konulacaktır. Metod: 2011 ve 2018 yılları arasında gastroözefageal reflü hastalığı nedeniyle 24 saatlik pH monitörizasyon işlemi yapılan hastaların dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Çalışmaya katılmayı kabul eden 305 hastaya ve aynı sayıda sağlıklı kontrol grubuna tıkınarcasına yeme bozukluğu tanı anketi yapıldı. Her iki grup arasında demografik veriler ve tıkınırcasına yeme bozukluğu tanısı açısından karşılaştırma yapıldı. Ayrıca tıkınırcasına yeme bozukluğu tanısı konulan hastaların 24 saatlik pH monitörizasyon verileri diğer reflü hastaları ile karşılaştırıldı. Sonuç: Vücut kitle indeksi yüksekliği ve sigara kullanımı, gastroözefagal reflü grubunda daha yüksek bulundu. Yaş ve cinsiyet açısından her iki grup arasında anlamlı bir fark izlenmedi. Tıkınırcasına yeme bozukluğu olan hastalarda toplam reflü zamanı, uzun reflü periyod sayısı, en uzun reflü ve DeMeester skoru anlamlı derecede yüksek bulundu.
  • Öğe
    Metabolite profiling by hyphenated liquid chromatographic mass spectrometric technique (hplc-dad-esı-q-tof-ms/ms) and neurobiological potential of haplophyllum sahinii and h. vulcanicum extracts
    (WILEY-V C H VERLAG GMBH, 2019) Karahisar, Esengul; Tugay, Osman; Orhan, Ilkay Erdogan; Deniz, Fatma Sezer Senol; Luca, Simon Vlad; Skalicka-Wozniak, Krystyna; Sahin, Mustafa
    In the current study, the ethanol extracts of flower, stem, and root parts of two endemic Turkish species, e. g., Haplophyllum sahinii O. Tugay & D. Ulukus and H. vulcanicum Boiss. & Heldr., were screened against acetylcholinesterase (AChE) and butyrylcholinesterase (BChE) associated with Alzheimer's disease as well as tyrosinase (TYR) linked to Parkinson's disease using ELISA microplate assay at 200 mu g/mL. Among the extracts, the highest inhibition was caused by the stem extract of H. sahinii against BChE (IC50=64.93 +/- 1.38 mu g/mL). Consistently, all of the extracts were found to exert a selective inhibition towards BChE to some extent. It was only the root extract of H. vulcanicum that could inhibit AChE at low level (IC50=203.18 +/- 5.33 mu g/mL). None of the extracts displayed an inhibition over 50 % against TYR. Metabolite profiling of the extracts was achieved by a highly hyphenated liquid chromatographic mass spectrometric technique (HPLC-DAD-ESI-Q-TOF-MS/MS), which revealed the presence of furoquinoline (beta-fagarine, gamma-fagarine) and amide (tubasenicine, tubacetine) alkaloids; furano- (rutamarin), pyrano- (xanthyletine), and geranyloxy coumarins; phenylpropanoid (secoisolariciresinol), arylnaphthalene (mono-O-acetyldiphyllin apioside), and dibenzylbutyrolactone (kusunokinin, haplomyrfolin) lignans. Several important differences were observed between the extracts analyzed. beta-Fagarine was the major alkaloid in H. vulcanicum, whereas gamma-fagarine was present only in the roots of both Haplophyllum species; moreover, secoisolariciresinol and secoisolariciresinol dimethyl ether were the main lignans in the stems and flowers. This is the first study identifying ChE and TYR inhibitory effect and metabolic profiles of H. vulcanicum and H. sahinii.
  • Öğe
    Investigating the effect of gold nanoparticles on hydatid cyst protoscolices under low-power green laser irradiation
    (TURKISH SURGICAL ASSOC, 2019) Çolak, Bayram; Aksoy, Faruk; Yavuz, Selman; Demircili, Mehmet Emin
    Objective: Various scolicidal agents are applied for the destruction of protoscolices in cysts media. Undesirable complications of the scolicidal agents limit the techniques to treat the cyst disease. Therefore, new non-toxic scolicidal agents are needed. Upon laser light irradiation, the photothermal gold nanoparticles (AuNPs) convert the absorbed laser light into heat through photothermal effect which kills the surrounding protoscolices by rising the temperature of the cysts media. In this study, we introduced biocompatible AuNPs as a non-toxic scolicidal agent to cure liver hydatid cysts. Material and Methods: The protoscoleces were collected from the livers of naturally infected sheeps. In each experimental group, 1.5 mL suspensions of hydatid liquid containing protoscolices were added to test tubes. The test tubes were divided into five groups. Control, AuNPs only, Green laser only, High-dose AuNPs + laser and Low-dose AuNPs + laser groups. Two concentrations (0.4 and 0.8 mL) of AuNPs and three laser powers (30, 50, 150 mW) were applied for 30, 60 and 120 minutes to the groups. Then the ciysts liquid assessed under a light microscope and determined the viability of protoscoleces. Results: Protoscolices in high-dose AuNPs group were destructed up to 89.30% deaths under 150 mW laser power for 120 minutes. However, negligible cell deaths were observed in cases where only AuNPs added or only laser irradiated groups. Increasing the dose of AuNPs or laser power or duration of aplication increased the protoscolosidal death rate. Conclusion: In the study, we have successfully demonstrated that the AuNPs are an effective therapeutic and scolicidal agent to cure hydatid cyst disease under laser irradiation.
  • Öğe
    Iliac artery ınjury during lumbar disc hernia surgery
    (ELSEVIER SCIENCE INC, 2019) Şahinoğlu, Mert; Arun, Oğuzhan; Orhan, Atilla; Nayman, Alaaddin; Çalışır, Akın; Bocu, Yasin; Cebeci, Yasemin; Duman, Ateş; Yılmaz, Hüseyin; Köktekir, Ender; Karabağlı, Hakan
    BACKGROUND: Vascular injury complications during lumbar discectomy are rare but potentially life-threatening. Therefore, an early diagnosis and effective treatment management is required for these complications. CASE DESCRIPTION: A 50-year-old female patient was admitted to our outpatient clinic with severe back and right leg pain. She underwent surgery for right L4-5 extruded disc herniation with general anesthesia. Sudden arterial hemorrhage occurred during discectomy performed with straight disc forceps and was controlled using hemostatic materials, with no significant decrease in blood pressure. However, the patient became hypotensive near the end of the operation. The incision was quickly closed, and she was turned to supine position. Emergency abdominal ultrasound, computed tomography, and computed tomography angiography revealed an injury of the left main iliac artery, which was repaired by endovascular stenting. Laparotomy and Bogota bag were applied because of increased intrabdominal pressure at 3 hours postoperative. In addition, a retroperitoneal catheter was placed into the area of the right retroperitoneal hematoma on the first postoperative day. Tissue plasminogen activator was administered through the catheter. On postoperative day 3, the Bogota bag was removed, and the abdomen was closed. The patient was discharged without neurodeficit on day 27. Her abdominal fascial defect was closed with a synthetic graft after 5 months. CONCLUSIONS: Although lumbar discectomy is one of the most commonly performed neurosurgical procedures, the routine rules of discectomy should not be neglected. Early detection and a multidisciplinary approach can help prevent mortality in the event of vascular injury.
  • Öğe
    Discrimination of cancerous and healthy colon tissues: A new laser-based method
    (WILEY, 2019) Gündoğdu, Yasemin; Alptekin, Hüsnü; Karabağlı, Pınar; Şahin, Mustafa; Kılıç, Hamdi S
    Background Femtosecond (fs) Laser Ionisation Mass Spectrometry (fs-LIMS) on colon tissues are described and investigated using ionization/fragmentation processes in details to present a new application in this study. Linear Time of Flight (L-TOF) mass analyzer was utilized to investigate paraffin-embedded human tissue in this study. The effect of fs laser intensity on the spectral characteristics was investigated and interpreted due to mass spectra obtained using 800 nm wavelength with 90 fs pulses at 1 kHz repetition rate. Objectives Mass spectra of tissues were recorded from L-TOF system and then analyzed by performing a statistical approach called Principal Component Analysis (PCA). The fs-LIMS method applied is proposed as a new and pioneering technology to analyze tissues using L-TOF system, as a human free fast and reliable intra-operative cancer diagnosis method for guiding surgeon to clean the edges of cancerous tissues to be applied during the surgical operation, for pathological examinations. Fs-LIMS provides some unique diagnosis opportunities to investigate biochemical characteristics of cancerous tissues leading to obtain sensitive, fast, and reliable results. The analysis of tissue is based on distribution of molecular ion (m/z) peaks in low mass region (
  • Öğe
    Assessment of depressive symptoms, self-esteem, and eating psychopathology after laparoscopic sleeve gastrectomy: 1-year follow-up and comparison with healthy controls
    (SPRINGER, 2019) Calisir, Saliha.; Calisir, Akin.; Arslan, Mehmet.; Inanli, Ikbal.; Caliskan, Ali Metehan.; Eren, İbrahim.
    Purpose The aim of this study was to assess depressive symptoms, self-esteem, and eating psychopathology in bariatric surgery patients at the preoperative period (t0) and at the 6-month (t1) and 12-month (t2) follow-ups after laparoscopic sleeve gastrectomy (LSG). A second aim was to investigate associations between these variables and weight loss. Method The study participants were 48 bariatric surgery candidates and 50 non-obese controls. Both groups underwent assessment with the Sociodemographic Data Form, Hamilton Depression Rating Scale (HDRS), Eating Disorder Examination Questionnaire (EDE-Q), and Rosenberg Self-esteem Scale (RSES). These assessments were repeated for the patient group at t1 and t2. Results The HDRS, RSES, and EDE-Q scores were higher in the patients before LSG (t0) than in the control group. A significant progressive improvement was identified in the patient HDRS and RSES scores as well as EDE-Q weight and shape subscale scores at t1 and t2. However, the patient EDE-Q total and dietary restraint scores improved at t1 then stabilized. The patient EDE-Q eating concern subscale improved at t1, but then worsened. The patient HDRS scores at t2 were similar to the control group, but the EDE-Q and RSES scores were still higher than the control scores at t2. Regression analyses revealed no association between the preoperative scores and percent changes in postoperative scores for any scale and patient weight loss at t2. Conclusion Depressive symptoms, self-esteem, and eating psychopathology showed an improving trend in patients after LSG. However, some aspects of eating psychopathology worsened despite an initial improvement.
  • Öğe
    Alternative hepatic arterial reconstruction technique in a case of total pancreaticoduodenectomy after celiac artery resection in pancreas cancer: Iliac-hepatic bypass
    (TURKISH SURGICAL ASSOC, 2019) Özsoy, Mustafa; Şahin, Enes; Yavuz, Mustafa; Özsoy, Zehra; Okur, Nazan; Şahin, Süleyman.; Yılmaz, Sezgin; Arıkan, Yüksel
    Surgery is the only treatment method in pancreatic cancer. Unfortunately, metastatic diseases or invasion of the main vascular structures are observed in a majority of cases at the time of diagnosis; these structures originate from the body, neck, and tail of the pancreas and are considered inoperable. The first celiac artery resection for the treatment of cancer was described by Appleby in 1953. Here, we describe our hepatic artery reconstruction technique in a case with pancreatic body cancer. A 37-year-old male patient was admitted to our emergency department due to syncope. The patient was diagnosed with acute renal failure secondary to fluid loss.Thereafter, his general condition was stable and laboratory results improved. Abdominal computed tomography was performed. Pancreatic cancer originating from the pancreatic body was detected. A pancreatic biopsy was performed and neoadjuvant gemcitabine and paclitaxel chemoradiotherapy were initiated. Surgical treatment was recommended for the identification of regression after neoadjuvant chemoradiotherapy. Following intraoperative Doppler ultrasonography, en bloc distal pancreatectomy and splenectomy involving the celiac artery trunk and total gastrectomy were performed. However, surgical margin reliability in frozen section revealed that the tumor was still present. Therefore, the surgical procedure was replaced with total pancreaticoduodenectomy. Hepatic artery reconstruction was performed from the left main iliac artery using a 4-mm ringed GORE-TEX (R) graft. The iliac-hepatic bypass for hepatic artery reconstruction in pancreatic cancer could be an alternative surgical technique.
  • Öğe
    Laparoskopik sleeve gastrektomi de pulmoner tromboemboli riskinin padua skoru ile değerlendirilmesi: retrospektif bir çalışma
    (2019) Yormaz, Serdar; Yılmaz, Hüseyin; Alptekin, Hüsnü; Acar, Fahrettin; Ece, İlhan; Çolak, Bayram; Yormaz, Burcu; Kafali, Mehmet Ertuğrul; Şahin, Mustafa
    Amaç: Pulmoner tromboemboli bariatrik cerrahide postoperatif dönemde yeterli önlem alınmazsa morbidite ve mortalitenin yüksek olduğu ve bu nedenle hızlı tanı ve tedavi gerektiren bir kompikasyondur. Toplumdaki morbid obezite oranı arttıkça pulmoner tromboemboli’ningelişme potansiyeli daha da artış göstermektedir. Çalışmamızın amacı pulmoner tromboemboli tanısı konularak tedavi edilen olgularınklinik, laboratuvar ve radyolojik sonuçlarınıretrospektif olarak değerlendirmekti.Gereç ve Yöntem: Bariatrik cerrahi kliniğimizde Mart 2014 ile Ocak 2016 tarihleri arasında morbid obezite nedeniyle laparoskopik sleevegastrektomi geçiren hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Olguların klinik, radyolojik, laboratuar, demografik özellikleri ilePadua skorları değerlendirildi. Hastaların postoperatif dönemdeki verileri ve komplikasyonları istatistiksel olarak değerlendirildi. Postoperatif pulmoner tromboemboli riskini etkileyebilecek faktörler tek değişkenli regresyon analizi ile değerlendirildi.Bulgular: Hastaların 146’sı (%55) kadın ,124’u (%45) erkekti. Ortalama yaş 44.7 4.3 (22-72) olarak belirlendi. Ayrıca ortalama operasyon sonrası hastanede kalış süresi 5.7 2.3(2-25) gündü. Hastalardan çok-yüksek-riskli(VHR) ve yüksek-riskli (HR) gruplara postoperatifdönemde pnömotik cihazı uygulanırken, orta-riskli(MR) ve düşük-riskli (LR) gruplara varis çorabı uygulandı. Uygulanan koruyucu işlemlere rağmen 3 hastada derin ven trombozu ve 2 hastada pulmoner tromboemboli görüldü (p0.05), herhangi bir mortalite saptanmadı.Hastalardaki postoperatif dönemde görülen gerileme ve postoperatif pulmoner tromboemboli riskini etkileyebilecek faktörler (vücut kitleindeksi, geçirilmiş venöz emboli öyküsü, immobilite ve komplikasyonlar ) istatistiksel olarak anlamlı olarak saptandı (p0.05).Sonuç: Bariatrik cerrahide pulmoner tromboemboli profilaksisi için öncelikle önerilen ilaç daima düşük molekül ağırlıklı heparindir. Hastalara bu koruyucu tedaviye ek olarak pnömotik cihaz ve/veya varis çorabı uygulaması gerekmektedir. Bariatrik cerrahide olası komplikasyonları önlemede pnömotik cihaz varis çorabı uygulamasına göre daha efektiftir.
  • Öğe
    An overlooked complication of the inguinal hernia repair: dysejaculation
    (AVES, 2018) Ece, Ilhan; Yilmaz, Huseyin
    The objective of this study was to investigate the rate of post-herniorrhaphy dysejaculation in the current literature. A comprehensive search of PubMed, Medline, Google Scholar, and Google databases was performed using the keywords "groin hernia and chronic pain," "inguinal hernia and chronic pain," "dysejaculation," and " ejaculatory pain." The eligible studies were evaluated in terms of ejaculatory pain and surgical technique used. Ten studies with 122 patients were eligible for the analysis. The rate of ejaculatory pain for a total of 5521 patients was found to be 2.2%. The incidence of postoperative ejaculatory pain was found to be 2.1% following laparoscopic techniques and 1.1 % following open repair. Open techniques were not related to the increased frequency of dysejaculation. Sufficient data could not be obtained from the studies for the ejaculatory pain, and thus, no statistical evaluation was performed. Dysejaculation is a common cause of postoperative morbidity after inguinal hernia repair. Attention to technical details of the primary operation may reduce the incidence of dysejaculation.
  • Öğe
    Bariatrik cerrahi sonrasında morbid obez ve süper obezlerdeki pulmoner fonksiyonların karşılaştırılması
    (2018) Yormaz, Burcu; Ece, Ilhan; Çolak, Bayram; Yormaz, Serdar; Demirkıran, Hilmi
    Objective: Nowadays, The increase in incidence of morbidobesity is one of the most common health problems in theworld. Bariatric surgery has performed as a curative procedurefor morbid obesity. It has give rise to lose excess weight, healcomorbidities and to improve pulmonary functions in obeses..Our aim was to compare postoperative respiratory outcomesin morbidly obese patients who have underwent Laparoscopicsleeve gastrectomy.Material and Methods: Consecutive 124 morbid obesepatients who were underwent Laparoscopic sleevegastrectomy was followed up 6 months between the years ofmarch 2014 to july 2016 retrospectively. Patients were dividedinto two groups A and B. Group A patients who have BMIbetween 40-45kg/m2 and group B patients who have BMIbetween 45-50kg/m2. FEV1, FVC, FEV1/FVC, MSV,DV/VO2, DV/VCO2, VO2peak results, body mass index,postoperative oxygen saturation and comorbidites, werecompared between both groups. Student's t test,chi-squaretest was used for the variables and homogeneity in the patientgroup. Preoperative and postoperative values between thegroups were compared with the ANOVA test.Results: The mean age values, respiratory function values inboth groups were similar in preoperatively. In ourpostoperative results, there was a significant difference in theFEV1, FVC, FEV1/FVC, MSV, DV/VO2, DV/VCO2, VO2peak ratios and also identified significant difference inresolution and improvement of comorbidities.Conclusions: The results of the patients who underwentbariatric surgery and whose body mass index (BMI) was 40-45kg / m2 were statistically significant compared to thosewith body mass index between 45-50kg / m2. Theimprovement in pulmonary functions and the effect ofcorrection of comorbidities are higher in the morbidly obesegroup with laparoscopic sleeve gastrectomy.
  • Öğe
    Laparoskopik sleeve gastrektomi ve laparoskopik roux n y gastrik bypass prosedürlerinin reflü semptom indeksi ile karşılaştırılmalı değerlendirilmesi: Retrospektif bir çalışma
    (2018) Yormaz, Serdar; Yılmaz, Hüseyin; Alptekin, Hüsnü; Ece, İlhan; Çolak, Bayram; Acar, Fahrettin; Kafalı, M. Ertuğrul; Şahin, Enes; Şahin, Mustafa
    Amaç: Çalışmamızda laparoskopik sleeve gastrektomi velaparoskopik Roux-en-Y gastrik bypass geçiren morbidobezlerin postoperatif dönemdeki reflüyle ilgili s onuçlarınıdeğerlendirmeyi amaçladık.Materyal ve Metod: Bariatrik cerrahi kliniğimizde Ocak2013 ile Mart 2016 tarihleri arasında morbid obezitenedeniyle laparoskopik sleeve gastrektomi ve laparoskopikRoux-en-Ygastrik bypass uygulanan 112 hasta retrospektifolarak incelendi. Hasta gruplarının demografik bulguları,reflü semptom indeksi, global belirti skorları, hastanede kalışsüreleri değerlendirildi. Çalışma grubumuzdaki hastalarınvücut kitle indeksi, yaş ve eşlik eden komorbiditeleraçısından benzerlikleri mevcuttu.Bulgular: Çalışmaya katılan hastaların ortalama yaşı37.125.51 (yaş aralığı 23–57), ortalama vücut kitle indeksi46.34.7 kg/m2 (aralığı 40–57) idi. Ortalama ameliyat süresilaparoskopik Roux-en-Ygastrik bypass da 87.916.1 dakikalaparoskopik sleeve gastrektomi de 72.512.7 dakika (42–102 dakika aralığı) idi. Postoperatif dönemde ortalamahastanede kalış süresi ise laparoskopik sleeve gastrektomi de4.2 gün, laparoskopik Roux -en-Ygastrik bypass da 7.3 günolarak bulundu. Ameliyat sonrası dönemde 4 hastadakomplikasyon gözlenirken, hiçbir mortalite saptanmadı.Operasyonların hepsi laparoskopik olarak sonlandırıldı.Multivaryant regresyon analizi kullanılarak yaş, cinsiyet vevücut kitle indeksi bağımsız risk faktörleri olarak tanımlandı.İstatistiksel olarak anlamlı sonuçlar p0.05 olarak kabuledildi.Sonuç: Bariatrik cerrahide uygulanan gastrik bypassprosedürünün sleeve gastrektomiye oranla morbiditesiyüksek olmasına rağmen reflü semptomlarını azaltıcıetkilerinin ve hastalık şiddetindeki gerilemenin daha iyiolduğunun sonucuna ulaştık
  • Öğe
    Üniversite öğrencilerinde uykusuzluk şiddeti ve depresyon semptomları ilişkisi ve depresyon tedavisinin uykusuzluk şiddetine etkisi
    (2018) Önal, Gülay Şahiner; Hisar, Kemal Macit
    Bu araştırmada, üniversite öğrencilerinde uykusuzluk şiddeti ve depresyon semptomları ilişkisi ve depresyon tedavisinin uykusuzluk şiddetine etkisini belirlenmesi amacıyla yapıldı. Araştırma tanımlayıcı ve müdahale tipidir. Çalışmanın evrenini bir Üniversitedeki Tıp Fakültesi ve Sağlık Bilimleri Fakültesinde öğrenim gören öğrenciler oluşturdu. Araştırma verileri sosyo-demografik etkenleri sorgulayan anket formu Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) ve Uykusuzluk Şiddeti İndeksi Ölçeği (UŞİ) ile toplandı. Öğrencilerin % 15,1’inde depresyon semptomları tespit edildi. Yapılan regresyon analizinde uyku problemi yaşayanlarda depresyon semptomları 2,56 kat daha fazla olarak tespit edildi. Öğrencilerin % 88,1’inde uykusuzluk problemi tespit edildi. Polikliniğe başvuranların depresyon tedavisi öncesi uykusuzluk belirtileri gösteren öğrenci oranı % 87,0’den tedavi sonrası % 48,4’e düştü. Uykusuzluk problemi yaşayan öğrencilerde depresyon probleminin daha fazla olduğu tespit edildi. Bu öğrencilerde depresif tedavi sonrasında uykusuzluk oranında azalma görüldü. Riskli öğrencilerin tespit edilip sosyal ve psikolojik destek sağlanması önerilebilir.
  • Öğe
    Mide kanseri tedavisinde açık ve laparoskopik distal subtotal gastrektominin kısa dönem onkolojik sonuçları
    (2018) Ece, İlhan; Acar, Fahrettin; Yılmaz, Hüseyin; Çolak, Bayram; Yormaz, Serdar; Şahin, Mustafa
    Amaç: Bu çalışmada lokal ileri evre mide kanseri için uygulanan laparoskopik ve açık distal subtotal gastrektomi olgularında kısa dönem onkolojik sonuçların karşılaştırılması amaçlandı.Gereç ve Yöntem: Lokal ileri evre mide kanseri tanısı ile Eylül 2014- Eylül 2015 tarihleri arasında distal subtotal gastrektomi uygulanan toplam 22 hasta çalışmaya dahil edildi. Tüm hastalarda bilgisayarlı tomografi ile uzak metastaz taraması yapıldı ve ameliyat öncesi dönemde patolojik olarak mide kanseri tanısı doğrulandı. Açık teknikle distal subtotal gastrektomi (DSG) ve D2 lenfadenektomi yapılan hastalar laparoskopik distal subtotal gastrektomi (LDSG) ve D2 lenfadenektomi yapılan hastalar ile yaş, cinsiyet, tümör boyutu, çıkarılan lenf nodu sayısı ve cerrahinin erken dönem sonuçları açısından karşılaştırıldı.Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 53,810.2 yıl, vücut kitle indeksi 26.13.9 kg/m2 idi. Her iki grupta hasta özellikleri açısından fark yoktu. Ame-liyat süresi LDSG grubunda anlamlı oranda yüksek olmasına rağmen kanama miktarı daha azdı. Cerrahi olarak çıkarılan tümörlerin boyutları ve diseke edilen lenf nodu sayısında fark yoktu. Ayrıca erken postoperatif komplikasyon oranı her iki grupta benzerdi.Sonuç: LDSG açık teknik ile benzer komplikasyon oranına sahip, eşit sayıda lenf nodu diseksiyonu sağlayan güvenli bir yöntemdir. Ayrıca LDSG daha az kanamaya neden olarak onkolojik sonuçlarda iyileşme sağlayabilir.
  • Öğe
    Türk kadında kimura hastalığı, astım birlikteliği
    (2017) Özer, Nazmi; Kurt, İsmail; Yücekule, Necmi; Bayrak, Vedat; Yormaz, Serdar
    Kimura hastalığı; 1937 yılında Kim ve Szeto tarafından bulunmuş olup, 1948 yılında Kimuratarafından Japonya’da benzer hastalar saptanarak rapor edilmiştir. Hastalık; özellikle baş-boyun kısmını tutan, cilt altında ağrısız kitleler ile karakterize, kronik inflamatuar bir hastalıktır. Enfeksiyözbir etkene karşı gelişen hipersensitivite reaksiyonu olarak düşünülen hastalığın,astım, rinit ve ekzema gibi allerjik reaksiyonlar ile birliktelikleri görülmektedir. Kimura hastalığı benign bir hastalıktır; maligniteler başta olmak üzere birçok hastalıktan ayırıcı tanısının yapılması önemlidir.Hastalığa eozinofili ve artmış immünglobulin E seviyeleri eşlik etmektedir. Bu çalışmada, inguinalbölgede lenfadenopati nedeniyle gelip eksizyon sonrası kimura hastalığı tanısı alan, astım hastalığının eşlik ettiği, 64 yaşındaki Türk kadın olgu sunulmuştur.
  • Öğe
    Kraniosinostoz: Oftalmik Bulgular
    (2017) Köktekir, Bengü Ekinci
    Kraniosinostoz, bir ya da daha fazla kranial sütürün erken kapanmasıyla karakterizedir. Bu gelişimsel anomali, her 2000 doğumda bir çocuğu etkilemektedir. Erken sütür kapanması sporadik olarak izole bir anomali ya da çoğu otozomal dominant olan sendromlara eşlik edebilir. Sendromik olmayan olgular daha sendromik olgulara göre daha sıklıkla gözlenir. En sık görülen sendromlar Apert, Crouzon, Pfeiffer ve Saethre-Chotzen olarak bildirilmiştir. Oftalmik bulgular hafif hipertelorizmden, görme kaybı ile sonlanabilecek şaşılık, değişken proptozis, optik atrofi ve keratite kadar geniş tabloda olabilir. Oftalmologlar, çoğu engellenebilir görme kaybı sebeplerini belirleyerek, medikal tedaviye yanıt vermeyen olgularda rekonstrüktif cerrahinin miktarı ve zamanlamasında kraniofasiyal cerrah ile ekip halinde çalışmalıdır.
  • Öğe
    Rastlantısal safrakesesi tümörlerinde trokar yeri metastazı: Olgu sunumu
    (2013) Çakır, Murat; Küçükkartallar, Tevfik; Tekin, Ahmet; Yıldırım, Aykut; Yılmaz, Hüseyin; Aksoy, Faruk
    Safra kesesi adenokarsinomu yüksek mortaliteye sahip bir hastalıktır. Genellikle semptomatik safra taşı hastalığı için laparoskopik kolesistektomi geçiren hastalar arasında tesadüfen tanı konur. Seksen yaşında bayan hastaya semptomatik kolelitiazis nedeniyle laparoskopik kolesistektomi uygu- landı. Yirmi dört ay sonra trokar yerinde bir kitle şikâyeti ile hastaneye başvurdu. Trokar yerinde alınan biyopsi ile adenokarsinom metastazı tanısı kondu. Elli altı yaşında erkek hastanın laparoskopik kolesistektomi sonrası histopatolojik incelemesi ile safra kesesi adenokarsinom tanısı kondu. Uygulanan ikinci cerrahi müdahale ile karaciğerde safra kesesi yatağı ve trokar yeri rezeksiyonu ile birlikte lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Laparosko- pik kolesistektomide karsinom şüphesi olduğu düşünülen olgularda safra kesesi endobag ile karın dışına alınmalıdır. Böylece trokar yeri metastaz sıklığını azaltacaktır.
  • Öğe
    Omental Interpositioned Mesh Herniaplasty in Incision Hernia
    (2012) Murat, C.; Tevfik, K.; Huseyin, Y.; Ahmet, T.; Adil, K.
    Aim. Our purpose is to present an alternative approach, omental interposition mesh hernioplasty, and our experience on the technique. Methods. After laparotomy, adhesions are opened by keeping hernia sac. From the defected side of the hernia continuous polyglactin (Vicryl, Ethicon) suture was performed towards omentum parietal peritonea. The part of the omentum that will be carried to defect area can change according to the localization of the hernia. Then, polypropylene mesh is fixed to form outside of omentum using single loose sutures. In the fixation tacker can be used instead of suture. If possible, protected hernia sac and autogenetic tissues are pulled over mesh. Results. The mean age of 33 patients, 8 men and 25 women, that have omental interpositioned mesh herniaplasty in our clinic was 55. Seven of the patients had more than one operation. The most frequent reason was umblical hernia socks. The fascia defects were among 6-20 cm. During the follow up two of the patients had infection and three had recurrence. Recurrences were seen in patients with continuous mesh sutures. During the next treatment the fascia sutures were changed into single ones. Conclusion. Omental interpositioned mesh herniaplasty is a cheap and easy method for hernia incision. We are in the opinion that this technique can be an alternative approach to special mesh applications in large hernia incision repairs.