Yazar "Çelik, Zeliha Esin" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 10 / 10
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Associations between nucleus size, and ımmunohistochemical galectin-3, cytokeratine-19 and hbme-1 markers in thyroid papillary carcinoma: a morphometric analyze(SPRINGER, 2019) Toy, Hatice; Etli, Özlem; Çelik, Zeliha Esin; Alikanoğlu, Arsenal SezginThis study aimed to evaluate the morphometric measurements in cases with papillary thyroid carcinoma, and determine a cut-off value to support diagnosis. Fifty cases with a diagnosis of papillary thyroid carcinoma (PTC) were included in the study with their Galectine-3, CK-19 and HBME-1 immunohistochemical staining results. Demographic and clinical data gathered from pathology reports, which included demographic information such as patients' sex, age, macroscopic tumor size, number of tumor focuses; prognostic parameters such as lenfovascular invasion, perineural invasion, thyroid capsule invasion; and results of immunohistochemical CK- 19, Galectin-3 and HBME-1 staining. Longest nuclear diameters of 150 tumor cells and 150 normal thyrocytes of each case were manually measured in an image analysis software, and mean longest nuclear diameters (MLND-TC and MLND-NC), and also tumor cell/normal cell longest nuclear diameter ratio (TC/NC-LNDR) were calculated. MLND-TC was higher than MLND-NC. The cases with higher MLND-TC had increased risk of capsule invasion in case of a negative staining with Galectine-3, HBME-1, or CK-19. When TC/NC-LNDR was high, number of tumor focus tended to be multiple and lymphovascular invasion risk was also increased. Subtypes of PTC were not differed regarding staining patterns. And finally, increased TC/NC-LNDR was associated with increased risk of having poor prognostic factors. The results of this study suggest that MLND-NC, MLND-TC, and TC/NCLNDR are valuable and easy-to-use measures, which can assist routine histology practice.Öğe The effects of local and intraperitoneal zinc treatments on maxillofacial fracture healing in rabbits(Churchill Livingstone, 2020) Azgın, İsa; Arbağ, Hamdi; Eryılmaz, Mehmet Akif; Çelik, Zeliha EsinThis study aimed to determine whether administration of topical and intraperitoneal zinc formaxillofacial fractures has any impact on the bone healing process.Material and method:Thirty-two New Zealand rabbits were randomly assigned to four groups of eighteach. Thefirst group was the control group; fracture lines werefixed using titanium microplates and nomedication was administered. The second group receivedfixations using zinc-coated titanium micro-plates. A single dose of 3 mg/kg zinc was administered intraperitoneally to the third group followingfixations with titanium microplates. A single dose of 3 mg/kg zinc was administered intraperitoneally tothe fourth group followingfixations with zinc-coated titanium microplates. Zinc coating on to the ti-tanium microplates was achieved using the physical vapor deposition technique. A fracture line wascreated in the nasal bones of all subjects andfixed withfive-holeflat microplates and three 5-mm microscrews. All work groups were sacrificed at the end of the sixth week.Results:Histological examination showed that the number of osteoblasts were significantly higher inzinc-coated group (Group 2) than zinc uncoated, control group (Group 1), (415.6±46.7 vs 366.3±11.8)(p<0.001). It was observed that intraperitoneal zinc treatment alone (Group 3) did not significantlyincrease in the osteoblast count compared to zinc un-coated group (Group 1), (390.6±83.2 vs366.3±11.8), (p¼0.341). The immunoreactivity scores for IGF-1 were significantly higher in the zinc-coated group compared to control group (Group 2 vs 1), (9.3±2.8 vs 3.7±1.9) (p<0.05). It wasobserved that intraperitoneal zinc treatment did not cause a significant difference in the aspect of IGF-1for zinc-coated groups (Group 2 vs 4) (9.3±2.8 vs 9.6±2.2) (p¼0.791). The difference in the immu-noreactivity score among whole groups for TGF-bwas not statistically significant (Group 1 vs 2, 3.2±1.7vs 4.4±2.3, p¼0.256; Group 1 vs 3, 3.2±1.7 vs 3.8±2.8, p¼0.524; Group 1 vs 4, 3.2±1.7 vs 2.8±1.3,p¼0.717; Group 2 vs 3, 4.4±2.3, vs 3.8±2.8, p¼0.610; Group 2 vs 4, 4.4±2.3, vs 2.8±1.3, p¼0.124;Group 3 vs 4, 3.8±2.8, vs 2.8±1.3, p¼0.311).Conclusion:The local use of titanium microplates coated with zinc by PVD technique was found effectivefor fracture healing. Zinc coating of titanium microplates used in fracture treatment can acceleratefracture healing. It may be concluded that clinical studies should be performed now in order to explore ifcomparable results can be achieved in humans.Öğe Endometrium Kanserli Hastalarda Preoperatif Tam Kan Sayımının Prognostik Parametreler ve Sağkalımla İlişkisi(Selçuk Üniversitesi, 2018 Mart) Çelik, Zeliha Esin; Yavaş, Güler; Yılmaz, Burcu Sanal; İlhan, Tolgay Tuyan; Yavaş, Çağdaş; Ata, Özlem; Çelik, ÇetinAmaç: Çalışmamızda endometriyum adenokarsinomu tanılı hastalarda preoperatif tam kan sayımı parametrelerinin çeşitli klinikopatolojik prognostik parametrelerle ve sağkalım ile ilişkisi olup olmadığını değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Ocak 2011-Aralık 2014 tarihleri arasında fakültemizde opere edilen ve endometrial adenokarsinom tanısı alan 144 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hemogram parametrelerinden absolü beyaz küre sayısı (BK), absolü platelet sayısı (Plt) hematokrit (Hct), hemoglobin (Hb) değerleri yanı sıra absolü nötrofil sayısının absolü lenfosit sayısına bölümü olan NLR, absolü platelet sayısının absolü lenfosit sayısına bölümü olan PLR ve absolü monosit sayısının absolü lenfosit sayısına bölümü olan MLR oranlarının; tümör çapı, tümör derecesi, FIGO evresi, serviks invazyonu, pozitif lenf nodu sayısı, lenf nodunda ekstrakapsüler yayılım, lenfovasküler invazyon (LVİ), myometrial invazyon derinliği gibi prognostik parametreler ve hastalıksız ve genel sağkalım süreleri ile olan ilişkisi istatistiksel metodlarla araştırılmıştır. Bulgular: Derece 3 tümöre sahip hastalarda BK sayısının derece 1 tümörlü hastalara göre anlamlı derecede düşük olduğu görüldü (p=0.04). LVİ olan olgularda PLR (p=0.018) ve MLR (p=0.028) LVİ olmayan hastalara göre daha düşük idi. Düşük evre olgularda (evre I-II) PLR, yüksek evreli olgulara göre (evre II-III) daha düşük tespit edildi (p=0.03). Tedavi öncesi bakılan tam kan parametreleri ile tümör çapı, serviks invazyonu, pozitif lenf nodu sayısı, lenf nodunda ekstrakapsüler yayılım, myometrial invazyon derinliği, hastalıksız sağkalım ve genel sağkalım arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı (p>0.05). Sonuç: Endometriyum kanserinde tedavi öncesi tam kan sayımı parametrelerinin bir arada kullanılması, hastalığın prognozu ile ilgili fikir verebilir. Çalışmamızın sonuçlarının daha uzun takip süresine ve daha geniş olgu sayısına sahip çalışmalarla desteklenmesi gereklidir.Öğe Gallbladder paraganglioma(AVES, 2015) Ece, İlhan; Alptekin, Hüsnü; Çelik, Zeliha Esin; Şahin, MustafaGallbladder paraganglioma is a very rare tumor, and only a few cases have been reported. Most of these cases were asymptomatic and found incidentally during operation. Our case involved a 57-year-old female patient complaining of intermittent right upper quadrant pain. Preoperative imaging demonstrated a mass in the neck of the gallbladder. Laparoscopic cholecystectomy was performed, and a frozen section of the gallbladder demonstrated a benign mass. The postoperative pathologic examination reported gallbladder paraganglioma and chronic cholecystitis. Immunohistochemically, the chief cells and sustentacular cells showed diffuse positivity with vimentin, synaptophysin, and S-100.Öğe Küçük Hücre Dışı Akciğer Karsinomlarinda Biyolojik Davranışın Belirlenmesinde P53 ve Ki-67 Ekspresyonunun Değeri(Selçuk Üniversitesi, 2020 Aralık) Günler, Tuğba; Karabağlı, Pınar; Çelik, Zeliha Esin; Uğurluoğlu, CeyhanAmaç: Akciğer karsinomlarında yapılan son çalışmalar, tümörü erken evrede tespit etme, nüks ve mortalite riskini belirleme ile hedef tedavide etkili olan klinikopatolojik faktörleri saptamak için yürütülmektedir. Bu çalışmamızda rezeke edilen küçük hücre dışı akciğer karsinom(KHDAK)olgularını 2015 Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sınıflamasına göre yeniden değerlendirerek, p53 ve Ki-67'nin immünohistokimyasal ekspresyonunun klinikopatolojik parametreler ile ilişkisini ve prognostik önemini belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Rezeksiyon materyallerinde KHDAK tanısı alan Evre I - III arasındaki 125 olguda retrospektif olarak klinikopatolojik özellikler (cinsiyet, yaş, sigara kullanımı, tümör boyutu, plevra invazyonu, lenf nodu tutulumu, evre, sağkalım) ile p53 ve Ki-67 immunhistokimyasal ekspresyonu değerlendirildi. Bulgular: p53 ekspresyonu 125 olgunun 61’inde>%10’du. Ki-67 ekspresyonunun ortalama değeri %32,9’du. Hem p53 hem de Ki-67 ekspresyonunun tümörün histolojik tipler ile ilişkisi incelendiğinde anlamlı sonuçlar bulundu (p=0,036 ve p=0,000). Ki-67’den farklı olarak p53 ekspresyonu adenokarsinom (ADK) alt tiplerinde derece yükseldikçe anlamlı yüksek bulundu (p=0,036). Yüksek Ki-67 ekspresyonu tümör boyutu ve evre artışı ile ilişkiliydi (p=0,008 ve p=0,020). Tek değişkenli ve çok değişkenli analizlerde prognozu etkileyen faktörler yaş ve tümörün evresi idi (p=0,021 ve p=0,041). Klinikopatolojik bulgular sağkalıma tek başına etkili değildi. Wald testi p53 ve Ki-67 ekspresyonu, sigara ve cinsiyet ile genel sağkalım arasında anlamlı bir ilişki olmadığını ortaya koymuştur. Sonuç: KHDAK’larında Ki-67 ekspresyonu büyük tümör boyutu ve ileri evre ile güçlü bir ilişkiyi göstermektedir. p53 mutasyonu skuamöz hücreli karsinomlarda ve özellikle ADK solid varyantta daha sık görülmektedir. Bununla birlikte, p53 ve Ki-67 proteinlerinin prognostik öneminin daha büyük hasta gruplarında ve uzun süreli takiplerle araştırılmasının daha anlamlı sonuçlar sunabileceği ön görülmektedir.Öğe Lafora Hastalığı: Olgu Sunumu(2016) Doğan, Ebru Apaydın; İlik, Faik; Çelik, Zeliha Esin; Genç, Bülent Oğuz; Selimoğlu, Muhammed NebilLafora hastalığı (LH) otozomal resesif olarak kalıtılan, progresif miyoklonik epilepsiler grubunda yer alan bir hastalıktır. Klinik seyir ilerleyiciolup miyokloniler, serebellar, ekstrapiramidal bulgular, jeneralize tonik klonik nöbetler ve bilişsel yıkım hastalığın tipik özelliklerini oluşturur.Valproik asit, zonisamid, levetirasetam, klonazepam ve pirasetam tedavi seçenekleri arasındadır. Karbamazepin (KBZ), okskarbazepin, fenitoinve lamotirijin (LM) ise klinik tabloyu bozabildiğinden, kaçınılması gereken ilaçlar arasındadır. Her ne kadar veriler henüz sınırlı olsa da, nöbetsıklığında azalmanın yanı sıra LH’daki nörolojik ve kognitif kötüleşmeyi düzeltebildiğine dair veriler olan tek ilaç perampaneldir. Bu yazıda,KBZ ve LM ile klinik kötüleşmenin olduğu tipik bir LD hastası elektrofizyolojik ve patolojik bulgular eşliğinde sunulmuştur.Öğe Rektal Adenokarsinomlarda Aldehid Dehidrogenaz 1 (ALDH1) ve Gamma Synuclein Ekspresyonunun Prognostik Değeri(Selçuk Üniversitesi, 2020 Aralık) Harmankaya, İsmail; Karabağlı, Pınar; Yavaş, Güler; Çelik, Zeliha Esin; Ata, ÖzlemAmaç: Kolorektal kanserler arasında her evrede sağkalımın en olumsuz olduğu tümörler rektum kanserleridir. Bununla birlikte cerrahi tekniğin optimizasyonu ve neo-adjuvan tedavi yaklaşımı, son yıllarda rektum kanserlerinde 5 yıllık sağ kalım sürelerinin kolon kanserinden daha iyi olmasına neden olmuştur. Erken evre rektum tümörlü hastaların tedavisinde küratif tedavinin köşe taşı cerrahidir. Ancak transmural invazyon ve/veya pozitif perirektal lenf nodu olan hastalarda, hastalığın lokal kontrolü ve kürü açısından olumlu sonuçlar elde edebilmek için cerrahi tedaviye radyoterapi ve kemoterapinin eklenmesi gerekir. Kanser kök hücre belirteci olan ALDH1 ekspresyonunun kemoterapiye rezistansta, tümör progresyonunda ve metastazında anlamlı olduğu yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Ayrıca metastatik ve ileri evre meme over, karaciğer, prostat ve kolon kanserlerinde normal dokudan farklı olarak anormal gamma synuclein ekspresyonu varlığı da gösterilmiştir. Gamma synuclein ekspresyonu meme kanser hücrelerinin proliferasyonu, invazyonu ve metastazıyla ilişkili bulunmuştur. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda rektum rezeksiyon materyallerinden rektal adenokarsinom tanısı alan 55 olguya ait tümöral ve normal mukoza örnekleri incelendi. Prognostik parametreler ile ALDH 1 ve Gamma synuclein antikorlarının ekspresyonları arasındaki ilişki araştırıldı. Bu şekilde çalışmamızda rektum kanserinde gamma- synuclein ve ALDH1 ekspresyonu ile tümör agresivitesi ve prognozu üzerine etkilerini belirlemeyi amaçladık. Bulgular: İmmunohistokimyasal olarak Gamma synucleinin rektum kanseri ve normal mukozasında boyanmadığı görüldü. ALDH 1 ile farklı boyanma paternleri saptanarak bulgular literatür eşliğinde yorumlandı. Sonuç: Çalışmamızda rektum kanseri ve normal mukozal dokuda derece, evre, lenf nodu metastazı, Lenfovasküler invazyon ve Perinöral invazyon ile ALDH1 ekspresyonu arasında istatiksel olarak anlamlı olmayan, boyanma kuvveti açısından ters orantılı bir ilişki saptandı. Gamma synucleinin ise rektum kanserlerinde eksprese olmadığı görülmüştür.Öğe Renal hücreli karsinomlarda makroskopik, mikroskopik, morfometrik ve immünohistokimyasal prognostik belirleyicilerin görüntü analizi sistemi de kullanılarak incelenmesi(Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2011) Çelik, Zeliha Esin; Avunduk, Mustafa CihatAmaç: Yetişkinlerdeki tümörlerin %3'ünü oluşturan renal hücreli karsinomun (RHK) prognozunu etkileyen klinik ve patolojik özellikler pek çok çalışmada bildirilmektedir. Biz de çalışmamızda RHK larda histopatolojik ve diğer prognostik parametrelerin önemini, bunların immunohistokimyasal belirteçler ve histomorfometrik veriler yanısıra birbirleri ile olan ilişkilerini gözden geçirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada 90 adet RHK olgusu ilk aşamada, yaş, cinsiyet, makroskopik tümör çapı, çekirdek derecesi, histolojik alt tip, kapsül invazyonu, perirenal yağlı doku invazyonu, sürrenal dokusu invazyonu, üreter, renal arter, renal ven invazyonu yönünden incelenmiştir. Daha sonra ise her olguya immunohistokimyasal olarak cyclin D1, ki67, p27, p53, CAIX monoklonal antikorları uygulanmıştır. Tespit edilen ekspresyonlar dijital olarak fotoğraflanıp PC ortamında NEO görüntü analiz programı V.2.0 yardımı ile birim alandaki pozitif boyanan hücreler açısından değerlendirilmiştir. Ayrıca PC ortamına aktarılan dijital fotoğraflar aynı görüntü analiz programı ile tümör hücresi düzeyinde histomorfometrik olarak da incelenmiştir. Elde edilen tüm sonuçlar birbiri ile karşılaştırılıp immünohistokimyasal ve histomorfometrik verilerin prognostik verilerle arasındaki ilişki istatistiksel olarak araştırılmıştır. Bulgular: Çalışmamızda; makroskopik tümör çapı ile histolojik alt tip, perirenal yağ doku invazyonu, böbrek kapsül invazyonu arasında anlamlı ilişki olduğunu izledik. Ayrıca Fuhrman çekirdek derecesi arttıkça perirenal yağ dokusu invazyonu görülme sıklığının, ortalama çekirdek çapının, makroskopik tümör çapının arttığını ancak CAIX ekspresyonunun azaldığını tespit ettik. Cyclin D1 ekspresyonunun şeffaf hücreli tümörlerde kromofob ve papiller tip tümörlerden daha yüksek olduğunu, yine şeffaf hücreli tip tümörlerde ki67 ve CAIX ekspresyonlarının kromofob tip tümörlerden daha yüksek olduğunu gördük. Papiller tip tümörlerde ise p53 ekspresyonunun kromofob tip tümörlerden daha yüksek olduğunu izledik. Artmış cyclin D1 ve p27 ekspresyonlarının iyi prognozla korele olduğunu tespit ettik. Ortalama tümör hücre çekirdek çapları ile cyclin D1, ki67, p27, p53, CAIX ekspresyonları arasında anlamlı ilişki saptamadık. Ancak tümör hücre çekirdeklerinin çaplarının ortalamasının; böbrek kapsül invazyonu, perirenal yağ dokusu invazyonu olan olgularda invazyonu olmayan olgulardan daha yüksek olduğunu bulduk.Sonuç: Çalışmamızda RHK larda prognostik önemi olan klinikopatolojik parametreler, immunohistokimyasal belirteçler ve daha önce benzer yöntemle ele alınmamış histomorfometrik veriler geniş kapsamlı bir biçimde incelenmiş, birbirleriyle olan ilişkileri gözden geçirilmiştir. Elde ettiğimiz sonuçların büyük bir kısmı literatürle uyumludur. Bazı sonuçların ise daha geniş kapsamlı çalışmalarla desteklenebileceği görüşündeyiz.Öğe Using Computerized Cytomorphometry to Distinguish between Benign and Malignant Cases in Thyroid Fine-Needle Aspiration Cytology(WILEY-BLACKWELL, 2016) Çelik, Zeliha Esin; Altınay, Serdar; Kılınç, Fahriye; Arslan, Nur; Yılmaz, Burcu Sanal; Karabağlı, Pınar; Uğurluoğlu, CeyhanBackgroundOnly a small number of studies on computerized cytomorphometry have been performed for thyroid FNAC. The present study aimed to determine the usefulness of computerized cytomorphometry methods to further classify thyroid lesions as benign or malignant and to compare the practicability and value of using Papanicolaou (Pap) and Giemsa stains in thyroid FNAC by evaluating their association to various cytologic nuclear parameters. MethodsFifty-eight thyroid lesions diagnosed by FNAC and categorized according to the Bethesda system for reporting thyroid cytopathology were evaluated in terms of various cytologic nuclear parameters, including nuclear area (NA), nuclear perimeter (NP), nuclear density (ND), long nuclear diameter (LND), and short nuclear diameter (SND). The Pap- and Giemsa-stained slides were examined separately. ResultsIn the malignant cases, NA, NP, LND, and SND were higher than in the benign cases for both the Pap and Giemsa stains. NA, NP, LND, and SND were higher in Giemsa than Pap for both the benign and malignant groups. Statistically significant differences were detected between the benign and malignant cases in the AUS category. ConclusionsComputerized cytomorphometry is useful in distinguishing between benign and malignant lesions in thyroid FNAC. The measurement of cytologic nuclear parameters in cases suggestive of AUS may be useful for the probable classification of cases as benign or malignant. Although further studies are needed, in nuclear morphometric assessment of thyroid FNAC, Giemsa staining may be more useful and valuable than the Pap stain because of its association with various cytologic nuclear parameters. Diagn. Cytopathol. 2016;44:902-911. (c) 2016 Wiley Periodicals, Inc.Öğe Uterin Serviksin Minimal Deviasyon Adenokarsinomu (Mda)(Selçuk Üniversitesi, 2018 Mart) Gül, Ayhan; Çelik, Zeliha Esin; Çakır, Tansel; Çintesun, Ersin; Çelik, ÇetinMinimal deviasyon adenokarsinom(MDA) servikal adenokarsinomların %1-3 oranında görülen bir varyantıdır.Nadir görülmesi nedeniyle standart tanısal metot ve tedavi protokolü yoktur. Uterin servikste 10-12 cm boyutunda kitlesi olan vakamızda tanı servikal biyopsi ile konamadı.Manyetik rezonans görüntülemede (MRI) MDA tanısı düşünüldü ve operasyon sonrası tanı kondu. Postoperatif olarak adjuvant kemoradyoterapi (KRT) uygulandı ve hasta 16 aylık bir süre rekürrens olmadan izlendi.