Yazar "Çilli, Ali Savaş" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 29
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Ayaktan psikiyatri hastalarında yaygın anksiyete bozukluğunun yaygınlığı ve ek tanılar(2006) Özcan, Murat; Uğuz, Faruk; Çilli, Ali SavaşAmaç: Bu çalışmada psikiyatri polikliniğine başvuran hastalar arasında yaygın anksiyete bozukluğunun (YAB) yaygınlığı, sosyodemografik değişkenlerle ilişkisi ve diğer anksiyete ve depresif bozukluklarla birlikteliğinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Araştırmanın birinci aşamasında 4 aylık dönemde bir üniversite hastanesi psikiyatri polikliniğine ardışık başvuran 950 hasta ile poliklinik hekimi CIDI (Uluslarası Bileşik Tanı Görüşmesi, 2.1 versiyonu)?nın YAB modülü kullanılarak klinik görüşme yaptı. YAB tanısı alan 99 hasta daha ileri değerlendirme için araştırmacı hekime yönlendirildi. İkinci aşamada hastalara CIDI anksiyete ve duygudurum (majör depresyon ve distimi) bozuklukları modülleri uygulanarak 12 aylık dönemde ek tanılar araştırıldı ve YAB tanısı doğrulandı. Araştırmacı hekim tarafından tekrar değerlendirme sırasında YAB tanı ölçütlerini karşılamayan bir hasta dışlandı. Bulgular: Doksansekiz hasta (% 10.3) YAB?nun DSM-IV tanı ölçütlerini karşıladı. Olguların 89?u (% 90.8) herhangi bir anksiyete veya depresif bozukluğa sahipti. Herhangi bir depresif bozukluk ve anksiyete bozukluğu ile birliktelik oranları sırasıyla % 84.7 ve % 56.1 bulundu. En sık birliktelik gösteren bozukluk majör depresyondu (% 83.7). En sık bulunan anksiyete bozuklukları ise sosyal fobi (% 30.6), OKB (% 19.4) ve özgül fobi (% 17.4) idi. Kadınlarda, evlilerde, ev hanımlarında, ev kızlarında, bedensel hastalık öyküsü olanlarda ve eğitim düzeyi düşük olanlarda YAB yaygınlığı anlamlı derecede yüksek gözlendi. Sonuç: Bulgularımız ayaktan psikiyatri hastalarında YAB?nun depresif bozukluklar ve diğer anksiyete bozuklukları yüksek birliktelik oranlarına sahip olduğunu ve cinsiyet, medeni, çalışma ve eğitim durumu gibi bazı sosyodemografik değişkenlerle ilişkili özellikler taşıdığını gösterdi.Öğe Ayaktan Psikiyatrik Hastalarda Vücut Dismorfik Bozukluğu: Tanı, Yaşam Boyu Başka Ruhsal Hastalık Varlığı, Demografik ve Klinik Özellikler(2002) Aşkın, Rüstem; Çilli, Ali SavaşAmaç: Bu araştırmada vücut dismorfik bozukluğu olan (VDB) 47 hasta klinik, demografik özellikleri ve yaşam boyu geçirdikleri başka ruhsal hastalıklar açısından incelenmiştir. Yöntem: Beş yıllık bir dönemde psikiyatrik muayene için başvuran 4768 hastanın kayıtları gözden geçirildi. VDB tanısı alan 54 hasta tespit edilerek ayrıntılı yeniden değerlendirme için davet edildi. Toplam 47 hastaya (E:K26:21) DSM-IV ölçütlerine göre VDB tanısı, SCID-I ile yaşam boyu diğer psikiyatrik bozukluk tanıları kondu. Bulgular: VDB olan hastaların yaş ortalamaları 23.15.5 ve hastalığın ortalama başlama yaşı 17.62.4 yıl olarak bulundu. Yüz (%27.7) ve burun (%25.5) en yaygın kaygı bölgeleri olup, onları saç kaybı/cansızlığı, bacak/diz, el ve bedensel zayıflık izledi. Obsesif-kompulsif bozukluk (%31.9), majör depresyon (%21.3) ve sosyal fobi (%17.0) en sık bulunan yaşam boyu birinci eksen DSM-IV tanıları idi. On bir hasta (%23.4) alınganlık düşüncelerine ve 9 hasta (%19.1) kusurlu organ veya alınganlık sanrılarına sahip bulundu. Dört hasta (%8.5) intihar girişiminde bulunmuştu. Sonuç: Bulgularımız VDB'nun obsesif kompulsif bozuklukla eşhastalanma özellikleri ve belirti yapısı açısından benzerlik gösterdiğini, yine VDB'nun psikotik alt tipinin bulunduğunu düşündürmektedir. İncelediğimiz Türk nüfusundaki VDB hastalarının düşük intihar girişimi dışında Batı'daki yayınlarda belirtilenlere benzer klinik özelliklere sahip olduğu saptanmıştır.Öğe Cezaevinde Çalışan İnfaz ve Koruma Memurlarında Psikiyatrik Bozuklukların Bir Yıllık Yaygınlığı(2003) Kaya, Nazmiye; Çilli, Ali Savaş; Güler, ÖzkanAmaç: Bu çalışmada Konya E Tipi kapalı cezaevinde çalışan infaz ve koruma memurlarında (IKM) DSM-IV ölçütlerine göre psikiyatrik bozuklukların 1 yıllık yaygınlık oranlarını araştırmak amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya katılan 96 IKM ile GIDI (Uluslararası Bileşik Tanı Çizelgesi) 2.1 12 aylık versiyonu kullanılarak görüşülmüştür. Veriler SPSS programı kullanılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: % 28.1 ile nikotin bağımlılığı en sık görülen psikiyatrik bozuklukken bunu % 10.4 ile majör depresyon ve % 9.3 ile özgül fobi izlemiştir. Bipolar bozukluklar, psikotik bozukluklar ve madde kullanım bozuklukları gözlenmemiştir. Sonuç: Psikiyatrik bozukluklar topluma göre yüksek bulunmuştur. Stres yaratıcı cezaevi ortamı burada çalışan insanlarda psikiyatrik bozuklukların ortaya çıkmasına neden olabilir. Cezaevlerinde koşulların iyileştirilmesi, çalışanların psikolojik olarak desteklenmesi ruhsal bozuklukların azalmasında rol oynayabilir.Öğe The Comparison of Depression, Anxiety and Quality of Life Levels Among Trimesters of Pregnancy(2010) Karataylı, Savaş; Gezginç, Kazım; Uguz, Faruk; Karataylı, Rengin; Çilli, Ali SavaşObjective: To compare the levels of depression, anxiety and quality of life among trimesters of pregnancy. Study Design: A total number of 200 patients;50 pregnant women from each trimester and 50 control group women who are not pregnant but with similar sociodemographic characteristics were included. To determine the levels depressive and anxiety symptoms and quality of life were performed the Beck Depression Inventory (BDI) the Beck Anxiety Inventory (BAI) and the World Health Organization Quality of Life Assessment Brief (WHOQOL-BREF), respectively. Results: While BDE and BAE points in pregnant were indifferent between trimesters; these points were found significantly higher compared with control group. There were significant differences for WHOQOL-BREF and the lowest quality of life was present at 3rd trimester. Conclusion: The levels of anxiety and depression were high, and quality of life was low in all trimesters, especially at 3rd trimester. Especially at advanced stages of pregnancy; the health care givers should evaluate pregnant women for depression and anxiety.Öğe Ev Kadınlarında ve Çalışan Evli Kadınlarda Psikolojik Belirtilerin Karşılaştırılması(2004) Çilli, Ali Savaş; Kaya, Nazmiye; Bodur, Said; Özkan, İshak; Kucur, RahimAmaç: Bu çalışmada ev kadınlarındaki ve çalışan evli kadınlarındaki psikolojik belirtilerin şiddetinin ve sosyo-demografik faktörlerle ilişkisinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Konya il merkezinde rasgele seçilen en az orta okul mezunu 68 ev kadını ve 76 çalışan evli kadına sosyo-demografik özellikleri sorgulayan bir formla birlikte SCL-90-R psikolojik belirti tarama listesi uygulandı. Veriler Pearson korelasyon analizi, t testi, ki-kare testi, Mann-VVhitney U testi, tek ve çok yönlü varyans analizi ile istatistiksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Ev kadınları ve çalışan evli kadınların yaşları anlamlı farklılık göstermedi (30.05.5; 31.97.6, P0.099). Çalışan evli kadınların ve eşlerrm daha yüksek eğitim gördüğü, toplam aile gelirlerinin daha yüksek olduğu, evde yaşayan toplam kişi sayısının daha az olduğu ve evlenme yaşlarının daha yüksek olduğu bulundu. Ev kadınlarında anksiyete, fobi, paranoid ve somatizasyon alt ölçek puanları ve global şiddet indeks ortalaması anlamlı derecede daha yüksek bulundu. Çalışan evli kadınlarda obsesyon ve psikotik belirti puanları ile aylık ve toplam aile geliri arasında, ev kadınlarında ise anksiyete, depresyon ve obsesyon puanları ile toplam aile geliri arasında ters yönde ilişki olduğu bulundu. Sonuç: Bulgularımız ev kadınlarında psikolojik belirtilerin çalışan evli kadınlara göre daha fazla olduğunu, her iki grupta da psikolojik belirtilerin toplam aile geliri ve eğitim düzeyi ile yakın ilişkili olduğunu gösterdi. Ev kadınlarının psikolojik sorunlarının daha fazla olma sebepleri ve çözüm yolları üzerinde durulması gerekliliği sonucuna varıldı.Öğe Factors associated with major depressive disorder occurring after the onset of obsessive-compulsive disorder(ELSEVIER, 2007) Beşiroğlu, Lütfullah; Uğuz, Fairuk; Sağlam, Mürsel; Ağargün, Mehmet Yücel; Çilli, Ali SavaşBackground: We aimed to investigate the correlates of major depressive disorder (MDD) occurring after the onset of obsessive-compulsive disorder (OCD). Methods: Forty-three OCD patients who developed MDD after the onset of OCD (OCD-MDD group) and 67 OCD patients without MDD (non-MDD, NMDD group) were compared with regard to sociodemographic characteristics, clinical history, symptom severity, types of obsessions and compulsions, insight degree, comorbid axis I and axis 11 diagnosis and quality-of-life level. Results: The OCD-MDD group scored significantly higher on measures of obsessions, compulsions and depression severity than did the NMDD. Significantly more aggressive obsessions were identified in the OCD-MDD group than in the NMDD group. The OCD-MDD group was also significantly more likely than the NMDD group to have generalized anxiety disorder (GAD), There was no significant difference in the rate of personality disorders between the groups. The OCD-MDD group reported significantly lower levels of quality of life (QOL) in the domains of physical health, psychological health and social relationships. Depression severity was associated with obsession but not with compulsion severity. In a logistic regression model, obsession severity, presence of GAD and aggressive obsessions emerged as the factors associated with the occurrence of MDD. Limitations: To exclude ineligible patients, we gathered the information about past mood episodes cross-sectionally. Conclusions: These results suggest that psychopathological processes mediated by specific obsessions as well as excessive anxiety and worries may render the neurocircuities more vulnerable to the development of MDD. The occurrence of MDD in OCD cannot sufficiently be explained as a secondary complication to the disability of OCD. (c) 2006 Elsevier B.V. All rights reserved.Öğe Fibromiyalji sendromundaki uyku bozuklukları üzerine trazodonun etkisi(1998) Adak, Burhan; Çilli, Ali Savaş; Tekeoğlu, İbrahim; Ağargün, Mehmet YücelAmaç: Bu çalışmada fibromiyalji sendromunda (FMS) sık görülen ve etiyolojisinde suçlanan uyku bozukluklarının tedavisinde trazodonun etkinliğinin araştırılması hedef alındı. Yöntem: Uyku kalitesini ölçmek için Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ) kullanıldı. Cinsiyet, yaş ve tedavi öncesi PUKİ değerleri açısından homojen olan 27 hastaya trazodon (50 mg/gün), 14 hastaya plasebo 3 hafta süreyle verildi. Kontrol PUKl değerlerindeki değişiklikler nonparametrik testlerle değerlendirildi. Bulgular: Trazodon ve plasebo grubunda başlangıç değerlerine göre uyku kalitesinin anlamlı derecede düzeldiği, plasebo grubuna göre trazodon grubundaki düşmenin anlamlı derecede daha fazla, kontrol PUKİ değerlerinin daha düşük olduğu bulundu. Sonuç: FMS'de özellikle uyku kalitesi şikayetleri üzerine trazodon plaseboya göre daha etkilidir.Öğe Investigation of Sexual Problems in Married People Living in the Center of Konya(Türkiye Sinir ve Ruh Sağlığı Derneği, 2010) Yılmaz, Ertan; Zeytinci, İsmet Esra; Sarı, Serap; Karababa, İbrahim Fatih; Çilli, Ali Savaş; Kucur, RahimObjective: Sexual problems are widely encountered in community. While studies clinically perforned concerning sexual peoblems in Turkey exist, there are no field studies related to sexual problems witnessed in both men and women. In this study, sexual problems in married population and the level of their sexual knowledge have been tried to be investigated. Method: The cosmos of the study consisted of the whole married population between the ages of 18 and 60 and living in the province of Konya. Sociodemografic Information Form and Golombok-Rust Inventory of Sexual Satisfaction were performed in 945 subjects accepting to take part in the study and appropriate. Results: Average age rate of the males taking part in the study was 38.5 +/- 9.5 and the same rate of women was 34.2 +/- 9.8. According to the findings provided via GRISS, the rate of erectile dysfunction (ED) in men was 14.5 %, the rate of premature ejeculation (PE) 29.3 %, the rate of anorgasmia in women was found to be 5.3 %, and the rate of vaginismus to be 15.3%. Conclusion: Prevalence rates of PE, ED and anorgasmia in our sample was parallel to those provided from other cobntries at some age group. Vaginismus rate in our study is higher compared to other studies.Öğe Konya İl Merkezi'nde Yaşayan Evli Nüfusta Cinsel Sorunların Araştırılması(2010) Yılmaz, Ertan; Zeytinci, İsmet Esra; Sarı, Serap; Karababa, İbrahim Fatih; Çilli, Ali Savaş; Kucur, RahimAmaç: Cinsel sorunlar toplumda sık görülmektedir. Türkiye'de cinsel sorunlar üzerine klinik ortamda yapılan çalışmalar olmasına karşın hem erkek hem de kadınlarda görülen cinsel sorunlar üzerine saha çalışması bulunmamaktadır. Bu araştırmada bir il merkezinde yaşayan evlinüfusta cinsel sorunlar ve cinsel bilgi düzeyleri araştırılmıştır. Yöntem: Araştırma evreni Konya ili merkezindeki tümyerleşim birimlerinde yaşayan 18-60 yaş grubundaki evli erkek ve kadınların tamamıdır. Araştırmaya katılmayı kabul eden ve çalışmaya alınma ölçütlerine uyan 945 kişiye sosyodemografik bilgi formu ve Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği uygulanmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan erkeklerin yaş ortalaması38.59.5, kadınların 34.29.8 idi. Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeğinden elde edilen verilerle erkeklerde sertleşme güçlüğü % 14.5, erken boşalma % 29.3;kadınlarda anorgazmi % 5.3, vajinismus %15.3 olarak saptanmıştır. Sonuç: Bu araştırmaya göre sertleşme güçlüğü, erkenboşalma ve anorgazmi yaygınlıkları diğer ülkelerdeki aynı yaş grubunda yapılan çalışmalarla benzerdir. Vajinismus yaygınlığı ise benzer çalışmalara göre yüksektir.Öğe Konya Kapalı Cezaevi'ndeki mahkumlarda psikiyatrik bozuklukların yaygınlığı(2004) Kaya, Nazmiye; Güler, Özkan; Çilli, Ali SavaşAmaç: Konya Kapalı Cezaevi'nde mahkumlarda psikiyatrik bozuklukların 12 aylık yaygınlığının araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya alınan 305 mahkum ile Uluslararası Bileşik Tanı Görüşmesi-2.1 (CIDI) 12 aylık versiyonu kullanılarak görüşülmüştür. Alkol ve madde kullanımı ile ilişkili bozukluklar için CIDI-2.1 yaşam boyu versiyonu kullanılmıştır. Sonuçlar: DSM-IV tanı ölçütlerine göre mahkumların %67.2'sine herhangi bir psikiyatrik bozukluk, %29.2'sine herhangi bir duygudurum bozukluğu, %27.9'una herhangi bir anksiyete bozukluğu, %3.6'sma herhangi bir somatoform bozukluk, %1'ine şizofreni ve diğer psikozlar, %50.5'ine nikotin bağımlılığı tanısı konmuştur. Yaşam boyu alkol bağımlılığı %19.7, madde bağımlılığı %7.9 bulunmuştur. Cezaevine giriş sayısı fazla olan mahkumlarda herhangi bir duygudurum bozukluğu, alkol bağımlılığı/kötüye kullanımı, ve herhangi bir madde bağımlılığı/kötüye kullanımı anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. Psikiyatrik yatış öyküsü olan mahkumlarda herhangi bir duygudurum bozukluğu, herhangi bir anksiyete bozukluğu, nikotin bağımlılığı ve herhangi bir madde bağımlılığı/kötüye kullanımı anlamlı düzede yüksek bulunmuştur. Tartışma: Mahkumlarda psikiyatrik bozuklukların yaygınlığı yüksek bulunmuştur. Cezaevlerinde psikiyatrik bozuklukların tanı ve tedavisini sağlayacak yeterli ve deneyimli ekibin olması önemli görünmektedir.Öğe Multipl Sklerozda Yaşam Kalitesinin Depresyon ve Anksiyete ile İlişkisi(2003) Kaya, Nazmiye; Akpınar, Zehra; Çilli, Ali SavaşAmaç: Multipl sklerozda (MS) yaşam kalitesinin depresyon, anksiyete, fiziksel özürlülük ve hastalık süresi ile ilişkisinin araştırılması amaçlandı, yöntem: Araştırmaya 62 MS'li hasta ve 34 sağlıklı-gönüllü kişi kontrol grubu olarak alınmıştır. Hasta ve kontrol grubuna Beck Depresyon Envanteri (BDE), Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HAM-D), Hamilton Anksiyete Değerlendirme Ölçeği (HAM-A), Yasam Kalitesi Ölçeği (WHO-QOL-Brief) uygulanmıştır. Ayrıca, hastalara Kısa Yeti Yitimi (KYY) ve Genişletilmiş Özürlülük Durum Skalası (EDSS) uygulanmıştır. Sonuçlar: Hastaların %67.7'sikadın, %32.3'3'üerkek olup, ortalama hastalık süresi 4.5pm5.1 yıl, ortalama EDSSpuanı 1.5pm1.4 olarak bulunmuştur. MS hastalarında depresyon ve anksiyete puanları kontrollerden anlamlı derecede yüksek, yaşam kalitesi puanları düşük bulunmuştur. Depresyon puanları ile yaşam kalitesinin tüm alanları, anksiyete puanları ile ise fiziksel sağlık, psikolojik sağlık ve sosyal ilişkiler alanı arasında negatif yönde ilişki bulunmuştur. Hastalık süresi ve yeti yitimi ile yaşam kalitesinin arasında negatif ilişki bulunurken, doktorun değerlendirdiği fiziksel özürlülük skoru ile yaşam kalitesi ilişkili bulunmamıştır. Tartışma: Depresyon ve anksiyete MS hastalarında yasam kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. MS hastalarında doktorun değerlendirdiği fiziksel özürlülük skoru ile yaşam kalitesinin ilişkili bulunmamasına karşın, hastanın bildirimine dayanan yeti yitimi puanı ile ilişkili bulunması ilginçtir.Öğe Nightmares and serum cholesterol level: A preliminary report(CANADIAN PSYCHIATRIC ASSOC, 2005) Ağargün, Mehmet Yücel; Gulec, M; Çilli, Ali Savaş; Kara, H; Sekeroglu, R; Dulger, H; Besiroglu, LObjective: To examine whether there is a relation between nightmares and serum lipid levels. Methods: Fifteen subjects who met DSM-IV criteria for the diagnosis of nightmare disorder and 15 healthy control subjects participated in the study. We used an enzymatic colorimetric method for cholesterol and triglyceride determination. We measured high-density lipoprotien (HDL) cholesterol using the direct HDL-cliolesterot method. Low-density lipoprotein (LDL) was calculated according to the Friedewald formula. Results: Patients with nightmare disorder had. lower serum triglyceride, lower total cholesterol, and lower LDL levels than healthy control Subjects. Conclusion: These findings suggest that nightmares are associated with low serum lipid levels.Öğe Obsesif Kompulsif Bozukluğun Eksen I ve Eksen Bozuklukları ile Birlikteliği(2006) Uğuz, Faruk; Aşkın, Rüstem; Çilli, Ali SavaşAmaç: Bu çalışmanın amacı, obsesif kompulsif bozukluğu (OKB) olan hastalarda mevcut eksen I ve eksen II ek tanılarının sıklığını araştırmaktır. Yöntem: Çalışmaya DSM-IV tanı ölçütlerine söre OKB tanısı konan 50 ayaktan hasta alındı. Eksen I ek tanıları SCID-I (DSM-IV Eksen I Bozuklukları için Yapılandırılmış-Klinik Görüşme), eksen II ek tanıları SCID-II (DSM-III-R Kişilik Bozuklukları için Yapılandırılmış Klinik Görüşme) ile değerlendirildi. Bulgular: Otuz iki (%64) hasta en az bir eksen I bozukluğu, 25 (%50) hasta en az bir eksen II bozukluğu tanı ölçütlerini karşıladı. Hastaların %58'inde herhangi bir anksiyete bozukluğu, %52'sinde herhangi bir duygu durumu bozukluğu bulundu. En sık görülen eksen I bozukluğu major depresyon (%46) olup, bunu özgül fobi (%24) ve yaygın anksiyete bozukluğu (%22) takip etmekte idi. Eksen II bozuklukları arasından en yaygın olanları obsesif kompulsif (%30), çekingen (%28) ve pasif agresif (%12) gibi C kümesi kişilik bozuklukları idi. Sonuç: Çalışma sonuçlan OKB'Iİ hastaların önemli bir kısmında başka eksen I ve eksen II bozukluklarının bulunduğunu göstermektedir.Öğe Okskarbazepin Tedavisine Bağlı Uygunsuz Antidiüretik Hormon Salıverilmesi: Olgu Sunumu(2001) Çilli, Ali Savaş; Algün, EkremUygunsuz antidiüretik hormon salıverilmesi sendromu (SIADH), pek çok nedenle birlikte karbamazepin, nöroleptikler, trisiklik antidepresanlar, metildopa ve son zamanlarda serotonin geri alımını inhibe eden antidepresanlar gibi bazı psikotropik ilaçlara bağlı olarak da gelişebilen ve ciddi hiponatremiye neden olan bir sendromdur. Yetmiş yaşında, bipolar bozukluk nedeniyle yatarak tedavi görmekte olan bir erkek hastaya manik dönem tanısı ile günde 150-600 mg dozlarında Okskarbazepin (OKBZ) tedavisi uygulandı. OKBZ tedavisinin 6. haftasında hastada halsizlik, letarji, baş dönmesi, bulantı ve hıçkırık gelişti. Hastada belirgin hiponatremi tespit edilirken (Na 106 mEq/l, K 4.4 mEq/l), renal fonksiyonlar normal bulundu. OKBZ sonlandırıldı ve hastaya günde iki kez furosemid 20 mg (iv) ve izotonik NaCI tedavisi başlandı. Na seviyesi bir hafta içinde normal değerlere ulaştı. Özellikle yaşlı hastalarda OKBZ ve diğer psikotropik ilaçlarla hiponatremi gelişme riski daha yüksektir. Yaşlı hastaların tedavisinde potansiyel olarak ciddi, ancak düzelebilen bu yan etki konusunda dikkatli olunmalıdır. Psikiyatrik hastalarda hiponatreminin belirtileri gözden kaçabilmektedir. Özellikle psikotropik ilaç kullanan yaşlı hastalarda serum elektrolitlerinin yakın takibi önleyici olabilir.Öğe Oxcarbazepine-İnduced Syndrome of Inappropriate Secretion of Antidiuretic Hormone(PHYSICIANS POSTGRADUATE PRESS, 2002) Çilli, Ali Savaş; Algün, EkremThe syndrome of inappropriate secretion of antidiuretic hormone (SIADH) is a relatively rare syndrome that occurs in various circumstances such as central nervous system diseases, cancers, and infections. SIADII is also reported to be associated with use of some psychotropic drugs, e.g., carbamazepine, neuroleptics, tricyclic antidepressants, and, more recently, selec- tive serotonin reuptake inhibitors. Common symptoms of SIADH include weakness, lethargy, headache, anorexia, and weight gain. These symptoms may be followed by confusion, convulsions, coma, and death. The early symptoms are vague and nonspecific and may mimic the symptoms of the psychiatric disorder itself.Öğe Physical disability, psychological status, and health-related quality of life in older hemodialysis patients and age-matched controls(2006) Altıntepe, Lütfullah; Levendoğlu, Funda; Okudan, Nilsel; Güney, İbrahim; Çilli, Ali Savaş; Uğurlu, Hatice; Tonbul, Halil ZekiWe aimed at comparing the elderly adults and normal subjects with regard to their disability, psychological status, and quality of life (QOL). One hundred and twenty-five dialysis patients and 61 controls were recruited in the study. Depression and anxiety symptoms of the patients were evaluated with the Psychological Symptom Screening List (SCL 90-R). For evaluating the disability, the Rivermead mobility index (RMI) was utilized. For evaluating the QOL, we used the short form-36 (SF-36) scale. The Rivermead mobility index of the patients (9.6±3.4) was found. When compared with controls, dialysis patients had higher levels of disability (p=0.0001). Depression and anxiety symptom scores of these patients were also significantly higher than that of the controls (p<0.05). There was a correlation between the disability and depression symptom scores (r: 0.171, p=0.037). Both physical and mental capacity scores of the dialysis patients were lower than those of the controls (p<0.05 and p<0.05) QOL scores for elderly hemodialysis patients were found to be lower. Their disability was higher, making them dependable on others during their daily lives. Specific exercise programs should be developed for these patients. Even the smallest effort in this regard will result in improvements in physical functioning while bringing them significant benefits. © 2006 International Society for Hemodialysis.Öğe Polikliniğe Başvuran Epilepsili Hastalarda Obsesif Kompulsif Bozukluk: Sıklık ve Klinik Özellikler(Kure İletişim Grubu A Ş, 2010) Çilli, Ali Savaş; Uğuz, Faruk; Zeytinci, Esra; Seren, Behiç; Genç, Emine; Genç, Bülent OğuzObjective: In the present study, we aimed to investigate the prevalence and symptomatology of and factors associated with obsessive-compulsive disorder in epilepsy patients. Methods: A total of 155 consecutive patients with epilepsy between ages 18 and 60, who presented to epilepsy outpatient clinic of a university hospital were included in this study. Patients with additional neurological disorders other than epilepsy; epilepsy secondary to head trauma, metabolic disorders, and intracranial problems; patients with severe medical diseases; mental retardation, and patients who received psychotropic medications during the last month were excluded from the study. Sociodemographic properties of patients, type of epilepsy, and antiepileptic medications were recorded. Types of epilepsy were recorded clinically as simple partial, complex partial, juvenile absence, juvenile myoclonic, generalized tonic-clonic, and others. Type of epilepsy according to EEG was recorded as temporal lobe epilepsy and non-temporal lobe epilepsy. SCID-I (Structured Clinical Investigation of Disease) for axis I was used to diagnose OCD for DSM-IV. Yale-Brown Obsession Compulsion Scale was used for the types of obsessions and compulsions among the OCD diagnosed patients. Results: Nine (5.8%) patients met the criteria for OCD. The most common obsessions were contamination (66.7%), aggression (44.4%), religious (22.2%) and symmetry/exactness (22.2%) whereas the most common compulsions were cleaning/washing (66.7%), checking (66.7%), repeating rituals (22.2%) and orderliness/sorting (22.2%), respectively. Patients with temporal lobe epilepsy had a higher frequency of OCD than patients with non-temporal lobe epilepsy. The correlation between levetiracetam use and OCD was found to be marginally significant. No correlation was detected between OCD and other anticonvulsants. The mostly used anticonvulsants were oxcarbazepine (35.5%), carbamazepine (31.6%) and valproic acid (34.2%). The most frequent clinically diagnosed epilepsy types were generalized tonic-clonic (34.2%) and complex partial epilepsy (27.1%). Twenty five patients had temporal lobe epilepsy (16.1%) and others had nontemporal epilepsy (83.9%). There were no difference between the groups regarding age, sex, duration of illness, education level, marital status, and anticonvulsant use. Prevalence of OCD was 10.5% (n=2) among the patients with juvenile myoclonic seizures, 9.5% (n=4) with complex-partial and 5.7% (n=3) with generalized tonic-clonic seizures. OCD was not diagnosed among the patients with other types of epilepsy. However, there was no significant relation between clinically diagnosed type of epilepsy and the prevalence of OCD. Prevalence of OCD was higher among the patients with temporal lobe epilepsy (16%) than nontemporal lob epilepsy patients (3.8%). Conclusion: The results suggest that the prevalence of OCD among a group of outpatients who are in treatment for epilepsy, especially temporal lobe focus, is relatively higher than the prevalence in the community. Although, the symptomatology of obsessions and compulsions seems to be similar between the epilepsy patients and general OCD patients, there is a need for controlled studies with larger sample sizes.Öğe Polikliniğe Başvuran Epilepsili Hastalarda Obsesif Kompulsif Bozukluk: Sıklık ve Klinik Özellikler(2010) Çilli, Ali Savaş; Uğuz, Faruk; Zeytinci, Esra; Seren, Behiç; Genç, Emine; Genç, Bülent OğuzAmaç: Bu çalışmada epilepsili hastalarda obsesif kompulsif bozukluğun (OKB) sıklığı, semptomatolojisi ve ilişkili etkenlerin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Çalışmaya bir üniversite hastanesinin epilepsi polikliniğine başvuran 18-60 yaş arasında ardışık 155 hasta alındı. Epilepsi dışında halen ek nörolojik hastalığı olanlar; epilepsisi kafa travması, metabolik sorunlar ve intrakranial olaylar gibi ikincil nedenlere bağlı gelişmiş olanlar; halen şiddetli ek bir tıbbi hastalığı olanlar; zeka geriliği bulunanlar ve son 1 ay içinde psikotrop ilaç alanlar çalışmaya alınmadı. Hastaların sosyodemografik özellikleri, epilepsi türü ve aldığı antiepileptik ilaçlar kaydedildi. Epilepsi türleri klinik olarak basit parsiyel, kompleks parsiyel, jüvenil absans, jüvenil miyoklonik, jeneralize tonik-klonik ve diğerleri olarak kategorize edildi. EEG sonuçlarına göre ise epilepsi türleri temporal ve non-temporal olarak sınışandırıldı. OKB tanısı DSM-IV Eksen I Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme / Klinik Versiyon (SCID-I / CV) ile kondu. OKB tanısı alanlarda obsesif kompulsif belirtilerin türleri ve şiddetini saptamak için Yale-Brown Obsesyon Kompulsiyon Ölçeği (YBOKÖ) kullanıldı. Bulgular: Dokuz (%5.8) hasta OKB tanısı için ölçütleri karşıladı. En sık obsesyonlar bulaşma (%66.7), saldırganlık (%44.4), dinsel (%22.2) ve simetri/keskinlik (%22.2), en sık kompulsiyonlar ise yıkama/temizleme (%66.7), kontrol etme (%66.7), yineleme (%22.2) ve düzenleme/sıralama (%22.2) idi. Temporal lob epilepsili hastalarda OKB sıklığı nontemporal lob epilepsili hastalardan daha fazlaydı. Levetirasetam kullanımı OKB ile sınırda anlamlı derecede ilişkili bulundu. Hastaların en sık kullanmakta oldukları antiepileptik ilaçlar okskarbazepin (%35.5), karbamazepin (%31.6) ve valproik asitti.(%30.3). Klinik olarak hastalardaki en sık epilepsi türleri jeneralize tonik-klonik (%34.2) ve kompleks parsiyeldi. (%27.1). Hastaların 25’i (%16.1) temporal lob epilepsi, geri kalanı (%83.9) nontemporal lob epilepsiye sahipti. OKB’si olan ve olmayan gruplar arasında yaş, cinsiyet, hastalık süresi, eğitim durumu, medeni durum ve kullanılan antiepileptikler yönünden anlamlı fark bulunmadı. OKB sıklığı jüvenil miyoklonik nöbetleri olanlarda %10.5 (s2), kompleks parsiyel nöbetleri olanlarda %9.5 (s4) ve jeneralize tonik-klonik nöbet geçirenlerde %5.7 (s3) olarak saptandı. Diğer epilepsi türlerine sahip hastalar arasında OKB bulunmadı. Bununla birlikte, klinik epilepsi türleri ile OKB sıklığı arasında anlamlı bir ilişki yoktu. Temporal lob epilepsili hastalarda OKB sıklığı (%16) temporal lob epilepsisi olmayanlardan (%3.8) yüksek bulundu. Sonuç: Bulgularımız, özellikle temporal lob kökenli olmak üzere, tedavi altındaki bir grup ayaktan epilepsi hastasında OKB’nin toplumdaki yaygınlığından nispeten sık olduğunu göstermektedir. Epilepsili hastalarda görülen obsesif kompulsif semptomların genel olarak epilepsisi olmayanlara benzer olduğu düşünülebilirse de, konu ile ilgili daha geniş örneklemli ve kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe The prevalence of parasomnias in preadolescent school-aged children: A Turkish sample(AMER ACADEMY SLEEP MEDICINE, 2004) Ağargün, Mehmet Yücel; Çilli, Ali Savaş; Sener, S; Bilici, M; Ozer, OA; Selvi, Y; Karacan, EStudy Objectives: To survey the prevalence of parasomnias in a population of children aged 7 to 11 years and to determine whether parasomnias are associated with medical and neurobehavioral properties. Design: Parents and children completed a pediatric sleep questionnaire that contains 27 items developed by the authors to assess parasomnias in children. Parents and children were also interviewed about the children's medical and sociofamilial history, schooling, psychological difficulties, medication intake, and the history of psychomotor and psychosocial development. Setting: NA Participants: 971 preadolescent school-aged children from 4 locations in Turkey participated in the study. Results: We found a 14.4% prevalence of parasomnia in preadolescent school-aged children. Almost every sixth child had about at least 1 parasomnia. When we examined parasomnias separately, bruxism, nocturnal enuresis, and night terrors were the most common parasomnias among both girls and boys. The prevalence of parasomnias was higher in the 9- and 10-year-old age groups than in the other age groups. Girls and boys did not differ. Children with parasomnias had higher rates of past physical illness, delays in toilet raining, behavior disturbances, adjustment problems, and learning difficulties. Conclusions: These results suggest that the prevalence of parasomnias was high in the 9- and 10-year-old age groups. Parasomnias are associated with a history of physical illness and neurobehavioral abnormalities.Öğe Psikiyatri Polikliniğine Başvuran Konversiyon Bozukluğu Olan Hastaların Sosyodemografik ve Klinik Özellikleri(2003) Göktaş, Kasım; Kaya, Nazmiye; Çilli, Ali SavaşAmaç: Psikiyatri polikliniğine başvuran konversiyon bozukluğu tanısı konmuş hastaların sosyodemografik ve klinik özelliklerinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem; Bu çalışmada psikiyatri polikliniğine Ocak 2001-Ocak 2003 tarihleri arasında başvuran ve DSM-IV tanı ölçütlerine göre konversiyon bozukluğu tanısı almış olan 232 hastanın poliklinik kartları incelenmiştir. Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların % 85.4'ünün kadın, % 60.3'ünün ilkokul mezunu, % 65.Tinin evli, % 59.9'unun ev hanımı olduğu, % 52.2'sinin kentte oturduğu bulunmuştur. Hastaların % 66.4'ünde psikososyal stres, % 6.9'unda soy geçmişte konversiyon bozukluğu bulunduğu öğrenilmiştir. Hastaların % 48.7'sinde eşlik eden bir psikiyatrik bozukluk saptanmıştır. Bunların % 25.9'u depresyon, % 15.5'i anksiyete bozukluğu tanısı almıştır. Kinik alt tiplere bakıldığı zaman, katılmalar ya da konvulsiyonlarla giden tip (% 38.4) ilk sırada yer alırken bunu mikst tip ve duyusal belirti ya da kaybı gösteren (% 37 ve% 16.4) tip izlemiştir. Sonuç: Bu çalışmada konversiyon bozukluğu olan hastaların çoğunluğunun kadın ve ilkokul mezunu olduğu bulunmuştur.