Yazar "Örs, Rahmi" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 16 / 16
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Congenital Tuberculosis in Premature Twins After in Vitro Fertilisation(BMJ Publishing Group, 2009) Altunhan, Hüseyin; Keser, Melike; Pekcan, Sevgi; Ural, Onur; Örs, RahmiGenital tuberculosis is a major cause of infertility in countries where tuberculosis is endemic. With recent advances in assisted reproductive technology, women with tuberculous endometritis may become pregnant and ultimately have children with congenital tuberculosis. In vitro fertilisation represents a useful treatment for infertility. Congenital tuberculosis is a rare and severe, rapidly progressive, disease. Making an early diagnosis of congenital tuberculosis is difficult, because it can mimic many neonatal illnesses. To the best of our knowledge, we report the first cases of premature twins with congenital tuberculosis following in vitro fertilisation. After the diagnosis of genital tuberculosis in the mother, the twins were screened and diagnosed for tuberculosis. The twins dramatically improved after anti-tuberculosis therapy. We also wish to draw attention to the importance of searching for genital tuberculosis as the possible cause of congenital infection, even if the mother is asymptomatic.Öğe Distal Ekstremite Kısalığı ve Tek Atriumla Gözüken Bir Kondroektodermal Displazi (Ellis-van Creveld Sendromu) Olgusu(2010) Ertuğrul, Sabahattin; Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Örs, RahmiNadir görülen otozomal resesif bir bozukluk olan Ellis-van Creveld sendromu veya kondroektodermal displazi ilk olarak 1940 yılında Ellis ve van Creveld tarafından tanımlanmıştır. Bu kıkırdak ve ektodermal displazi, kısa kaburga, postaksiyal polidaktili, displastik tırnak ve diş anomalileri, büyüme geriliği ve konjenital kalp hastalığı ile karakterizedir. Hastaların yaklaşık %60’ında bir kardiak defekt olup, en sık atrial septal defekt, genellikle de tek bir atrium vardır. Bu yazımızda distal ekstremite kısalığının yanı sıra tek atriumu olan bir Ellis-van Creveld sendromu olgusu sunuldu.Öğe Doğuştan hidrosefalinin nadir bir nedeni olarak tip-1 plazminojen eksikliği(2013) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Özbek, Orhan; Turgut, Banu Öztürk; Örs, RahmiCiddi tip 1 plazminojen eksikliği otozomal çekinik geçen ve başta göz olmak üzere müköz membranlarda kronik enflamasyona neden olan nadir bir hastalıktır. En sık görülen klinik tablosu linyöz konjonktivittir. Bu hastalarda nadiren doğuştan tıkayıcı hidrosefali de görülebilir. Biz burada doğum öncesi hidrosefali tanısı konan ve doğumdan sonra ciddi plazminojen eksikliği olduğu gösterilen yenidoğan bir bebeği sunduk. Ailenin ilk çocuğunda ve iki teyzesinde de aynı hastalığın bulunduğunu saptayıp tartıştık. Tıkayıcı hidrosefali olgularında ve özellikle linyöz konjonktivit tanısı konan veya aile öyküsünde linyöz konjonktivit olduğu bilinen bebeklerde plazminojen eksikliğinin de olabileceği akılda bulundurulmalıdır.Öğe Duktus bağımlı konjenital kalp hastalıklarında oral prostaglandin E1 tedavisinin değerlendirilmesi(2012) Altunhan, Hüseyin; Annagür, Ali; Ertuğrul, Sabahattin; Konak, Murat; Şap, Fatih; Karaaslan, Sevim; Örs, RahmiAmaç: İntravenöz prostaglandin E1 (PGE1) infüzyonu duktus bağımlı konjenital kalp hastalarında etkisi kanıtlanmış bir ilaçtır. Ancak intravenöz PGE1 oldukça pahallı, sürekli intravenöz infüzyon gerektiren ve her merkezce temini zor bir ilaçtır. Uzun süre kullanılması gerektiğinde bu sorunlar daha önemli hale gelmektedir. Bu çalışmada Oral PGE1in intravenöz PGE1 temin edilinceye kadar duktusun açık kalmasını sağlayıp sağlamadığını göstermek amaçlanmıştır. Yöntem: Yenidoğan yoğun bakım ünitesine duktus bağımlı konjenital kalp hastalığı tanısıyla yatırılıp intravenöz PGE1 temin edilinceye kadar oral PGE1 verilen 10 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların oral PGE1 ve intravenöz PGE1 başlanmadan önce ve sonra arteryal kan gazında pO2 ve ciltten bakılan sO2 değerleri kaydedildi. Bulgular: Oral PGE1 tedavisine ortalama başlama yaşı 5.5 saat (0.525), verilme süresi 28 saat (1846) idi. Hastaların oral PGE1 başlandıktan 2 saat sonra alınan pO2 ve sO2 değerlerinin başlanmadan önceki değerlerine göre istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde arttığı gözlendi. PO2 ve SO2 düzeyindeki düzelme intravenöz PGE1 başlanıncaya kadar devam etti. İntravenöz PGE1 başlandıktan 2 saat sonra bakılan PO2 ve SO2 değerlerinin intravenöz PGE1 başlanmadan önce bakılan değerlerine göre bir miktar daha artış gösterdiği gözlendi. Sonuç: Kısa süreli kullanımda intravenöz PGE1 oral PGE1den daha etkili olsa da oral PGE1de duktusun açık kalmasında yeterince etkilidir. Bu nedenle intravenöz PGE1 temin edilinceye kadar oral PGE1 alternatif bir seçenek olarak kullanılabilir. Uzun süreli kullanımda ise damar yoluna ve hastanede yatışa gerek duyulmadan, kullanımı kolay ve oldukça ucuz olan oral PGE1in intravenöz PGE1 yerine kullanılabileceğini düşünüyoruz. Ancak bunun için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Hipoksik iskemik ensefalopatili yenidoğanlarda sol ve sağ ventrikül “pulsed” ve doku Doppler miyokart performans indeks değerlerinin Z-skorla karşılaştırması(2011) Alp, Hayrullah; Karaaslan, Sevim; Baysal, Tamer; Oran, Bülent; Örs, RahmiAmaç: Çalışmanın amacı; hipoksik iskemik ensefalopatili (HİE) ve sağlıklı term yenidoğan bebeklerde, kardiyak etkilenmeyi göstermek amacı ile pulsed (PD) ve doku Doppler (DD) tekniklerini kullanarak miyokart performans indeksini (MPİ/Tei indeksi) belirlemek ve bu iki teknik sonuçları arasında ortaya çıkan farklılıkları değerlendirmektir. Yöntemler: Çalışma prospektif gözlemsel bir çalışmadır. Postnatal ilk 24 saat içinde belirlenen kriterlere göre perinatal asfiksi tanısı konulan 20 term yenidoğan ve kontrol grubu olarak sağlıklı, 50 term yenidoğan bebek çalışmaya alındı. HİE grup Sarnat evrelemesine göre Sarnat Evre 1 ve 2-3 olmak üzere iki gruba ayrıldı. Kontrol ve hasta gruplarına doğumdan sonraki ilk 24 saat içerisinde ve bir yıl sonra, PD ve DD ekokardiyografi teknikleri uygulanarak MPI hesaplandı. Aynı ölçüm teknikler ile elde edilen veriler Kruskal-Wallis testi ile iki tekniğin birbirine üstünlüğü ise Z skoru olarak hesaplandı. Bulgular: Sarnat evre 2-3 grubunda, hayatın ilk gününde her iki ventrikülde PD (0.410.04, 0.510.02) ve DD (0.590.04, 0.510.02) ile bakılan bakılan MPİ kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek bulundu (p0.01, p0.02, p0.03). Pulsed ve doku Doppler ile elde edilen MPİ için hesaplanan Z skoru, kontrol grubu ve Sarnat Evre 1 grubunda her iki ventrikül için benzer bulunurken, diğer Sarnat gruplarında anlamlı olarak farklı olduğu görüldü. Sonuç: Hipoksik iskemik ensefalopatili yenidoğanlarda kardiyak fonksiyonlar olumsuz yönde etkilenmekte olup bu durumun, hipoksinin ağırlığı ile ilişkili olduğu bulunmuştur. MPİ, hafif hipoksiye maruz kalan yenidoğanlarda kontrol grubundan farksız iken, orta ve ağır hipoksiye maruz kalmış yenidoğanlarda daha büyüktür. İki tekniğin ölçüm değerleri açısından birbirine üstünlüğü bulunamamış ancak orta ve ağır hipoksik grupta DD ile elde edilen MPİ’deki Z skor değişiminin daha büyük olduğu saptanmıştır. (Anadolu Kardiyol Derg 2011; 11: 719-25)Öğe Is Myocardial Performance Index Useful in Differential Diagnosis of Moderate and Severe Hypoxic-İschaemic Encephalopathy? A Serial Doppler Echocardiographic Evaluation(Cambridge Univ Press, 2012) Karaarslan, Sevim; Alp, Hayrullah; Baysal, Tamer; Çimen, Derya; Örs, Rahmi; Oran, BulentIntroduction: The aim of this study was to investigate the importance of myocardial performance index as an additive criterion to Sarnat criteria in differential diagnosis of newborn babies with moderate and severe hypoxic-ischaemic encephalopathy. Methods: Our study group included 50 healthy term newborn babies and 20 newborn babies with hypoxic ischaemic encephalopathy. The 20 newborn babies with hypoxic-ischaemic encephalopathy were scored using Sarnat grades. Left and right ventricular functions were determined on the first day and thereafter in the 1, 3-4, 6-7, and 11-12 months of life by M-Mode and pulsed Doppler. Results: Myocardial performance indexes of the left ventricle were significantly higher in the severe hypoxic ischaemic encephalopathy group than in the control group during the first, second, and third analyses (p = 0.01, p = 0.02, p = 0.02, respectively) and only during the first analysis (p = 0.01) in the moderate hypoxic-ischaemic encephalopathy group. In addition, the myocardial performance indexes of the right ventricle were significantly higher during the first, second, and third analyses in both severe and moderate hypoxic-ischaemic encephalopathy groups than in the control group (p = 0.01, all). Hypoxia-induced alterations last longer in the right ventricle than in the left ventricle in the moderate group, as during the second and third analyses myocardial performance index continues to be higher than the control group. Conclusion: Myocardial performance indexes for the left and right ventricles were significantly higher in both severe and moderate hypoxic-ischaemic encephalopathy groups than in the control group during the first analysis, and myocardial performance index greater than or equal to 0.5 can be used in order to distinguish moderate and severe hypoxic-ischaemic encephalopathy babies according to Sarnat grades as a discriminative additive criterion.Öğe Klasik galaktozemili bir yenidoğanda Candida albicans menenjiti(2012) Altunhan, Hüseyin; Annagür, Ali; Konak, Murat; Ertuğrul, Sabahattin; Yüksekkaya, Hasan Ali; Örs, RahmiKlasik galaktozemi nadir görülen bir karbonhidrat metabolizma bozukluğudur. Galaktozemili hastalarda sepsis sıklığı belirgin derecede artmıştır. En sık görülen sepsis etkeni E. coli’dir. Mantar sepsisi galaktozemi hastalarında nadiren bildirilmiştir. Kandida sepsisi yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde özellikle prematürite ve düşük doğum ağırlığı gibi altta yatan bir risk faktörü olan bebeklerde önemli bir sepsis nedenidir. Galaktozemi hastalarında en sık sepsis etkeni E. coli olmasına rağmen altta yatan bir risk faktörü olmasa da kandidiyazisin de bu hastalarda bir sepsis ve menenjit etkeni olabileceği akılda tutulmalıdır. Ayrıca kandidiyaziste klinik ve laboratuar bulgular silik olabilir. Bu nedenle özellikle neonatal kandida menenjitinde erken tanı ve tedavi için şüphe indeksini yüksek tutmak gerekir. Böyle hastalarda BOS analizi, kültürü ve beyin görüntülenmesi mutlaka yapılmalıdır. Çünkü erken tanı ve tedavi hayat kurtarıcı olacaktır. Bu yazıda yatışının dördüncü gününde alınan kan kültüründe Candida albicans üreyen ve menenjit tanısı konan bir klasik galaktozemi olgusu sunuldu.Öğe Konjenital nefrotik sendrom: Olgu sunumu ve literatürün gözden geçirilmesi(2012) Konak, Murat; Annagür, Ali; Altunhan, H.; Ataş, Bülent; Örs, RahmiKonjenital nefrotik sendrom (KNS), doğumdan sonra kendini belli eden ciddi proteinüri, hipoalbüminemi ve ödemle karakterize nadir bir böbrek hastalığıdır. Özellikle nefrin ve podocin adlı genlerde oluşan mutasyon sonucu glomerular filtrasyon bariyerinin bozulmasıyla ortaya çıkan genetik bir bozukluktur. KNS perinatal enfeksiyonların sonucunda olabileceği gibi, genetik bir sendromunda parçası da olabilir. İmmün süpresif tedavi genetik kaynaklı KNS'de etkisizdir ancak böbrek transplantasyonu küratif tedavi sağlamaktadır. Birçok vakada hayatı tehdit eden ödemden korumak için günlük albümin infüzyonu gerekmektedir. Ek olarak yüksek kalorili diyet, tiroksin ve mineral desteği uygulanır. Tromboembolik komplikasyonların ve immünite yetersizliğinden dolayı gelişebilecek firsatçı infeksiyonların proflaksisi gerekmektedir. Yazımızda ödemi olmayan ancak sebat eden hipoalbüminemi ve proteinüri nedeniyle KNS tanısı alan bir yenidoğan olgusunu sunarak hastalığı literatür eşliğinde tartıştıkÖğe Konya’da Ekim 2008 - Şubat 2010 tarihleri arasındaki çocukluk çağında toplum kökenli pnömoni tanısı ile hastaneye yatırılan hastalarda bakteriyel ve viral etkenlerin insidansı ve klinik özellikleri(2016) Sert, Sadiye; Emiroğlu, Melike; Arslan, Uğur; Koç, Osman; Örs, RahmiAmaç: Bu çalışmada; toplum kökenli pnömoni tanısı (TKP) ile hastaneye yatırılan hastalarda bakteriyel ve viral etkenlerin insidansı ve klinik özellikleri araştırılması amaçlanmıştır.Yöntem: 1 Ekim 2008-28 Şubat 2010 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Poliklinikleri ve Çocuk Acil Servisine başvuran ve yatırılarak tedavi edilmesi gereken, başvurudan 48 saat öncesine kadar antibiyotik kullanmayan, klinik olarak TKP tanısı olan, yaşları 1 ay ile 16 yaş arasındaki toplam 91 hasta çalışma kapsamına alındı. Bu hastaların demografik ve klinik özellikleri kaydedildi. Hastane başvurusu esnasında tam kan sayımı, eritrosit sedimantasyon hızı, C-reaktif protein, prokalsitonin, kan kültürü için kan numuneleri ve viral etiyolojiyi gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR) ile saptamak amacıyla nazofaringeal aspirat numuneleri alındı. Tüm hastaların PA akciğer radyografileri kontrol edildi.Bulgular:Hastaların %24,2 (22/91)'sinde pnömoni etkeni saptanırken, %75,8 (69/91)'inde herhangi bir pnömoni etkeni saptanamadı. 91 hastanın 11 (%12,1)'inde viral enfeksiyon, dokuzunda (%9,9) sadece bakteriyel enfeksiyon, üçünde (%3.3) viral koenfeksiyon, ikisinde (%2,2) hem virus hem de bakteri vardı. Virus tespit edilen 11 hastanın yedisinde Parainfluenza (PIV) 2, ikisinde PIV 3, birinde adenovirus, ikisinde hem PIV3 hem remains a leading cause of morbidity and mortality Childhood community-acquired pneumonia (CAP) adenovirus, birinde hem PIV2 hem de PIV3 tespit edildi. Hastaların hiçbirinde RSV, PIV1, hMPV saptanmadı. Bakteri tespit edilen 11 hastanın beşinde Stafilokokus epidermidis, ikisinde S. saprophyticus, birinde S. shominis, birinde S. capitis, birinde S. sobrinus ve birinde S. mitis tespit edildi. Hastaların ikisinde de viral-bakteriyel karma etken olduğu saptandı. Klinik olarak pnömoni tanısı alan 91 hastanın 59 (%64,7)'unda radyolojik olarak pnömoni varlığı belirlendi. Sonuç: Çalışmamız TKP'de viral etkenlerin etiyolojik etkisini gösterdi. Parainfluenza virus 2 tüm yaş gruplarında en sık tespit edilen viral etkendi. Viral enfeksiyonların etiyolojik tanılarının iyileştirilmesi ile gereksiz antibiyotik kullanımından kaçınılabilir. Sonuçlarımızı doğrulamak için daha kapsamlı ve randomize kontrollü çalışmalara gereksinim vardırÖğe Nadir bir neonatal menenjit etkeni: Grup A streptokok(2013) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Ertuğrul, Sabahattin; Konak, Murat; Örs, RahmiGrup A streptokoklar neonatal menenjitin oldukça nadir etkenlerindendir. Biz literatür ışığında A grubu beta hemolitik streptokokun neden olduğu bir yenidoğan menenjit olgusunu tartıştık. Daha önce sağlıklı olan 24 günlük erkek bebek; bir gündür devam eden ateş, emmeme ve sola lokalize konvülziyonla başvurdu. Yapılan lomber ponksiyonu pürülan menenjit ile uyumluydu. Hem kan hem de beyin omurilik sıvısı kültüründe A grubu beta hemolitik streptokok üredi. Hasta Penisilin G ile tedavi edildi. Klinik seyrinde tetra ventriküler hidrosefali geliştiği gözlendi. Ancak şant takılmasına ihtiyaç duyulmadı. Takiplerinde de işitme kaybı geliştiği tespit edildi. Grup A streptokok menenjiti yenidoğan döneminde oldukça nadir görülmesine rağmen yenidoğan sepsis ve menenjit olgularında akılda bulundurulması gereken etkenlerdendir. Grup A streptokok menenjiti diğer yenidoğan menenjit etkenleri gibi ciddi nörolojik sekellere yol açabilir.Öğe Pastpartum depression in mothers of infants with very low brrth weight(2013) Hergüner, Sabri; Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Çiçek, Erdinç; Örs, RahmiAmaç: Çok düflük doum arlkl (ÇDDA) bir bebein doumu annesi için önemli bir yaflam olaydr. Bu bebeklerin annelerinin psikolojik stres açsndan yüksekrisk altnda olduu çeflitli arafltrmalarda gösterilmifltir. Bu çalflmann amac ÇDDA olan bebeklerin annelerinde depresif belirtilerin düzeyini arafltrmak veiliflkili etmenleri incelemektir. Yöntem: Çalflmaya 35 ÇDDA bebein (1500 gr) annesi, 35 düflük doumarlkl (DDA) bebein (1500-2500 gr) annesi ve 35 zamannda doan salklbebein (2500 gr) annesi olmak üzere toplam 105 bebek ve annesi alnmfltr. Annelerdeki doum sonras depresif belirtilerin incelenmesinde Edinburg Doum Sonras Depresyon Ölçei (EDDÖ) kullanlmfltr. Sosyal destek ise Çok BoyutluAlglanan Sosyal Destek Ölçei (ÇBASDÖ) ile deerlendirilmifltir. Bulgular: Ortalama EDDÖ puan ve yüksek depresyon puan olan (EDDÖ12) annelerin says ÇDDA olan bebeklerin annelerinde DDA olan bebeklerin vezamannda doan bebeklerin annelerine göre daha fazlayd. EDDÖ ile doumhaftas, doum arl ve alglanan sosyal destek arasnda negatif yönde kore-lasyon, EDDÖ ile hastanede kalfl süresi arasnda ise pozitif yönde korelasyonolduu görüldü. Düflük doum arl ve hastanede uzun süre kalfl doum son-ras depresyon için öngörücü deiflken olarak bulundu. Sonuç: Çok düflük doum arl olan bir bebein doumu ve ardndan hastan-eye yatrlmas annede psikolojik stres oluflturmaktadr. Çocuk hekimlerininÇDDA bebeklerin annelerinde depresif belirtiler konusunda daha dikkatliolmalar ve gerektiinde psikiyatri kliniine yönlendirmeleri yararl olabilir. (Nöropsikiyatri Arflivi 2012; 50: 30-33)Öğe Probleme Dayalı Öğrenim Senaryosunun Üçüncü Sınıf Öğrencilerinin Çocukluk Çağı Zehirlenmeleri ile İlgili Bilgisine Etkisi(2011) Karaoğlu, Nazan; Pekcan, Sevgi; Soner, Burak Can; Şeker, Muzaffer; Örs, RahmiGirifl: Öğrencilerin klasik eğitimle aldıkları temel tıp bilimleri bilgilerini klinik yıllaraklinik pratiğe taşıyamadıkları ve probleme dayalı öğrenimin (PDÖ) bu eksiği kapatabileceği ifade edilmektedir. Teorik farmakoloji eğitimini tamamlamış olan üçüncü sınıf öğrencilerinin çocukluk çağı zehirlenmeleri hakkındaki bilgi düzeylerinin hazırlanmış PDÖ senaryosu ile ölçülmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada 2009-2010 akademik yılının 2. yarıyılı ortasında 2. PDÖ senaryosu olarak uygulanan bir çocukluk çağı zehirlenme olgusu öncesindesonrasında araştırmacılar tarafından hazırlanan bir anket formu rastgele örnekleme yöntemiyle seçilen PDÖ gruplarına isimsiz ve gönüllülük temelinde uygulandı. Demografik bilgiler, zehirlenme vakası karşısında tutumlarını ve bilgi düzeylerini ölçmeye yönelik açık- kapalı uçlu sorular ile öncelik sıralaması yapma şeklindeki ifadelerden oluşan anket formunun değerlendirilmesinde sayılar, yüzdeler ki-kare ve Student-t testi kullanıldı. Bulgular: Çalışma grubunda, ön testte 89 öğrenci, son testte 96 öğrenci yer aldı. Refik Saydam Hıfzıssıhha Ulusal Zehir Danışma Merkezi (UZEM) verilerine göre çok sık zehirlenme başvurusu yapılan maddelerden oluşturulan listeye verilen yanıtlarda örneğin; losyon, banyo köpüğü, kozmetikler, suluboya ve kalaminli losyonlar gibi öğrencilerin ön testte toksik dedikleri maddeler son teste anlamlı olarak doğru cevaplanmıştı (p0,05). Toksik oldukları halde öğrenciler tarafından ön testte non- toksik olarak işaretlenen örneğin anti-depresanlar, kalsiyum kanal blokerleri, oral antidiyabetikler gibi pratikte çok sık kullanılan ilaçlar ile ilgili bilgilerde de doğru cevap sayısı anlamlı olarak artmıştı (p0,05). Bu 40 madde için ön testte ortalama doğru bilgi puanı 17,525,82 iken son testte 27,898,79a yükselmiştir (p0,001). Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları teorik olarak farmakoloji bilgisi almış öğrencilere uygulanan PDÖ senaryosunun çocukluk çağı zehirlenme vakaları açısından öğrencilerde bilgi artışına sebep olduğunu göstermektedir. (Güncel Pe di atri 2011; 9: 68-74) ve veÖğe Shaken baby syndrome suggestive of the diagnosis of osteogenesis ımperfecta in newborn(2013) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Annagür, Bilge Burçak; Ertuğrul, Sabahattin; Örs, RahmiFiziksel çocuk istismarı, hafif yumuşak doku yaralanmasından ölüme neden olan ağır beyin hasarına kadar değişen geniş bir yel- pazede ortaya çıkabilmektedir. Çocuklarda ciddi ve ölümcül yaralanmaların başlıca nedeni fiziksel istismar sonucu oluşan kafa travmasıdır ve başlıca; dıştan gözlenen travma izleri, subdural hemoraji, retinal hemoraji klinik triadı ile ortaya çıkmaktadır. Yazımızda geç neonatal sepsis ve osteogenezis imperfekta tanısı ile merkezimize sevk edilen 20 günlük bir bebekte hırpalanmış bebek sendromu olgusunu sunduk. Yirmi günlük iken huzursuzluk, emmeme şikâyeti ile dış merkez çocuk acil servisine götürülen hasta sepsis düşünülmüş ve bu sırada çekilen grafilerinde çok sayıda kırık saptanması üzerine, osteogenezis imperfekta tanısı da düşünülerek hastanemize sevk edilmişti. Ekstremite muayenesinde her iki kol ve sol baldırda şişlik, ekimoz ve hareket kısıtlılığı mevcuttu. Ekstremite grafilerinde her iki humerus ve sol femurda cisim kırığı saptandı. Çoğunlukla aile bireyleri tarafından ver- ilen yanlış öykü veya hekimin dikkatsiz aldığı öykü ile tanısı güçleşen, ciddi mortalite ve morbiditeye neden olan fizik istismarın tanısında radyolojik incelemelerin önemi büyüktür. Ailenin verdiği öykü ile radyolojik bulgular arasındaki uyumsuzluk hekim için uyarıcı olmalı ve radyolojik veriler dikkatle incelenmelidir.Öğe Successful Use of Topical "Ankaferd Blood Stopper" for Repetitive Bleedings in An Infant with Infantile Hemangioma(E-CENTURY PUBLISHING CORP, 2012) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Konak, Murat; Örs, RahmiInfantile hemangioma (IH) is the most common vascular tumor of childhood. A major feature of this tumor is rapid growth during a proliferation phase in the first year of life, followed by contraction through a slow involution phase. Several complications may emerge during this course. Bleeding at the site of the lesion and infection are the most common complications. 'Ankaferd Blood Stopper' (ABS) is a hemostatic agent produced as a mixture of five separate plant extracts. Provision of hemostasis by ABS is independent from coagulation factors and the standard coagulation cascade. Furthermore, ABS has an antimicrobial effect. In this article, we have presented a seven-year-old infant with IH on the lower lip who had been admitted with the symptoms of frequent bleedings and infection, and who was successfully treated with topical ABS in terms of control of bleeding and infection. To the best of our knowledge, this is the first reported case of IH that has been treated with ABS for bleeding.Öğe The utility of prenatal ultrasonography for the detection of congenital masses(2015) Köse, Doğan; Ünal, Ekrem; Acar, Ali; Örs, Rahmi; Köksal, YavuzAmaç: Konjenital kitleler artmış perinatal komplikasyon ve ölüm riski ile ilişkilidir. Bu nedenle doğum öncesi görüntüleme çalışmaları, optimum doğum sonrası müdahaleleri belirlemek için esastır. Biz bu yazıda; konjenital kitlelerin belirlenmesinde prenatal ultrasonografinin yararlılığını değerlendirdik. Yöntem : Kitlesi olan 19 yenidoğan bebek bu retrospektif çalışmaya alındı. Ultrasonografik tanı, tanı anındaki gebelik yaşı, hayatta kalma ve hastalığın histolojik doğrulama verileri incelendi. Bulgular: Kitlesi olan bu 19 yenidoğan bebeğin (8 erkek ve 11 kız), 13ünde (%68) tanı prenatal dönemde konuldu. Kitleler abdominal (n: 12), göğüs (n: 6) ve kranial (n: 1) yerleşimli idi. Abdominal ve torakal kitlelerin prenatal tanı oranları sırasıyla, 10/12 (%83), 3/6 (%50) idi. Intrakranial kitle ise prenatal dönemde tespit edilemedi. Pre natal saptanan kitlelerin kesin tanıları, 4 hastada; teratom, 2 hastada; over kistadenomu, 2 hastada; Wilms tümörü, 1 hastada; nöroblastom ve 1 hastada da; rabdomiyom idi. Kalan 3 hastada ise çeşitli (mezenter kisti, gastroenterik kist, lenfanjioma) kitlel er vardı. Sonuç : Bizim veriler abdominal ve kistik kitlelerin prenatal dönemde ultrasonografik inceleme ile daha kolay tespit edildiğini göstermektedir.Öğe Yenidoğan yoğun bakım ünitesine solunum sıkıntısı nedeniyle yatan hastaların retrospektif olarak değerlendirilmesi(2012) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Arıbaş, Semra; Konak, Murat; Koç, Hasan; Örs, RahmiAmaç: Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesine solunum sıkıntısı nedeniyle yatan hastaların demografik özelliklerini ve solunum sıkıntısına neden olan yenidoğan hastalıklarının sıklığını, tedavinin etkinliğini ve prognozunu belirlemektir. Gereç ve yöntemler: Bu çalışmada 01.01.2008 ile 31.12.2009 tarihleri arasında Meram Tıp Fakültesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesine solunum sıkıntısı nedeni ile yatırılarak izlenen hastaların dosya kayıtları retrospektif olarak incelendi. Bulgular: 2008 yılında 771, 2009 yılında ise 692 hasta yatırılarak takip ve tedavi edildi. Bu hastalardan 2008 yılında 225'i, 2009 yılında 282'si solunum sıkıntısı nedeni ile başvurdu. Ortalama doğum ağırlığı 2008'de 1954972 gr, 2009'da 21401009 gramdı. Ortalama gebelik haftası 2008'de 32,45,0 hf, 2009'da 33,44,9 haftaydı. 2008 yılında aldıkları tanılar %77,8 sepsis, %40,4 respiratuar distres sendromu (RDS), %20,9 pnömotoraks, %12,4 patent duktus arteriozus (PDA), %6,2 mekonyum aspirasyon sendromu (MAS), %5,3 intra ventriküler kanama (İVK), %3,6 pnömoni, %3,1 prematüre retinopatisi (ROP), %2,7 bronkopulmoner displazi (BPD), %2,2 yenidoğanın geçici taşipnesi (YDGT) idi. 2009'da ise %69,5 sepsis, %33,3 RDS, %17,0 PDA, %16,0 pnömotoraks, %10,3 pnömoni, %8,2 İVK, %6 YDGT, %5,3 BPD, %3,2 MAS, %3,2 ROP tanıları aldılar. Solunum sıkıntısı nedeni ile başvuran hastaların 2008'de %43,6'sı, 2009'da %33,7'si ölümle sonuçlandı. Sonuç: Solunum güçlüğü ile başvuran yenidoğanların ilk değerlendirilmelerinde doğum haftası, doğum şekli ve eşlik eden sorunların göz önünde bulundurulması ve gereken hastaların yoğun bakım desteğinin yapılabileceği ileri bir merkeze uygun bir biçimde naklinin yapılması ile yenidoğan ölümlerinde ve morbiditesinde azalma sağlanabileceği kanısındayız.