Yazar "Öztürk, Kayhan" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 56
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Ağız Tabanında Dermoid Kist(2002) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Arbağ, Hamdi; Öztürk, KayhanDermoid kistler, baş boyun bölgesinde seyrek olarak bulunurlar. Bu bölgede en sık geliştikleri lokalizasyon kaşın 1/3 dış bölümüdür. Ağız tabanı dermoid kistleri ise nadirdir. Bu lezyonlar genel olarak yavaş büyürler ve ağrısızdırlar. En sık genç erişkinlerde görülürler. Klinik özellikleri nonspesifik olduğu için histopatolojik inceleme yapılmadan kesin tanı konulamayabilir. Bu çalışmada, ağız tabanında dermoid kisti olan 24 yaşında erkek bir hasta sunulmuştur. Literatür gözden geçirilerek bu lezyonun özellikleri tartışılmıştır.Öğe Akut maksiller sinüzitli çocuklarda predispozan faktörler ve water's grafisinin değeri(Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1999) Öztürk, Kayhan; Cenik, ZiyaÇocukların yılda 6-8 kez üst solunum yolu enfeksiyonu geçirdiği, üst solunum yolu enfeksiyonlarından sonra %0.5-5 oranında bakteriyal sinüzit geliştiği düşünülürse, sinüzit oldukça sık karşılaşılan bir hastaiiKtır. Bu çalışmada Ocak 1998-Aralık 1998 tarihleri arasında, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB Ana bilim Dalı polikliniğine başvuran, yaşları 4-14 arasında değişen, klinik ve radyolojik oiarak akut bakteriyal sinüzit bulguları gösteren 24'ü erkek, 16'sı kız toplam 40 hasta incelenmiştir. Fedıyatrik sinuzitii nastaıaraaKİ KiıniK ve radyoıojiK ozeiiikier; amoKsısıiin-klavulanat potasyum ile tedavi edilen vakaların tedavi öncesi ve sonrası semptom, bulgu ve radyolojik sonuçlar; predispozan faktörler ve normal popuiasyonda saptanan radyolojik bozukluklar tespit edilerek, direk grafiierin anlamı araştırılmıştır. Sonuç olarak; akut maksiller sinüzitli çocuklardaki en sık görülen semptomlar burun tıkanıklığı, öksürük, burun akıntısı ve baş ağrısıdır. En sık tespit edilen I bulgular ise burun mukozasında hiperemi veya ödem, postnazal akıntı, septonazal deviyasyon ve sinüs noktalarında hassasiyet olduğu bulunmuştur. Septonazal deviyasyon ve adenoid hipertrofisi, çocukluk çağı akut maksiller sinüzitlerinde onemii preoıspozan TaKiorierdendir ve tedavinin sonucu üzerinde etkilidir. Water's grafisi akut maksiller sinüzitli çocukların değerlendirilmesinde ve özellikle tedavinin takibinde değerli bir metottur. Ancak asemptomatik çocuklarda da radyolojik patolojilerin olabileceği göz önünde tutulmalıdır. Akut maksiller sinüzitli çocuklarda amoksisiiın- klavuianat ampirik tedavide seçilebilecek etkili bir antimikrobiyaidir.Öğe Alerjik rinit patofizyolojisinde oksidatif stres ve antioksidan faktör(2007) Akbay, Ercan; Arbağ, Hamdi; Uyar, Yavuz; Öztürk, KayhanAmaç: Bu çalışmada, alerjik rinit etyopatogenezinde oksidatif stres ve antioksidanların rolü değerlendirildi. Hastalar ve Yöntemler: Çalışmaya klinik ve laboratuvar incelemeler sonucunda alerjik rinit tanısı konan 40 hasta (13 erkek, 27 kadın; ort. yaş 3014; dağılım 4-63) alındı. Hastaların yakınma süresi ortalama 5.24.9 yıldı. Kan ve serum örneklerinde spektrofotometrik ölçümlerle enzimatik antioksidan olarak miyeloperoksidaz (MPO), non-enzimatik antioksidan olarak A ve E vitamini, oksidatif stres ürünü olan ve lipit peroksidasyonu sonucu oluşan metabolitlerden malondialdehit (MDA) ile oksidatif stres dengesini gösteren total antioksidan kapasiteye bakıldı. Sonuçlar, sağlıklı 40 bireyden oluşan kontrol grubuyla karşılaştırıldı. Bulgular: Hasta grubunda MDA düzeyleri kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek; MPO, A ve E vitamini düzeyleri ve total antioksidan kapasite anlamlı derecede düşük bulundu (p0.05). Sonuç: Bulgularımız, oksidatif stres ve antioksidan savunma mekanizması arasındaki dengesizliklerin alerjik rinit etyopatogenezinde rol oynayabileceğini düşündürmektedir.Öğe Analysis of chromosomes 8 and 17 aneuploidies in laryngeal squamous cell carcinoma by fluorescence in situ hybridization(WILEY, 2004) Öztürk, Kayhan; Acar, Hasan; Durmuş, Ercan; Öztürk, Adnan; Mutlu, NecipObjectives/Hypothesis: The objectives were to investigate chromosomes 8 and 17 numerical aberrations by using fluorescence in situ hybridization in laryngeal squamous cell carcinoma and also to determine whether there is any association between chromosomes 8 and 17 aneuploidies and TNM classification and subgroups of laryngeal squamous cell carcinomas. Study Design: Descriptive study. Methods: Tumor and control samples were taken from 23 patients with LSCC by surgical operation. Fluorescence in situ hybridization analysis with chromosomes 8- and 17-specific a-satellite DNA probes was performed on the interphase nuclei. Results. The percentages for chromosomes 8 and 17 aneuploidies were 33% (SD = 25.7%) (median value, 26.2%; range, 3.5-81.8%) and 19.2% (SD = 15.8%) (median value, 9.8%; range, 3.6%-63.7%), respectively. There was a significant difference between stage 2 and stage 3 (P < .05) and between stage 2 and stage 4 for chromosome 8 aneuploidy (P < .05) but not for chromosome 17 aneuploidy (P > .05). There was also a significant difference for the T classification for chromosome 8 aneuploidy (P < .05) but not for chromosome 17 (P > .05). Conclusion: Chromosome 8 aneuploidy may be related to stage and T classification of laryngeal squamous cell carcinoma and its progression.Öğe Analysis of chromosomes 8 and 17 aneuploidies laryngeal squamous cell carcinoma by fluorescence in situ hybridization(2004) Öztürk, Kayhan; Acar, Hasan; Durmuş, Ercan; Öztürk, Adnan; Mutlu, NecipObjectives/Hypothesis: The objectives were to investigate chromosomes 8 and 17 numerical aberrations by using fluorescence in situ hybridization in laryngeal squamous cell carcinoma and also to determine whether there is any association between chromosomes 8 and 17 aneuploidies and TNM classification and subgroups of laryngeal squamous cell carcinomas. Study Design: Descriptive study. Methods: Tumor and control samples were taken from 23 patients with LSCC by surgical operation. Fluorescence in situ hybridization analysis with chromosomes 8- and 17-specific ?-satellite DNA probes was performed on the interphase nuclei. Results: The percentages for chromosomes 8 and 17 aneuploidies were 33% (SD = 25.7%) (median value, 26.2%; range, 3.5%-81.8%) and 19.2% (SD = 15.8%) (median value, 9.8%; range, 3.6%-63.7%), respectively. There was a significant difference between stage 2 and stage 3 (P < .05) and between stage 2 and stage 4 for chromosome 8 aneuploidy (P < .05) but not for chromosome 17 aneuploidy (P > .05). There was also a significant difference for the T classification for chromosome 8 aneuploidy (P < .05) but not for chromosome 17 (P > .05). Conclusion: Chromosome 8 aneuploidy may be related to stage and T classification of laryngeal squamous cell carcinoma and its progression.Öğe Anterior Atticoantrostomy for Cholesteatoma Surgery(Sage Publications Inc, 2006) Uyar, Yavuz; Öztürk, Kayhan; Keleş, Bahar; Arbağ, Hamdi; Ülkü, Çağatay HanObjectives: We aimed to investigate the long-term results of anterior atticoantrostomy in adult patients with cholesteatoma. Methods: A total of 83 ears in 78 patients were operated on by the anterior atticoantrostomy technique, supported by a periosteal flap, between 1991 and 2002. Results: Cholesteatoma recurred in only 4 ears (4.8%). In the 79 ears without recurrence, re-perforation was observed in 3 ears (3.8%), and retraction pockets developed in the attic of 5 ears (6.3%), 2 of which needed ventilation tubes. Absorption or migration of cartilage grafts was not seen in any of the patients. The mean air-bone gap was 34.8 +/- 13.4 dB and 16.9 +/- 14.7 dB, and the mean high-tone bone conduction was 19.0 +/- 6.2 dB and 21.1 +/- 6.6 dB, in the preoperative and postoperative periods, respectively. Conclusions: In the reconstruction of the posterior canal wall, a cartilage graft supported by a periosteal flap prevents attic retraction and may increase the vascularization of the graft. After anterior atticoantrostomy, the recurrence rate and the probability of leaving residual tissue are low. Therefore, we believe that anterior atticoantrostomy is a relatively safe and effective technique that can be used in the management of cholesteatoma.Öğe Antrokoanal poliplerde endoskopik cerrahi(2005) Öztürk, Kayhan; Yaman, Hüseyin; Ünaldı, Deniz; Arbağ, Hamdi; Keleş, Bahar; Uyar, YavuzAmaç: Bu çalışmanın amacı antrokoanal polip nedeni ile endoskopik cerrahi tedavi uygulanan olgulardaki sonuçları değerlendirmektir. Hastalar ve Yöntemler: Onsekiz antrokoanal polipli hasta (onbir erkek, yedi kadın; ortalama yaş 31.114.7; 11-65 yaşları arasında) retrospektif olarak incelendi. Tüm olgular, ayrıntılı öykü alımı, tam bir KBB muayenesi, nazal endoskopi ve paranazal sinüs tomografisi ile değerlendirildi. Hastalar genel veya lokal anestezi ile ameliyat edildi. Olgular ameliyat sonrası komplikasyon ve nüks yönünden takip edildi. Takip süresi 9-40 ay (ortalama takip süresi: 22.910.5 ay) idi. Bulgular: Olguların on birinde sağ, yedisinde sol maksiller sinüs kaynaklı antrokoanal polip saptandı. En sık görülen semptomlar burun tıkanıklığı ve baş ağrısı idi. Hastaların onüçüne genel anestezi, beşine lokal anestezi altında cerrahi müdahale yapıldı. Beş hastaya fonksiyonel endoskopik sinüs cerrahisi (FESC) ve fossa kaninadan antral yaklaşım ile birlikte polipektomi, üçüne septoplasti ile birlikte FESC, onuna FESC uygulandı. Bir hastada nüks görüldü. Sonuç: Antrokoanal polip tedavisinde rekürrenslerin daha az görüldüğü FESC uygun bir cerrahi yöntemdir. Maksiller sinüsün ostiumdan yeterince değerlendirilemediği durumlarda rekürrensleri önlemek için fossa kaninadan yaklaşım uygun bir yöntem olabilir.Öğe Baş-Boyun Bölgesi Fibröz Displazileri(2002) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Arbağ, Hamdi; Acar, Osman; Öztürk, KayhanAmaç: Baş-boyun bölgesi fibröz displazilerine cerrahi yaklaşımlarımızı sunmak ve sonuçlarımızı değerlendirmek. Hastalar ve Yöntemler: Baş-boyun bölgesi fibröz displazili 8 olgu bu çalışma kapsamına alındı. Preoperatif dönemde bilgisayarlı tomografi ile değerlendirilerek lezyonun sınırları belirlendi. Olgular orijin aldıkları bölgelere göre farklı cerrahi tekniklerle opere edildiler. Postoperatif morbidite, komplikasyon, nüks ve malign transformasyon değerlendirildi. Bulgular: Olguların 3'ü kadın, 5'i erkek ve ortalama yaş 18.3 idi. Tümörler, temporal kemik (n2), maksilla (n2), frontal kemik (n2) ve sfenoid kemik (n2)'ten orijin almakta idi. Lezyon lokalizasyonuna göre, dış kulak yolunda darlık, iletim tipi işitme kaybı, başağrısı, yüzde deformite, burun tıkanıklığı ve maloklüzyon tesbit edilen semptomlardı. Fronto-orbital yaklaşım, Le-Fort I osteotomisi, modifiye radikal mastoidektomi ve parsiyal-inferior maksillektomi tümör orijinine göre uyguladığımız cerrahi tekniklerdi. Parsiyal-inferior maksillektomi uygulanan bir olguda oroantral fistül gelişti ve mukozal yanak flebi ile rekonstrükte edildi. 64.8 ay olan ortalama takip süresinde nüks ya da malign transformasyon izlenmedi. Sonuç: Fibröz displazi gelişimsel benign bir kemik tümörüdür. Cerrahi tedavi kararı patolojinin neden olduğu fonksiyonel ya da estetik bozukluğa göre verilir. Prognoz çoğunlukla iyidir. Ancak malign transformasyon da rapor edilmiştir. Bu nedenle uzun süreli hasta takibi gerekir.Öğe Baş-Boyun Rekonstrüktif Cerrahisinde Pektoralis Major Miyokutanöz Flebi Sonuçlarımız(2002) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Arbağ, Hamdi; Öztürk, KayhanObjectives: To evaluate the efficiency of the pectoralis major myocutaneous flap for reconstruction of high-volume defects in the head and neck region. Materials and Methods: Between 1992-2000, 14 cases with head and neck cancers, who were applied pectoralis major myocutaneous flap for reconstruction, were included in this study. 3 of the cases were female and 11 of them were male. Their ages were between 26-73 (mean age 56.25). All the cases were reconstructed with pectoralis major myocutaneous flap in the same operation after the tumor resection. In this study, pectoralis major myocutaneous flap was evaluated with literature for applying indications and post-operative complications. In this way, the reliability and functionality of the flap was searched. Results: In our series of 14 cases, partial necrosis was found in one case, fistula in another case, seroma and dehiscence were found at the other two. No complications were found at the rest of the ten cases. Conclusion: We think that pectoralis major myocutaneous flap is a functional and reliable choice for reconstruction of high-volume defects in the head and neck region.Öğe Benign Paroksismal Pozisyonal Vertigo Tedavisinde Kullanılan Semont Ve Epley Manevralarının Karşılaştırılması(2003) Arbağ, Hamdi; Özer, Bedri; Keleş, Bahar; Ülkü, Çağatay Han; Öztürk, KayhanAmaç: Benign paroksismal pozisyonel vertigo (BPPV) tedavisinde kullanılan Semont ve Epley manevralarını, hasta uyumu ve tedavi sonuçları açısından değerlendirmek. Gereç ve Yöntem: Ocak 2001-Mayıs 2003 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi KBB Anabilim Dalında, BPPV tanısı konularak tedavi edilen, 58 hasta üzerinde yapılan prospektif bir çalışmadır. BPPV tanısı, hastanın hikayesine ve Dix-Halpike manevrasında nistagmusun karekteristik özelliklerinin belirlenmesi ile konuldu. Dix Halpike manevrası uygulandıktan 10 dakika sonra, 29 hastaya Semont’ un serbestleştirici manevrası, 29 hastaya da Epley manevrası uygulandı. Hastalar manevradan 24 saat, 1 hafta ve 1 ay sonra kontrol edildi. Kontrollerde, hastaların yakınması ve Dix Halpike manevrasına verdiği cevaplar esas alınarak tedavi metotları kıyaslandı. İstatiksel değerlendirmeler için ki-kare testi kullanıldı. Bulgular: 58 hastanın yaşları 22 ile 79 arasında (ortalama:52,5814,3) olup, 38’i (%65.5) kadın, 20’si (%34.5) erkek idi. Hastaların 29’unda (%50) sağ kulak, 23’ünde (%40) sol kulak, 6’sında ise (%10) her iki kulak etkilenmiş olup, toplam 64 kulak için manevra uygulanmıştır. Semptomların ortalama süresi yaklaşık 11.9 ay idi. Semont manevrası uygulanan 32 kulağın 21’inde (%65.6), 24 saat sonra yapılan ilk kontrolde tamamen iyileşme tespit edildi. İkinci kontrolde Dix-Halpike manevrası pozitif olan 11 kulak için tekrar manevra uygulandı, bunların 7’sinde başarı elde edildi. İkinci uygulama ile manevranın başarısı %87.5’e yükseldi. Bir ay sonraki kontrolde 4 (%12.5) kulakta semptomların hala devam ettiği görüldü. Bu hastaların birinde şikayetlerde kısmen de olsa azalma görüldü. Otuz iki kulağa Epley manevrası uygulandı. Bir gün sonraki ilk kontrolde 26 (%81.25) kulakta tam iyileşme görüldü. Bir hafta sonraki kontrolde 6 kulakta semptomların devam etmesi üzerine tekrar manevra uygulandı. Bunların 4’ünde semptomlarda azalma tarif edildi. İkinci uygulamadan sonra manevranın başarısı %93.75 idi. Bir ay sonraki kontrolde 2(%6.25) hastanın semptomları devam ediyordu. Her iki manevranın tedaviye cevap açısından karşılaştırılmasında anlamlı fark yoktu. Sonuç: Pozisyonel vertigo dışında nörolojik ve vestibüler şikayetleri olmayan hastalarda, laboratuar ve görüntüleme yöntemlerine başvurmadan tedavi manevralarının uygulanması maliyet ve zaman açısından kazanç sağlayacaktır. BPPV’nun paroksismal olması, haftalar ve aylar süren spontan remisyonlar gösterebilmesinden dolayı tedavi metodları arasında sağlıklı bir kıyaslamanın yapılması güçtür. Ancak hastanın fiziksel yapısı göz önüne alınarak yaşlı, şişman ve vertebra patolojisi olan hastalarda, Epley manevrasının daha uygun olacağı kanaatindeyiz.Öğe Bilateral ranula in an elderly patient: A case report(2006) Yaman, Hüseyin; Arbağ, Hamdi; Cenik, Ziya; Öztürk, Kayhan; Toy, HaticeRanula sublingual bezden gelişen ekstravazasyon kistidir. Genellikle ağrısız, fluktuan şişlik olarak görülür. Sıklıkla genç erişkinlerde görülür ve unilateraldir. Bilateral ranula nadirdir. Elli üç yaşında kadın hasta, 6 aydır bulunan ve zamanla büyüyen ağız tabanında bilateral şişlik şikayeti ile başvurdu. Lezyonlar intraoral yolla total olarak çıkartıldılar. Postoperatif dönemde komplikasyon görülmedi ve 7 aylık takip süresinde rekürrens yoktu.Öğe A case of invasive meningioma involving the maxillary sinus(2008) Öztürk, Kayhan; Akbay, Ercan; Cenik, ZiyaMeningiomas account for nearly 15% of primary brain tumors, but extracranial meningiomas are very rare. We presented a case of invasive maxillary sinus meningioma. A 50-year-old man presented with facial tenderness and severe pain in the left cheek. He had a prior surgery for a meningioma in the left frontal lobe eight months before. Physical examination and computed tomography showed a mass in the left maxillary sinus. Histopathological result of the biopsy obtained via the Caldwell-Luc approach was invasive meningioma. The mass was removed with the sinus mucosa. The histology of the resected specimen was compatible with invasive angioblastic meningioma. Postoperative radiotherapy was administered because of residual intracranial tumor. No recurrence was detected over an 11-month follow-up period.Öğe A case of invasive meningioma involving the maxillary sinus(2008) Öztürk, Kayhan; Akbay, Ercan; Cenik, ZiyaMeningiomlar primer beyin tümörlerinin yaklaşık %15’ini oluşturmalarına karşın, ekstrakraniyal tutulum çok nadirdir. Bu yazıda invaziv maksiller sinüs meningiomlu bir olgu sunuldu. Elli yaşında bir erkek hasta sol yanak bölgesinde şiddetli ağrı ve hassasiyet şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Öyküsünde, sol frontal lobda yerleşik bir meningiom için sekiz ay önce geçirilmiş bir ameliyat vardı. Fizik muayene ve bilgisayarlı tomografi ile sol maksiller sinüste bir kitle saptandı. Caldwell-Luc yöntemiyle alınan biyopsinin histopatolojik sonucu invaziv meningiom olarak bildirildi. Kitle sinüs mukozasıyla birlikte çıkarıldı. Cerrahi örneğin histopatolojik tanısı invaziv anjiyoblastik meningiom idi. Hastaya, rezidüel intrakraniyal tümör nedeniyle ameliyat sonrasında radyoterapi uygulandı. On bir aylık takip süresi içinde nüks görülmedi.Öğe Chromosome 8 Aneuploidy in Acquired Cholesteatoma(Taylor & Francis as, 2003) Yıldırım, Mahmut Selman; Öztürk, Kayhan; Acar, Hasan; Arbağ, Hamdi; Ülkü, Çağatay HanObjective-To investigate the incidence of chromosome 8 aneuploidy in acquired cholesteatoma. Material and methods-Cholesteatoma tissue and postauricular skin as a control were surgically obtained from 12 patients with acquired cholesteatoma. Fluorescence in situ hybridization (FISH) analysis using a chromosome 8-specific alpha-satellite DNA probe was performed on the interphase nuclei. Two hundred cells were analyzed for each of the samples. Results-Chromosome 8 aneuploidy was found in 9/12 patients whereas a normal cell structure with 2 signals was observed in the remaining 3 patients. In samples with chromosome 8 aneuploidy, the mean proportion of aneuploidy was 25.6%, including monosomy (3.2%), trisomy (16.1%), tetrasomy (4.9%) and more than tetrasomy (1.4%). The number of aneuploid cells in recurrent cases was more than that in non-recurrent cases. Conclusions-A numerical aberration of chromosome 8 was found in patients with acquired cholesteatoma. Our results support the hypothesis that chromosome 8 may be a prognostic factor for cholesteatoma and an indicator in the follow-up of patients with cholesteatoma.Öğe Çocuklarda Adenoid Hiperplazinin Değerlendirilmesinde Adenoidal-Nazofarenjeal Oranın Yeri(2000) Eyibilen, Ahmet; Cenik, Ziya; Özer, Bedri; Öztürk, KayhanAmaç: Çocuklarda adenoid dokusunun büyüklüğünün objektif olarak değerlendirilmesinde adenoidal-nazofarenjeal oranın (ANO)değerini belirlemek. Hastalar ve Yöntemler: Anamnez ve kliniği ile adenoid hiperplazi öntanılı 100 çocukta, ameliyat öncesi lateral kafa grafileri çekilerek ANO hesaplandı. Adenoidektomi sonucu elde edilen adenoid dokusunun ağırlığı bulundu. Adenoidal-nazofarenjeal oran ile adenoid ağırlığı arasındaki ilişki, anamnez ve klinik bulgularla karşılaştırılarak araştırıldı. Bulgular: Adenoidal-nazofarenjeal oranın ortalaması 0.740.08, adenoid ağırlığı ortalaması 1.960.63 gr bulundu. Adenoidal-nazofarenjeal oran ile adenoid ağırlığı arasında anlamlı bir ilişki saptandı (r0.46, p0.001). Sonuç: Adenoidal-nazofarenjeal oranının adenoid büyüklüğünün belirlenmesinde güvenilir, objektif bir yöntem olduğu sonucuna varıldı.Öğe Çocukluk çağı sinüzitlerinde predispozan faktörler ve Water's grafisinin tanı değeri(1999) Öztürk, Kayhan; Cenik, Ziya; Özer, Bedri; Eyibilen, AhmetBu çalışmada pediyatrik sinüzitli hastalardaki klinik ve radyolojik özellikler; amoksisilin-klavulanat potasyum ile tedavi edilen vakaların tedavi öncesi ve sonrası semptom, bulgu ve radyolojik sonuçlar;predispozan faktörler araştırılmıştır. Sonuç olarak; akut maksiller sinüzitli çocuklardaki en sık görülen semptomlar burun tıkanıklığı, öksürük, burun akıntısı ve baş ağrısıdır. En sık tespit edilen bulgular burun mukozasında hiperemi veya ödem, postnazal akıntı, septonazal deviasyon ve sinüs vakalarında hassasiyet olduğu bulunmuştur.Septonazal deviasyon ve adenoid hipertrofisi, çocukluk çağı akut maksiller sinüzitlerinde önemli predispozan faktörlerdendir. Ve tedavinin sonucu üzerinde etkilidir. Water's grafisi akut maksiller sinüzitli çocukların değerlendirilmesinde ve özellikle tedavinin takibinde değerli bir metottur.Öğe Comparison of costal cartilage and Dacron graft in laryngotracheal reconstruction: an experimental study(2013) Baran, Yusuf; Öztürk, Kayhan; Çalık, Mustafa; Canbilen, Aydan; Esme, HıdırAmaç: Larenks rekonstrüksiyonunda Dacron implant kullanımını değerlendirmek ve bu materyalin baş-boyun cerrahilerinde potansiyel endikasyonlarını tartışmak. Yöntem: Her biri 12 Wistar albino sıçandan ibaret üç grup oluşturuldu. Grup 1 kontrol grubu olup bu gruptaki sıçanlarda krikoit kıkırdaktan 5. trakea halkasına kadar 6 mm uzunluğunda kesi yapılarak elde edilen 555 mmlik otolog kosta kıkırdağı transplantasyonu yoluyla anterior larengotrakeal rekonstrüksiyon gerçekleştirildi. Grup 2de, Grup 1de olduğu gibi trakea eşit uzunluklarda bölümlere ayrıldı ve aynı büyüklükte homolog kıkırdak nakliyle anterior larengotrakeal rekonstrüksiyon gerçekleştirildi. Grup 3de trakea, Grup 1e eşit bölümlere ayrıldı ve aynı büyüklükte bir Dacron greftiyle rekonstrüksiyon yapıldı. İmplantasyondan sonraki 12. haftada sıçanlar sakrifiye edildi ve hasta gruplar trakea kesit alanı, parsiyel oksijen basıncı, epitelizasyon, neovaskülarizasyon, enflamatuar hücre infiltrasyonu ve yeni kondrosit oluşumu açısından karşılaştırıldı. Bulgular: Grup 1de postoperatif 2. günde pnömotoraks ve Grup 3de ise 8. günde granülasyon ve krutlanma nedeniyle birer deney hayvanı kaybedildi. Trakea enine kesit alanı ve parsiyel oksijen basıncı açısından gruplar arasında herhangi bir istatistiksel farklılık yoktu. Grup 2 ve Grup 3 arasında epitel gelişimi ve neovaskülarizasyon açısından istatistiksel bir farklılık yoktu ancak Grup 1, diğer iki gruptan anlamlı derecede daha iyi idi. Greft reddinde lenfosit infiltrasyonu önemli bir parametre olup gruplar arasında önemli bir farklılık vardı. Grup 1, diğer 2 gruptan daha iyi olduğu gibi Grup 3ün, Grup 2den hatırı sayılır derecede farklı olduğu belirlendi. Yeni kondrosit gelişimi açısından Grup 1. ile Grup 2 arasında anlamlı bir farklılık vardı. Sonuç: Epitel, neovaskülarizasyon ve kondrosit gelişim skorları daha iyi olduğu için otojen kosta kıkırdağı trakea ve larenks için ideal greft materyalidir. Dacronun kullanıldığı grupta stenoz, enfeksiyon ve rejeksiyon olmadığı, tüm deney hayvanlarında epitel gelişimi ve neovaskülarizasyon tatminkâr derecede oluştuğu için larenks rekonstrüksiyonunda Dacron implantları güvenle kullanılabilmektedir.Öğe Effectiveness of MeroGel Hyaluronic Acid on Tympanic Membrane Perforations(Taylor & Francis Ltd, 2006) Öztürk, Kayhan; Yaman, Hüseyin; Avunduk, Mustafa Cihat; Arbağ, Hamdi; Keleş, Bahar; Uyar, YavuzConclusions. Our results support the proposition that hyaluronic acid ( HA) provides a moist wound- healing environment to aid in the healing process of tympanic membrane perforation. A single MeroGel administration can be effective as well as daily topical HA application in the treatment of tympanic membrane perforations. A single application of esterified HA may be more suitable for patients and also for otolaryngologists. Objective. The purpose of the present study was to evaluate the effectiveness of a single MeroGel application on traumatic tympanic membrane perforations in rats. Materials and methods. The posterior quadrant of the tympanic membranes in both ears of 24 male pathogen- free Sprague- Dawley rats was perforated with a 20- gauge needle. Subjects were divided into two groups: MeroGel and daily topical HA- treated groups. All subjects were sacrificed and histopathological examinations of the tympanic bullas were carried out. Results. Perforations of controls, and MeroGel- and daily HA- treated groups closed in 17/ 24 ( 70.8%), 11/ 12 ( 91.7%), and 12/ 12 ( 100%) ears, respectively. There was a significant difference between control and MeroGel- treated groups, and also between control and daily topical HA- treated groups for the presence of vascular endothelial growth factor ( VEGF), fibroblast growth factor ( FGF), lymphocytes and collagen fibrils ( p < 0.05), whereas there was no significant difference between MeroGel- and daily topical HA- treated groups ( p < 0.05).Öğe Evaluation of c-MYC Status in Primary Acquired Cholesteatoma by Using Fluorescence in Situ Hybridization Technique(Lippincott Williams & Wilkins, 2006) Öztürk, Kayhan; Yıldırım, Mahmut Selman; Acar, Hasan; Cenik, Ziya; Keleş, BaharObjective: The object of study was to investigate the status of c-MYC oncogene in primary acquired cholesteatoma. Study design: Descriptive study. Methods: Cholesteatoma samples were obtained from 15 patients with primary acquired cholesteatoma during surgical operation. Fluorescence in situ hybridization with a mixed DNA probe, which is specific for c-MYC located on 8q24 and chromosome 8 specific-alpha-satellite DNA probe (dual color), was used on the interphase nuclei. Results: Copy number of c-MYC oncogene and aneuploidy of chromosome 8 were 21.2% +/- 14.4% and 21.7% +/- 14.8%, respectively. There was no significant difference between copy number of c-MYC and frequency of chromosome 8 aneuploidy (p > 0.05). Ten of 15 cases showed different percentage of c-MYC and chromosome 8 aneuploidy, whereas 5 (33.3%) of 15 cases showed a normal distribution of c-MYC and chromosome 8 signals. Conclusion: The copy number of c-MYC in 10 of 15 cases was found to be high as observed for chromosome 8 aneuploidy in primary acquired cholesteatoma. These findings suggest that the ability of hyperproliferation of primary acquired cholesteatoma might have been related to c-MYC copy number by deregulating c-MYC expression.Öğe An evaluation of the effects of adenoidectomy on voice and speech function in children(2013) Kara, Medine; Öztürk, Kayhan; Özer, BedriAmaç: Bu çalışmada adenoidektominin ses ve konuşma fonksiyonu üzerindeki muhtemel etkileri değerlendirildi. Hastalar ve Yöntemler: Adenoid hipertrofisi tanısı konulan 36 çocuk (20 erkek, 16 kız; ort. yaş 8.221.86 yıl) ve 50 sağlıklı çocuk (23 erkek, 27 kız; ort. yaş 8.541.92 yıl) çalışmaya dahil edildi. Adenoidektomi ameliyatı yapılan çocuklarda ve kontrol grubunda ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası birinci hafta ve üçüncü ay akustik ve spektrografik analizler, ses analizi ve nazalans değerlendirmeleri yapıldı. Bulgular: Adenoidektomi yapılan çocuklarda ses nazalansı ve F3 ve F4 formant değerlerinde anlamlı bir değişiklik gözlendi. Objektif ses analizi ile değerlendirildiği üzere, F0, shimmer %, amplitüd pertürbasyon oranı (APQ), jitter %, rölatif ortalama pertürbasyon (RAP), harmonik gürültü oranı (NHR) ve F1 ve F2 formant değerlerinde anlamlı bir değişikliğe rastlanmadı. Sonuç: Çalışma bulgularımız, adenoidektominin nazofarenks ve üst solunum yolunun şekil ve boyutunu değiştirerek sesin rezonans ve nazalansı üzerinde etkili olabildiğini göstermektedir. Adenoidektominin ses kalitesinde anlamlı bir değişikliğe neden olmadığı ve güvenle uygulanabileceği görülmektedir.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »