Yazar "Annagür, Bilge Burçak" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 17 / 17
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Anoreksiya nervozada hormonal değişimler(2012) Annagür, Bilge Burçak; Bozkurt, Selma ZincirAnoreksiya nervoza, 1218 yaşları arasında başlayan ve kilo alma korkusu yüzünden bilinçli olarak aşırı zayıf kalma çabaları ile süren bir bozukluktur. Çoğunlukla kızlarda görülür. Genç kadınlar arasında yaygınlığı %0.3dür. Anoreksiya nervozada görülen endokrinolojik değişikliklerin birincil bir endokrin bozukluk olmadığı, ileri derecede aç kalmaya ve kilo kaybına bağlı olduğu görüşü kabul edilmektedir. Anoreksiya nervozada uzun süren açlık ve kilo kaybının vücutta organ ve sistemlere ciddi negatif etkileri bulunmaktadır. Kronik bir hastalık olması ve metabolik etkilerin tehlikeli boyutlara ulaşabilmesi bakımından, mortalitesi yüksek bir hastalıktır. Bu derlemede, anoreksiya nervozada oluşan hormonal değişimler ve etkileşimler ele alınmıştır.Öğe Antipsikotik Kullanımına Bağlı Bilateral Temporomandibuler Eklem Dislokasyonu(Galenos Yayıncılık, 2010) Annagür, Bilge Burçak; Tamam, LutAcute dystonia is the most dramatic extrapyramidal side effect and occurs as the first adverse effect of neuroleptics during the antipsychotic drug therapy. Dystonias are involuntary, continuous or spasmodic contractions of muscles. They may cause abnormal twisting, rhythmic movements and abnormal postures. They generally affect the head and neck muscles. Acute dystonia is a situation of psychiatric emergency and may affect vital functions of the patients. Acute dystonia quickly responses to treatment, however, some cases may give late response to treatment and unexpected complications may occur. One of these complications is dislocation of the temporomandibular joint. In this report, we present a case, which developed acute dystonia after a depot injection of intramuscular zuclopenthixol and was diagnosed with bilateral temporomandibular joint dislocation during further investigations, which were conducted as the case did not improve despite the treatment. In this case, the adverse effects and complications were more dramatic and prolonged due to the unwarranted administration of antipyschotic drug. Development of temporomandibular joint dislocation may be misleading in that dystonia is unresponsive to treatment. Clinicians should be careful about the side effects of neuroleptics and the complications caused by these side effects.Öğe Antipsikotik Kullanımına Bağlı Bilateral Temporomandibuler Eklem Dislokasyonu(2010) Annagür, Bilge Burçak; Tamam, LutAkut distoni antipsikotik tedavi sırasında genellikle ilk olarak ortaya çıkan ve en dramatik seyreden ekstrapiramidal sistem yan etkisidir. Distoniler, istemsiz, sürekli veya spazmodik kas kasılmalarıdır. Anormal kıvrılmalara, ritmik hareketlere ve değişik postürlere sebep olabilirler. Genelikle baş ve boyun kaslarını tutar. Akut distoni psikiyatrik bir acildir ve hastanın yaşamsal fonksiyonlarını etkileyebilir. Genellikle tedaviye çabuk yanıt verir. Ancak kimi zaman tedaviye geç yanıt veren durumlar ve beklenmedik komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Bu komplikasyonlardan birisi de temporomandibular eklem dislokasyonudur. Bu yazıda zuklopentiksolun depo formunun intramüsküler uygulaması sonrasında akut distoni gelişen ve tedaviye karşın düzelme görülmemesi üzerine yapılan incelemelerde bilateral temporomandibular eklem dislokasyonu olduğu saptanan bir olgu aktarılmıştır. Bu olguda endikasyon dışı antipsikotik kullanıldığı için yan etki ve komplikasyonlar daha dramatik ve uzun sürmüştür. Temporomandibular eklem dislokasyonu geliştiği zaman distoni tedavisine yanıt alınamadığı yanılgısı oluşabilir. Klinisyenler antipsikotik ilaçların yan etkileri ve yan etkilerin neden olduğu komplikasyonlar açısından dikkatli olmalıdır.Öğe Body ımage, self-esteem and depressive symptomatology in women with polycystic ovary syndrome(2014) Annagür, Bilge Burçak; Tazegül, Aybike; Akbaba, NurselGiriş: Bu çalışmada Polikistik over sendromu (PKOS) olan kadınlarda beden algısı, benlik saygısı ve depresif belirtilerin saptanması ve sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum polikliniğine ayaktan başvuran tedavi edilmemiş PKOS tanısı alan kadın hastalar üzerinde yapılmıştır. Çalışma kriterlerini karşılayan toplam PKOS tanılı 83 kadın çalışmaya dâhil edilmiştir. Selçuk Üniversitesi hastane personelinden alınan ve yaşla eşleştirilmiş sağlıklı 64 kişi ise kontrol grubu olarak belirlenmiştir. PKOS tanısı Rotterdam kriterlerine göre konmuştur. Katılımcıların sosyodemografik özellikleri kaydedildikten sonra Beden İmajı ölçeği, Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği ve Beck Depresyon Ölçeği katılımcılar tarafından doldurulmuştur. Bulgular: Hasta ve kontrol grubu arasında yaş, eğitim ve ekonomik durum açısından fark saptanmadı (p0,05). Psikiyatrik hastalık öyküsü PKOS olan kadınlarda anlamlı olarak yüksekti (p0,05). Her iki grupta da BMI 25 kg/m2 idi. Vücut kitle indeksi PKOS grubunda kontrol grubundan daha yüksekti (p0,05). Beck depresyon ölçek puanı PKOS olan grupta konrtol grubuna gore anlamlı olarak yüksekti (p0,05). Her iki grup arasında Beden İmajı Ölçek puanları ve Rosenberg Benlik saygısı ölçek puanları arasında anlamlı bir fark saptanmadı (p0,05). Sonuç: Bu çalışma PKOSun depresif semptomlarla ilişkili olduğunu göstermiştir. Ayrıca BMIindeki artış, PKOS başlangıcı için bir gösterge olabilir. Ancak bu sonuçlar prospektif çalışmalarla desteklenmelidir.Öğe Endocrinological changes in anorexia nervosa(2012) Annagür, Bilge Burçak; Bozkurt, Selma ZincirEndocrinological changes in anorexia nervosa Anorexia nervosa is an eating disorder that begins between the ages of 12 to18 and characterized by conscious trials of being excessively thin because of weight gain fears. Anorexia nervosa is mostly seen in girls and lifetime prevalence among young women is approximately 0.3%. It is suggested that endocrinological changes seen in anorexia nervosa are not due to primary endocrinological disorders and that they are usually common consequences of long duration fasting and excessive weight loss. There are several serious negative effects of loosing weight and long duration fasting on the organ systems. Anorexia nervosa has a high mortality rate due to the metabolic effects that can reach dangerous levels although the disease may become chronic.Öğe İki Uçlu Bozukluğu Olan Kadınların Sosyal ve Üreme Yaşamları: Türkiyeden Tanımlayıcı Bir Çalışma(2013) Annagür, Bilge Burçak; Bozkurt, Selma Zincir; Bez, Yasin; İnanlı, Ikbal; Şahingöz, Mine; Ateş, Nazlı; Alpak, GökayAmaç: İki uçlu bozukluk (İUB) cinsiyetler arasında bazı farklılıklar göstermektedir. Kadın hastaların tedavileri hamilelik, doğum ve emzirme gibi nedenlerle sıklıkla aksamaktadır. Ülkemizde İUB tanısı olan kadınların durumu henüz yeterince incelenmemiştir. Bu çalışmanın amacı, İUB tanısı olan kadınların evlilik yaşamı, fertilite durumu ve sosyal yaşamı ile ilgili özelliklerini ortaya koymaktır. Yöntem: Çalışma Türkiyenin üç bölgesinden beş farklı merkezde Ocak Haziran 2011 ayları arasında gerçekleştirildi. İUB tanısı olan toplam 231 kadın çalışmaya dâhil edildi. İUB tanısı DSM-IV Eksen I bozuklukları için yapılandırılmış klinik görüşme ile doğrulandı. Sosyodemografik ve klinik özellikler önceden yazarlarca hazırlanmış yarı yapılandırılmış bir form kullanılarak kaydedildi. Bulgular: Yaşları 18-73 arasında olan hastaların yaş ortalaması 39.1911.2 yıldı. Hastalık başlangıç yaşı ortalama 24.227.5 yıl idi. Hastaların 220si İUB Tip-I (%95.2), 11i ise İUB Tip- II (%4.8) olarak saptandı. Depresyon atak sayısı ortalama 3.363.4, manik atak sayısı ortalama 3.753.6, hipomanik atak sayısı ortalama 1.682.0 olarak saptandı. Hastaneye yatış sayısı ortalama 3.433.8 idi ve hastaların %92.3ü (n 213) en az bir kez hastaneye yatmıştı. Hastaların %32.5i (n 75) en az bir kez özkıyım girişiminde bulunmuştu. Hastaların %18.2si (n42) gebelik döneminde en az bir kez atak geçir- mişti, %20.7sinde (n48) ise geçirilmiş puerperal atak öyküsü mevcuttu. Hastaların neredeyse beşte biri (%18.6) hastalığı nedeniyle eğitimine ara vermek zorunda kalmışken, %12.1si eğitimini hiç sürdüremediği tespit edildi. Hastaların %19.5i düzenli bir işte çalışmayı halen sürdürüyordu. Tüm hastaların %23.8i bekâr, %51.1i evli, %2.2si nikahsız olarak birlikte yaşıyor, %20.3ü boşanmış ve %2.6sı ise dul idi. Kadınların %11.3i hastalık etiketi nedeni ile evlenemediklerini, %16sı hastalık nedeniyle boşandıklarını belirttiler. Ortalama gebelik sayısının 3.022.0 olduğu, sahip olunan çocuk sayısının orta- lama 2.181.4 olduğu saptandı. Hastaların %51.5i ilaca bağlı menstrüel düzensizlikleri olduğunu belirtti. Hastalık sürecinin bir döneminde kullandıkları ilaca bağlı amenorenin %13.9, galaktorenin ise %22.5 oranında olduğu saptandı. Hastaların yalnızca %28.6sı doktoru tarafından kontrasepsiyon hakkında bilgilendirildiğini belirtti. Sonuçlar: Sosyal yaşama etkileri ve üreme yaşamı ile ilişkisi göz önüne alındığında İUB kadın hastalar açısından incelenmesi ve akılda tutulması gereken birçok özel durumu içerisinde barındırmaktadır. Bu çalışma, Türkiyede yaşayan ve İUB tanısı olan kadınların sosyal ve üreme yaşam özelliklerini kesitsel olarak ortaya koymuştur. Bu konuda ülkemizde yapılmış ilk geniş ölçekli çalışma olması açısından bulguları itibariyle önemlidir.Öğe Neurotrophins and neuroinflammation in fetuses exposed to maternal depression and anxiety disorders during pregnancy: a comparative study on cord blood(SPRINGER WIEN, 2018) Akbaba, Nursel; Annagür, Bilge Burçak; Annagür, Ali; Akbulut, Hikmet; Akyürek, Fikret; Çelik, ÇetinIn recent years, there have been changes in the approach to maternal psychiatric disorders and their effects on the fetus, with the focus redirected to the search for biological markers. Neurotrophic factors and inflammatory processes have received particular attention in the past few years. According to the Structured Clinical Interview for Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, Fourth Edition (DSM-IV), the study sample (n = 136) consisted of three groups: mothers with major depressive disorder (MDD group, n = 25), mothers with anxiety disorder (AD group, n = 18), and mothers without any psychiatric disorders (not diagnosed (ND) group, n = 93). During the delivery/cesarean section, a blood sample was obtained from the umbilical cord. Serum concentrations of BDNF, NT-3, FGF2, TNF-alpha, and neopterin were determined by enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA), according to the manufacturer's procedure. Clinical and biochemical characteristics were assessed. We did not find a significant difference among the three study groups with regard to BDNF, NT-3, and TNF-alpha levels. The ANOVA test indicated statistically significant differences in FGF2 levels and neopterin between the study groups. The newborns of mothers with AD had significantly higher FGF2 levels and significantly higher neopterin levels when compared with those of mothers with MDD and healthy mothers. The present study sheds light on the effects of higher FGF2 and neopterin levels in fetuses exposed to AD. Our results should be replicated through further prospective studies with a larger sample size.Öğe A Nurse with Pethidine Addiction(TIP ARASTIRMALARI DERNEGI, 2012) Annagür, Bilge BurçakPethidine is a synthetic opioid substance with high addiction potential. It is commonly used in medicine pre and postoperatively to relieve the pain. A Pethidine addiction generally starts as iatrogenic and may be a problem for the clinicians when there is a real pain. Its opioid analgesic usage is legal, yet it is possible that it can be abused by the health care workers and addiction may become a frequent case. In order to attract attention to this issue a case of a nurse who was given pethidine after an operation to ease her pain and whom addiction is developed was presented. When the medicines with high addiction potential are given for the treatment, the patients must be followed closely in terms of addiction and drug abuse.Öğe A nurse with pethidine addiction(2012) Annagür, Bilge BurçakPethidin bağımlılık potansiyeli yüksek sentetik opioid bir maddedir. Tıpta ameliyat öncesi hazırlık döneminde ve ameliyat sonrası ağrıların giderilmesinde sıklıkla kullanılmaktadır. Pethidin bağımlılığı genellikle iatrojenik olarak başlar ve gerçek bir ağrı nedeni olduğunda klinisyenleri zor durumda bırakabilir. Bir opioid analjezik olarak kullanımı yasal olan pethidinin sağlık çalışanları arasında kötüye kullanımı ya da bağımlılığı sık karşılaşılabilecek bir durumdur. Bu konuya dikkat çekmek amacıyla geçirdiği bir ameliyat sonrasında ağrılarını dindirmek için pethidin verilen ve pethidin bağımlılığı gelişen bir hemşire olgu sunulmuştur. Tedavi amacıyla verilen ve bağımlılık potansiyeli yüksek olan ilaçlar kullanıldığında kötüye kullanım ve bağımlılık açısından hastalar yakından izlenmelidir.Öğe Obezitede dürtüsellik ve emosyonel faktörler: Bir ön çalışma(2012) Annagür, Bilge Burçak; Orhan, Fatma Özlem; Özer, Ali; Tamam, Lut; Erhan, ÇiğdemAmaç: Bu çalışmanın amacı dürtüsellik ve emosyonel faktörlerin obezite ile olan ilişkisini incelemektir. Yöntemler: Çalışmaya dâhil edilen toplam 48 obez birey, 48 bireyden oluşan sağlıklı kiloya sahip kontrol grubuyla kıyaslanmıştır. Katılımcılara DSM-IV ölçeklerine göre yapılandırılmış klinik görüşme formu (SCID-I), Yeme Yutumu testi (YTT), Beck depresyon ölçeği (BDÖ), Barrat dürtüsellik ölçeği-11 (BİS-11) uygulandı. Bulgular: Çalışmaya dâhil edilen 48 obez birey tıkınırcasına yeme bozukluğu olanlar ve olmayanlar olarak iki alt gruba ayrıldı. Tıkınırcasına yeme bozukluğu olan 22 kişi (19 kadın, 3 erkek), tıkınırcasına yeme bozukluğu olmayan 26 kişiydi (25 kadın 1 erkek). Dürtüsellik puanlarında gruplar arasında bir fark saptanamadı (p0,05). Obez olan 48 kişinin 25’ine DSM-IV tanı ölçütlerine göre depresif bozukluk tanısı kondu. Kontrol grubundaki 48 kişiden 8’ine depresif bozukluk tanısı kondu. Yeme tutum testi ve Beck depresyon ölçek puanları obez grupta kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı oranda yüksekti (p0,05). Depresyonu olan ve olmayan gruplarda dürtüsellik puanları karşılaştırıldı. Depresyon olan grupta dürtüsellik puanları depresyonu olmayanlara göre anlamlı oranda yüksek bulundu (p0,05). Benzer şekilde obez bireylerin olduğu grup da depresyon varlığına göre ayrıldığında depresyonu olanların dürtüsellik puanları diğer gruba göre anlamlı olarak yüksek saptandı (p0,05). Sonuç: Bu çalışmada öne çıkan bulgu obezitenin emosyonel özelliklerle ilişkisinin dürtüsel özelliklerle ilişkisinden daha güçlü olduğudur. Çalışmada ayrıca depresyonu olanların dürtüsellik puanları da yüksek olarak saptanmıştır. Bu sonuç obezite ve dürtüsellik ilişkisinden çok depresyon ve dürtüsellik ilişkisine bağlanmıştır. Daha geniş örneklemlerin olduğu çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Paliperidon palmitata bağlı gelişen siyah kıllı dil(2016) Annagür, Bilge Burçak[Abstract not Available]Öğe Shaken baby syndrome suggestive of the diagnosis of osteogenesis imperfecta in newborn(2013) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Annagür, Bilge Burçak; Ertuğrul, Sabahattin; Örs, RahmiPhysical child abuse may occur in a broad range of disorders from a mild soft tissue injury to a severe brain damage leading to death. The head trauma resulted from physical abuse is the main reason for the severe and fatal injuries in children, and arises with the clinical triad of externally seen trauma signs, subdural hemorrhage and retinal hemorrhage. In this article, we report a case of shaken baby aged 20-day, who was referred to our clinic with the diagnosis of late neonatal sepsis and osteogenesis imperfecta. A 20-day-old baby was presented to the emergency department of an outer health center with the complaints of restlessness and non-breastfeeding was considered as sepsis, and subsequently when multiple fractures were detected in the radiological investigations, a diagnosis of osteogenesis imperfecta was also considered, and the baby was referred to our hospital. In the examination of the extremities, he had swelling, ecchymose and limited mobility in both arms and the left calf. The extremity radiograms revealed body fractures in both humeri and the left femur. Radiological investigations are very important for the diagnosis of physical abuse, which causes serious mortality and morbidity and is usually difficult to diagnose because of a wrong medical history given by family members or a history taken by the physician carelessly. Discordance between the history given by the family and the radiological findings should be warning for the physician, and the radiological findings must be assessed carefully.Öğe Shaken baby syndrome suggestive of the diagnosis of osteogenesis ımperfecta in newborn(2013) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Annagür, Bilge Burçak; Ertuğrul, Sabahattin; Örs, RahmiFiziksel çocuk istismarı, hafif yumuşak doku yaralanmasından ölüme neden olan ağır beyin hasarına kadar değişen geniş bir yel- pazede ortaya çıkabilmektedir. Çocuklarda ciddi ve ölümcül yaralanmaların başlıca nedeni fiziksel istismar sonucu oluşan kafa travmasıdır ve başlıca; dıştan gözlenen travma izleri, subdural hemoraji, retinal hemoraji klinik triadı ile ortaya çıkmaktadır. Yazımızda geç neonatal sepsis ve osteogenezis imperfekta tanısı ile merkezimize sevk edilen 20 günlük bir bebekte hırpalanmış bebek sendromu olgusunu sunduk. Yirmi günlük iken huzursuzluk, emmeme şikâyeti ile dış merkez çocuk acil servisine götürülen hasta sepsis düşünülmüş ve bu sırada çekilen grafilerinde çok sayıda kırık saptanması üzerine, osteogenezis imperfekta tanısı da düşünülerek hastanemize sevk edilmişti. Ekstremite muayenesinde her iki kol ve sol baldırda şişlik, ekimoz ve hareket kısıtlılığı mevcuttu. Ekstremite grafilerinde her iki humerus ve sol femurda cisim kırığı saptandı. Çoğunlukla aile bireyleri tarafından ver- ilen yanlış öykü veya hekimin dikkatsiz aldığı öykü ile tanısı güçleşen, ciddi mortalite ve morbiditeye neden olan fizik istismarın tanısında radyolojik incelemelerin önemi büyüktür. Ailenin verdiği öykü ile radyolojik bulgular arasındaki uyumsuzluk hekim için uyarıcı olmalı ve radyolojik veriler dikkatle incelenmelidir.Öğe Varenicline Induced Psychosis(KURE ILETISIM GRUBU A S, 2012) Annagür, Bilge Burçak; Güler, Özkan; Tekinarslan, Emine[Abstract not Available]Öğe Varenicline-Induced Psychotic Depressive Episode in a Patient with Bipolar Disorder(WILEY-BLACKWELL, 2012) Annagür, Bilge Burçak; Bez, YasinVarenicline is a relatively novel medication for smoking cessation. Increased neuropsychiatric symptoms have been reported with its use and it is listed among drugs with a black box warning. History of a psychiatric diagnosis is suggested to be a vulnerability factor for the development of some psychiatric side effects with its use. However, empirical evidence to support this point is very limited. Here, we report the case of a bipolar patient who developed a depressive episode with psychotic features immediately after varenicline use. Clinicians should be careful about the varenicline-induced neuropsychiatric effects. Healthcare professionals can provide an important role in helping to prevent and manage worsening psychiatric symptoms.Öğe Yaşlılarda yaygın anksiyete bozukluğunun değerlendirilmesi(2012) Eroğlu, Meliha Zengin; Annagür, Bilge Burçak; İçbay, EdaYaygın anksiyete bozukluğu (YAB) yaşlılarda sık görülen bir psikiyatrik bozukluktur. Bu çalışmada yaşlılarda görülen yaygın anksiyete bozukluğu şiddetinin ve ilişkili faktörlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bir devlet hastanesi psikiyatri polikliniğinde yaygın anksiyete bozukluğu tanısı alan 65 yaş üstü 45 (26 kadın, 19 erkek) ve 65 yaş altı 48 (27 kadın, 21 erkek) hasta çalışmaya dâhil edildi. Çalışmamızda, 65 yaş üstü hasta grubunda Hamilton Anksiyete Değerlendirme Ölçeği (HAM-A) total puanı, somatik ve psişik anksiyete alt ölçek puanları 65 yaş altı gruptan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu. Her iki grubun Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HAM-D) puanları arasında bir fark yoktu. Sonuç olarak 65 yaş ve üstü grupta YAB belirtileri çok daha şiddetli idi. Yaşlılarda yaşam kalitesini oldukça bozan bu hastalığın tanınması ve tedavisi önem taşımaktadır.Öğe Yurt dışında yaşayan çocuk ve ergenlerin çocuk ruh sağlığı ve hastalıkları polikliniğine başvuru şikayetlerinin ve tanılarının dağılımlarının incelenmesi(2012) Gökçen, Cem; Annagür, Bilge BurçakYurt dışında yaşayan çocuk ve ergenlerin çocuk ruh sağlığı ve hastalıkları polikliniğine başvuru şikayetlerinin ve tanılarının dağılımlarının incelenmesi Amaç: Bu çalışmanın amacı, yurt dışında yaşayan Türk çocuklarının yaşadıkları ruh sağlığı sorunları ve bu sorunların değerlendirilmesi hakkındaki problemlere dikkat çekmek, bu çocukların çocuk ruh sağlığı polikliniklerine getirilme sebeplerini ve konulan tanıların dağılımını incelemektir. Yöntem: Bu çalışmaya, 1 Ocak 201031 Aralık 2010 tarihleri arasında Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniğine başvuran olgular arasından, yurtdışında yaşadığı belirlenen çocuk ve ergenler alınmıştır. Olguların sosyodemografik bilgilerine ve DSM-IV tanı ölçütlerine göre konulan psikiyatrik tanılarına, hastane dosyalarının geriye yönelik incelenmesi yoluyla ulaşılmıştır. Bulgular: Kayıtların incelenmesi sonucu, yaş ortalaması 9.074.3 olan 39 çocuk ve ergenin hastaneye başvuruda bulunduğu saptanmıştır. En sık başvurunun, Almanyada yaşayan çocuk ve ergenler tarafından yapıldığı (%28.2) ve olguların çoğunun Avrupa ülkelerinde yaşadığı saptanmıştır (%87.2). Olguların %92.3ünde en az bir psikiyatrik bozukluk saptanırken, en sık konulan tanılar Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), Yaygın Gelişimsel Bozukluk (YGB) ve Anksiyete Bozukluğu olarak sıralanmaktaydı. Otuz dokuz olgunun 9unda benzer yakınmalar sebebiyle, yaşadıkları ülkedeki çocuk ruh sağlığı uzmanlarına başvuru öyküsü bulunmaktaydı. Bu olguların 7sine hastanemizde konulan tanı, yaşadıkları ülkede konan tanıyla uyumluyken, 2 olgunun farklı tanı aldığı saptandı. Tartışma: Yurtdışında yaşayan ailelerin çocukları, tatil dönemlerinde başvurdukları için, genellikle bu olguların tanı ve tedavi değerlendirmeleri kısa sürelerde yapılmak zorunda kalınmaktadır. Ayrıca, tedavide doktor, okul, öğretmen ve aile işbirliğinin önemi de göz önüne alınarak, bu çocukların yaşadığı ruh sağlığı sorunları ile ilgili daha kapsamlı ruh sağlığı politikalarının geliştirilmesine gerek olduğu düşünülmektedir.