Yazar "Erdal, Selcen" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 9 / 9
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Çözümsüzlüğün Adı: ‘Birleşmiş Milletler’e Rağmen Keşmir’(2018) Erdal, SelcenKeşmir, Hindistan ve Pakistan arasındaki en belirgin uyuşmazlık konusu olarak varlığını sürdürmektedir. İki nükleer devlet arasında 70 yıldır devam eden Keşmir sorunu, uluslararası toplumu; her yıl yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği, intihar saldırılarının gerçekleştiği, devlet güçlerinin orantısız müdahalelerde bulunduğu ve halkın baskı altında tutulduğu bir tablo ile karşı karşıya bırakmaktadır. Esasen, uluslararası barış ve güvenliğin korunması açısından birincil derecede sorumlu olan Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi, sorunun ortaya çıktığı ilk yıllarda, doğrudan çözüme yönelik, oldukça detaylı bir içeriğe sahip olan (47) sayılı kararı almıştır. Bu kararda, Keşmir’in öncelikle askerden arındırılması, ardından JammuKeşmir’in nihai durumunun BM gözetiminde yapılacak plebisit uygulaması neticesinde belirlenmesi öngörülmüştür. BM sistemindeki aksaklıklar nedeniyle, kararın uygulanması mümkün olmamıştır.Öğe Libya Operasyonu Örneğinde “Uçuşa Yasak Bölge” Uygulaması ve Hukuki Dayanağı(Selçuk Üniversitesi, 2013 Haziran) Erdal, Selcen“Arap Baharı” adıyla bir anda Ortadoğu’yu etkisi altına alan halk hareketlerinin en önemli örneklerinden biri Libya’da yaşanmıştır. Libya’da gözler önüne serilen kanlı süreç, uluslararası toplumun müdahalesine gerekçe oluşturmuş ve “uçuşa yasak bölge” uygulamasına başvurulmasına neden olmuştur. Söz konusu müdahale ve uçuşa yasak bölge uygulaması, barışa yönelik bir tehdit algılamasının ve kuvvet kullanma içermeyen önlemlerin uluslararası barışı sağlamaya yeterli olmadığının görülmesinin ardından Güvenlik Konseyi tarafından alınan 1973 sayılı karara dayanmaktadır. Uçuşa yasak bölge uygulamasının hayata geçirilmesi, pasif bir eylem gibi görünmekle birlikte, askeri bir müdahaleye dönüşmesi kuvvetle muhtemel bir görünüm arz etmektedir. Dolayısıyla, bu uygulamanın dayanağının Birleşmiş Milletler Andlaşması’nın 42. maddesi olması gerektiğini tespit etmek mümkündür.Öğe Siyasal Düşünürler ve Modern Egemenlik(Selçuk Üniversitesi, 2010 Aralık) Erdal, SelcenModern bir kavram olarak egemenlik, ancak modern devletin ortaya çıkmaya başladığı dönemle birlikte gündeme gelmiştir. Bu bağlamda, ilk ortaya çıkan şekliyle devletin egemenliğinin günümüze kadar hiç değişmeden geldiği söylenemez. Bu konuda iki farklı dönem vardır. Birincisi, 1789 Fransız Devrimine kadar olan ve egemenliğin tek bir kişiye izafe edildiği dönemdir. Bu dönemde, Machiavelli, Bodin, Hobbes ve Rousseau’nun görüşleri son derece önemli bir yer işgal etmektedir. Rousseau’nun görüşlerinin de etkili olduğu ve Fransız Devrimi ile ortaya çıkan ikinci dönemde ise, bu güç tek bir kişiden alınarak tüm topluma maledilmiştir.Öğe Uluslararası Andlaşmaların Hukuksal Geçerliliği(Selçuk Üniversitesi, 2015 Haziran) Erdal, SelcenGenel bir ifadeyle, “uluslararası andlaşma”; “uluslararası hukukun kendilerine bu alanda yetki tanıdığı kişiler arasında, uluslararası hukuka uygun bir biçimde haklar ve yükümlülükler doğuran, bunları değiştiren ya da ortadan kaldıran yazılı irade uyuşması”olarak tanımlanabilir. 1969 Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi, bugün büyük çoğunluğu yapılageliş değerini kazanmış olan bu konudaki kuralları ayrıntılı biçimde düzenlemektedir. Andlaşmaların hukuksal açıdan geçerli olabilmeleri birtakım koşullara bağlıdır. Andlaşmayı geçersiz kılan nedenleri genel bir biçimde; “andlaşmanın yasal yetkililer tarafından yapılmaması”, “iradenin sakatlanması” ve “uluslararası buyruk kurala (jus cogens) aykırılık” olarak belirlemek mümkündür. Bir andlaşmanın geçersiz sayılmasının hukuki etkisi, bu andlaşmanın batıl sayılması; başka bir ifadeyle, o andlaşmanın ilke olarak yürürlüğe girdiği andan başlayarak bir hüküm doğurmamasıdır. Bu çerçevede, belirli istisnai durumlar söz konusu olmakla birlikte, önceden yapılan işlemler iptal edilerek, önceki koşulların mümkün olduğu ölçüde sağlanması gerekecektir.Öğe Uluslararası Ceza Mahkemesinin ulus-devlet egemenliğine etkisi(Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2010) Erdal, Selcen; Bozkurt, EnverUluslararası Ceza Mahkemesi Kurulmasına İlişkin Tam Yetkili Temsilcilerden Oluşan Birleşmiş Milletler Diplomatik Konferansı?, 15 Haziran 1998 tarihinde Roma'da toplanmıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü, Roma Konferansının son günü olarak ilan edilen 17 Temmuz 1998 tarihinde kabul edilmiş; 1 Temmuz 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Roma Statüsü'nün, ?Mahkemenin Kuruluşu? başlıklı 1. Bölümünde (m. 1-4), uluslararası toplumun tümünü ilgilendiren en ciddi suçları işleyen kişiler üzerinde yargı yetkisini kullanacak ve ulusal yargı organları karşısında ?tamamlayıcı? niteliğe sahip olacak daimi bir ?Uluslararası Ceza Mahkemesi?nin kurulduğu ilan edilmiştir. Mahkemenin Statüye uygun olarak yargı yetkisine sahip olacağı en ciddi suçlar, ?soykırım suçu?, ?insanlığa karşı suçlar?, ?savaş suçları? ve ?saldırı suçu?dur (m. 5). Gerçek kişileri yargılama yetkisine sahip olan daimi nitelikte bir Uluslararası Ceza Mahkemesinin kurulması, adeta bir devrim niteliğindedir. Bununla birlikte, Mahkemeye ve işleyişine, ulus-devlet egemenliği yönünden ihtiyatlı yaklaşmak gerekir. Zira, Mahkemenin kurulmasına ilişkin Andlaşma metninde, devlet egemenliğine kısıtlama getiren hükümler yer almaktadır. Bunlar arasında, m. 12/2'de düzenlenen ?ülkesellik kriteri?; Giriş Bölümünün 10. paragrafında düzenlenen ?tamamlayıcılık ilkesi? ve m. 13/b ve m. 16'da düzenlenen Güvenlik Konseyinin mahkemenin işleyişi üzerindeki yetkileri bulunmaktadır. Bu kapsamda yapılan inceleme sonucunda, Uluslararası Ceza Mahkemesinin varlığının, uluslararası hukuk ve devlet egemenliği açısından farklı ve özel bir anlam taşıdığı açıkça görülmektedir. Egemenlik kavramının içini dolduran en önemli öğelerden birisi, şüphesiz, yargı yetkisidir. Fakat günümüzde uluslararası ilişkilerdeki gelişmeler ve evrensel boyut kazanmış olan insan haklarının neredeyse tüm devletlerin hukuklarını etkilemesi sonucu, özellikle yargı alanında tek devlet egemenliğinden söz etmek çok da mümkün değildir. Bu bağlamda, çağdaş uluslararası hukukta oluşmakta olan ortak kanıya göre, neredeyse tüm evrensel yargı uygulamaları, bir şekilde, egemenlik iddialarıyla çatışmaktadır. İnsan haklarıyla ilgili olarak yargı sürecinde devlet egemenliğine uluslararası müdahale süreci, Uluslararası Ceza Mahkemesinin çalışmaya başlamasıyla son halini almıştır.Öğe Uluslararası Ceza Mahkemesinin Ulus-Devlet Egemenliğine Etkisi(Selçuk Üniversitesi, 2010 Haziran) Erdal, Selcen“Uluslararası Ceza Mahkemesi Kurulmasına İlişkin Tam Yetkili Temsilcilerden Oluşan Birleşmiş Milletler Diplomatik Konferansı”, 15 Haziran 1998 tarihinde Roma?da toplanmıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü, Roma Konferansının son günü olarak ilan edilen 17 Temmuz 1998 tarihinde kabul edilmiş; 1 Temmuz 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Mahkemenin kurulmasına ilişkin Andlaşma metninde, devlet egemenliğine kısıtlama getiren hükümler yer almaktadır. Bunlar arasında, m. 12/2?de düzenlenen “ülkesellik kriteri”; Giriş Bölümünün 10. paragrafında düzenlenen “tamamlayıcılık ilkesi” ve m. 13/b ve m. 16?da düzenlenen Güvenlik Konseyinin mahkemenin işleyişi üzerindeki yetkileri bulunmaktadır. Bu kapsamda yapılan inceleme sonucunda, Uluslararası Ceza Mahkemesinin varlığının, uluslararası hukuk ve devlet egemenliği açısından farklı ve özel bir anlam taşıdığı açıkça görülmektedir. Bu bağlamda, çağdaş uluslararası hukukta oluşmakta olan ortak kanıya göre, neredeyse tüm evrensel yargı uygulamaları, bir şekilde, egemenlik iddialarıyla çatışmaktadır. İnsan haklarıyla ilgili olarak yargı sürecinde devlet egemenliğine uluslararası müdahale süreci, Uluslararası Ceza Mahkemesinin çalışmaya başlamasıyla son halini almıştır.Öğe Uluslararası Hukukta Karşı Önlemler ve Akçakale’de Yaşananlar(Selçuk Üniversitesi, 2014 Haziran) Erdal, Selcen“Arap Baharı” olarak isimlendirilen süreç Suriye‟yi de etkilemiş; Suriye‟deki iç savaş Türkiye‟ye, 67 Türk vatandaşının yaşamını yitirmesi ve özellikle sığınmacılar nedeniyle ciddi bir maddi külfetin doğması şeklinde yansımıştır. Özellikle can ve mal kaybının doğmasına neden olan her bir olay sonrasında Suriye, Türkiye tarafından defalarca uyarılmıştır. Yapılan bütün uyarılara rağmen, Suriye kuvvetleri tarafından atılan top mermilerinin Şanlıurfa‟nın Akçakale ilçesine düşmesi ve 5 kişinin yaşamını yitirmesine neden olması sonrasında, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından top atışlarının yapıldığı mevziler tespit edilmiş ve karşı atışlarla etkisiz hale getirilmiştir. Kuvvet kullanma içermesine rağmen, Türkiye‟nin başvurduğu bu karşı önlemin adını “zararla karşılık” olarak belirlemek ve uluslararası hukuka uygun kabul etmek gerekmektedir.Öğe Uluslararası Hukukta Tanıma Kurumu ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Örneği(Selçuk Üniversitesi, 2005 Haziran) Erdal, SelcenTanıma kurumunun uluslararası hukukta geniş bir uygulama alanı mevcuttur. Birçok yönüyle tartışılan tanıma kurumu, uluslararası hukukun belki de en güç meselelerinden biridir. Bu çalışmayı yapmamızdaki temel amaç, tanıma kurumunun uluslararası hukukta herhangi bir normatif düzenlemede yer almamasına rağmen, uluslararası uygulamada geniş bir yer işgal etmesidir. Devletlerin, hükümetlerin, uluslararası örgütlerin, muhariplerin, asilerin, ulusların ve ulusal kurtuluş hareketlerinin tanımaya konu olması mümkündür. Bu bağlamda, devletlerin tanınması konusunda önemli bir örnek olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin tanınması meselesi üzerinde durulmuş ve genel bir değerlendirme yapılmıştır.Öğe Uluslararası suyollarının ulaşım dışı amaçlarla kullanılması hukukuna ilişkin sözleşme uygulamasında "danışma yöntemi"(2016) Erdal, SelcenKimi faaliyetler, uluslararası hukuk tarafından yasaklanmamış da olsa, birtakım zararlar ortaya çıkarma potansiyeline sahiptir. Uluslararası suyollarından ulaşım dışı amaçlarla yararlanma da bu faaliyet alanlarından biridir. Uluslararası hukuk tarafından yasaklanmamış olmakla birlikte, bu faaliyetler diğer devletleri; tüketme, yoksun bırakma, suların niteliğini değiştirme, kirletme gibi sonuçlarla karşı karşıya bırakabilir. Bu durum, bu alanda uluslararası düzenlemelerin yapılmasını zorunlu kılmış; "Uluslararası Suyollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanılması Hukukuna İlişkin Sözleşme", 21.5.1997 tarihinde kabul edilmiş, 17.8.2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 1997 Sözleşmesi, ulaşım dışı kullanıma yönelik olarak ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkları önlemek için ise, "Danışma" yöntemini benimsemiş ve belirli hallerde bir yükümlülük olarak belirlemiştir. Sözleşmede düzenlenen danışma yükümlülüğünün temel amacı; uluslararası suyolu üzerinde kıyıdaş devletlerin girişecekleri, zarara neden olabilecek faaliyetler konusunda bilgi alışverişinde bulunup, zararın ve buna dayalı bir uyuşmazlığın ortaya çıkmasını engellemektir.