Arşiv logosu
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
Arşiv logosu
  • Koleksiyonlar
  • DSpace İçeriği
  • Analiz
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
  1. Ana Sayfa
  2. Yazara Göre Listele

Yazar "Uyar, Yavuz" seçeneğine göre listele

Listeleniyor 1 - 20 / 40
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Ağız Tabanında Dermoid Kist
    (2002) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Arbağ, Hamdi; Öztürk, Kayhan
    Dermoid kistler, baş boyun bölgesinde seyrek olarak bulunurlar. Bu bölgede en sık geliştikleri lokalizasyon kaşın 1/3 dış bölümüdür. Ağız tabanı dermoid kistleri ise nadirdir. Bu lezyonlar genel olarak yavaş büyürler ve ağrısızdırlar. En sık genç erişkinlerde görülürler. Klinik özellikleri nonspesifik olduğu için histopatolojik inceleme yapılmadan kesin tanı konulamayabilir. Bu çalışmada, ağız tabanında dermoid kisti olan 24 yaşında erkek bir hasta sunulmuştur. Literatür gözden geçirilerek bu lezyonun özellikleri tartışılmıştır.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Akustik Nörinom Cerrahisi
    (2003) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Özkal, Ertuğ; Acar, Osman; Kocaoğulları, Yalçın
    Amaç: Akustik nörinom tedavisindeki yaklaşımlarımızı sunmak ve sonuçlarımızı değerlendirmek. Hastalar ve Yöntemler: Akustik nörinom tanısı alan 13 olgu dosyaları retrospektif olarak incelenerek bu çalışma kapsamına alındı. Olgular tam bir nöro-otolojik muayene yanında, odiyolojik testler (pür tone odiogram, akustik empedans), ABR, kalorik test, bilgisayarlı tomografi (BT) ve/veya magnetik resonans görüntüleme (MRG) ile değerlendirildiler. Olgulardan 10’una cerrahi (5 translabirentin, 4 suboksipital, 1 transotik) tedavi uygulanırken, 3’ünde tümör seri MRG incelemeleri ile takibe alındı. Bulgular: Olguların 8’sı kadın, 5’ü erkek ve ortalama yaş 40.3 idi. Olguların %84.6’sında tek taraflı nörosensoriyal işitme kaybı, %53.8’inde tinnitus mevcuttu. Bir olgu ani işitme kaybı (%7.7) ile kliniğimize müracaat etti. Kalorik testte, olguların %69.2’sinde vestibüler cevap azalmış olarak belirlendi. 40 mm’den büyük tümörlerde subtotal rezeksiyon (%20) yapılabilirken, diğer tümörler total (%80) olarak çıkarıldı. Bir olguda, fasiyal sinir bütünlüğü korunamadı, uc uca sinir anastomozu ile rekonstrüksiyon yapıldı. Beyin omurilik sıvısı (BOS) fistülü bir olguda (%10) gelişti. Subtotal rezeksiyon yapılan olgular, düzenli olarak alınan MRG incelemeleriyle takip edildi ve tümörde belirgin bir hacim artışı görülmedi. Total rezeksiyon yapılan olgularımızda 58.6 ay (10-119 ay) olan ortalama takip süresinde nüks belirlenmedi. Operasyonu kabul etmediği için periyodik MRG takibine alınan 3 olguda ise ortalama 21 aylık takip süresinde tümör boyutunda artışa ait bir bulgu tesbit edilmedi. Sonuç: Akustik nörinom tedavisinde cerrahi yaklaşım belirlenirken, tekniğin residü tümör bırakma ve fasiyal siniri zedelenme potansiyeli değerlendirilmelidir. Translabirentin yaklaşım, total tümör rezeksiyonu ve fasiyal sinirin korunması açısından en uygun tekniktir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Alerjik rinit patofizyolojisinde oksidatif stres ve antioksidan faktör
    (2007) Akbay, Ercan; Arbağ, Hamdi; Uyar, Yavuz; Öztürk, Kayhan
    Amaç: Bu çalışmada, alerjik rinit etyopatogenezinde oksidatif stres ve antioksidanların rolü değerlendirildi. Hastalar ve Yöntemler: Çalışmaya klinik ve laboratuvar incelemeler sonucunda alerjik rinit tanısı konan 40 hasta (13 erkek, 27 kadın; ort. yaş 3014; dağılım 4-63) alındı. Hastaların yakınma süresi ortalama 5.24.9 yıldı. Kan ve serum örneklerinde spektrofotometrik ölçümlerle enzimatik antioksidan olarak miyeloperoksidaz (MPO), non-enzimatik antioksidan olarak A ve E vitamini, oksidatif stres ürünü olan ve lipit peroksidasyonu sonucu oluşan metabolitlerden malondialdehit (MDA) ile oksidatif stres dengesini gösteren total antioksidan kapasiteye bakıldı. Sonuçlar, sağlıklı 40 bireyden oluşan kontrol grubuyla karşılaştırıldı. Bulgular: Hasta grubunda MDA düzeyleri kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek; MPO, A ve E vitamini düzeyleri ve total antioksidan kapasite anlamlı derecede düşük bulundu (p0.05). Sonuç: Bulgularımız, oksidatif stres ve antioksidan savunma mekanizması arasındaki dengesizliklerin alerjik rinit etyopatogenezinde rol oynayabileceğini düşündürmektedir.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Alt Dudak Kanserlerinde Primer Kitle ve Boyna Yaklaşım: 24 Olgunun Analizi
    (2009) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz
    In this study, we analyzed the surgical approach which we carried out for treatment of the primary mass and neck in 24 lower lip cancer cases and its results. PATIENTS AND METHODS: 24 patients (5 females, 19 males; mean age 56.8; range 41 to 72 years) who were operated on in our clinic for lip cancer between March 1995 and March 2007 and whom we were able to long term follow-up were included in this study. Tumor was resected with 1-2 cm surgical margin in all cases. The tissue defect was reconstructed by either primary closure or local/regional flaps. If the tumor was located in the middle of the lip, bilateral neck dissection, otherwise unilateral neck dissection was performed. Postoperative radiotherapy was used in cases who had neck metastatic disease. Functional results were evaluated regarding recurrence and mortality rates during five-year mean follow-up period. RESULTS: Tumor was originated from the lower lip alone in 20 cases. There was secondary commissure involvement in four cases. According to the TNM (tumor, node, metastasis) classification (AJCC, 2002), distribution of the cases was T1N0M0 (n=10), T2N0M0 (n=9), T3N1M0 (n=3), T4N2aM0 (n=1), T4N2cM0 (n=1). Primary closure (n=7), Abbe-Estlander flap (n=9), Karapandzic flap (n=4), Melolabial flap (n=3), Fan flap (n=1), pectoralis major myocutaneous flap (n=2) were used as reconstruction techniques. Histopathologically, metastatic disease was determined in the neck in four cases. During the follow-up period, there occurred ocal recurrence in two cases and regional metastasis in one. Two cases with distant metastasis died. Survival rates without illness for early and advanced stage tumors were 100% and 20%, respectively. Functional results after reconstruction were satisfactory, except in two cases which we used pectoralis major myocutaneous flap for reconstruction. CONCLUSION: Five-years survival rates without illness were significantly lower in cases with advanced stage tumor and N positive neck. This result indicates that stage of the tumor and neck involvement have a significant effect on prognosis. Furthermore, more satisfactory functional results were achieved in early stage tumors.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Alt dudak kanserlerinde primer kitle ve boyna yaklaşım: 24 olgunun analizi
    (2009) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz
    Amaç: Bu çalışmada 24 alt dudak kanseri olgusunda primer kitle ve boyun tedavisi için uyguladığımız cerrahi yaklaşım ve sonuçları analiz edildi. Hastalar ve Yöntemler: Kliniğimizde, Mart 1995-Mart 2007 tarihleri arasında alt dudak kanseri tanısıyla ameliyat edilen ve uzun süre takip edilebilen 24 hasta (5 kadın, 19 erkek; ort. yaş 56.8; dağılım 41-72 yıl) bu çalışmaya dahil edildi. Cerrahi olarak tümör, 1-2 cm’lik güvenlik sınırı bırakılarak çıkarıldı. Oluşan doku eksikliği primer kapama ya da lokal veya bölgesel flepler ile onarıldı. Tümör dudağın bir tarafında ise tek, orta hatta yakın ise iki taraflı boyun diseksiyonu yapıldı. Boyunda yayılım saptanan olgularda ameliyat sonrası radyoterapi uygulandı. Fonksiyonel sonuçlar, beş yıllık ortalama takip süresinde yineleme ve mortalite oranları yönünden değerlendirildi. Bulgular: Tümör, 20 olguda izole alt dudaktan kaynaklanıyordu. Dört olguda ikincil komissür tutulumu saptandı. TNM (tümör, nodül, metastaz) sınıflamasına (AJCC, 2002) göre, olguların dağılımı; T1N0M0 (n10), T2N0M0 (n9), T3N1M0 (n3), T4N2aM0 (n1), T4N2cM0 (n1) idi. Onarım teknikleri olarak, primer kapama (n7), Abbe-Estlander flep (n9), Karapandzic flep (n4), Melolabial flep (n3), Fan flep (n1), pektoralis majör miyokütanöz flep (n2) kullanıldı. Histopatolojik olarak dört olguda boyunda yayılım saptandı. Takip süresince, iki olguda lokal yineleme, bir olguda bölgesel yayılım gelişti. İki olgu uzak yayılım nedeniyle kaybedildi. Erken evre ve geç evre tümörlerde beş yıllık hastalıksız sağkalım oranları sırası ile %100 ve %20 idi. Onarım sonrası elde edilen fonksiyonel sonuçlar, pektoralis majör miyokütanöz flebi ile onarım yapılan iki olgu dışında tatminkardı. Sonuç: İleri evre tümöre ve N pozitif boyna sahip olgularda, beş yıllık hastalıksız sağkalım oranları belirgin olarak düşüktü. Bu sonuç, tümör evresi ve boyun tutulumunun prognoz üzerine olan etkisini vurgulamaktadır. Ayrıca, erken evre olgularda daha tatminkar fonksiyonel sonuçlar elde edildi
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Anterior Atticoantrostomy for Cholesteatoma Surgery
    (Sage Publications Inc, 2006) Uyar, Yavuz; Öztürk, Kayhan; Keleş, Bahar; Arbağ, Hamdi; Ülkü, Çağatay Han
    Objectives: We aimed to investigate the long-term results of anterior atticoantrostomy in adult patients with cholesteatoma. Methods: A total of 83 ears in 78 patients were operated on by the anterior atticoantrostomy technique, supported by a periosteal flap, between 1991 and 2002. Results: Cholesteatoma recurred in only 4 ears (4.8%). In the 79 ears without recurrence, re-perforation was observed in 3 ears (3.8%), and retraction pockets developed in the attic of 5 ears (6.3%), 2 of which needed ventilation tubes. Absorption or migration of cartilage grafts was not seen in any of the patients. The mean air-bone gap was 34.8 +/- 13.4 dB and 16.9 +/- 14.7 dB, and the mean high-tone bone conduction was 19.0 +/- 6.2 dB and 21.1 +/- 6.6 dB, in the preoperative and postoperative periods, respectively. Conclusions: In the reconstruction of the posterior canal wall, a cartilage graft supported by a periosteal flap prevents attic retraction and may increase the vascularization of the graft. After anterior atticoantrostomy, the recurrence rate and the probability of leaving residual tissue are low. Therefore, we believe that anterior atticoantrostomy is a relatively safe and effective technique that can be used in the management of cholesteatoma.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Antrokoanal poliplerde endoskopik cerrahi
    (2005) Öztürk, Kayhan; Yaman, Hüseyin; Ünaldı, Deniz; Arbağ, Hamdi; Keleş, Bahar; Uyar, Yavuz
    Amaç: Bu çalışmanın amacı antrokoanal polip nedeni ile endoskopik cerrahi tedavi uygulanan olgulardaki sonuçları değerlendirmektir. Hastalar ve Yöntemler: Onsekiz antrokoanal polipli hasta (onbir erkek, yedi kadın; ortalama yaş 31.114.7; 11-65 yaşları arasında) retrospektif olarak incelendi. Tüm olgular, ayrıntılı öykü alımı, tam bir KBB muayenesi, nazal endoskopi ve paranazal sinüs tomografisi ile değerlendirildi. Hastalar genel veya lokal anestezi ile ameliyat edildi. Olgular ameliyat sonrası komplikasyon ve nüks yönünden takip edildi. Takip süresi 9-40 ay (ortalama takip süresi: 22.910.5 ay) idi. Bulgular: Olguların on birinde sağ, yedisinde sol maksiller sinüs kaynaklı antrokoanal polip saptandı. En sık görülen semptomlar burun tıkanıklığı ve baş ağrısı idi. Hastaların onüçüne genel anestezi, beşine lokal anestezi altında cerrahi müdahale yapıldı. Beş hastaya fonksiyonel endoskopik sinüs cerrahisi (FESC) ve fossa kaninadan antral yaklaşım ile birlikte polipektomi, üçüne septoplasti ile birlikte FESC, onuna FESC uygulandı. Bir hastada nüks görüldü. Sonuç: Antrokoanal polip tedavisinde rekürrenslerin daha az görüldüğü FESC uygun bir cerrahi yöntemdir. Maksiller sinüsün ostiumdan yeterince değerlendirilemediği durumlarda rekürrensleri önlemek için fossa kaninadan yaklaşım uygun bir yöntem olabilir.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Baş-Boyun Bölgesi Fibröz Displazileri
    (2002) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Arbağ, Hamdi; Acar, Osman; Öztürk, Kayhan
    Amaç: Baş-boyun bölgesi fibröz displazilerine cerrahi yaklaşımlarımızı sunmak ve sonuçlarımızı değerlendirmek. Hastalar ve Yöntemler: Baş-boyun bölgesi fibröz displazili 8 olgu bu çalışma kapsamına alındı. Preoperatif dönemde bilgisayarlı tomografi ile değerlendirilerek lezyonun sınırları belirlendi. Olgular orijin aldıkları bölgelere göre farklı cerrahi tekniklerle opere edildiler. Postoperatif morbidite, komplikasyon, nüks ve malign transformasyon değerlendirildi. Bulgular: Olguların 3'ü kadın, 5'i erkek ve ortalama yaş 18.3 idi. Tümörler, temporal kemik (n2), maksilla (n2), frontal kemik (n2) ve sfenoid kemik (n2)'ten orijin almakta idi. Lezyon lokalizasyonuna göre, dış kulak yolunda darlık, iletim tipi işitme kaybı, başağrısı, yüzde deformite, burun tıkanıklığı ve maloklüzyon tesbit edilen semptomlardı. Fronto-orbital yaklaşım, Le-Fort I osteotomisi, modifiye radikal mastoidektomi ve parsiyal-inferior maksillektomi tümör orijinine göre uyguladığımız cerrahi tekniklerdi. Parsiyal-inferior maksillektomi uygulanan bir olguda oroantral fistül gelişti ve mukozal yanak flebi ile rekonstrükte edildi. 64.8 ay olan ortalama takip süresinde nüks ya da malign transformasyon izlenmedi. Sonuç: Fibröz displazi gelişimsel benign bir kemik tümörüdür. Cerrahi tedavi kararı patolojinin neden olduğu fonksiyonel ya da estetik bozukluğa göre verilir. Prognoz çoğunlukla iyidir. Ancak malign transformasyon da rapor edilmiştir. Bu nedenle uzun süreli hasta takibi gerekir.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Baş-Boyun Rekonstrüktif Cerrahisinde Pektoralis Major Miyokutanöz Flebi Sonuçlarımız
    (2002) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Arbağ, Hamdi; Öztürk, Kayhan
    Objectives: To evaluate the efficiency of the pectoralis major myocutaneous flap for reconstruction of high-volume defects in the head and neck region. Materials and Methods: Between 1992-2000, 14 cases with head and neck cancers, who were applied pectoralis major myocutaneous flap for reconstruction, were included in this study. 3 of the cases were female and 11 of them were male. Their ages were between 26-73 (mean age 56.25). All the cases were reconstructed with pectoralis major myocutaneous flap in the same operation after the tumor resection. In this study, pectoralis major myocutaneous flap was evaluated with literature for applying indications and post-operative complications. In this way, the reliability and functionality of the flap was searched. Results: In our series of 14 cases, partial necrosis was found in one case, fistula in another case, seroma and dehiscence were found at the other two. No complications were found at the rest of the ten cases. Conclusion: We think that pectoralis major myocutaneous flap is a functional and reliable choice for reconstruction of high-volume defects in the head and neck region.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Birinci ve İkinci Brankiyal Yarık Anomalilerinde Cerrahi Sonuçlarımız
    (2003) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Özer, Bedri; Yaman, Hüseyin
    Amaç: Birinci ve ikinci brankiyal yarık anomalisi nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan olgular, cerrahi teknikler, sonuçlar ve komplikasyonlar açısından değerlendirildi. Hastalar ve Yöntemler: Yirmi dört hasta (16 kadın, 8 erkek; ort. yaş 24; dağılım 7-64) retrospektif olarak incelendi. Tüm olgular ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi/manyetik resonans görüntüleme ve/veya fistülogram ile değerlendirildi, ikinci brankiyal yarık anomalilerinde, kist için transservikal yaklaşım, fistül için ikili horizontal servikal insizyon uygulandı. Birinci brankiyal yarık anomalisinde fasyal sinir ortaya konarak eksizyon yapıldı. Olgularda ameliyat sonrası komplikasyon ve nüks araştırıldı. Ortalama izlem süresi 74 ay (dağılım 10-116 ay) idi. Bulgular: Üç olguda (%12.5) birinci (1 kist, 2 fistül), 21 olguda (%87.5) ikinci brankiyal yarık anomalisi (5 fistül, 16 kist) saptandı. Birinci brankiyal yarık anomalili olgu-lar daha önce birden fazla ameliyat geçirmişlerdi. Bilgisayarlı tomografi/manyetik resonans görüntüleme kistik lezyonlarda cerrahi sınırları belirlemede önemli bir tanı aracı iken, fistül oluşumlarında daha sınırlı bilgi sağladı. Tüm olgularda lezyon tam olarak rezeke edildi. Hiçbir olguda komplikasyon ya da nüks gelişmedi. Sonuç: Erken tanı ve doğru cerrahi teknik uygulanan brankiyal yarık anomalilerinde komplikasyon ve nüks oranı düşmektedir.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Büyük Jüvenil Nazofaringeal Angiofibromaların Tedavisi
    (1995) Uyar, Yavuz; Erongun, Uğur; Karaköse, Serdar; Cenik, Ziya; Özer, Bedri; Kocaoğullar, Yalçın; Sağlam, Kaan; Güney, Önder
    Juvenil Nazofaringeal Angiofıbromalar, adölesan dönemi erkek çocuklarında sık görülen benign bir tümördür. Ancak kafa kaidesinde çeşitliforaminalar vefıssürler yoluyla yayıldıklarından tedavileri bir problem teşkil eder. Bu özellikteki 4 olgumuzun semptomları, tümörün yaygınlığı, uyguladığımız yöntemler ve kompUkasyonlan sunulmuş olup, literatür gözden geçirilerek sonuçlar değerlendirilmiştir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Comparative evaluation of different miniplates for internal fixation of mandible fractures using finite element analysis
    (W B SAUNDERS CO-ELSEVIER INC, 2008) Arbag, Hamdi; Korkmaz, Hasan Huesnue; Ozturk, Kayhan; Uyar, Yavuz
    Purpose: In this computer-based study, finite element analysis (FEA) was performed to assess the most suitable shape and fixation technique for a certain type of mandible fracture at corpus. Materials and Methods: A model of the mandible was prepared using computed tomography (CT) scans. The CT scans were transferred and converted to the finite element model by means of a procedure developed for this study. Simulated corpus fractures were fixed with 14 different fixation configurations of titanium miniplates. The FEA was performed with respect to displacement and stresses in the titanium miniplates for these configurations. Results: The study results indicated that the use of 2 straight miniplates is more rigid than other fixation types. Fixation with only I miniplate at the inferior location resulted in mobility greater than the set limit of 150 mu m. With "L" and "T" shaped miniplates and a straight miniplate at the middle location, fracture mobility was approximately equal to or less than the limit; however, displacement nearly reached to limit. Superior fixations with only 1 miniplate resulted in mobility lower than the limit. But these configurations exceed the yield limit of titanium miniplate. Conclusions: FEA may be useful in evaluation of other plate constructs, fracture types, and fracture sites, as confirmed by the agreement between our data and those in the literature and with clinical experience. This analysis should permit us to suggest and evaluate new miniplate designs and enable considerable savings to be made in terms of time, material, and animal experiments in the future development of osteosynthesis materials and techniques. (C) 2008 American Association of Oral and Maxillofacial Surgeons.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Comparison of a Newly Developed Automated and Quantitative Hepatitis C Virus (HCV) Core Antigen Test with the HCV RNA Assay for Clinical Usefulness in Confirming Anti-HCV Results
    (AMER SOC MICROBIOLOGY, 2011) Kesli, Recep; Polat, Hakki; Terzi, Yuksel; Kurtoglu, Muhammet Guzel; Uyar, Yavuz
    Hepatitis C virus (HCV) is a global health care problem. Diagnosis of HCV infection is mainly based on the detection of anti-HCV antibodies as a screening test with serum samples. Recombinant immunoblot assays are used as supplemental tests and for the final detection and quantification of HCV RNA in confirmatory tests. In this study, we aimed to compare the HCV core antigen test with the HCV RNA assay for confirming anti-HCV results to determine whether the HCV core antigen test may be used as an alternative confirmatory test to the HCV RNA test and to assess the diagnostic values of the total HCV core antigen test by determining the diagnostic specificity and sensitivity rates compared with the HCV RNA test. Sera from a total of 212 treatment-naive patients were analyzed for anti-HCV and HCV core antigen both with the Abbott Architect test and with the molecular HCV RNA assay consisting of a reverse transcription-PCR method as a confirmatory test. The diagnostic sensitivity, specificity, and positive and negative predictive values of the HCV core antigen assay compared to the HCV RNA test were 96.3%, 100%, 100%, and 89.7%, respectively. The levels of HCV core antigen showed a good correlation with those from the HCV RNA quantification (r = 0.907). In conclusion, the Architect HCV antigen assay is highly specific, sensitive, reliable, easy to perform, reproducible, cost-effective, and applicable as a screening, supplemental, and preconfirmatory test for anti-HCV assays used in laboratory procedures for the diagnosis of hepatitis C virus infection.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    A Different Technique Used for the Closure of Sigmoid Sinus During Infratemporal Approach
    (Elsevier Sci Ltd, 2002) Uyar, Yavuz; Ülkü, Çağatay Han; Eröngün, Uğur
    Objective: Glomus jugulare tumors and neuromas frequently affect the jugular foramen area and necessitate special surgical approaches. It is often essential to stop blood flow by occluding internal jugular vein from below and the sigmoid sinus from above. Obviously, injury to the venous structures without proximal and distal control results serious haemorrhage. We describe here, a different technique for the closure of sigmoid sinus during infratemporal approach and compare it with the other techniques. Methods: During the infratemporal approach, for closing the sigmoid sinus, we removed the bone over the sinus and from the posterior fossa dura located anteriorly and posteriorly to the sigmoid sinus. Then a 2/0 atraumatic silk suture was passed horizontally through dura which is behind and in front of the sinus. A muscle graft was then placed between the suture and sigmoid sinus. Results: We used that technique in 7 patients who had a glomus jugulare tumor. In that technique, the blood flow was completely stopped without penetrating the sinus. Conclusion: Sigmoid sinus can be closed without incision of the sinus or the dura. This decreases the chances of injury to the sinus and dura resulting in less bleeding and less chances of CSF leak. (C) 2002 Elsevier Science Ireland Ltd. All rights reserved.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Effectiveness of MeroGel Hyaluronic Acid on Tympanic Membrane Perforations
    (Taylor & Francis Ltd, 2006) Öztürk, Kayhan; Yaman, Hüseyin; Avunduk, Mustafa Cihat; Arbağ, Hamdi; Keleş, Bahar; Uyar, Yavuz
    Conclusions. Our results support the proposition that hyaluronic acid ( HA) provides a moist wound- healing environment to aid in the healing process of tympanic membrane perforation. A single MeroGel administration can be effective as well as daily topical HA application in the treatment of tympanic membrane perforations. A single application of esterified HA may be more suitable for patients and also for otolaryngologists. Objective. The purpose of the present study was to evaluate the effectiveness of a single MeroGel application on traumatic tympanic membrane perforations in rats. Materials and methods. The posterior quadrant of the tympanic membranes in both ears of 24 male pathogen- free Sprague- Dawley rats was perforated with a 20- gauge needle. Subjects were divided into two groups: MeroGel and daily topical HA- treated groups. All subjects were sacrificed and histopathological examinations of the tympanic bullas were carried out. Results. Perforations of controls, and MeroGel- and daily HA- treated groups closed in 17/ 24 ( 70.8%), 11/ 12 ( 91.7%), and 12/ 12 ( 100%) ears, respectively. There was a significant difference between control and MeroGel- treated groups, and also between control and daily topical HA- treated groups for the presence of vascular endothelial growth factor ( VEGF), fibroblast growth factor ( FGF), lymphocytes and collagen fibrils ( p < 0.05), whereas there was no significant difference between MeroGel- and daily topical HA- treated groups ( p < 0.05).
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Extracapsular dissection versus superficial parotidectomy in pleomorphic adenomas of the parotid gland
    (2011) Uyar, Yavuz; Çağlak, Fatih; Keleş, Bahar; Yıldırım, Güven; Saltürk, Ziya
    Amaç: Bu çalışmada selim parotis tümörlerinin cerrahi tedavisinde ekstrakapsüler diseksiyon (ED) ile süperfisyal parotidektomi (SP) karşılaştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Bu çalışmaya Ocak 1992 ile Haziran 2000 tarihleri arasında parotis bezinde pleomorfik adenom tanısı konulan ve ameliyat edilen 41 hasta dahil edildi. Hastalar ED grubu (6 erkek, 15 kadın; ort. yaş 47.2 yıl; dağılım 32-57 yıl) ve SP grubu (7 erkek, 13 kadın; ort. yaş 47.7 yıl; dağılım 29-61 yıl) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Yirmi bir hastaya ED, 20 hastaya ise SP uygulandı. Tüm hastalar ameliyat sonrası takip edildi ve ortalama takip süresi 194 ay idi (dağılım 117-264 ay). Bulgular: Takip sürecinde ED grubunda komplikasyon gelişmezken, SP grubunda üçü tükürük fistülü, biri Frey sendromu, üçü geçici fasiyal parezisi ve 13’ü kozmetik olmak üzere çeşitli deformiteler gelişti. Kozmetik deformiteler parotis alanında minimal çökme şeklindeydi. İki grupta da herhangi bir rekürens meydana gelmedi. Kozmetik deformite göz önüne alındığında iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (p0.000 ve X219.27). Genel komplikasyon oranı göz önüne alındığında da iki grup arasında anlamlı fark vardı (p0.001 ve X2Y: 8.32). Sonuç: Ekstrakapsüler disseksiyon süperfisiyal parotidektomi ile karşılaştırıldığında daha düşük bir komplikasyon oranı ve benzer bir rekürens oranı ile güvenli ve güvenilir bir cerrahi tekniktir.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Facial nerve schwannomas: A report of four cases and a review of the literature
    (W B SAUNDERS CO, 2004) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Acar, Osman; Yaman, Hüseyin; Avunduk, Mustafa Cihat
    Objective: To evaluate both the surgical approaches and results of the facial nerve schwannoma cases as diagnosed in our clinic in line with the literature. Material and Methods: The files of 4 cases diagnosed in our clinic as facial nerve schwannoma between 1996 to 2002 were reviewed retrospectively. All the cases were evaluated with detailed history; ear, nose, and throat examination; computed tomography; and/or magnetic resonance imaging. If required, electromyography and audiometric evaluations were made. Fine-needle aspiration cytology was also performed in appropriate cases. The surgical approach used was determined depending on the tumor location and its extent. Facial nerve reconstruction was accomplished if the integrity of the nerve could not be protected. Cases were followed up for facial nerve function, complications, and recurrence. Results: The tumors occurred in the vertical (n = 2), internal auditory canal (n = 1), and the peripheric segment (n = 1) of the nerve. As symptoms, facial paralysis (n = 2), hearing loss (n = 3), tinnitus (n = 1), otorrhea (n = 2), parotid mass (n = 2), and external auditory canal mass (n = 1) were observed. Radiologic investigations provided important informations. However, fine-needle aspiration cytology did not contribute to a correct preoperative diagnosis. The superficial parotidectomy approach (n = 1), retrosigmoid approach (n = 1), and transmastoid-superficial parotidectomy combined approach (n = 2) were used. The integrity of the nerve could not be protected in 3 of the cases. After the reconstruction surgery, the facial nerve function was evaluated as House-Brackmann grade 3 for all 3 cases at the mean 38.6 months follow-up time. No tumors have recurred during follow-up. Conclusion: Facial nerve schwannoma is a rare tumor. Through improved surgical and reconstruction techniques, postoperative morbidity is at acceptable levels. The rate of recurrence is low. It should be kept in mind for differential diagnosis of facial nerve paralysis. (C) 2004 Elsevier Inc. All rights reserved.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Glomus Tümörlerinde Cerrahi Yaklaşımlarımız
    (2003) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Özkal, Ertuğ; Öztürk, Kayhan; Arbağ, Hamdi
    Amaç: Glomus tümörlerine cerrahi yaklaşımlarımızı sunmak ve sonuçlarımızı değerlendirmek. Hastalar ve Yöntemler: Glomus tümörü tanısı alan 12 olgu dosyaları retrospektif olarak incelenerek bu çalışma kapsamına alındı. Olgular preoperatif dönemde odiyolojik testler (pür tone odiogram, kulak zarının sağlam olduğu olgularda, akustik empedans), anjiografi, bilgisayarlı tomografi ve/veya magnetik rezonans görüntüleme ile değerlendirildiler. Ayrıca idrarda vanil mandelik asit düzeyleri araştırıldı. Glomus jugulare tümörlerinde, infratemporal fossa tip A yaklaşımı, glomus timpanikum tümörlerinde ise transmastoid yaklaşım uygulandı. Subtotal rezeksiyon uygulanan bir olguda kalan tümör dokusuna yönelik olarak radyoterapi uygulandı. Bulgular: Olguların 8’i kadın, 4’ü erkek ve ortalama yaş 54.3 idi. Tanı 8 olguda glomus jugulare ve 4 olguda glomus timpanikum idi. Pulsatil tinnitus, iletim tipi işitme kaybı ve kulakta dolgunluk hissi en sık tesbit edilen semptomlardı. Preoperatif dönemde, glomus jugulare olgularında en az 3 kraniyal sinir paralizisi mevcuttu. Tüm olgularda idrar vanil mandelik asit düzeyleri normaldi. Glomus timpanikum tümörleri total olarak rezeke edildi. Glomus jugulare tümörlerinde ise total rezeksiyon oranı % 87.5 idi. İntrakraniyal uzanım ve internal karotis arter invazyonu gösteren, bir olguda subtotal rezeksiyon ve postoperatif radyoterapi uygulandı. İnfratemporal fossa A yaklaşımı ile opere edilen tüm olgularda geçici fasiyal paralizi ortaya çıktı. Preoperatif olarak etkilenmiş olan diğer kraniyal sinir fonksiyonlarında postoperatif dönemde herhangi bir değişiklik olmadı. Komplikasyon olarak bir olguda beyin omurilik sıvısı fistülü gelişti. 54 ay (11ay-116 ay) olan ortalama takip süreside rezeksiyonun tam olduğu olgularda nüks izlenmedi. Per/postoperatif ölüm izlenmedi. Sonuç: Çalışmamızdan elde edilen sonuçlar glomus timpanikum tümörlerinin transmastoid yaklaşım ve glomus jugulare tümörlerinin infratemporal fossa tip A yaklaşımı ile düşük mortalite ve morbidite oranları ile rezeke edilebildiğini göstermektedir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    I?nfratemporal Fossa Tümörlerine Cerrahi Yaklaşımlarımız
    (2002) Ülkü, Çağatay Han; Uyar, Yavuz; Arbağ, Hamdi; Öztürk, Kayhan
    Amaç: İnfratemporal fossa tümörlerine cerrahi yaklaşımlarımızı değerlendirmek ve deneyimlerimizi sunmak. Hastalar ve Yöntemler: İnfratemporal fossa tümörlü 31 olgu (10 kadın, 21 erkek; ört. yaş 34.6; dağılım 3-78) değerlendirildi. Tümörlerin 21'i benign, 10'u malign idi. Olgular ameliyattan önce bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans görüntüleme ve anjiyografi ile değerlendirildi. Preauriküler İnfratemporal yaklaşım, LeFort l osteotomisi, stilohamuler diseksiyon, translokasyon gibi yedi farklı cerrahi yaklaşım uygulandı. Bazı olgular birkaç teknik birleştirilerek ameliyat edildi. Takip süresi bir ile dokuz yıl arasında değişmekte idi. Bulgular: Komplikasyon olarak beş olguda fasyal deformite, üç olguda skar, bir olguda keratit ve bir olguda kanama görüldü. Cerrahi sonuçlarımız bening tümörlerde başarılı iken, malign tümörlerde %50 nüks oranı ve olgu sayımızın sınırlı olması nedeniyle tartışılabilir bulundu. Sonuç: Tek taraflı benign tümörlerinde preauriküler yaklaşımın; iki taraflı olgularda ve nazal fossa ön kafa tabanına uzanan lezyonlarda LeFort l osteotomisinin; malign tümörlü olgularda ise stilohamuler diseksiyonun uygun olduğu sonucuna varıldı.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Infratemporal Approach For Jugular Foramen Meningioma
    (1993) Erongun, Uğur; Uyar, Yavuz; Çakır, Bilge; Uygun, Ali; Kocaoğullar, Yalçın
    The properties of tumours of the jugular foramen are presented and the details of the infratemporal A approach. A new technique for neurosurgeons. are discussed.
  • «
  • 1 (current)
  • 2
  • »

| Selçuk Üniversitesi | Kütüphane | Açık Erişim Politikası | Rehber | OAI-PMH |

Bu site Creative Commons Alıntı-Gayri Ticari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile korunmaktadır.


Selçuk Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı, Konya, TÜRKİYE
İçerikte herhangi bir hata görürseniz lütfen bize bildirin

DSpace 7.6.1, Powered by İdeal DSpace

DSpace yazılımı telif hakkı © 2002-2025 LYRASIS

  • Çerez Ayarları
  • Gizlilik Politikası
  • Son Kullanıcı Sözleşmesi
  • Geri Bildirim