Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 2209
  • Öğe
    Farklı katkı maddeleri ile dondurulan boğa spermasının değerlendirilmesi
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Ağır, Vahit; Bucak, Mustafa Numan
    Bu çalışmada boğa spermasının dondurulmasında Tris bazlı sulandırıcıya melatonin ve lipozom ilavesinin çözüm sonu spermatolojik parametreler üzerine etkilerinin belirlenmesi amaçlandı. Bu amaçla normospermi gösteren üç baş boğadan suni vajen yoluyla elde edilen ejakülatlar birleştirilerek deney grupları oluşturuldu. Oluşturulan Gliserol %5 (G5) ve Gliserol %3+60 mM Trehaloz (G3T) içeren tris bazlı sulandırıcılara farklı dozlarda melatonin ve lipozom ilaveleri yapıldı. Birleştirilen ejekülatlar 10 eşit hacme bölünerek G5, G5+ 0.25 mM melatonin (G5M0.25), G5+ 0.75 mM melatonin (G5M0.75), G5+ 1,25 µl/ml lipozom (G5L1.25), G5+3,75 µl/ml lipozom (G5L3.75), G3T, G3T+0,25 mM melatonin (G3TM0.25), G3T+0,75 mM melatonin (G3TM0.75), G3T+1,25 µl/ml lipozom (G3TL1.25), G3T+3,75 µl/ml lipozom (G3TL3.75) sulandırıcılarıyla sulandırıldı. Sulandırma işlemi 37o C ta yapıldı ve sulandırılan sperma numuneleri ekilibrasyon ve payetleme işleminin ardından sıvı azot buharında dondurularak sıvı azotta saklandı. Dondurma çözdürme sonrası sperma numunelerinde motilite, flow sitometri analizinde ölü-canlı oranı (SYBR+), plazma membran ve akrozom bütünlüğü (MPAI), mitokondriyal oksidatif stres (MITOSOX+) ve spermatozoon apoptozis oranı (Annexin V) parametreleri değerlendirildi. Çözüm sonu spermatozoon motilite oranları G5, G5M0.25, G5M0.75, G5L1.25, G5L3.75, G3T, G3TM0.25, G3TM0.75, G3TL1.25, G3TL3.75 gruplarında sırasıyla; %61,7±0,01; %69,20±0,02; %60,80±0,01; %65,80±0,02; %60,00±0,01; %63,30±0,01; %66,70±0,02; %60,80±0,01; %67,50±0,02; %59,20±0,01 olarak saptandı. Motilite değerleri karşılaştırıldığında G5M0.25 grubunda en yüksek çözüm sonu motilite değeri (%69,20±0,02) elde edildi (p<0.001). G5M0.25 grubu; G5 (%61,7±0,01), G5M0.75 (%60,80±0,01), G5L3.75 (%60,00±0,01), G3T (%63,30±0,01), G3TM0.75 (%60,80±0,01), G3TL3.75 (%59,20±0,01) gruplarına göre çözüm sonu motilite açısından daha yüksek oranda iyileşme sağladı (p<0,001). G3TM0.25 ve G3TL1.25 grupları G5 grubuna göre çözüm sonu motilite değerini önemli oranda iyileştirdi (p<0,001). Flow sitometri analiz sonuçlarında ölü-canlı oranı, plazma membran ve akrozom bütünlüğü, mitokondrial oksidatif stres seviyesi ve apoptoz oranları açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmedi (p>0,05). Boğa spermasının dondurulmasında Tris bazlı sulandırıcıya ilave edilen melatonin'in çözüm sonu spermatolojik parametreleri iyileştirdiği kanaatine varıldı. Melatonin'in 0,25 mM ve 0,75 mM dozlarında G3T ve G5 ortamına ilavesiyle her iki sulandırıcıda benzer sonuçlar verdiği saptandı. Sonuç olarak düşük oranda gliserol içeren G3T sulandırıcısına antioksidan ilavesiyle G5 sulandırıcısı kadar çözüm sonu spermatolojik parametreleri koruduğu ve iyileştirdiği; G5 sulandırıcısının yerine kullanılabileceği görüldü (p<0,001). Gliserolün fertilite üzerindeki toksik etkisinin ve özellikle düşük gliserol kullanımından doğabilecek spermatolojik parametrelerdeki düşük sonuçların, düşük oranda gliserol içeren ortama Trehaloz ilavesiyle giderilebileceği sonucuna varıldı.
  • Öğe
    Yorgunluğun kadın futbolcuların hamstring/kuadriseps kuvvet oranına etkisi
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Söylemez, Rumeysa; Tatlıcı, Ali
    Bu çalışma, kadın futbolcuların dinlenim ve yorgunluk koşullarındaki kuadriseps ve hamstring kas kuvvet oranlarını değerlendirerek yaralanma risklerini belirlemeyi amaçlamaktadır. Bu araştırma, Konya ilinde aktif olarak futbol oynayan, yaşları 18 ile 25 arasında değişen 8 kadın sporcu ile gerçekleştirilmiştir. Katılımcılar, dinlenik ve yorgunluk koşullarında, 60°/s ve 180°/s açısal hızlarında eksantrik ve konsantrik kasılma kuvvetleri ile hamstring/quadriceps (H/Q) oranı ve fonksiyonel H/Q oranındaki değişimleri değerlendirmek amacıyla teste tabi tutulmuştur. Tüm testler, Selçuk Üniversitesi laboratuvar ortamında yürütülmüştür. Katılımcılarda yorgunluk oluşturmak amacıyla 4'e 4 formatında dar alan futbol oyunu oynatılmıştır. Bu uygulama, 26x34 metrelik bir sahada gerçekleştirilmiş olup, her biri 6 dakika süren üç set halinde planlanmıştır. Setler arasında 3 dakikalık dinlenme süresi verilmiştir. İzokinetik kuvvet ölçümleri, Cybex marka izokinetik dinamometre cihazı kullanılarak gerçekleştirilmiş ve hem yorgunluk öncesi hem de yorgunluk sonrası veriler sistematik biçimde toplanmıştır. Araştırma sonucunda, dinlenim ve yorgunluk durumları arasında kuadriseps ve hamstring kaslarına ait konsantrik ve eksantrik kuvvet değerleri ile H/Q ve fonksiyonel H/Q oranlarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0,05). Araştırma, kadın futbolcuların kas kuvvet oranları üzerine odaklanarak, yaralanma risklerinin değerlendirilmesinde kullanılabilecek yeni veriler sunmaktadır. Bu bağlamda elde edilen sonuçların, sporcuların bireysel performanslarının artırılması ve yaralanma risklerinin azaltılmasına yönelik programların geliştirilmesinde yol gösterici olması beklenmektedir.
  • Öğe
    Lise öğrencilerine uygulanan dinamik ve statik germelerin fiziksel ve fizyolojik parametreler üzerine etkisinin karşılaştırılması
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Koşar, Süleyman; Tatlıcı, Ali
    Bu çalışmanın amacı lise öğrencileri arasından seçilmiş yaşları 15-16 arasında değişen erkek bireylerden oluşan gruplarda statik ve dinamik germelerin fiziksel ve fizyolojik parametreler üzerinde etkisinin incelenmesidir. Bu çalışmaya, lisede öğrenim görmekte olan toplam 36 erkek öğrenci gönüllü olarak katılmıştır. Araştırma kapsamında katılımcılar rastgele olarak üç gruba ayrılmıştır: statik germe grubu (n = 12), dinamik germe grubu (n = 12) ve kontrol grubu (n = 12). Çalışmanın başlangıcında tüm katılımcılara ön test olarak şu değerlendirmeler uygulanmıştır: Otur-Uzan Esneklik Testi, T-Çeviklik (Agility) Testi, Flamingo Denge Testi, Dikey Sıçrama Testi ve 20 Metre Sürat Testi. Ön testlerin ardından deney gruplarındaki katılımcılar, sekiz hafta boyunca haftada iki gün gerçekleştirilen beden eğitimi derslerinde ilgili germe egzersizlerine (statik veya dinamik) dahil edilmiştir. Kontrol grubundaki katılımcılar ise herhangi bir germe protokolüne katılmamış, yalnızca rutin beden eğitimi derslerine devam etmiştir. Sekiz haftalık uygulama süreci sonunda, tüm katılımcılara aynı testler tekrar uygulanarak son test verileri elde edilmiştir. Verilerin istatistiki analizlerinde SPSS 25 paket programı kullanılmıştır. Araştırmaya ait verilerin normal dağılımları Shapiro-Wilk testi ile test edilmiştir. Normal dağılmayan veri setleri için çarpıklık ve basıklık değerleri kontrol edilmiş ve ± 2 içindekilerin normal dağıldığı kabul edilmiştir. Normal dağılım gösteren veriler için ikili değişkenlerde paired sample t testi, 2'den fazla değişken karşılaştırılmasında ise tek yönlü varyans analizi (Anova) kullanılmıştır. Farklılıkların hangi gruplardan kaynaklandığının tespitinde ise post hoc testlerden LSD testi kullanılmıştır. Statik grupta dikey sıçrama değerleri anlamlı düşerken, esneklik ve denge parametrelerinde anlamlı geliştiği görülmüştür farka rastlanmıştır (p<0,05). Dinamik grupta ise dikey sıçrama, esneklik, çeviklik ve denge parametrelerinde anlamlı değişim bulunmuştur (p<0,05). Kontrol grubunda istatistiksel fark bulunmamıştır (p>0,05). Sonuç olarak, dinamik germe egzersizlerinin, esneklik, çeviklik, denge ve dikey sıçrama gibi fiziksel performans parametreleri üzerinde statik germeye kıyasla daha belirgin ve olumlu etkiler sağladığı görülmüştür. Bu doğrultuda, özellikle ergen bireylerle yürütülen beden eğitimi ve antrenman programlarında dinamik germelere öncelik verilmesi, fiziksel performansın artırılmasında etkili bir yöntem olabilir.
  • Öğe
    Sakroiliak-iliosakral disfonksiyonların vücut ağırlık merkezi üzerindeki etkilerinin incelenmesi
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Parlak, Burak; Dayan, Mustafa Orhun; Taşgın, Erdal
    Sakroiliak eklem (SİE), pelvis ve omurga arasında konumlanan, mekanik yük transferi, postür kontrolü ve dinamik stabilite sağlamada hayati bir rol üstlenen sinoviyal bir eklemdir. Bu eklem, yürüme, koşma ve statik duruş gibi aktiviteler sırasında vücut ağırlığının alt ekstremitelere dengeli dağılmasını sağlayarak biomekanik bütünlüğü korur. Ancak, travmalar, tekrarlayan mikrohasarlar, gebelik, obezite veya inflamatuar süreçler gibi faktörler, sakroiliak eklem disfonksiyonu (SİED) olarak tanımlanan fonksiyonel veya yapısal bozukluklara yol açabilmektedir. SİED, klinikte sıklıkla kronik bel ağrısı, postüral instabilite ve kas-iskelet sisteminde ikincil kompansasyonlar ile ilişkilendirilir. Vücut ağırlık merkezindeki (VAM) minimal sapmalar uzun vadede omurga eğrilikleri, pelvik rotasyon ve eklem dejenerasyonu gibi patolojilere zemin hazırlayabilir. Bu nedenle, SİED'nin erken tanısı ve VAM bozulmalarının önlenmesi bireysel yaşam kalitesinin korunması ve toplum sağlığı açısındanönem taşı maktadır. Bu çalışmanın temel amacı SİED ile VAM arasındaki ilişkiyi multidisipliner bir bakış açısıyla ele almak ve Çift Terazi Testi (ÇTT) gibi non-invaziv bir yöntemin erken tanıdaki etkinliğini ortaya koymaktır.
  • Öğe
    Rekreatif futbol etkinliklerine katılan 10-13 yaş erkek çocukların farklı değişkenlere göre hayal etme düzeylerinin incelenmesi
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Minver, Feyzullah Furkan; Ertüzün, Ezgi
    Bu çalışma rekreatif futbol etkinliklerine katılan 10-13 yaş erkek çocukların farklı değişkenlere göre hayal etme düzeylerinin incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Literatürdeki çalışmalar incelendiğinde rekreatif futbol etkinliklere katılım sağlayan bireyler arasında birçok boyutta farklılıklar olduğu görülmektedir. Hayal etme düzeyi de bu farklılığın olduğu boyutlardan birisi olabilir. Bu çalışmaya Ankara ilinden 10-13 yaş arası çocuklar katılmıştır. Çalışmada Türkçe geçerlik ve güvenirlik çalışmaları yapılan Kafkas (2011)'in Çocuklar İçin Sporda Hayal Etme Ölçeği ve Kişisel Bilgi Formu kullanılmıştır. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistiklerden yararlanılmıştır. Katılımcıların hayal etme ölçeği aktivite türü t-testi sonuçlarına göre; özel bilişsel-motivasyon alt boyutunda iki gün katılan çocuklar ve dört gün etkinliklerine katılan çocuklar arasında anlamlı bir farklılık tespit edilmiştir. Futbol etkinliklerine katılan 10-13 yaş erkek çocukların farklı değişkenlere göre hayal etme düzeylerinin incelenmesi amacıyla yapılan bu çalışmada, özel bilişsel-motivasyon alt boyutu aktivite sıklığı değişkeninde anlamlı farklılıklara ulaşılırken genel bilişsel ve genel motivasyon üstünlük alt boyutlarında anlamlı bir farklılığa ulaşılmamıştır.
  • Öğe
    KBRN tehditlerine karşı koruyucu maske filtrelerinin yerli üretimi ve uygulaması
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Bilgiseven, İrem Mukaddes; Karakurt, Serdar
    KBRN terimi, kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer maddelerin insanlar ve çevre için neden olduğu tüm tehlikeli durumları ifade eden bir terim olarak kullanılmaktadır. Kimyasal savaş ajanları, canlıları etkisiz hale getirmek, insanları yaralamak ve öldürmek, gıda kaynaklarını kirletmek ve yok etmek, kaos ve paniğe neden olmak için kullanılan tüm kimyasalları kapsamaktadır. Kimyasal savaş ajanları, ekonomik ve stratejik açıdan önemli hedefleri bozmaktadır ve askeri ve sivil personeli koruyucu kıyafet giymeye ve koruyucu ekipman kullanmaya zorlamaktadır. KBRN ajanlarına karşı tüm vücut koruması gerekli olsa da solunum yolu son derece hassas olduğundan dolayı solunum koruması en önemli güvenlik önlemidir. Tez kapsamında KBRN nanofiber filtreler üç (3) farklı grupta toplam altı (6) adet olacak şekilde elektro-eğirme tekniği kullanılarak üretilmiştir. Selüloz asetat (CA) ve selüloz asetat + polivinil prolidon (CA + PVP) nanofiberler kaba filtre kağıdı, medikal krep kağıt ve melt-blown kumaş üzerine kaplama yapılarak üretilmiştir. Nanofiber yapılı KBRN filtrelerinin yüzey morfolojisi SEM ve yapıdaki fonksiyonel gruplar FTIR yöntemi ile araştırılmıştır. SEM görüntülerinde boncuksuz nanolif oluşumu ile yüzeyin homojen bir şekilde kaplandığı gözlenmiştir. CA filtrelerin ortalama fiber çapları 377 ± 196 nm ve CA + PVP filtrelerin ortalama fiber çapları 601 ± 209 nm bulunmuştur. FTIR spektrumunda CA ve CA + PVP'ye ait karakteristik pikler görülmüştür. Filtrelerin esneklik, mekanik kuvvet ve elastiklik gibi mekanik özellikleri EN ISO 134934–1: 2013 standartlarına uygun olacak şekilde çekme test cihazında (Shimadzu, AGS-X 10 kN) gerçekleştirilmiştir. Melt-blown kumaş nanofiberler üzerinde çekme dayanımını ve birim şekil değiştirme miktarını arttırmıştır. Geliştirilen KBRN filtrelerinde hava geçirgenliği özelliklerinin belirlenmesi TS 391 EN ISO 9237 standartlarına uygun olacak şekilde geçirgenlik test cihazı (Prowhite Airtest II) ile test edilmiştir. Meltblown kumaşla kaplanan filtreler nispeten daha yüksek hava geçirgenliği sergilemiştir (29 m3h-1). KBRN filtrelerinin filtrasyon verimliliği ve basınç düşüşü, otomatik bir hava filtresi test cihazı (8130A modeli, TSI Inc.) ile ölçülmüştür. Standart olarak kabul edilen yüksek verimli bir filtre, %90 − %100 PM2,5 (2,5 μm'den küçük veya eşit boyuttaki parçacıklar) giderme verimliliği sergilemesi gerekmektedir. Meltblown kumaş CA + PVP nanofiberlerle kaplandığında parçacık tutuş verimi (PM0.3) %93.19'a yükselmiştir. KBRN filtrelerinin formaldehit (HCHO) adsorpsiyon kapasitesi UV-Vis spektrofotometre (Shimadzu, UV-1900i) kullanılarak ölçülmüştür. En iyi adsorpsiyon, meltblown kumaş + CA + PVP nanofiber filtrelerde bulunmuştur. KBRN filtrelerinin sağlıklı bronş epitel hücreleri (BEAS-2B) üzerindeki toksik etkileri araştırılmıştır. KBRN nanofiber filtrelerinin BEAS-2B hücrelerinde toksik etkilerinin olmadığı bulunmuştur. Tüm gruplarda en yüksek doz olan 200 µg/mL göz önüne alındığında hücrelerin canlılığı %50'nin altına düşmemiştir. Ancak KBRN filtreleri formaldehit buharına maruz kaldığında toksik etkileri artmıştır. Filtreler formaldehit buharına maruz bırakıldığında formaldehitin kendi doğasından gelen toksikliği nedeniyle hücre canlılıkları azalmıştır. Diğer partikül tutma, adsorpsiyon deneyleri gibi çalışmaların sonuçlarına bakıldığında filtrelerin formaldehiti tuttuğunu söylemek mümkündür. KBRN filtrelerinin antimikrobiyal aktivitesini belirlemek için Staphylococcus aureus, Escherichia coli, Staphylococcus epidermis bakterileri kullanılmıştır. Filtrelerin anti-bakteriyel özellik sergilediği gözlenmiştir. Sonuç olarak, geliştirilen KBRN filtreleri ortam havası filtrelemenin yanı sıra kişisel koruyucu ekipman olan yüz maskelerinde de filtre olarak kullanılma potansiyeline sahiptir ve KBRN alanında potansiyel bir yerli ve milli filtre adayı olarak geliştirilmeye açıktır.
  • Öğe
    Veterinerlik alanında yapay zekâ çalışmalarının bibliyometrik analizi
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Serin, Hakan; Körez, Muslu Kazım
    Yapay zekânın günümüzde veteriner hekimlik alanında kullanılması bu alandaki araştırmacılar için ilgi çekici bir yenilik olmuştur. Bu çalışmanın amacı, bibliyometrik analiz ile veteriner hekimlikte yapay zekâ alanındaki literatürün genel haritasını çıkarmak ve kullanım alanlarını belirlemektir. Veteriner hekimlikte yapay zekâ üzerine mevcut literatürü keşfetmek için Web of Science veri tabanı kullanılmıştır. Araştırma verileri 397 adet makaleden oluşmuştur. Verilerin analizi için R istatistik programında mevcut olan "bibliometrix" kütüphanesi ile VOSviewer programı kullanılmıştır. Veri sorgusu 10 Kasım 2023 tarihinde "veterinary" OR "veterinary sciences" OR "animal sciences" AND "machine learning" OR "deep learning" OR "artificial intelligence" OR "data mining" kavramları ile gerçekleştirilmiştir. Dergiler, yayın ve atıf sayısı, yazar, kurum ve ülke gibi araştırma ögeleri bibliyometrik göstergeler ile incelenmiştir. Genel yayın eğilimleri incelendiğinde veteriner hekimlikteki yapay zekâ çalışmalarına 65 farklı dergi ve 1758 yazar katkıda bulunmuştur. 2019 yılından itibaren yayın sayısı hızlı bir artış göstermiştir. Animals ve Preventive Veterinary Medicine dergileri alanın öncü dergileri olarak belirlenmiştir. Alanda önde gelen yazarlar Tommaso Banzato ve Ecevit Eyduran olmuştur. En fazla yayın sayısına sahip kurum California Davis Üniversitesi olurken, uluslararası işbirliği düzeyi en yüksek kurum Bern Üniversitesi olmuştur. Çalışma sonucunda alanda önde gelen ülkeler Amerika Birleşik Devletleri ve Çin olmuştur. En sık kullanılan anahtar kelimelerin "deep learning", "machine learning" ve "artificial intelligence" olduğu, "active learning" ve "computer-aided diagnosis" kelimelerinin ise yakın tarihli çalışmalarda daha fazla kulanıldığı belirlenmiştir. Çalışmada ortaya konulan bulgular makine öğrenmesinin veteriner hekimlikte güncel çalışma alanı olduğunu göstermektedir. Gelecekte bu alandaki çalışmaların bilgisayar sistemleri ile destekleneceği öngörülmektedir. Bu alandaki çalışmaların geliştirilmesi için mali sorumluluk, yeterli altyapı (yazılım veya donanım) ve kaynak desteği, iyi veri yönetimi ilkelerinin oluşturulması ve eğitim-öğretim gibi sistemli bir yönetim oluşturulması önerilmektedir. Bu çalışma veteriner hekimlik alanında yapılacak yapay zekâ çalışmaları için alanın genel haritası hakkında bilgi vermesi açısından araştırmacılar için yol gösterici nitelik taşıyabilir.
  • Öğe
    Kanatlı adenovirüsünün serolojik ve moleküler incelenmesi
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Padron, Beatriz; Erganiş, Osman
    Kanatlı adenovirüsleri (FAdVs); İnklüzyon Cisimciği Hepatit Sendromu (IBH), Hepatit-Hidroperikardiyum Sendromu (HHS) ve Adenoviral Kaslı Mide Erozyonu Sendromu (AGE) gibi çeşitli hastalıklarla ilişkili bir kanatlı patojenidir. Bu enfeksiyonlar kanatlı sağlığı ve verimliliği için önemli tehditler oluşturmakta ve kanatlı endüstrisinde ekonomik kayıplara yol açmaktadır. Ayrıca, son dönemde FAdV' unun bursa fabriciusta ve timusta atrofiye neden olduğu belirlenmiş ve immunsupresif özelliği tespit edilmiştir. FAdV; genellikle Enfeksiyöz Bursal Hastalığı Virüsü (IBDV), Tavuk Enfeksiyöz Anemi Virüsü (CAV) ve Kanatlı Reovirus (ARV) gibi immunsupresif etkenlerle birlikter seyretmektedir. FAdV pozitif kanatlılarda klinik ve nekropsi bulgularına göre ayırıcı tanı zordur. Bu sebeple enfeksiyon gözardı edilmekte ve enfeksiyonun diğer immunsupresif hastalıklarla ilişkilendirildiği çalışmalara da az sayıda rastlanılmaktadır. FAdV' unun birden fazla serotipi bulunmaktadır ve aşılama ile elde edilen serotipler arası çapraz koruyuculuk düzeyinde yeterli değildir. Enfeksiyondan korunmada kullanılan ticari ithal aşılar bulunmaktadır. Ancak serotip çeşitliliğinden dolayı ülkesel/bölgesel/çiftlik bazda dahi serotipe bağlı farklılıklar olabilmektedir ve aşılamayla hedeflenen başarı elde edilememektedir. Çalışmada 42 kümeste yer alan 630 tavuktan seçilen iç organlardan PZR için havuz oluşturularak 42 örnek hazırlandı ve FAdV, IBDV, CAV ve ARV yönünden tarandı; serumlar ise, in-house ELISA ile FAdV yönünden analiz edildi. Sahadan izole edilen FAdV ile inaktif ve atenüe aşılar formüle edilerek Swiss albino fare grupları belirli periyotlarda aşılandı. Hem aşılı fare serumlarında hemde sahada toplanan 28 kümese ait serumlarında spesifik FAdV antikor varlığını araştırmak için iki ayrı in-house ELISA geliştirildi. Sonuçların bivariate analiz, lojistik regresyon ve One-Way ANOVA istatistik analizleri ile değerlendirildi. Moleküler incelemede 42 kümesten sadece 3'ünde (%7.14) FAdV tespit edildi; diğer etkenlerin kümes prevalans oranı, IBDV için %66.67 (28 kümes), ARV için %30.65 (13 kümes) ve CAV için %27.57 (12 kümes) olduğunu görüldü. Serolojik analizde ise, 28 kümesten 19'unda (%67,86) FAdV için antikor bulunduğu saptandı. Bir FAdV izolatı için, Vero ve HEK-293 hücre hatlarında adaptasyon için pasajlama çalışmalarına göre monolayer Vero hücre hattında daha iyi adaptasyon ve etken miktarı elde edildi. Vero hücre kültüründe üretilen virüsler ile iki aşı aday hazırlandı. Pasajlanan virüsünün atenuasyonu değerlendirmek için embriyolu tavuk yumurtası üzerinde deneme yapıldı ve 14. pasajın aşı antijeni eldesinde uygun olduğu belirlendi. Ayrıca sitopatik etki oluşumunun 13. pasajda şekillenmeye başladığı tespit edildi. Fare modelinde yapılan seropotens denemesinin sonucuna göre, inaktif aşı için cut off değeri 0,101 üstünde olan %100, canlı aşı için cut off değeri 0,098 üzerinde olan %100 farede pozitiflik belirlendi. Sahada kümeslerde FAdV enfeksiyon yönünden pozitifliğin %67,86 olduğu tespit edildi. Ülkemizde civcivlerde FAdV ile beraber seyreden immünsupresif enfeksiyonlar ilişkilendirildi. Ayrıca sahadan izole edilen FAdV'u Vero monolayer hücre hattına adapte edilerek, etkin inaktif ve atenüe aşılar üretildi ve seropotens grupları üzerinden preklinik çalışmalarının bir kısmı yapıldı. Her iki aşıdan elde edilen sonuçlara göre geliştirme potansiyeline işaret eden umut verici bir bağışıklık uyarımı ortaya konuldu. Bu tez çalışmasının amacı, kapsamlı bir serolojik ve moleküler çalışma ile FAdV'ün prevalansının araştırılmasının yanında, virüs izolasyonu, memeli hücre kültürüne adaptasyonu ve geliştirilen aşısının seropotensinin bir fare modelinde değerlendirilmesidir.
  • Öğe
    Bakü'de yaşayan yetişkinlerde beslenme durumu ve alkol tüketiminin diyet inflamatuar indeksi ile ilişkisi
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Musayev, Anar; Aktaş, Nazan
    Alkol tüketiminin sağlık ve hastalıklarla olan ilişkisine yönelik araştırmalarda ki sonuçlar uzun süredir tartışılmaya devam etmektedir. Beslenmenin inflamasyon ile ilişkisini ortaya koyan çalışmalarda ise beslenmenin etkisi güçlü bir şekilde bildirilmektedir. Araştırma, Bakü'de yaşayan 19-64 yaş arasında yetişkin bireylerde beslenme durumu ve alkol tüketiminin diyet inflamatuar indeksi ile ilişkisini incelemek amacıyla yürütülmüştür. İlişkisel tarama modelinde tasarlanan bu araştırmanın verileri anket formu ile yüz-yüze ve çevrim içi olarak toplanmıştır. 24 saatlik geriye dönük bir günlük besin tüketim kayıtlarından yararlanılarak Dİİ puanları hesaplanmış ve Dİİ puanları çeyreklerine bölünerek değerlendirilmiştir. Çalışmaya yaş ortalaması 34,19 ± 10,18 yıl olan toplam 401 birey (209 erkek, 192 kadın) dahil edilmiştir. Katılımcıların 226'sı (%56,4)'ü alkol tüketen, 175'i (%43,6) ise alkol tüketmeyen bireylerden oluşmuştur. Katılımcılarım beden kütle indeksi değerleri alkol tüketen bireylerde 25,10±3,03, alkol tüketmeyenlerde ise 24,95±4,13'dür. Beslenme durumunun öz- değerlendirmesine göre alkol tüketen ve tüketmeyen bireyler arasında fark yoktur (p>0,05). Katılımcıların niasin, B6 vitamini ve Omega-3 alım miktarları alkol tüketen bireylerde anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p<0,01). Diğer besin ögeleri açısından ise alkol tüketim durumuna göre anlamlı bir fark saptanmamıştır (p>0,05). Alkol tüketen ve tüketmeyen katılımcılarım Dİİ puan ortalaması sırasıyla 1,68±0,80 ve 1,82±0,81'dir (p>0,05). Alkol tüketen ve tüketmeyen katılımcılarda çeyreklikler (Q1-Q4) üzerinden yapılan analizlerde sekiz grup arasında istatistiksel olarak anlamlı farklar saptanmıştır (p<0,001). Dİİ puanı ile besin ögeleri arasında enerji, makro ve mikro besin ögeleriyle Dİİ çeyreklik puanları arasında negatif yönde anlamlı doğrusal ilişkiler saptanmıştır (r=-0.5 ile -0.7; p<0,001). B1 ve B6 vitaminleri, magnezyum ve demir ile Dİİ arasında yüksek düzeyde negatif ilişki bulunmuştur (r =-0.7; p<0,001). Dİİ çeyreklikleri üzerinden yapılan analizlerde, lif, çoklu doymamış yağ, E, B1, B6 vitaminleri, magnezyum, demir ve omega-3 yağ asitleri gibi antiinflamatuar özelliklere sahip besin ögelerinde çeyreklikler arası anlamlı farklar gözlenmiştir. Besin gruplarından süt ürünleri, et ve et ürünleri, yağlı tohumlar, sebzeler, meyveler ve yağlar için orta düzeyde etki büyüklükleri (ƞ²=0,06–0,10) bulunmuştur. Gruplar arasında yapılan çoklu karşılaştırmalar, özellikle düşük Dİİ puanına (Q1≤1,18) sahip alkol tüketen bireyler ile yüksek Dİİ puanına (Q4≥2,35) sahip alkol tüketmeyen bireyler arasında besin tüketimi açısından farklar anlamlıdır (p<0,01). Araştırma, inflamasyonu azaltmaya yönelik beslenme yaklaşımlarında alkol tüketiminin dikkatle ele alınmasının önemine işaret etmektedir. Elde edilen sonuçlar, beslenme durumu, diyet inflamasyon profili ve alkol tüketimi arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmalara katkı sağlayabilecektir.
  • Öğe
    Tip 2 diyabetik ratlarda Rhaponticoides iconiensis (Tülüşah) ekstresinin antidiyabetik etkisinin araştırılması
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Dündar, Niyazi; Öztürk, Bahadır
    Diabetes Mellitus (DM), insülin salınımı, insülin etkisi veya bu faktörlerin her ikisinde de bozukluk nedeniyle ortaya çıkan hiperglisemi ile karakterize kronik metabolik bir hastalıktır. Yaşlanan nüfus, kentleşme ve değişen yaşam tarzları diğer kronik hastalıklarla birlikte diyabet epidemisini de hızla artırmaktadır. Hızla artan diyabet insidansı ile birlikte, hayati organların diyabetik hasardan korunması, tedavi edilmesi ve özellikle Tip 2 diyabetin toplam diyabet vakalarının yaklaşık %90'ını oluşturduğu göz önüne alındığında, bu konu ciddi önem taşımaktadır. Oksidatif bir stres hastalığı olan diyabet tedavisinde antioksidan aktiviteye sahip bileşiklerin olumlu etkileri olabilmektedir. Bu çalışmada, yan etkisi olabileceği düşünülen ilaçlara destek olarak Rhaponticoides iconiensis'in antioksidan etki ve içerdiği fenolik bileşenlerinden dolayı antidiyabetik etki potansiyeline sahip olması açısından yüksek yağlı diyet ve STZ ile Tip 2 Diyabet oluşturulan ratların tedavisine ek olarak kullanılabilirliği araştırıldı. Rhaponticoides iconiensis (Rİ) kök, yaprak ve çiçeklerinden elde edilen çeşitli ekstrelerin içerdiği fitokimyasal bileşiklerin antidiyabetik içerikleri yapılan çalışmalarla ortaya konmuş ancak antidiyabetik etkisi değerlendirilmemiştir. Bu nedenle ön görülen tez çalışmasında Rİ yaprak ekstresinin, önceden ortaya konmuş antioksidan, α-amilaz ve α-glukozidaz aktivitelerine etkisinin ratlar üzerinde in vivo şartlarda değerlendirilmesi planlandı. Rİ ekstresinin ratlarda oral uygulanmasından elde edilen sonuçlarla hiperglisemi, dislipidemi, kronik inflamasyon ve oksidatif stresi azaltarak Tip 2 Diyabetes Mellitus (T2DM) tedavisi ve diyabetin yol açtığı komplikasyonların önlenmesinde takviye olarak etkinliğini TAS, TOS, TNFα, IL-1β, IL-6, WNT5A, SFRP5 biyokimyasal belirteçler üzerinden ve Anti- İnsülin, Anti-Kaspaz 3, Anti-TGFβ1 antikor işaretleme, Hematoksilen & Eozin (H&E) boyama ile histopatolojik olarak araştırıldı. Rİ ekstresinin antidiyabetik etkinliği tedavide kullanılan Akarboz (Glukobay®) ile kıyaslamalı olarak araştırıldı. 46 rat; Kontrol, DM, DM + 30 mg/kg Akarboz, DM + 100 mg/kg Rİ ekstresi (Rİ1), DM + 200 mg/kg Rİ ekstresi (Rİ2), DM + 300 mg/kg Rİ ekstresi (Rİ3) olmak üzere 6 gruba ayrıldı. Deneysel diyabet, yüksek yağlı diyet (YYD) ve bir hafta ara ile iki doz streptozotosinin intraperitoneal (i.p.) olarak enjeksiyonu ile T2DM oluşturuldu. Rİ ektresinin tüm dozları ve Akarboz 28 gün boyunca gastrik gavaj yolu ile verildi. Sonuç olarak; Rİ'nin metanol ile elde edilen biyoaktif bileşenlerce zengin ekstresinin T2DM oluşturulmuş ratlar üzerinde akarboz benzeri antidiyabetik etki yaparak mevcut tedavilere takviye olabileceği sunulan bu çalışma ile gösterilmiştir.
  • Öğe
    Sağlık iletişim sorunları ile ayaktan hasta memnuniyeti arasındaki ilişkinin incelenmesi
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Başol Akbey, Şeymanur; Öztürk, Yunus Emre
    İletişim, hasta memnuniyetini belirlemede temel kriterlerden biridir. Çünkü İletişim, hasta memnuniyeti üzerinde doğrudan bir etkiye sahiptir. İyi bir iletişim ileri seviyede hasta memnuniyetinin oluşması, tavsiyelerin dikkate alınması ve sağlık sonuçları ile doğrudan bağlantılıdır. Günümüzde pek çok hekim hasta merkezli iletişim olduğunda ya da hastanın ihtiyaçlarına tercihlerine ve değerlerine cevap verildiğinde daha ileri seviyede etkili tedavinin olduğunu düşünmektedir. Bu çalışmada yetişkinlerin sağlık iletişimi sorunlarının ayaktan hasta memnuniyeti üzerine etkisinin değerlendirilmesi hedeflenmektedir. Çalışma Ankara ilinde yaşayan 18 yaş ve üstü bireyler üzerinde yapılmıştır. Çalışmada nicel araştırma tipi kullanılmıştır. 503 yetişkin birey çalışmanın örneklem büyüklüğünü oluşturmuştur. Çalışmada kullanılan ölçeklerden ilki, Yeşildal ve arkadaşları (2021) tarafından geliştirilen sağlık iletişimi sorunları ölçeğidir. Ölçekte 13 soru ve 3 alt boyut bulunmaktadır. Çalışmada kullanılan bir diğer ölçek ise, Ayaktan Hasta Memnuniyeti Ölçeğidir. Ölçek (2018) Kaya ve Maimaiti tarafından geliştirilmiştir. Ölçek 29 soru ve 5 alt boyuttan oluşmaktadır. Katılımcıların sağlık iletişimi sorunları ölçeğinden aldıkları x̄=2,57 ve Ayaktan hasta memnuniyeti ölçeğine ait x̄=3,42 olarak tespit edilmiştir. Bu çalışmada, sağlık iletişim sorunlarının ayaktan hasta memnuniyeti üzerindeki etkileri analiz edilmiştir. Araştırmada, sağlık iletişim sorunları ile ayaktan hasta memnuniyeti ölçekleri ve bu ölçeklerin alt boyutları arasındaki ilişkiyi belirlemek için t testinden, tek yönlü varyans analizinden ve pearson korelasyon testinden yararlanılmıştır. Sağlık iletişimi sorunları puanı ve alt boyutları ile cinsiyet, yaş, yaşanılan ilçe, çalışılan sektör, gelir durumu, en çok tercih edilen sağlık kurumu, hastaneyi tercih etme nedenlerine göre farklılık göstermektedir. Ayaktan hasta memnuniyeti puanı ve alt boyutları ile cinsiyet, yaşanılan ilçe, çalışılan sektör, gelir durumu, en çok tercih edilen sağlık kurumu, hastaneyi tercih etme nedenlerine göre farklılık göstermektedir. Yapılan regresyon analizine göre, iletişim sorunlarının hasta memnuniyetini negatif yönde ve yüksek düzeyde etkilediğini göstermektedir.
  • Öğe
    Prekonsepsiyonel dönemdeki kadınlara sağlığı geliştirme modeli doğrultusunda verilen eğitimin fertilite farkındalığı, prekonsepsiyonel bilgi ve tutum düzeylerine etkisi: Randomize kontrollü çalışma
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Uzun, Dilek Nur; Çankaya, Seyhan
    Araştırmada prekonsepsiyonel dönemdeki kadınlara sağlığı geliştirme modeli doğrultusunda verilen eğitimin fertilite farkındalığı, prekonsepsiyonel bilgi ve tutum düzeylerine etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu çalışma prospektif, tek merkezli ve randomize kontrollü bir çalışmadır. Çalışma Türkiye'nin Orta Anadolu bölgesine bağlı bir ilçe toplum sağlığı merkezinde gerçekleştirildi. Toplum sağlığı merkezine kayıtlı prekonsepsiyonel dönemdeki 138 kadın araştırmaya dahil edildi. Katılımcılar eğitim grubu (n = 69) ve kontrol grubu (n = 69) olmak üzere rastgele iki gruba ayrılmıştır. Eğitim grubundaki kadınlara sağlığı geliştirme modeli doğrultusunda hazırlanan fertilite farkındalığı ve prekonsepsiyonel bilgi düzeyini arttırmaya yönelik beş günlük bir eğitim verildi. Kontrol grubundaki kadınlara ise eğitim verilmemiştir. Veriler; Kişisel Bilgi Formu, Fertilite Farkındalık Ölçeği (FFÖ), Prekonsepsiyonel Bilgi ve Tutum Ölçeği (PKTÖ) ve Sağlığı Geliştirme Modeli Doğrultusunda Hazırlanan Eğitimin Klinik Değerlendirme Formu Sağlığı Geliştirme Modeline Sağlığı Geliştirme Planının Klinik Değerlendirmesi Formu kullanılarak toplanmıştır. Sağlığı geliştirme modeli doğrultusunda verilen eğitimin, eğitim grubundaki kadınların kontrol grubuna göre fertilite farkındalık ölçeği toplam puanı ve alt boyutlarının puan ortalamalarının, eğitimden hemen sonra ve üç ay sonra daha yüksek ve istatistiksel olarak anlamlı bunmuştur (p<0.05). PKTÖ toplam puan ve alt boyut puanlarının eğitim öncesi ve eğitimden hemen sonra gruplar arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır (p>0.05). Ancak PKTÖ toplam puanının ve alt boyutlarının eğitimden üç ay sonra, eğitim grubundaki kadınların puan ortalamasının kontrol grubuna göre olumlu olarak daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.05). Eğitim grubunda, eğitim programı süresince sağlıklı yaşam biçimi davranışı gerçekleştirme durumunda eğitimden üç ay sonra önemli bir artış gözlemlenmiştir (%29'dan %73.9 çıkmıştır). Sonuç olarak, sağlığı geliştirme modeli doğrultusunda verilen eğitimin, kadınların fertilite farkındalığını ve prekonsepsiyonel bilgi ve tutumunu arttırarak, olumlu davranış geliştirmelerinde etkili olmuştur.
  • Öğe
    Sağlık Bilimleri Fakültesi öğrencilerinde mikrobiyota farkındalığı ve akdeniz diyetine uyumun değerlendirilmesi
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Ersoy, Saliha; Önay Derin, Didem
    Mikrobiyota farkındalığı ve Akdeniz diyetine uyum arasındaki ilişkinin saptanması ve bu ilişkinin geleceğin sağlık profesyonelleri olacak olan sağlık bilimleri fakültesi öğrencileri ile değerlendirilmesi önemlidir. Bu çalışmanın amacı, sağlık bilimleri fakültesi lisans düzeyi öğrencilerinin mikrobiyota farkındalık düzeyini ve probiyotik-prebiyotik bilgilerini saptamak, öğrencilerin Akdeniz diyetine bağlılıklarını değerlendirmek ve bu parametreler arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Çalışma Konya'daki devlet üniversitelerinde öğrenim gören 508 öğrenci ile yürütülmüştür. Tanımlayıcı tipteki bu çalışmanın verileri toplanırken katılımcılara uygulanan anket kapsamında; Mikrobiyota Farkındalık Ölçeği (MFÖ), Akdeniz Diyeti Bağlılık Ölçeği (MEDAS), besin tüketim sıklığı formu ve konu ile ilgili sorulardan yararlanılmıştır. Verilerin analizinde SPSS 26.0 programı kullanılmıştır. Katılımcıların MEDAS puanı ortalama 5,8±1,72; MFÖ puanı ortalama 69,1±8,74 olarak saptanmıştır. Sonuca göre; katılımcıların Akdeniz diyeti bağlılığının düşük olduğu belirlenmiştir. MFÖ toplam puanı ve MEDAS toplam puanı arasında pozitif yönde (r=0,213) ve anlamlı (p<.001) bir ilişki saptanmıştır. Ek olarak; lisans dersleri içerisinde beslenme eğitimi alan öğrencilerin MFÖ puanları, almayanlara kıyasla yüksektir (p<.001). Katılımcıların sınıf düzeyi arttıkça MFÖ puanları anlamlı seviyede artarken (p<.001), MEDAS puanları anlamlı seviyede değişmemektedir (p=0,093). Katılımcıların %78,9'unun probiyotik tanımını, %64,4'ünün prebiyotik tanımını, %57,3'ünün ise mikrobiyota tanımını doğru olarak bildiği belirlenmiştir. Sonuç olarak; öğrencilerde mikrobiyota farkındalığı, Akdeniz diyetine bağlılık ile ilişkili bulunmuştur. Akdeniz diyeti bağlılığı daha yüksek olan öğrencilerde, mikrobiyota farkındalığı da daha yüksek seviyededir. Ayrıca beslenme ve mikrobiyota eğitimi alan ve sınıf düzeyi daha yüksek olan öğrencilerde mikrobiyota farkındalığının daha yüksek olduğu görülmektedir. Bu durum; gelecekte sağlık sektörü içerisinde yer alacak olan sağlık profesyonellerinin hastalara ve topluma daha iyi yön verebilmeleri hedefi ile, öğrencilere müfredatları kapsamında sağlanacak olan eğitimlerin önemini ortaya koymaktadır.
  • Öğe
    Etlerin çözündürülmesinde ohmik ısıtma sisteminin uygulanması ve kaliteye etkileri
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2013) Balpetek, Duygu; Gürbüz, Ümit
    Bu çalışma, dondurulmuş etlerin çözündürülmesinde geleneksel olarak uygulanan çözündürme yöntemlerinin (oda sıcaklığı ve buzdolabı) yanı sıra, ohmik ısıtma sisteminin etlerin çözündürülmesinde kullanılması ve kaliteye etkilerini belirlemek amacıyla yapıldı. Çalışmada, sığır bel eti (kontrafile) kullanıldı. Deneysel numuneler üç gruba ayrıldı. Grupları temsil edecek şekilde numuneler alınarak pH, su aktivitesi (aw) rutubet değerleri, renk (L*,a*,b*) ölçümleri ve mikrobiyolojik analizler gerçekleştirildi. Dondurma öncesi etler 5x10 cm boyutlarında parçalara ayrıldı. Bu etlerin tartımı yapılarak ağırlıkları belirlendi. Hazırlanan deneysel numuneler -35±1 0C'de 24 saat süreyle donduruldu. Dondurulan numuneler -180C'de altı ay süreyle donmuş muhafazaya alındı. Dondurulmuş muhafazaya alınan etler her ay periyodik olarak; oda sıcaklığında, ohmik sistem ve buzdolabı ortamında çözündürme işlemine tabi tutuldular. Çözündürme sonrası bütün numunelerin tartımı yapılarak ağırlıkları belirlendi. Çözündürülen numunelerde pH, aw, rutubet değerleri ve renk (L*,a*,b*) ölçümleri gerçekleştirildi. Aynı numunelerde mikrobiyolojik olarak toplam genel canlı, Pseudomonas spp, koliform ve maya-küf sayıları belirlendi. Bu çalışmada en kısa sürede çözündürme ve en az ağırlık kaybının ohmik yöntem kullanılan numunelerde geçekleştiği gözlemlenmiştir (p<0.05). Donmuş muhafaza periyodu dikkate alındığında uygulanan bütün çözündürme yöntemleri sonucunda pH değerinde yükselme, aw ve rutubet değerlerinde ise düşüş belirlenmiştir. Bu azalma ve yükselmelerin ise istatistiki bakımdan önemli olduğu tespit edilmiştir (p<0.05). Farklı yöntemler ile periyodik olarak 6 ay boyunca çözündürülen numunelerin yönteme göre pH değerlerinde 2. ay , aw değerleri bakımından 2., 4. ve 6. ay, rutubet değerlerinde ise 2. ve 4. ay çözündürme sonrasında gruplar arası farklılıklar belirlenmiştir (p<0.05). Donmuş muhafaza periyodu dikkate alındığında uygulanan bütün çözündürme yöntemleri sonucunda toplam genel canlı, Pseudomonas spp. ve koliform mikroorganizmalarda istatistiki bakımdan önemli düzeyde azalmalar tespit eilmiştir (p<0.001). Maya-küf sayısında ise muhafaza periyodunca gözlemlenen sayısal azalmaların önemli olmadığı gözlemlenmiştir (p>0.05) Mikrobiyolojik nitelik bakımından uygulanan çözündürme yöntemleri dikkate alındığında, toplam genel canlı mikroorganizma bakımından 2., 4., 5. ve 6. aylarda, koliform mikroorganizma bakımından 4., 5. ve 6. ay, Pseudomonas spp. sayısı bakımından 2. ve 3. ay çözündürme sonrasında gruplar arası farklılıklar belirlenmiştir (p<0.05). Maya- küf sayısı bakımından ise gruplar arası herhangi bir farklılık tespit edilememiştir. İncelenen L*,a*,b* değerleri bakımından uygulanan çözündürme yöntemleri dikkate alındığında gruplar arasında istatistiki bakımdan her hangi bir farklılık bulunmamıştır (p<0.05). Sonuç olarak ohmik ısıtma sisteminin donmuş etlerin çözündürülmesinde kullanımı ile daha az ağırlık kaybı ve daha kısa sürede çözündürme işleminin gerçekleştirilebileceği kanaatine varılmıştır.
  • Öğe
    Seftiofurun yeni doğan buzağılardaki dozaj rejimi üzerine deneysel şok ve kombine tedavi uygulamalarının etkilerinin belirlenmesi
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2013) Altan, Feray; Elmas, Muammer
    Mevcut araştırmanın amacı, sağlıklı ve E. coli LPS kullanılarak endotoksemi oluşturulmuş buzağılarda desfuroylceftiofur (DFC) farmakokinetiği üzerine dopamin, deksametazon ve sıvı tedavisini içeren kombine tedavinin etkilerini belirlemektir.Çalışma iki grup iki fazlı olarak 18 yeni doğan sağlıklı erkek buzağı üzerinde gerçekleştirildi. Birinci grup (çapraz dizayn) birinci fazda (Ceft) tüm hayvanlara FTS (%0.9 NaCl, Dİ) uygulamasını takiben ikinci saatte seftiofur (2.2 mg/kg, Kİ) uygulandı. İkinci fazda (LPS+Ceft), beş günlük temizlenme süresinden sonra LPS (E. coli 0111:B4, 2 µg/kg, Dİ) uygulamasını takiben ikinci saatte aynı dozda seftiofur uygulandı. İkinci grup (paralel dizayn) birinci fazda (Comb) birinci grup birinci fazdaki uygulamalara ilave olarak kombine tedaviler yapıldı. İkinci fazda (LPS+Comb) LPS uygulanmasını takiben ikinci grup birinci fazdaki uygulamaların aynısı gerçekleştirildi. Klinik skorlama, monitorizasyon, kan gazları ve hemogram parametre ölçümleri septik şokun tanısı için belirlendi. DFC konsantrasyonları plazmada HPLC yardımıyla belirlendi. DFC'nin farmakokinetik parametreleri hesaplandı.LPS'nin klinik skorlama, monitorizasyon, kan gazı ve hemogram parametrelerinde septik şok yönünde değişikliklere neden olduğu belirlenirken kombine uygulamaların bunları düzeltebildiği görüldü (p<0,05). DFC kombine tedavi gruplarında daha kısa sürede pik konsantrasyona ulaştığı ve klerensin aynı gruplarda arttığı (p<0,05) tespit edildi. Kombine tedavi uygulanan gruplarda DFC'nin EAA0-46'si Ceft ve LPS+Ceft gruplarına göre düşüktü (p<0,05). LPS+Ceft grubunda DFC'nin eliminasyon yarılanma ömrü Ceft ve Comb grubuna göre uzundu (p<0,05).Sonuç olarak, kombine tedavi endotoksemik buzağılarda DFC'nin farmakokinetiğini değiştirdi. Endotoksemi durumunda seftiofurun ideal dozaj rejimini belirlerken kombine tedavinin göz önünde bulundurulması gerekir.
  • Öğe
    Masajın Judocularda güdülenmeye etkisi
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Olmuş, Lokman; Sanioğlu, Ahmet
    Bu çalışma, masajın judocularda güdülenmeye etkisinin olup olmadığını belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Çalışma evrenini, Türkiye Olimpiyat Hazırlık Merkezlerindeki kız ve erkek judo sporcuları, örneklemini ise; Trabzon, Samsun, Ankara, Kocaeli illerinde judo yapan 50 erkek 50 kadın olmak üzere toplam 100 performans sporcusu oluşturmaktadır. Çalışmada veri toplama aracı olarak kullanılan anket iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde katılımcıların kişisel bilgilerinin belirlenmesi için kişisel bilgi formu yer almaktadır. Anket formunun ikinci bölümünde; 28 maddeden oluşan Sporda Güdülenme Ölçeği kullanılmıştır. Verilerin analizinde SPSS 20.0 programı kullanılmıştır. Katılımcıların demografik bilgileri frekans ve yüzde tabloları şeklinde sunulmuştur. Alt ölçekler puan ortalama, standart sapma ve çarpıklık değerleri tablo şeklinde sunulmuştur. Ölçek puanlarının normallik sınamasında Çarpıklık ve Basıklık (Skewness ve Kurtosis) katsayısı kullanılmıştır. Sürekli bir değişkenden elde edilen puanların normal dağılım özelliğinde kullanılan çarpıklık katsayısının (Skewness) ± 1.5 sınırları içinde kalması puanların normal dağılımdan önemli bir sapma göstermediği şeklinde yorumlanabilir. Yapılan normallik sınamasında alt ölçek puanlarının normal dağılım gösterdiği tespit edildiğinden analizlerde parametrik testlerden eşleştirilmiş t testi ve uygulanmıştır. Analizlerde anlamlılık düzeyi (p<0,05) olarak belirlenmiştir. Sonuç olarak; masajın judocularda güdülenme üzerine olumlu etkisi olduğu görülmüştür.
  • Öğe
    Holstein ırkı ineklerde tohumlama sonrası 14. günde karprofen uygulamasının gebe kalma oranı üzerine etkisi
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Erdoğan, Şaban; Erdem, Hüseyin
    Sunulan çalışmada; Holstein ırkı ineklerde tohumlamayı izleyen 14. günde Karprofen uygulamasının gebe kalma oranı üzerine etkisi araştırılmıştır. Çalışmanın materyalini doğumunda ve postpartum döneminde herhangi bir sorun yaşamamış, 2.5-6 yaşlı, 100 baş inek oluşturdu. Çalışmaya dahil edilecek ineklere öncelikle postpartum 28-35. günler arasında rektal palpasyon ve ultrasonografik yöntem ile ovaryum ve uterus muayenesi yapıldı. Daha sonra ovaryumunda corpus luteum tespit edilen ineklere PGF2α kas içi enjeksiyonu ve 42-49. günler arasında da ikinci kez PGF2α kas içi enjeksiyonu uygulandı. Korpus luteum belirlenmeyen ineklere ise GnRH, 7 gün sonra PGF2α kas içi enjeksiyonu uygulandı. Her iki protokol sonrası östrüs gösteren ineklere suni tohumlama yapıldı. Suni tohumlama yapılan hayvanlar kulak küpesi numarasına göre (tek/çift numara) deneme ve kontrol olmak üzere 2 eşit gruba ayrıldı. Deneme grubuna dahil edilen ineklere (n=50) tohumlama sonrası 14. günde 15 ml Karprofen deri altı yolla uygulandı. Kontrol grubuna dahil edilen ineklere (n=50) ise herhangi bir uygulama yapılmadı. Çalışmanın deneme ve kontrol grubundaki hayvanların gebelik muayeneleri ilk tohumlama sonrası 30. günde real time ultrasonografik muayene ile yapıldı. Muayeneler sonrası deneme grubunda %46 (23/50), kontrol grubunda ise %30 (15/50) gebe kalma oranı tespit edildi (p>0.05). Sonuç olarak gönüllü bekleme süresi sonunda tohumlanan ineklere, tohumlamayı izleyen 14. günde Karprofen uygulamasının gebe kalma oranını sayısal olarak arttırdığı belirlenmiştir. Elde edilen bu sonuçlara göre dölveriminin arttırılmasında alternatif bir uygulama seçeneği olabileceği kanısına varılmıştır.
  • Öğe
    Puberte öncesi ve sonrası dönemlerde dişi bıldırcınların genital kanalının farklı bölümlerindeki mast hücrelerinin dağılımı ve heterojenitesi
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Kadıralieva, Nariste; Dönmez, Hasan Hüseyin
    Bu çalışmada dişi bıldırcınlarda puberte öncesi ve sonrası dönemlerde genital kanalın farklı bölgelerinde yer alan mast hücrelerinin heterojenitesi ile dağılımınının belirlenmesi, farklı tespit solüsyonları ve boyama yöntemleri ile ortaya konulması amaçlanmıştır. Yapılan çalışmada 10 adet puberte öncesi ve 10 adet puberte sonrası döneminde sağlıklı dişi bıldırcınlara (Coturnix coturnix) ait genital kanaldan (infundibulum, magnum, istmus, uterus, vajina) alınan doku örnekleri materyal olarak kullanıldı. Her ik gruptan alınan doku örneklerinin bir kısmı %10'luk nötral formaldehit, bir kısmı ise İsotonik Formol Asetik Asit (İFAA) tespit solüsyonunda tespit edildi. Dokulardan alınan kesitlere Crossman'ın üçlü boyama, Toluidin mavisi, Pappenheim'in panoptik boyama ve AB/SO boyama yöntemleri ve PAS reaksiyonu uygulandı. Hazırlanan preparatlar ışık mikroskopta incelendiğinde her iki tespitte mast hücreleri yuvarlaktan ovale ya da mekik şeklinde oviduktun tunika mukoza, tunika muskularis ve tunika seroza katmanlarında özellikle kan damarları çevresinde yerleşmiş olarak gözlendi. Mast hücrelerinin hem puberte öncesi hem de puberte sonrası dönemde en çok uterusta yerleştiği; ardından sırasıyla istmus, magnum, vagina ve infundibulumda gittikçe azalan yoğunluk gösterdiği gözlendi. Mast hücrelerinin infundibulumda puberte sonrası dönemde puberte öncesi döneme göre önemli oranda (P<0,05) arttığıo belirlendi. İFAA ile tespit edilen tüm dokularda mast hücrelerinin daha belirgin boyandığı ve sayısal olarak değerlendirmede de %10'luk nötral formaldehit tespitine göre daha fazla olduğu gözlendi. Sonuç olarak özellikle puberte sonrası dönemde yani yumurtlama dönemine geçildikten sonra infundibulumda mast hücre sayısının artması yumurta oluşumu ve yumurtlamaya yönelik etkisinin olabileceği kanaatine varıldı.
  • Öğe
    Apikal periodontitis tanı ve endodontik tedavi yanıtı için tükürük sıvısında potansiyel biyomarker olarak matriks metalloproteinazların incelenmesi
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Çalışkan, Burçin; Belli, Sema
    Apikal periodontitis (AP) diş hekimliği alanında en yaygın kronik enflammatuar hastalıklardan biridir. AP, endodontik biyofilm ve konak immün yanıtı arasındaki etkileşim sonucu oluşan, apikal periodonsiyum ve bitişik alveolar kemik ile sementi etkileyen endodontik kaynaklı iltihabi bir durumdur. Asemptomatik apikal periodontitis (AAP) periradiküler dokularda radyografik olarak tespit edilmeden önce uzun süre fark edilmeden kalabilir. Periodontal araştırmalarda, tükürükteki matriks metalloproteinazların (MMP) periodontitis tanısında kullanıldığı rapor edilmiştir. Benzer markerların apikal periodontitis teşhisinde ve endodontik tedavinin başarısını belirlemek açısından kullanılması da mümkün olabilir. Bu çalışmada, apikal periodontitis teşhisi konulan bireylerde tükürükteki biyomarkerların tanı ve endodontik tedaviye yanıtı değerlendirmek açısından kullanılabilirliğini araştırmak amaçlandı. Araştırmamıza, Selçuk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Endodonti Anabilim Dalı Kliniği' ne endodontik tedavi için başvuran klinik ve radyografik olarak semptomatik veya asemptomatik apikal periodontitis teşhisi konmuş, yaşları 19 ile 33 arasında değişen 12'si kadın, 8'i erkek toplam 20 gönüllü hasta ve 10 sağlıklı gönüllü katıldı. Hasta örneklemesi ependorf tüplerinde saklamak üzere uyarılmamış tükürük örnekleri alınarak yapıldı. Tedavi öncesi ve sonrasında (1 hafta) bireylerden elde edilen tükürük örnekleri ependorf tüplerinde ELISA yöntemi ile analizi sürecine kadar -80 °C'de saklandı. Elde edilen örneklerdeki MMP-2, MMP-8, MMP-9 seviyelerinin değerlendirilmesi ELISA yöntemi ile Diş Hekimliği Fakültesi Araştırma Merkezi'nde yapıldı. Elde edilen verilere göre tedavi öncesi MMP-2,MMP-8, MMP-9 değerlerinde hasta gruplarının farklılığı için yapılan Kruskal- Wallis testi sonucunda gruplar arasında fark anlamlı bulunmadı.( p > 0.05) Buna göre sağlıklı gönüllüler ile semptomatik veya asemptomatik apikal periodontitis teşhisi konmuş hastalarda MMP-2, MMP-8 ve MMP-9 değerleri birbirine yakındı. Aynı şekilde semptomatik ve asemptomatik apikal periodontitisli hastalarda tedavi öncesi ve sonrası MMP-2, MMP-8 ve MMP-9 değerleri arasında yapılan Wilcoxon testi sonucunda fark bulunmadı. ( p > 0.05) Çalışmamızdaki limitasyonlar dahilinde tedavi öncesi ve sonrasında alınan örneklerde MMP-2, MMP-8 ve MMP-9 değerinde istatistiksel açıdan anlamlı fark bulunmadı. MMP-2, MMP-8 ve MMP-9 biyomarkerlar endodontik tedaviye yanıtı değerlendirmek açısından kısa dönemde yetersizdir. Uzun dönem araştırma sonuçları elde edilene kadar geleneksel değerlendirme yöntemlerini kullanmak daha uygundur.
  • Öğe
    Fazla kilolu ve obez kadınlara uygulanan pilates egzersizlerinin vücut kompozisyonu üzerine etkisi
    (Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Arguz, Havva; Arıkan, Şükran
    Bu çalışmanın amacı fazla kilolu ve obez sedanter kadınlara uygulanan mat pilates egzersizlerinin vücut kompozisyonu üzerine etkisinin incelenmesidir. Araştırmaya yaşları 35-65 yaş arası değişen toplam 22 (11 antrenman, 11 kontrol) fazla kilolu ve obez kadın birey gönüllü olarak katılmıştır. Antrenman grubuna 12 hafta boyunca haftada 3 gün 45 dakika mat pilates egzersizi uygulanırken kontrol grubu herhangi bir egzersiz programına dahil edilmemiştir. Araştırmaya katılan tüm katılımcıların (antrenman+kontrol) çalışma başlangıcında yaş, boy uzunluğu, vücut ağırlığı, bel ve kalça çevreleri belirlenerek Biyoelektriksel İmpedans Analizi (Bodystat Quadscan 4000) yöntemi ile bel/kalça oranı, vücut yağ yüzdesi, vücut yağ kütlesi, vücut kütle indeksi, yağsız vücut kütlesi ve yağsız vücut kütle indeksi ölçülmüş ve çalışma sonucunda da ölçümler tekrar edilmiştir. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde, SPSS 22.0 IBM istatistik paket programı kullanılmıştır. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metotları (ortalama, standart sapma) ile beraber normal dağılım gösteren değişkenlerde bağımsız örneklem t testi (Independent Samples t-test), bağımlı gruplar için eşleştirilmiş t testi (Paired Samples t-test) kullanılmıştır. Normal dağılım göstermeyen değişkenler için ise Mann-Whitney U testi ve Wilcoxon Signed Ranks testi uygulanmıştır. İstatistiksel önem düzeyi 0,05 olarak kabul edilmiştir. Araştırma bulgularına göre antrenman ve kontrol grupları ön test-son test değerleri karşılaştırıldığında çalışma başlangıcında bel çevresi, vücut yağ yüzdesi (VYY), vücut yağ kütlesi (VYK) ve vücut kütle indeksi (VKİ) değerlerinde, çalışma sonucunda ise yağsız vücut kütlesi (YVK) ve yağsız vücut kütle indeksi (YVKİ) hariç bakılan tüm parametrelerde antrenman grubunun lehine istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık belirlenmiştir (p<0,05). Ayrıca antrenman grubunun ön test-son test değerleri karşılaştırıldığında bakılan tüm parametrelerde bir azalma olduğu, fakat vücüt ağırlığı, kalça çevresi vücut yağ kütlesi (VYK), vücut kütle indeksi (VKİ), yağsız vücut kütlesi (YVK) ve yağsız vücut kütle indeksi (YVKİ) değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık olduğu tespit edilmişti (p<0,05). Bu durumun aksine kontrol gruplarının ön test-son test değerleri karşılaştırıldığında tüm değerlerde artış olduğu fakat sadece vücut ağırlığı, bel çevresi, bel/kalça oranı ve VYK değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık olduğu belirlenmiştir (p<0,05). Sonuç olarak orta yaşlı fazla kilolu ve obez sedanter kadınlara uygulanan düzenli pilates egzersizlerinin bireylerin vücut kompozisyonları üzerinde pozitif yönde etki ettiği söylenebilir.