Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Masajın Judocularda güdülenmeye etkisi(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Olmuş, Lokman; Sanioğlu, AhmetBu çalışma, masajın judocularda güdülenmeye etkisinin olup olmadığını belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Çalışma evrenini, Türkiye Olimpiyat Hazırlık Merkezlerindeki kız ve erkek judo sporcuları, örneklemini ise; Trabzon, Samsun, Ankara, Kocaeli illerinde judo yapan 50 erkek 50 kadın olmak üzere toplam 100 performans sporcusu oluşturmaktadır. Çalışmada veri toplama aracı olarak kullanılan anket iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde katılımcıların kişisel bilgilerinin belirlenmesi için kişisel bilgi formu yer almaktadır. Anket formunun ikinci bölümünde; 28 maddeden oluşan Sporda Güdülenme Ölçeği kullanılmıştır. Verilerin analizinde SPSS 20.0 programı kullanılmıştır. Katılımcıların demografik bilgileri frekans ve yüzde tabloları şeklinde sunulmuştur. Alt ölçekler puan ortalama, standart sapma ve çarpıklık değerleri tablo şeklinde sunulmuştur. Ölçek puanlarının normallik sınamasında Çarpıklık ve Basıklık (Skewness ve Kurtosis) katsayısı kullanılmıştır. Sürekli bir değişkenden elde edilen puanların normal dağılım özelliğinde kullanılan çarpıklık katsayısının (Skewness) ± 1.5 sınırları içinde kalması puanların normal dağılımdan önemli bir sapma göstermediği şeklinde yorumlanabilir. Yapılan normallik sınamasında alt ölçek puanlarının normal dağılım gösterdiği tespit edildiğinden analizlerde parametrik testlerden eşleştirilmiş t testi ve uygulanmıştır. Analizlerde anlamlılık düzeyi (p<0,05) olarak belirlenmiştir. Sonuç olarak; masajın judocularda güdülenme üzerine olumlu etkisi olduğu görülmüştür.Öğe Holstein ırkı ineklerde tohumlama sonrası 14. günde karprofen uygulamasının gebe kalma oranı üzerine etkisi(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Erdoğan, Şaban; Erdem, HüseyinSunulan çalışmada; Holstein ırkı ineklerde tohumlamayı izleyen 14. günde Karprofen uygulamasının gebe kalma oranı üzerine etkisi araştırılmıştır. Çalışmanın materyalini doğumunda ve postpartum döneminde herhangi bir sorun yaşamamış, 2.5-6 yaşlı, 100 baş inek oluşturdu. Çalışmaya dahil edilecek ineklere öncelikle postpartum 28-35. günler arasında rektal palpasyon ve ultrasonografik yöntem ile ovaryum ve uterus muayenesi yapıldı. Daha sonra ovaryumunda corpus luteum tespit edilen ineklere PGF2α kas içi enjeksiyonu ve 42-49. günler arasında da ikinci kez PGF2α kas içi enjeksiyonu uygulandı. Korpus luteum belirlenmeyen ineklere ise GnRH, 7 gün sonra PGF2α kas içi enjeksiyonu uygulandı. Her iki protokol sonrası östrüs gösteren ineklere suni tohumlama yapıldı. Suni tohumlama yapılan hayvanlar kulak küpesi numarasına göre (tek/çift numara) deneme ve kontrol olmak üzere 2 eşit gruba ayrıldı. Deneme grubuna dahil edilen ineklere (n=50) tohumlama sonrası 14. günde 15 ml Karprofen deri altı yolla uygulandı. Kontrol grubuna dahil edilen ineklere (n=50) ise herhangi bir uygulama yapılmadı. Çalışmanın deneme ve kontrol grubundaki hayvanların gebelik muayeneleri ilk tohumlama sonrası 30. günde real time ultrasonografik muayene ile yapıldı. Muayeneler sonrası deneme grubunda %46 (23/50), kontrol grubunda ise %30 (15/50) gebe kalma oranı tespit edildi (p>0.05). Sonuç olarak gönüllü bekleme süresi sonunda tohumlanan ineklere, tohumlamayı izleyen 14. günde Karprofen uygulamasının gebe kalma oranını sayısal olarak arttırdığı belirlenmiştir. Elde edilen bu sonuçlara göre dölveriminin arttırılmasında alternatif bir uygulama seçeneği olabileceği kanısına varılmıştır.Öğe Puberte öncesi ve sonrası dönemlerde dişi bıldırcınların genital kanalının farklı bölümlerindeki mast hücrelerinin dağılımı ve heterojenitesi(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Kadıralieva, Nariste; Dönmez, Hasan HüseyinBu çalışmada dişi bıldırcınlarda puberte öncesi ve sonrası dönemlerde genital kanalın farklı bölgelerinde yer alan mast hücrelerinin heterojenitesi ile dağılımınının belirlenmesi, farklı tespit solüsyonları ve boyama yöntemleri ile ortaya konulması amaçlanmıştır. Yapılan çalışmada 10 adet puberte öncesi ve 10 adet puberte sonrası döneminde sağlıklı dişi bıldırcınlara (Coturnix coturnix) ait genital kanaldan (infundibulum, magnum, istmus, uterus, vajina) alınan doku örnekleri materyal olarak kullanıldı. Her ik gruptan alınan doku örneklerinin bir kısmı %10'luk nötral formaldehit, bir kısmı ise İsotonik Formol Asetik Asit (İFAA) tespit solüsyonunda tespit edildi. Dokulardan alınan kesitlere Crossman'ın üçlü boyama, Toluidin mavisi, Pappenheim'in panoptik boyama ve AB/SO boyama yöntemleri ve PAS reaksiyonu uygulandı. Hazırlanan preparatlar ışık mikroskopta incelendiğinde her iki tespitte mast hücreleri yuvarlaktan ovale ya da mekik şeklinde oviduktun tunika mukoza, tunika muskularis ve tunika seroza katmanlarında özellikle kan damarları çevresinde yerleşmiş olarak gözlendi. Mast hücrelerinin hem puberte öncesi hem de puberte sonrası dönemde en çok uterusta yerleştiği; ardından sırasıyla istmus, magnum, vagina ve infundibulumda gittikçe azalan yoğunluk gösterdiği gözlendi. Mast hücrelerinin infundibulumda puberte sonrası dönemde puberte öncesi döneme göre önemli oranda (P<0,05) arttığıo belirlendi. İFAA ile tespit edilen tüm dokularda mast hücrelerinin daha belirgin boyandığı ve sayısal olarak değerlendirmede de %10'luk nötral formaldehit tespitine göre daha fazla olduğu gözlendi. Sonuç olarak özellikle puberte sonrası dönemde yani yumurtlama dönemine geçildikten sonra infundibulumda mast hücre sayısının artması yumurta oluşumu ve yumurtlamaya yönelik etkisinin olabileceği kanaatine varıldı.Öğe Apikal periodontitis tanı ve endodontik tedavi yanıtı için tükürük sıvısında potansiyel biyomarker olarak matriks metalloproteinazların incelenmesi(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Çalışkan, Burçin; Belli, SemaApikal periodontitis (AP) diş hekimliği alanında en yaygın kronik enflammatuar hastalıklardan biridir. AP, endodontik biyofilm ve konak immün yanıtı arasındaki etkileşim sonucu oluşan, apikal periodonsiyum ve bitişik alveolar kemik ile sementi etkileyen endodontik kaynaklı iltihabi bir durumdur. Asemptomatik apikal periodontitis (AAP) periradiküler dokularda radyografik olarak tespit edilmeden önce uzun süre fark edilmeden kalabilir. Periodontal araştırmalarda, tükürükteki matriks metalloproteinazların (MMP) periodontitis tanısında kullanıldığı rapor edilmiştir. Benzer markerların apikal periodontitis teşhisinde ve endodontik tedavinin başarısını belirlemek açısından kullanılması da mümkün olabilir. Bu çalışmada, apikal periodontitis teşhisi konulan bireylerde tükürükteki biyomarkerların tanı ve endodontik tedaviye yanıtı değerlendirmek açısından kullanılabilirliğini araştırmak amaçlandı. Araştırmamıza, Selçuk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Endodonti Anabilim Dalı Kliniği' ne endodontik tedavi için başvuran klinik ve radyografik olarak semptomatik veya asemptomatik apikal periodontitis teşhisi konmuş, yaşları 19 ile 33 arasında değişen 12'si kadın, 8'i erkek toplam 20 gönüllü hasta ve 10 sağlıklı gönüllü katıldı. Hasta örneklemesi ependorf tüplerinde saklamak üzere uyarılmamış tükürük örnekleri alınarak yapıldı. Tedavi öncesi ve sonrasında (1 hafta) bireylerden elde edilen tükürük örnekleri ependorf tüplerinde ELISA yöntemi ile analizi sürecine kadar -80 °C'de saklandı. Elde edilen örneklerdeki MMP-2, MMP-8, MMP-9 seviyelerinin değerlendirilmesi ELISA yöntemi ile Diş Hekimliği Fakültesi Araştırma Merkezi'nde yapıldı. Elde edilen verilere göre tedavi öncesi MMP-2,MMP-8, MMP-9 değerlerinde hasta gruplarının farklılığı için yapılan Kruskal- Wallis testi sonucunda gruplar arasında fark anlamlı bulunmadı.( p > 0.05) Buna göre sağlıklı gönüllüler ile semptomatik veya asemptomatik apikal periodontitis teşhisi konmuş hastalarda MMP-2, MMP-8 ve MMP-9 değerleri birbirine yakındı. Aynı şekilde semptomatik ve asemptomatik apikal periodontitisli hastalarda tedavi öncesi ve sonrası MMP-2, MMP-8 ve MMP-9 değerleri arasında yapılan Wilcoxon testi sonucunda fark bulunmadı. ( p > 0.05) Çalışmamızdaki limitasyonlar dahilinde tedavi öncesi ve sonrasında alınan örneklerde MMP-2, MMP-8 ve MMP-9 değerinde istatistiksel açıdan anlamlı fark bulunmadı. MMP-2, MMP-8 ve MMP-9 biyomarkerlar endodontik tedaviye yanıtı değerlendirmek açısından kısa dönemde yetersizdir. Uzun dönem araştırma sonuçları elde edilene kadar geleneksel değerlendirme yöntemlerini kullanmak daha uygundur.Öğe Fazla kilolu ve obez kadınlara uygulanan pilates egzersizlerinin vücut kompozisyonu üzerine etkisi(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Arguz, Havva; Arıkan, ŞükranBu çalışmanın amacı fazla kilolu ve obez sedanter kadınlara uygulanan mat pilates egzersizlerinin vücut kompozisyonu üzerine etkisinin incelenmesidir. Araştırmaya yaşları 35-65 yaş arası değişen toplam 22 (11 antrenman, 11 kontrol) fazla kilolu ve obez kadın birey gönüllü olarak katılmıştır. Antrenman grubuna 12 hafta boyunca haftada 3 gün 45 dakika mat pilates egzersizi uygulanırken kontrol grubu herhangi bir egzersiz programına dahil edilmemiştir. Araştırmaya katılan tüm katılımcıların (antrenman+kontrol) çalışma başlangıcında yaş, boy uzunluğu, vücut ağırlığı, bel ve kalça çevreleri belirlenerek Biyoelektriksel İmpedans Analizi (Bodystat Quadscan 4000) yöntemi ile bel/kalça oranı, vücut yağ yüzdesi, vücut yağ kütlesi, vücut kütle indeksi, yağsız vücut kütlesi ve yağsız vücut kütle indeksi ölçülmüş ve çalışma sonucunda da ölçümler tekrar edilmiştir. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde, SPSS 22.0 IBM istatistik paket programı kullanılmıştır. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metotları (ortalama, standart sapma) ile beraber normal dağılım gösteren değişkenlerde bağımsız örneklem t testi (Independent Samples t-test), bağımlı gruplar için eşleştirilmiş t testi (Paired Samples t-test) kullanılmıştır. Normal dağılım göstermeyen değişkenler için ise Mann-Whitney U testi ve Wilcoxon Signed Ranks testi uygulanmıştır. İstatistiksel önem düzeyi 0,05 olarak kabul edilmiştir. Araştırma bulgularına göre antrenman ve kontrol grupları ön test-son test değerleri karşılaştırıldığında çalışma başlangıcında bel çevresi, vücut yağ yüzdesi (VYY), vücut yağ kütlesi (VYK) ve vücut kütle indeksi (VKİ) değerlerinde, çalışma sonucunda ise yağsız vücut kütlesi (YVK) ve yağsız vücut kütle indeksi (YVKİ) hariç bakılan tüm parametrelerde antrenman grubunun lehine istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık belirlenmiştir (p<0,05). Ayrıca antrenman grubunun ön test-son test değerleri karşılaştırıldığında bakılan tüm parametrelerde bir azalma olduğu, fakat vücüt ağırlığı, kalça çevresi vücut yağ kütlesi (VYK), vücut kütle indeksi (VKİ), yağsız vücut kütlesi (YVK) ve yağsız vücut kütle indeksi (YVKİ) değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık olduğu tespit edilmişti (p<0,05). Bu durumun aksine kontrol gruplarının ön test-son test değerleri karşılaştırıldığında tüm değerlerde artış olduğu fakat sadece vücut ağırlığı, bel çevresi, bel/kalça oranı ve VYK değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık olduğu belirlenmiştir (p<0,05). Sonuç olarak orta yaşlı fazla kilolu ve obez sedanter kadınlara uygulanan düzenli pilates egzersizlerinin bireylerin vücut kompozisyonları üzerinde pozitif yönde etki ettiği söylenebilir.Öğe Adölesanlarda öz güven, iyi oluş, empati ve sempati düzeyinin akran zorbalığı ile ilişkisinin incelenmesi(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Ünsal Yüceer, Ümmügülsüm; Selçuk Tosun, AlimeBu araştırma adölesanlarda akran zorbalığı, öz güven, iyi oluş, empati ve sempati düzeyini belirlemek; akran zorbalığı ile öz güven, iyi oluş, empati ve sempati düzeyi arasındaki ilişkiyi değerlendirmek; akran zorbalığını etkileyen faktörlerin incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Bu araştırma tanımlayıcı ve ilişkisel bir çalışmadır. Araştırmanın evrenini 2023-2024 yılında Konya ili merkez ilçelerinde öğrenim gören 3468 lise öğrencisi oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklem büyüklüğü ise 1250 öğrencidir. Araştırma verilerinin toplanmasında Kişisel Bilgi Formu, Akran Zorbalığı Belirleme Ölçeği Ergen Formu (AZBÖ), Öz Güven Ölçeği, Ergenler İçin Beş Boyutlu İyi Oluş (EPOCH) Ölçeği, Adölesanlarda Empati ve Sempati Kurma Ölçeği kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı, yüzde, ortalama ve standart sapma, bağımsız gruplarda t testi, Oneway ANOVA testi, Pearson korelasyon ve çoklu regresyon analizi kullanılmıştır. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Araştırmadan elde edilen bulgulara göre adölesanların AZBÖ zorba toplam puan ortalaması 73,62±22,53 ve AZBÖ mağdur toplam puan ortalaması 79,37±22,86 olarak saptanmıştır. Adölesanların AZBÖ zorba toplam puanı ile öz güven düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olmadığı (r=0,012 ,p>0,05), iyi oluş (r=-0,710 ,p<0,05), bilişsel empati (r=-0,111 ,p<0,05) duygusal empati (r=-0,490 ,p<0,05) ve sempati düzeyi (r=-0,310 ,p<0,05) arasında istatistiksel olarak negatif yönlü anlamlı bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Adölesanların AZBÖ mağdur toplam puanı ile öz güven (r=-0,311 ,p<0,05) ve iyi oluş düzeyi (r=-0,780 ,p<0,05) arasında negatif yönlü, bilişsel empati (r=0,610 ,p<0,05) ve duygusal empati (r=0,404 ,p<0,05) arasında istatistiksel olarak pozitif yönlü anlamlı bir ilişki olduğu, sempati düzeyi arasında anlamlı bir ilişki olmadığı (r=-0,630 ,p>0,05) tespit edilmiştir. Adölesanların yaş, cinsiyet, sınıf düzeyi, anne eğitim düzeyi, aile gelir düzeyi, anne-baba çalışma durumu, okul başarısı, iyi oluş, bilişsel empati, duygusal empati ve sempati düzeylerinin zorba toplam puanı üzerindeki değişimin %71,2'sini açıkladığı belirlenmiştir (Adjusted R2=0,712 p<0,05). Adölesanların yaş, cinsiyet, sınıf düzeyi, okul başarısı, öz güven, iyi oluş, bilişsel empati ve duygusal empati düzeylerinin mağduriyet toplam puanı üzerindeki değişimin %73,6'sını açıkladığı belirlenmiştir (Adjusted R2=0,736 p<0,05). Adölesanların zorbalık ve mağduriyetinin orta düzeyde olduğu belirlenmiştir. Adölesanların, iyi oluş, empati ve sempati düzeyi akran zorbalığının, öz güven, iyi oluş ve empati düzeyi ise akran mağduriyetinin önemli yordayıcılarıdır. Bu sonuçlar doğrultusunda akran zorbalığı ve mağduriyetinin yaygınlığında etkili olan faktörlerin belirlenmesi, bu faktörlerin birbiri ile ilişkisinin araştırılması, adölesanların akran zorbalığı ve ilişkili faktörler konusunda farkındalığının artırılmasına yönelik müdahale çalışmalarının yapılması önerilmektedir.Öğe PANC-1 ve BxPC3 pankreas kanser hücre hatlarında juglonun mitokondrial fisyon ve füzyon mekanizmaları üzerine etkileri(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Ayhan, Esra; Arıkoğlu, HilalPankreas kanseri, dünya genelinde en ölümcül kanser türlerinden biri olup, erken evrede tanı konulamaması ve agresif biyolojik davranışı nedeniyle kötü bir prognoza sahiptir. Dünya genelinde kansere bağlı ölümler arasında 7. sırada yer almakta olan pankreas kanserinde 5 yıllık sağkalım oranı %10'dur. Ülkemizde de pankreas kanseri insidansı dünya genelindeki oranlara paralel olarak artış göstermektedir. Ekzokrin bezlerde ortaya çıkan pankreas duktal adenokarsinomu (PDAK), en yaygın pankreas kanseri türüdür ve vakaların yaklaşık %90'ını oluşturur. Kanser Genom Atlas verilerine göre, PDAK pankreas kanserlerinin yaklaşık %90'ında KRAS sürücü mutasyonu bulunmaktadır. Pankreas kanseri, erken evrelerinde asemptomatik olduğundan çoğu vaka ileri evreye erişinceye kadar teşhis edilememektedir. Tanının genellikle metastaz aşamasında konulması cerrahi tedaviyi sınırlamakta ve sıklıkla mevcut kemoterapi/radyoterapiye karşı direnç gelişiminin olması sağkalım oranını düşürmektedir. Bu nedenlerle oldukça agresif seyreden pankreas kanseriyle mücadelede kemoterapötik ajanlara ihtiyaç vardır. Juglon, ceviz ağaçlarının taze olgun meyve kabuğunda, köklerinde ve yapraklarında bulunan bir tür naftokinondur. Juglonun çeşitli kanser hücre hatlarında sitotoksik ve apoptotik etkisi gösterilmiş, daha önceki araştırmalarda PANC-1 ve BxPC3 insan pankreas kanseri hücre hatlarında bu etkilerinin yanı sıra anti-invaziv ve anti-metastatik etki gösterdiği ortaya konulmuştur. Son çalışmalarımızda Juglonun mitokondrial biyogenezini düzenleyen sinyal yolakları üzerine etki gösterdiğine dair elde ettiğimiz bulgular ışığında bu tez çalışmasında Juglonun mitokondrial biyogenez süreci üzerine etkilerini araştırmayı hedefledik. Mitokondrial biyogenez, füzyon-fisyon döngüleri arasında devam eden yaşamsal bir mekanizmadır. Kanser hücrelerinde bu dengenin genellikle fisyon yönünde kayma gösterdiği ve fragmente mitokondrilerin hücre proliferasyonunu teşvik ettiği düşünülmektedir. Bu nedenle fisyon inhibisyonunun önemli bir terapötik yaklaşım olduğu kanısına varılmıştır. Çalışmamızda Juglonun PANC-1 ve BxPC3 pankreas kanseri hücrelerinde, biyogenezin anahtar düzenleyicisi olan PGC1α ,füzyon ve fisyonun temel düzenleyicileri MFN1, MFN2 ile DRP1 üzerine etkilerinin araştırılması amaçlandı. Hücreler uygun besiyerlerinde 370C'de %5CO2 ortamında kültüre edildi. Sitotoksisite analiz sonuçları dikkate alınarak Juglon uygulama dozları 5µM, 10µM, 15µM ve 20µM olacak şekilde belirlendi. Hedef genlerin ifadeleri qPCR yöntemi ile analiz edildi ve sonuçlar 2-ΔΔCt metodu ile değerlendirildi. Çalışmamızda PCG1α gen ifadesinin 5µM, 10µM, 15µM ve 20µM Juglon uygulamalarında PANC-1 hücre hattında sırasıyla 3,34, 5,51, 3,31 ve 7,12 kat artış, BxPC3 hücrelerinde 5µM, 15µM ve 20µM Juglon uygulamasında sırasıyla 4,41, 4,41 ve 3,65 kat artış gösterdiği tespit edildi. PANC-1 hücrelerinde MFN1 gen ifadesi bakımından 5µM, 10µM, 15µM ve 20µM Juglon uygulaması sonrasında sırasıyla 3,34, 5,51, 3,31 ve 7,12 kat artış görülürken, BxPC3 hücrelerinde önemli düzeyde bir değişiklik tespit edilmedi. MFN2 gen ifadesi bakımından değerlendirildiğinde, PANC-1 hücrelerinde 15µM ve 20µM Juglon uygulamasında 3,64 ve 3,08 kat artış, 10 µM'da 4,46 kat azalış gözlendi. BxPC3 hücrelerinde de MFN2 gen ifadesinde artışlar gözlenmekle beraber anlamlı düzeyde değildi. PANC-1 hücrelerinde DRP1 gen ifade seviyeleri 10µM, 15µM ve 20µM Juglon uygulamalarında sırasıyla 8,82, 4,57 ve 2,35 kat azalış gösterirken, BxPC3 hücrelerinde gen ifade düzeylerinde değişiklik yoktu. Çalışma bulgularımız Juglonun PANC-1 hücrelerinde füzyonu güçlü bir şekilde teşvik ettiğini fisyonu ise baskıladığını göstermektedir. PDAK pankreas kanserinde yaygın olarak KRAS sürücü mutasyonunun varlığı düşünüldüğünde, Juglonun KRAS sürücü mutasyonuna sahip PANC-1 hücre hattında füzyonu aktive edici, fisyonu baskılayıcı etki göstermesi PDAK tedavisinde etkin olarak kullanılabilme potansiyelinin olduğunu göstermektedir. Ayrıca her iki hücre hattında da PGC1α gen ifadesinin Juglon uygulaması sonucu önemli düzeyde artması, Juglonun KRAS bağımsız BxPC3 hücrelerinde mitokondri üzerinde fisyon ve füzyon dışında farklı yollarla etki gösterdiğini düşündürmektedir. Sonuç olarak Juglon pankreas kanserinde mitokondri hedefli terapötik potansiyele sahip görünmekle birlikte bu önemli bulguların daha kapsamlı çalışmalarla teyit edilmesine ihtiyaç vardır.Öğe İnmemiş testis vakalarında serum trimetilamin-N-oksit düzeylerinin araştırılması(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Ayvacı, Derya; Vatansev, HüsamettinBu çalışmada, inmemiş testis hastalarında serum trimetilamin N-oksit (TMAO), serum insan koryonik gonadotropini (hCG) ve insülin benzeri-3 faktör (INSL3) düzeyleri incelenmiştir. Serum TMAO düzeyleri LC-MS/MS yöntemi ile ölçülürken, serum hCG ve INSL3 düzeyleri ELISA yöntemi ile belirlenmiştir. İnmemiş testis hastalarında, kontrol grubuna kıyasla serum INSL3 düzeylerinin belirgin şekilde düşük olduğu gözlemlenmiştir (p=0,025). INSL3, testisin inişinde önemli rol oynayan ve Leydig hücreleri tarafından salgılanan bir hormondur. Düşük INSL3 seviyeleri, Leydig hücre fonksiyonunun bozulduğunu veya gelişimsel bir aksaklık olduğunu gösterebilir. Ayrıca, TMAO düzeylerinin inmemiş testis hastalarında daha yüksek olduğu bulunmuş olup (p<0,01), bu bulgu, metabolik bozuklukların ve inflamasyonun bu hastalığın patofizyolojisindeki potansiyel rolünü işaret etmektedir. Bu çalışma, INSL3 ve TMAO'nun inmemiş testis hastalığının biyolojik belirteçleri olarak kullanılabilirliğini araştırmaya yönelik önemli bir adım sunmaktadır. İleriye dönük çalışmalar, bu biyomarkerlerin klinik uygulamalarda tanı ve tedaviye yönelik potansiyelini daha ayrıntılı şekilde incelemelidir.Öğe Okulöncesi dönem çocuklarının bilişsel esneklik becerileri ile sosyal problem çözme becerileri arasındaki ilişkinin duygu düzenleme becerileri açısından incelenmesi(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Tümtürk, Ziynet; Alakoç, DevletBu araştırmanın amacı okulöncesi dönem çocuklarının bilişsel esneklik becerileri (bilişsel esneklik-soyutlama) ile sosyal problem çözme becerileri arasındaki ilişkide duygu düzenleme becerilerinin aracı rolünü belirlemektedir. Araştırma Türkiye'nin Yozgat ilinde yaşamakta olan 60-71 aylık 210 çocuk ile gerçekleştirilmiş olup; araştırmada ''Kişisel Bilgi Formu'', ''Wally Sosyal Problem Çözme Testi'', ''Nesne Seçiminde Esneklik Görevi Testi'' ve ''Duygu Düzenleme Ölçeği'' kullanılmıştır. Araştırma sonucunda; okulöncesi dönem çocuklarının bilişsel esneklik becerilerinin duygu düzenleme becerilerini, duygu düzenleme becerilerinin sosyal problem çözme becerilerini, bilişsel esneklik becerilerinin sosyal problem çözme becerilerini anlamlı düzeyde yordadığı ve okulöncesi dönem çocuklarının bilişsel esneklik becerileri ile sosyal problem çözme becerileri arasındaki ilişkide duygu düzenleme becerilerinin aracı rol oynadığı tespit edilmiştir. Ayrıca araştırma sonucunda; okulöncesi dönem çocuklarının soyutlama becerileri ile sosyal problem çözme becerileri arasındaki ilişkide duygu düzenleme becerisinin istatistiksel açıdan anlamlı düzeyde aracı rol etkisi olmadığı belirlenmiştir. Yaş ve okulöncesi eğitime devam süresi değişkenlerine göre bilişsel esneklik ve soyutlama becerilerinin anlamlı farklılaşma gösterdiği; anne ve babaların öğrenim durumu değişkeninin yalnızca soyutlama becerisi üzerinde anlamlı farklılaşmaya neden olduğu belirlenirken; bilişsel esneklik ve soyutlama becerilerinin cinsiyet ve kardeş sayısı değişkenleri açısından anlamlı farklılaşma göstermediği tespit edilmiştir.Öğe Okul öncesi öğretmenlerinin ekolojik ayak izi farkındalıkları ile fen etkinliklerindeki yeterlilikleri arasındaki ilişki(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Tümtürk, Neziha; Yıldız, Fatma ÜlküBu araştırmada okul öncesi öğretmenlerin "Ekolojik Ayak İzi Farkındalık Düzeyleri" ile "Fen Etkinlerindeki Yeterlilik Seviyeleri" arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır.Ayrıca okul öncesi öğretmenlerinin hem "Ekolojik Ayak İzi Düzeylerinin" hem de "Fen Etkinliklerindeki Yeterlilik Seviyelerinin" cinsiyet, öğrenim durumu, çocukluğun geçtiği yerleşim yeri, çevre ve doğa ile ilgili ders alma ve mesleki deneyim süresi değişkenleri açısından ilişkisine bakılmıştır. Araştırma Yozgat ilinde bağımsız ve resmi anaokulu ve anasınıflarında görev yapan 193 okul öncesi öğretmeni ile gerçekleştirilmiş olup araştırmada "Kişisel Bilgi Formu", Ekolojik Ayak İzini Azaltmak İçin Farkındalık Ölçeği" ve "Okul Öncesi Öğretmenlerinin Fen Etkinliklerine İlişkin Yeterliliklerini Belirleme Ölçeği" kullanılmıştır. Araştırmada toplanan verilerin analizinde bağımsız gruplarda t testi, varyans analaizi(ANOVA) ve Bonferroni testleri kullanılmıştır. Yapılan korelasyon analizine göre araştırma sonucunda; okul öncesi öğretmenlerinin "Fen Etkinliklerine İlişkin Yeterlilik Seviyeleri" ile "Ekolojik Ayak İzinin Azaltılmasına Yönelik Farkındalık" puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir. Fen etkinliklerine ilişkin yeterlilik seviyelerinin ekolojik ayak izinin zaltılmasına yönelik farkındalık puanları üzerine etkisini belirlemek için yapılan doğrusal regresyon analizi sonucunda okul öncesi öğretmenlerinin Fen Etkinliklerine İlişkin Yeterlilik puanlarındaki bir birimlik artışın Ekolojik Ayak İzinin Azaltılmasına Yönelik Farkındalık puanını 0,430 puan artırdığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu sonuç araştırmanın tersine okul öncesi öğretmenlerinin fen etkinliklerindeki yeterliliklerinin ekolojik ayak izi farkındalıklarını artırdığını ortaya çıkarmıştır. Regresyon analizine göre fen etkinliklerine ilişkin yeterlilikleri belirleme puanı ekolojik ayak izinin azaltılmasına yönelik farkındalık puanlarını %14,8 düzeyinde açıklamaktadır. Araştırmanın sonucunda okul öncesi öğretmenlerinin ekolojik ayak izi farkındalık seviyelerinin mesleki deneyim süresi değişkenine göre farklılaştığı; diğer taraftan okul öncesi öğretmenlerinin fen etkinliklerindeki yeterlilik seviyelerinin ise yalnızca mesleki eğitim sürecinde çevre ve doğa ile ilgili ders alma değişkenine göre farklılık gösterdiği tespit edilmiştir.Öğe Prematüre yenidoğanlara orogastrik tüp ile beslenme sırasında verilen beşik pozisyonunun konfor, fizyolojik parametreler ve kusma sıklığı üzerine etkisi: Randomize kontrollü çalışma(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Karagözlü, Şükran; Küçükoğlu, SibelBu çalışma, prematüre yenidoğanlara orogastrik tüp ile beslenme sırasında verilen beşik pozisyonunun fizyolojik parametreler, konfor ve kusma sıklığı üzerine etkisi incelemek amacıyla yapıldı. Araştırma paralel grupta ön test-son test randomize kontrollü deneysel tasarımda yapıldı. Çalışma, Ocak 2024- Ekim 2024 tarihleri arasında, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde yürütüldü. Araştırmaya 32-36+6 gestasyon haftasına sahip, orogastrik tüp (OGT) ile beslenme endikasyonu olan 48 prematüre bebek randomize olarak girişim (n=24) ve kontrol gruplarına (n=24) atandı. Girişim grubunda bulunan prematüre bebeklere OGT ile beslenme sırasında beşik pozisyonu verildi, ardışık üç beslenme saatinde bu pozisyon ile beslenme sağlandı. Kontrol grubunda beslenme sırasındaki rutin uygulamaya (kot yatağında baş yükseltili supine pozisyonu) devam edildi. Veriler Yenidoğan Bilgi Formu, Fizyolojik Parametre ve Kusma Sıklığı Takip Formu ve Yenidoğan Konfor Davranış Ölçeği kullanılarak toplandı. Ölçümler bebek beslenmeye başlamadan (T0), beslenme bitiminde (T1) ve beslenmeden 15 dk sonra (T3) alındı. Verilerin analizinde Bağımsız Örneklem t testi, Ki-kare testleri, Sınıf İçi Korelasyon Katsayısı (ICC), Karışık düzen varyans analizi (ANOVA) uygulandı. Araştırma clinicaltrials.gov'a kaydedildi (NCT06759285). Çalışmada farklı iki pozisyonda beslenen prematüre bebeklerin tüm fizyolojik parametrelerinin gruplar arasında ilk üç ölçümde de benzerlik gösterdiği belirlendi (p>0,05). Grup içinde ise girişim grubunda tüm fizyolojik parametrelerde stabil durum devam ederken (p>0,05), kontrol grubunda vücut sıcaklığı ve solunum hızlarının üç ölçüm sırasında zamanla arttığı bulundu (p<0,05). Konfor düzeylerine bakıldığında, girişim ve kontrol grubunun beslenme öncesi ve sonrası konfor düzeyi benzerlik gösterirken (p>0,05), beslenmeden 15 dakika sonrasında girişim grubunun konfor düzeyi daha yüksek bulundu (p<0,05). Girişim ve kontrol gruplarında karın çevresi ve gaita miktarı istatistiksel olarak fark oluşturmadı (p>0,05). Kusma sıklığı ise üçüncü beslenme periyodunda kontrol grubunda bulunan bebeklerde, girişim grubuna göre istatistiksel olarak yüksek bulundu (p<0,05). Sonuç olarak, beşik pozisyonunun prematüre bebeklerin OGT ile beslenmesi sırasında fizyolojik parametrelerde stabilizasyonu sağlayarak, konforu artırdığı ve kusma sıklığını azalttığı tespit edildi. Beşik pozisyonun OGT ile beslenme sırasında prematüre bebeklere verilen destekleyici pozisyonlar arasında faydalı ve klinikte kullanıma uygun olabileceği düşünüldü.Öğe Adölesanlara uygulanan akran zorbalığı farkındalık eğitiminin akran zorbalığı, empati ve sempati düzeyine etkisi(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Köse, Tuba; Selçuk Tosun, AlimeBu araştırma, adölesanlara uygulanan akran zorbalığı farkındalık eğitiminin akran zorbalığı ve mağduriyeti, empati ve sempati düzeyine etkisinin incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Bu çalışma ön test-son test, paralel grup randomize kontrollü deneysel bir çalışmadır. Bu çalışma 28 Şubat 2024– 11 Nisan 2024 tarihleri arasında Karaman Bifa Anadolu Lisesi'nde yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini 32 müdahale, 32 kontrol grubunda olmak üzere toplam 64 adölesan oluşturmuştur. Veriler; Kişisel Bilgi Formu, Akran Zorbalığı Belirleme Ölçeği Ergen Formu, Adölesanlarda Empati ve Sempati Kurma Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Müdahale grubundaki adölesanlara beş oturumundan oluşan akran zorbalığı farkındalık eğitim programı uygulanmıştır. Müdahale grubu 16 kişilik olacak şekilde iki gruba ayrılmıştır. Oturum süreleri 40-45 dakikadır. Kontrol grubuna herhangi bir uygulama yapılmamıştır. Verilerin değerlendirilmesinde ki-kare analizi, bağımlı ve bağımsız gruplarda t testi kullanılmıştır. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Müdahale ve kontrol grubundaki adölesanların ön test ve son test Akran Zorbalığı Belirme Ölçeği "mağdur" ve "zorba" toplam puan ortalamaları arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık olduğu saptanmıştır (p<0,05). Müdahale ve kontrol grubundaki adölesanların ön test ve son test bilişsel empati, duygusal empati ve sempati alt boyut puan ortalamaları arasında anlamlı fark olduğu belirlenmiştir (p<0,05). Sonuç olarak adölesanlara uygulanan bu eğitim programının zorbalığı ve mağduriyeti azalttığı, empati ve sempati düzeylerini artırdığı saptanmıştır. Gelecek çalışmalarda okul sağlığına yönelik farklı yaş gruplarında akran zorbalığı ve empati ve sempati kavramının birlikte ele alındığı eğitim programının oturum sıklığı ve süresi dikkate alınarak davranış değişimine yönelik araştırmalar planlanabilir.Öğe Perimenopozal dönemdeki kadınların depresyon ve psikolojik güç düzeyleri ile serviks kanserinin erken tanısına yönelik tutumları arasındaki ilişki(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Peker, Esra Tuğçe; Akın, BihterBu araştırma, perimenopozal dönemdeki kadınların depresyon ve psikolojik güç düzeyleri ile serviks kanserinin erken tanısına yönelik tutumları arasındaki ilişkiyi saptamak amacıyla tanımlayıcı ve ilişki arayıcı türde yapılmıştır. Çalışmanın örneklemini 1 Mart 2024 – 30 Haziran 2024 tarihleri arasında Konya Çumra Devlet Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniği'ne başvuran, araştırma kriterlerine uyan kadınlar oluşturmuştur. Araştırma verileri, Tanıtıcı Özellikler Bilgi Formu, Kadın Psikolojik Güç Ölçeği (KPGÖ), Perimenopozal Depresyon Değerlendirme Ölçeği (PDDÖ) ve Servikal Kanserin Erken Tanısına İlişkin Tutum Ölçeği (SKETİT) kullanılarak toplanmıştır. Tanıtıcı veriler hesaplanırken, ortalama, standart sapma, frekans ve yüzde kullanılmıştır. Verilerin analizinde pearson korelasyon, yordayıcı değişken analizinde çoklu doğrusal regresyon analizi kullanılmıştır. Ölçek puan karşılaştırmasında ise tek yönlü MANOVA testi kullanılmıştır. Karşılaştırma esnasında homojen dağılıma göre Tukey ve Tamhane T2 testleri kullanılmıştır. Çalışmada kadınların yaş ortalaması 47,39±3,79 (min=40, max=53) bulunmuştur. Kadınların KPGÖ puanı 68,61±13,74, PDDÖ puanı 7,18±6,89 bulunmuştur. Kadınların psikolojik güç düzeyleri yeterli seviyede olmasa da depresyon puan ortalamaları düşük bulunmuştur. Çalışmada kadınların SKETİT puan ortalaması 80,95±10,48 olup; servikal kanserin erken tanısı ve taramalara ilişkin bilgi düzeyleri ve serviks kanseri taramalarına katılımlarının ortalamanın üstünde olduğu belirlenmiştir. Kadın psikolojik güç düzeyi ile servikal kanserin erken tanısına yönelik tutum arasında anlamlı ilişki bulunmazken, perimenopozal depresyon düzeyi ve servikal kanserin erken tanısına yönelik tutum arasında anlamlı ilişki olduğu belirlenmiştir. Elde edilen verilerde; SKETİTÖ-algılanan duyarlılık alt boyutunu yordamasında KPGÖ-güçlülük/savunuculuk (β=0.234, t=4.622, p<0.001), KPGÖ-benlik saygısı (β=-0.190, t=-3.431, p<0.01) ve Perimenopozal Depresyon Değerlendirme Ölçeği (β=0.136, t=2.763, p<0.01)'nin anlamlı yordayıcılar olduğu bulunmuştur. Servikal Kanserin Erken Tanısına İlişkin Tutum Ölçeği ve Perimenopozal Depresyon Değerlendirme Ölçeği'nin yordamasında KPGÖ-benlik saygısı (β=-0.297, t=-5.569, p<0.001), KPGÖ-güçlülük/savunuculuk (β=0.273, t=5.591, p<0.001) ve Perimenopozal Depresyon Değerlendirme Ölçeği'nin (β=0.161, t=3.382, p<0.01) anlamlı yordayıcılar olduğu bulunmuştur. Çalışma sonucunda perimenopozal depresyon düzeyi arttıkça servikal kanserin erken tanısına ilişkin tutumun olumlu düzeyde arttığı belirlenmiştir. Kadın psikolojik güç düzeyi ile servikal kanserin erken tanısına ilişkin tutum arasında ise anlamlı ilişki bulunamamıştır. Ebeler tarafından perimenopozal dönemdeki kadınların psikolojik güç ve depresyon düzeylerinin değerlendirilmesi, desteğe ihtiyaç duyan kadınların uzmanlara yönlendirilmesi, servikal kanserin erken tanısı ve taramalara ilişkin verilen eğitimlerin etkinliği ve sayısının arttırılması önerilmektedir.Öğe Yetişkinlerde diyetle alınan karboksimetillizinin diyet inflamatuar indeksi ile ilişkisinin incelenmesi(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Bilgin, Fatıma Nur; Cebiray, Muhammet AliAraştırma, yetişkinlerde diyetle alınan ileri glikasyon son ürünlerinden biri olan karboksimetillizinin (CML) diyet inflamatuar indeksi (Dİİ) ile ilişkinin incelenmesi amacıyla ilişkisel tarama modeli kullanılarak yürütülmüştür. Araştırma örneklemini Isparta il merkezinde yaşayan 19-65 yaş arası 905 yetişkin birey oluşturmaktadır. Veriler yüzyüze şekilde üç bölümden oluşan anket aracılığıyla elde edilmiştir. Katılımcıların %3,3'ü zayıf, %49,3'ü normal, %37,8'i hafif şişman, %9,6'sı obez olarak belirlenmiştir. Günlük ultra işlenmiş gıda ve fast food tüketim porsiyon düzeyleri ile BKİ değerleri arasında anlamlı farklılık görülmüştür (p<0,05). Pişirme yöntemleri ile BKİ değerleri farklılık taşımamaktadır (p>0,05). Katılımcıların diyetle alınan ortalama CML düzeyi (x̄±SE) 8,3±0,683 kU/100 g protein olarak belirlenmiştir. Cinsiyete göre ortalama CML düzeyleri önem taşımaktadır (p<0,05). Kadınların (11,8±1,242) günlük diyetle alınan CML düzeyleri erkeklere göre (5,3±0,634) daha yüksek düzeyde bulunmuştur. Ortalama diyetle alınan CML düzeyi ile ultra işlenmiş gıda ve fast food tüketimi ile ve günlük tüketim porsiyonları göre CML düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmüştür (p<0,05). Ultra işlenmiş gıda tüketimi ve fast food tüketen katılımcıların diyetle alınan ortalama CML düzeyleri tüketmeyenlere göre daha yüksek saptanmıştır. Bireylerin pişirme yöntemlerini kullanma durumuna göre diyetle alınan CML düzeyleri arasında istatistiksel olarak farklılık taşımamaktadır (p>0,05). Bireylerin ortalama Dİİ skorları (x̄±SE) 1,2±0,025 olarak bulunmuş olup, (min: -1,0, max: 3,7) olarak tespit edilmiştir. Diyet inflamatuar indeksi değerleri quartillere (Q1-Q4) ayrılmıştır. Katılımcıların Dİİ quartil skorları diyetle alınan CML düzeyleri (kU/100 g protein) arasında anlamlı bir farklılık belirlenmemiştir (p>0,05). Ortalama Dİİ quartil skorları arttıkça diyetin inflamatuar yükü artmaktadır ancak diyetle alınan CML düzeylerinde herhangi bir farklılık gözlemlenmemiştir (p>0,05). Katılımcıların ortalama Dİİ skorları ile diyetle alınan CML düzeyleri arasında düşük düzeyde pozitif yönde korelasyon bulunmuştur (R=0.122; p=0,000) ve Dİİ skorları arttıkça diyetle alınan CML düzeyleri artmaktadır (R2=0.014; p=0,000). Son yıllarda ultra işlenmiş gıda, fast food, rafine karbonhidratlardan zengin beslenme ile Maillard reaksiyonları oluşmakta ve bunun sonucunda diyetle alınan ileri glikasyon son ürünleri artmaktadır. Besinlerin içeriğindeki makro ve mikro moleküllerin oluşturduğu proinflamatuar ve antiinflamatuar bileşikler arasındaki dengesizlik ve diyetin proinflamatuar içeriğinin yüksek olması kronik inflamasyonu artırmaktadır. Diyetle alınan CML düzeyleri ile diyetlerin inflamatuar nitelikleri ile bireylerin sağlıklı besin seçimleri konularında daha fazla çalışmanın yapılması önerilmektedir.Öğe Balpınar beldesi (Batman) ve çevresinin etnobotanik özellikleri(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Büyüktaş, İpek; Tugay, OsmanBatman iline bağlı Balpınar Beldesi'nde yapılan saha çalışmalarında 10'u erkek, 11'i kadın olmak üzere toplam 21 kişi ile görüşme sonrasında 42 familya içerisinde 107 cinse ait 147 takson hakkında toplam 261 etnobotanik bilgi elde edilmiştir. Elde edilen geleneksel etnobotanik toplam 261 bilginin kullanım alanlarına göre sınıflandırıldığında sağlık alanında 65, beslenme alanında 107, endüstri alanında 19, tarım ve hayvancılıkta 54 ve diğer alanlarda ise 16 bilgi kaydı yapılmıştır. Sağlık kategorisine göre en çok kullanılan alt kategoriler için takson sayıları şu şekildedir; mide ağrısı 11, karın ağrısı 10, şeker hastalığı 9, öksürük kesici 7, yara iyileştirici 6, eklem ağrısı 5, soğuk algınlığı 5, astım 4, diş ağrısı 3, kan yapıcı 3. Saha çalışmalarından elde edilen verilerin familya takson sayılarına göre ilk 10 familya şu şekilde sıralanmıştır; Asteraceae 21, Brassicaceae 13, Fabaceae 12, Lamiaceae 11, Rosaceae 11, Solanaceae 8, Cucurbitaceae 7, Apiaceae 6, Malvaceae 6, Amaryllidaceae 5. Elde edilen verilerin cins takson sayılarına göre ilk 10 cins şu şekilde sıralanmıştır; Allium 5, Brassica 4, Achillea 3, Alcea 3, Capsicum 3, Cota 3, Solanum 3, Vicia 3, Mentha 2, Salvia 2.Öğe Sığırlarda in vitro kültür medyumuna ilave edilen catalpolün embriyo gelişimi üzerine etkisi(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Sapcı, Ayşe; Satılmış, FatihSığırlarda in vitro embriyo üretimi giderek yaygınlaşan biyoteknolojik bir yöntemdir. Bu yöntemin başarısını etkileyen birçok faktör bulunması nedeniyle embriyo gelişimi ve kalitesini artırmak amacıyla yeni araştırmalar yapılmaktadır. Sunulan bu çalışmanın amacı, sığırlarda in vitro embriyo üretimi sırasında kültür medyumuna farklı dozlarda ilave edilen catalpolün embriyo gelişimine etkisinin araştırılmasıdır. Sunulan tez çalışmasında; Holstein ırkı sığırlara ait ovaryumlardan elde edilen oositler kullanıldı. Elde edilen kumulus oosit kompleksleri değerlendirilerek maturasyon medyumuna aktarıldı. Maturasyon medyumuna aktarılan oositler, 38,5°C ve %5,5 CO2 21-24 saat inkübasyona bırakıldı. Maturasyon sonrası oositlerin kumulus ekspansiyon dereceleri (Grade-I, Grade-II ve Grade-III) olarak belirlendi. Daha sonra oositler fertilizasyon için hazırlanan sperma ile in vitro fertilizasyon medyumuna aktarıldı ve 38,5°C ve %5,5 CO2'li ortamda 22 saat inkübasyona bırakıldı. İn vitro kültür aşamasından önce muhtemel zigotlar dört gruba ayrıldı. Birinci gruba (Cat-5 grubu, n=180) in vitro kültüre alınmadan önce 5 µmol/L catalpol, ikinci gruba (Cat-25 grubu, n=193) 25 µmol/L catalpol ve üçüncü gruba (Cat-50 grubu, n=173) 50 µmol/L catalpol ilave edildi. Dördüncü grubun (Kontrol, n=183) kültür medyumuna ise herhangi bir ilave yapılmadı. Kültür sonrası elde edilen embriyolar IETS kriterlerine göre değerlendirildi. İn vitro kültür sonrası embriyoların gelişim dönemleri belirlendikten sonra sadece blastosist aşamasındaki embriyolar diferansiyel boyama yöntemi ile boyanarak hücre sayıları belirlendi. Hücre ölümlerinin ve apoptotik indeksin belirlenmesi amacıyla da TUNEL yöntemiyle boyandı. Ayrıca embriyolarda ROS ve GSH düzeyleri floresan boyama tekniği ile tespit edildi. Grupların blastosist oranları değerlendirildiğinde sırasıyla %34,83, %29,63, %22,29 ve %27,17 olduğu belirlendi. Bu veriler doğrultusunda gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık olduğu (P<0,048) gözlendi. Ayrıca doz değişimine bağlı olarak Cat-5 ve Cat-25 gruplarında ROS düzeyinin ve apoptotik indeksin düşük, GSH düzeylerinin ise yüksek olduğu belirlendi. Sonuç olarak sığırlarda in vitro embriyo üretiminde kültür medyumuna catalpol ilavesinin Cat-5 ve Cat-25 gruplarında blastosiste ulaşma oranının artırdığı ancak Cat-50 grubunda ise blastosiste ulaşma oranının kontrol grubu ve diğerlerinden daha düşük olduğu belirlendi. Bu nedenle in vitro kültür medyumuna farklı dozlarda catalpol ilavesinin blastosiste ulaşma oranını artırdığı, ROS düzeyini ve apoptotik indeksi azalttığı, GSH düzeyini ise artırdığı düşünülmektedir.Öğe Konya'da mevcut beslenme alışkanlıklarının vücut kompozisyonu ve bazı biyokimyasal bulgular üzerindeki etkilerinin araştırılması(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Bakırcı Güccük, Zeynep; Tekişken, Kemal KaanBu araştırma Temmuz- Ekim 2024 tarihleri arasında Konya'da özel bir beslenme ve diyet danışmanlık merkezine başvuran, çalışmayı kabul eden rastgele seçilmiş 18 - 65 yaş arası 182 bireyin BKİ değerleriyle besin tüketim kayıtlarını, vücut bileşen değerlerinin ve bazı biyokimyasal parametrelerle arasındaki ilişkiyi saptamak amacıyla planlanmış ve yürütülmüştür. Veriler yüz yüze görüşme yapılarak toplanmıştır. Bireylerin demografik özellikleri, sağlık ve beslenme durumları yapılan anketle değerlendirilmiştir. Ayrıca 3 günlük besin tüketim kayıtları alınmış ve Tanita MC-780 analiz cihazı ile vücut bileşenleri değerlendirilmiştir. Katılımcılardan kan örnekleri de istenmiştir. Kan değerleri 8-12 saatlik açlık sonrası sabah saatlerinde alınmış ve standart biyokimyasal analiz protokollerine uygun olarak analiz edilmiş olup sonuçlar analizlere dahil edilmiştir. Bulgular SPSS IBMSPSS-25 Paket programı kullanılarak değerlendirilmiştir. Sonuçlar incelendiğinde yüksek yağ ve karbonhidrat dağılımına sahip bir beslenme düzeni gözlemlenmiştir. Katılımcıların %11'inin normal kilo aralığında, %35'inin şişman, %54'ünün obez kilo aralığında oldukları belirlenmiştir. Çalışmanın sonucunda eğitim düzeyleri ile BKİ değerleri arasında anlamlı (p<0,05) bir ilişki bulunmuştur. Bireylerin diyet yapma sıklıkları incelendiğinde obez BKİ aralığa giren bireylerin anlamlı (p<0,05) derecede daha sık diyet yaptığı gözlemlenmiştir. Katılımcıların BKİ değerleri ile vücut yağ yüzdeleri kıyaslandığında anlamlı pozitif (p<0,001), vücut kas oranları, vücut su oranları kıyaslandığında anlamlı negatif (p<0,001), bir ilişki gözlemlenmiştir. Bireylerde ayrıca BKİ değerleri arttıkça açlık kan glikoz seviyeleri, insülin, HOMA-IR, kolesterol, trigliserid, LDL değerlerinin anlamlı (p<0,005) aralıkta arttığı, HDL değerinin anlamlı (p<0,005) azaldığı gözlemlenmiştir. Sonuç olarak elde edilen veriler değerlendirildiğinde yöresel olarak karbonhidrat ve yağ ağırlıklı beslenme sonucunda vücut yağ oranları yükselmektedir. Kilodaki ve yağ oranlarındaki bu artış beslenmeyle ilgili bazı biyokimyasal parametreleri olumsuz aralıkta yükseltmekte bu durum obezitenin beraberinde getirdiği diyabet ve kalp hastalıkları riskini tetiklemektedir. Beslenmeyle birlikte spor ve hayat tarzında yapılacak değişiklikler uzun vadede kronik hastalıklardan korunma açısından oldukça önemlidir.Öğe Reforme tavuk kesim hattından izole edilen salmonella infantis izolatlarında dezenfektan direncinin belirlenmesi(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Yılmazer, Veli; Telli, Arife EzgiSalmonelloz gıda kaynaklı bakteriyel hastalıklar açısından dünya genelinde ülkelerin gelişmişlik düzeyine göre ilk sırada yer alabilen bir hastalıktır. Zoonoz bir hastalık olması nedeniyle özellikle kanatlı sektörüne verdiği ekonomik kayıp da oldukça önemlidir. Mevcut araştırmada reforme tavuk kesimhanesinde kesim hattı boyunca 17 farklı bölgeden farklı zamanlarda toplam 12 örnekleme yapılarak (n=206) Salmonella spp.'nin klasik kültürel yöntemler ile izole edilmesi ve izolatlarda antibiyotik direncinin araştırılması amaçlandı. Klasik kültürel yöntemle Salmonella spp. olarak izole edilen izolatlar invA geninin tespitine yönelik gerçekleştirilen PCR yöntemi ile tür düzeyinde doğrulandı. İzolatların seçili antibiyotik gruplarına karşı direnci Kirby Bauer Disk Difüzyon Yöntemi ile EUCAST tarafından yayınlanan zon çapı değerleri doğrultusunda belirlendi. Reforme kanatlı kesim hattının 17 farklı bölgesinden yapılan örneklemelerde izole edilen ve invA bazlı PCR ile doğrulanan izolatların sayısı 29 (%14.21) olarak belirlendi. Kesim hattı örnekleme bölgelerine göre yapılan değerlendirmede en yüksek izolasyon değerleri %33.3 ile elektroşok yüzeyi ve paketleme tezgahı; % 25.0 ile canlı hattı askıları, bıçaklar ve personel eli; %16.7 ile iç alma bölümüne aktarma bandı, iç alma askıları, iç çıkarma aparatları, soğutma suyu ve son ürün; %8.33 ile haşlama kazanı yüzeyi ve iç alma tezgahları olarak belirlendi. İzole edilen Salmonella spp. izolatlarında gözlemlenen antibiyotik direnç sonuçları değerlendirildiğinde canlı hattı askıları, haşlama yüzeyi, paketleme tezgahı aşamalarından elde edilen üç izolatın test edilen tüm antibiyotiklere dirençli olduğu gözlendi. En yüksek antibiyotik direncini gösteren antibiyotik olan Cefuroxime, 17 izolatta dirençli, 12 izolatta ise orta düzey dirençli olarak tespit edildi. Bunu, 20 izolat ile Ampisilin ve 19 izolat ile Amoxicillin/Clavulanic Asit izledi. En düşük direnç düzeyinin ise 2 izolat ile İmipenem'e gösterildiği tespit edildi. Beş aşamadan izole edilen Salmonella spp. izolatlarının ise Imipenem haricindeki tüm antibiyotiklere dirençli olduğu gözlendi. Bu aşamaların dağılımı ise, elektroşok yüzeyi, bıçak yüzeyi, soğutma, paketleme tezgâhı ve son ürün olarak tespit edildi. Sonuç olarak, elde edilen örneklerde Salmonella spp. izolatlarında yüksek düzeyde antimikrobiyal direnç tespit edilerek özellikle kritik öneme sahip antibiyotiklere karşı direnç profilleri ile çoklu ilaç direncinin yaygın olduğu belirlendi. Elde edilen bulgular, antimikrobiyal dirençle mücadeleye yönelik stratejilerin geliştirilmesinde halk sağlığı açısından önemli bir veri sağlamaktadır.Öğe Hastaların hak ve sorumluluk bilgi düzeyinin algılanan hizmet kalitesiyle ilişkisi(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Er, Merve; Öztürk, Yunus EmreÇalışmanın Amacı: Bu çalışmanın amacı Elazığ ilinde sağlık kuruluşundan hizmet alan bireylerin hasta hak ve sorumluluk bilgi düzeylerinin algıladıkları hizmet kalitesiyle olan ilişkisini açıklamaktır. Gereç ve Yöntem: Araştırmada, sağlık kuruluşundan hizmet alan bireylerin hasta hak ve sorumluluk bilgi düzeyleri ile hizmete dayalı kalite algıları arasındaki ilişki, ilişkisel (kolerasyon) tarama modeli ile çözümlenmiştir. Araştırmanın evreni Elazığ ilinde yaşayan 18 yaş ve üzeri bireylerden oluşmaktadır. Örneklem büyüklüğünün belirlenmesi için Yazıcıoğlu ve Erdoğan (2004) tarafından sunulan örneklem büyüklüğünü gösteren tablo referans alınmıştır. Verileri elde etmek için 459 gönüllü katılımcıya ulaşılmıştır. Tamamlanan anket formlarında 5 tanesi hatalı olduğundan çalışmaya dahil edilmemiştir. Mevcut bulgulara 454 anketin IBM SPSS 26.0 Statistics Paket Programı aracılığı ile analiz edilmesi ile ulaşılmıştır. Çalışmada Bilgin ve Diğer (2020) tarafından geliştirilen "Hasta Hak ve Sorumluluk Bilgi Düzeyi Ölçeği" ile Parasuraman ve arkadaşları (1985) tarafından geliştirilen "Kalite Algısı Ölçeği (Servqual)" kullanılmıştır. Bulgular: Verilerin istatistiksel analizinde, çalışmaya katılan bireylerin cinsiyet dağılımları incelendiğinde; %57,3'ünün erkek (260) ve %42,7'sinin kadın (194) olduğu görülmüştür. Çalışmaya katılan hasta bireylerin hak ve sorumluluk bilgi düzeyi puan ortalamalarının (x̄=4,26) yüksek düzeyde, hasta bireylerin kalite algısının değerlendirilmesi düzeyi puan ortalamalarının (x̄=3,78) yüksek düzeyde olduğu gözlenmiştir. Araştırmaya katılan bireylerin, hasta bireylerin hak ve sorumluluk bilgi düzeyi (0,910), hasta hakları (0,881), hasta sorumlulukları (0,831) boyutlarının yüksek derecede güvenilir olduğu görülmüştür. Aynı şekilde, kalite algısının değerlendirilmesi düzeyleri (0,955), fiziksel özellikler (0,864), güvenilirlik (0,894), heveslilik (0,882), güven (0,870) ve empati (0,874) boyutlarının yüksek derecede güvenilir olduğu görülmüştür. Sonuç: Araştırmanın sonucuna göre; hastaların hak ve sorumluluk bilgi düzeyinin kalite algısının değerlendirilmesi ile anlamlı bir ilişkisi olduğu görülmektedir (p<0,05). Hasta bireylerin hak ve sorumluluk bilgi düzeyinin kalite algısının değerlendirilmesinde pozitif yönlü ve anlamlı bir yordayıcısı olduğu anlaşılmıştır. Bireylerin hasta hak ve sorumluluklarına dair bilgi düzeyi arttıkça sunulan hizmete dair kalite algıları da pozitif anlamda değiştiği görülmüştür.Öğe Evlat edinildiğini yetişkinlik çağında öğrenen bireylerin deneyimleri(Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Gürel, Fatmagül; Afyonoğlu, Meliha FundaBu çalışma evlat edinildiğini yetişkinlik çağında öğrenen bireylerin deneyimlerini öğrenmeyi amaçlamaktadır. Bu kapsamda kurum aracılığıyla ve kişilerarası evlat edinme yoluyla evlat edinildiğini yetişkinlik çağında öğrenen bireylerle görüşmeler yapılmıştır. Araştırmada nitel araştırma tekniklerinden amaçlı örnekleme metodu tercih edilmiştir. Evlat edinildiğini yetişkinlik çağında öğrenen bireylerle derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Araştırma özneleri, dosyalarını görmek isteyen ve sosyal medya yoluyla ulaşılan araştırmanın amacına uygun bireylerden oluşmaktadır. Araştırmaya gönüllü olarak katılan 16 birey ile görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Veriler, yarı yapılandırılmış görüşme formu ile oluşturulmuştur. Veriler tematik analiz yöntemi kullanılarak, MAXQDA Pro 20'ye aktarılarak analiz edilmiştir. Analiz sonucunda biyolojik aile-çocuk-evlat edinen aile üçgeni, evlat edinmeyle geç yüzleşme, baş etme yöntemleri ve evlat edinme modeline yönelik görüş ve öneriler, araştırmanın temaları olarak keşfedilmiştir. "Biyolojik Aile-Çocuk-Evlat Edinen Aile Üçgeni" isimli ilk tema, evlat edinilen bireyin, biyolojik ailesi ve evlat edinen ailesi arasındaki karmaşık ilişki ağını ve "Evlat Edinilmeyle Geç Yüzleşme" olan ikinci tema, evlat edinmenin geç keşfedilmesi durumunda bireyin yaşadığı süreci, "Baş Etme Yöntemleri" olan üçüncü tema, evlat edinildiğini yetişkinlik çağında öğrenen bireylerin baş etme yöntemlerini ve "Evlat Edinme Modeline Yönelik Görüş ve Öneriler" olan dördüncü tema ise görüş ve önerileri incelemektedir. Araştırmada, evlat edinildiğini yetişkinlik çağında öğrenen bireylerin çocukluk dönemlerinde evlat edinen aileleriyle sağlıklı ilişkiler kurdukları sonucuna ulaşılmıştır. Evlat edinen bazı ailelerin çevreden etiketlenmemek ve damgalanmamak sebebiyle sürekli taşındıkları sonucu ortaya çıkmıştır. Evlat edinildiğini yetişkinlik çağında öğrenen bireylerin evlat edinilme olgusuna ilişkin olumlu bakış açıları olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca katılımcılar, evlat edinilme bilgisinin hangi yaşta öğrenilmesi gerektiğine ilişkin farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Bunlar çocuklukta söylemek, ergenlikte söylemek, yetişkinlikte söylemek ya da bu bilgiyi hiç söylememek olarak belirtmişlerdir. Araştırmanın sonucunda, evlat edinildiğini yetişkinlik çağında öğrenen bireylerin evlat edinilme gerçeğini tesadüfi, nüfus kayıtlarından, çevre tarafından gibi farklı yollarla öğrendikleri sonucu ortaya çıkmıştır. Bu bireylerin evlat edinilme bilgisini aldıktan sonra kabullenme, sosyal çevreden destek alma, profesyonel desteğe başvurma, aktiviteler yapma ya da zararlı davranışlara yönelme gibi baş etme stratejileri kullandıkları görülmüştür. Evlat edinildiğini yetişkinlik çağında öğrenen bireylerin evlat edinilme gerçeğini öğrendiklerinde farklı tepkiler verdikleri sonucu ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu bireylerin evlat edinen aileleri ile iletişimlerinin değişmediği, aynı zamanda biyolojik ailelerini merak ettikleri ve onları arama isteklerinin olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Evlat edinen bazı ailelerin, evlat edinilen bireylerin biyolojik ailesi iletişim kurmasına olumlu yaklaşmış ve desteklemiş, bazı ailelerin ise biyolojik ailenin evlat edinilen bireye zarar vereceği endişesiyle onlarla görüşmesini istemediği, bazı ailelerin ise sürece dair kararsız kaldığı görülmüştür. Araştırmada bireylerin gerçekle yüzleşmesi sonrasında en çok duygusal desteğe ve doğru bilgiye ihtiyaçları olduğu görülmüştür. Bu durumlara yönelik katılımcılar için, destek grupları ve sosyal platformlar oluşturulması ayrıca bireysel psikolojik desteğin ulaşılabilir olması gerektiğini önermişlerdir. Ayrıca, evlat edinmenin normal bir olgu olarak karşılanabilmesi için tv ve sosyal medya programlarının arttırılması önerilmektedir.