Konya Bölgesinde Tularemi
Yükleniyor...
Dosyalar
Tarih
2012
Dergi Başlığı
Dergi ISSN
Cilt Başlığı
Yayıncı
ANKARA MICROBIOLOGY SOC
Erişim Hakkı
info:eu-repo/semantics/openAccess
Özet
Tularemia is a zoonotic infection caused by Francisella tularensis. In the recent years tularemia has become a reemerging infection in Turkey with epidemics and also sporadic cases. Transmission occurs most often through consumption
of contaminated water and food, direct contact with animals and insect/tick bites. In this study, we evaluated clinical features
and laboratory findings of 35 tularemia cases diagnosed during two outbreaks that occurred in two different villages during
two different periods in Konya (located in Central Anatolia), Turkey and five sporadic cases. In both outbreaks, first (index)
cases were admitted to our outpatient clinic with the complaints of cervical lympadenopathy. After diagnosis of tularemia, an
organized team visited the villages to search if more cases existed. For microbiological diagnosis, blood, throat and tonsil
swabs and lymph node aspirate specimens were collected from the suspected cases. Diagnostic tests (culture, serology,
molecular methods) for tularemia were performed in reference center, Refik Saydam National Public Health Agency. Drinking
and potable water samples from those villages were also collected by provincial health authorities. The cases (n= 14) that
belonged to the first epidemics were detected in February 2010 and cases (n= 21) of the second epidemics in NovemberDecember 2010; five cases were followed as sporadic. The mean age of the 40 patients (25 females, 15 males) was 37.6
(age range: 5-80 years; five of them were pediatric group) years. The most common complaints of patients were cervical
mass (90%), sore throat (63%), chills (60%) and fever (58%). The most frequently detected clinical findings were enlarged
lymph nodes (n= 34, 85%), followed by tonsillitis (20%), skin lesions (15%) and conjunctivitis (8%). Most of the patients
(82.5%) had been misdignosed as acute tonsillitis, suppurative lymphadenitis, tuberculous lymphadenitis and brucellosis,
before their admission to our hospital and treated with beta-lactam antibiotics. Demographic analysis of the cases revealed
that 68% of them lived in the rural area, 75% had rodents at home, 46% used natural water supplies, 53% fed animals, 15%
had contact with game animals and 5% had contact with ticks. Clinical samples from the patients were found culture
negative for F.tularensis. The diagnosis of the cases was based on the presence of specific F.tularensis antibodies between
1/160-1/1280 titers obtained by microagglutination test. Additionally F.tularensis DNA was demonstrated in three lymph node
aspirate samples by polymerase chain reaction (PCR). Water samples were found negative both by culture and PCR
assays. However, it was detected that there were problems in the chlorination of water supplies in the two villages where
epidemics were seen. All the patients were treated with streptomycin (2 x 1 g, intramuscular, 10 days), and surgical
intervention was performed for the patients (n= 12) with extremely large lymph nodes and suppuration. Erythema nodosum
developed in two patients following the end of treatment. Death or serious complications such as pneumonia or meningitis
were not detected. In conclusion, tularemia should be considered in patients presenting with cervical lymphadenopathy, sore
throat, fever and unresponsive to previous treatment with beta-lactam antibiotics. For the management of the disease,
healthcare personnel and the community should be educated concerning the risk factors and precautions for tularemia.
Francisella tularensis'in neden olduğu zoonotik bir enfeksiyon olan tularemi, son yıllarda ülkemizde oluşan salgınlar ve sporadik olgularla yeniden önem kazanmıştır. Etkenin bulaşı en sık, kontamine su ve besinler, enfekte hayvanlarla temas ve böcek/kene ısırığı ile olur. Bu çalışmada, bölgemizde iki ayrı beldede iki ayrı dönemde ortaya çıkan salgınlarda tularemi tanısı konulan 35 olgu ile beş sporadik olgu, klinik özellikleri ve laboratuvar bulguları yönünden değerlendirilmiştir. Her iki salgında da ilk (indeks) olgular kliniğimize servikal lenfadenopati şikayetiyle başvurmuştur. Tularemi tanısı konulduktan sonra, başka olguların olup olmadığını araştırmak amacıyla bir ekip oluşturulmuş ve ilçeler ziyaret edilmiştir. Mikrobiyolojik tanıya yönelik olarak, şüpheli olgulardan kan, boğaz ve tonsil sürüntüsü ve lenf nodu aspirasyon örnekleri alınmış; tanısal testler (kültür, seroloji, moleküler yöntemler) Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezinde gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, İl Sağlık Müdürlüğü tarafından, adı geçen beldelerin içme ve kullanma sularından örnekler toplanmıştır. Çalışmamızda, Emen beldesindeki ilk epidemiye ait olgular (n= 14) Şubat 2010 tarihinde, Yukarıçiğil beldesindeki ikinci epidemiye ait olgular (n= 21) Kasım-Aralık 2010 tarihinde tanımlanmış; beş olgu ise sporadik olarak izlenmiştir. Toplam 40 olgunun 25'i kadın, 15'i erkek olup, yaş ortalaması 37.6 (yaş aralığı: 5-80 yıl; beşi çocuk yaş grubu) yıldır. Başvuru şikayetlerinin en sık; boyunda kitle (%90), boğaz ağrısı (%63), üşüme/titreme (%60) ve ateş (%58) olduğu görülmüştür. En sık saptanan fizik muayene bulgusu ise servikal lenfadenopati (n= 34, %85) olmuş; bunu tonsillit (%20), cilt lezyonları (%15) ve konjunktivit (%8) izlemiştir. Hastaların çoğunun (%82.5), kliniğimize başvuru öncesinde değişik tanılar (akut tonsillit, süpüratif lenfadenit, tüberküloz lenfadenit, bruselloz) ile beta-laktam antibiyotik tedavisi aldığı öğrenilmiştir. Olguların %68'inin kırsal kesimde yaşadığı, %75'inin evinde kemirici bulunduğu, %46'sının doğal su kaynaklarını kullandığı, %53'ünün evde hayvan beslediği, %15'inin av hayvanları ile teması olduğu ve %5'inin çevresinde kene varlığı öyküsü saptanmıştır. Olgulardan alınan boğaz sürüntüsü ve lenf nodu aspirat kültürlerinin hiçbirinde F.tularensis üremesi olmamış; olguların tanısı mikroaglutinasyon testi ile saptanan 1/160-1/1280 titrelerde pozitif özgül F.tularensis antikor varlığıyla konulmuştur. Ayrıca, üç olgudan alınan aspirat örneğinde, polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ile F.tularensis DNA'sı gösterilmiştir. Su örneklerinde kültür ve PCR ile F.tularensis pozitifliği saptanmamış; ancak epidemi izlenen her iki bölgede de içme sularının klorlanmasında aksaklıklar (şebeke suyuna, klorlama yapılmayan bir kaynak suyunun bağlanması gibi) olduğu izlenmiştir. Tüm hastalar streptomisin (2 x 1 g, 10 gün, intramusküler) ile tedavi edilmiş; lenf bezi ileri derecede büyük olan ve süpürasyon gösteren olgulara (n= 12) cerrahi girişim uygulanmıştır. İki olguda tedavi sonlandıktan iki hafta sonra eritema nodozum gelişmiş; olguların hiçbirinde pnömoni, menenjit gibi ciddi komplikasyonlar ve ölüm izlenmemiştir. Sonuç olarak, servikal lenfadenopati, boğaz ağrısı ve ateş şikayetleriyle başvuran, özellikle beta-laktam antibiyotik tedavisine yanıt alınamayan hastalarda tulareminin dikkate alınması; risk faktörleri ve önlemler açısından sağlık personeli ve topluma yönelik eğitimlerin yapılması gerektiği kanısına varılmıştır.
Francisella tularensis'in neden olduğu zoonotik bir enfeksiyon olan tularemi, son yıllarda ülkemizde oluşan salgınlar ve sporadik olgularla yeniden önem kazanmıştır. Etkenin bulaşı en sık, kontamine su ve besinler, enfekte hayvanlarla temas ve böcek/kene ısırığı ile olur. Bu çalışmada, bölgemizde iki ayrı beldede iki ayrı dönemde ortaya çıkan salgınlarda tularemi tanısı konulan 35 olgu ile beş sporadik olgu, klinik özellikleri ve laboratuvar bulguları yönünden değerlendirilmiştir. Her iki salgında da ilk (indeks) olgular kliniğimize servikal lenfadenopati şikayetiyle başvurmuştur. Tularemi tanısı konulduktan sonra, başka olguların olup olmadığını araştırmak amacıyla bir ekip oluşturulmuş ve ilçeler ziyaret edilmiştir. Mikrobiyolojik tanıya yönelik olarak, şüpheli olgulardan kan, boğaz ve tonsil sürüntüsü ve lenf nodu aspirasyon örnekleri alınmış; tanısal testler (kültür, seroloji, moleküler yöntemler) Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezinde gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, İl Sağlık Müdürlüğü tarafından, adı geçen beldelerin içme ve kullanma sularından örnekler toplanmıştır. Çalışmamızda, Emen beldesindeki ilk epidemiye ait olgular (n= 14) Şubat 2010 tarihinde, Yukarıçiğil beldesindeki ikinci epidemiye ait olgular (n= 21) Kasım-Aralık 2010 tarihinde tanımlanmış; beş olgu ise sporadik olarak izlenmiştir. Toplam 40 olgunun 25'i kadın, 15'i erkek olup, yaş ortalaması 37.6 (yaş aralığı: 5-80 yıl; beşi çocuk yaş grubu) yıldır. Başvuru şikayetlerinin en sık; boyunda kitle (%90), boğaz ağrısı (%63), üşüme/titreme (%60) ve ateş (%58) olduğu görülmüştür. En sık saptanan fizik muayene bulgusu ise servikal lenfadenopati (n= 34, %85) olmuş; bunu tonsillit (%20), cilt lezyonları (%15) ve konjunktivit (%8) izlemiştir. Hastaların çoğunun (%82.5), kliniğimize başvuru öncesinde değişik tanılar (akut tonsillit, süpüratif lenfadenit, tüberküloz lenfadenit, bruselloz) ile beta-laktam antibiyotik tedavisi aldığı öğrenilmiştir. Olguların %68'inin kırsal kesimde yaşadığı, %75'inin evinde kemirici bulunduğu, %46'sının doğal su kaynaklarını kullandığı, %53'ünün evde hayvan beslediği, %15'inin av hayvanları ile teması olduğu ve %5'inin çevresinde kene varlığı öyküsü saptanmıştır. Olgulardan alınan boğaz sürüntüsü ve lenf nodu aspirat kültürlerinin hiçbirinde F.tularensis üremesi olmamış; olguların tanısı mikroaglutinasyon testi ile saptanan 1/160-1/1280 titrelerde pozitif özgül F.tularensis antikor varlığıyla konulmuştur. Ayrıca, üç olgudan alınan aspirat örneğinde, polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ile F.tularensis DNA'sı gösterilmiştir. Su örneklerinde kültür ve PCR ile F.tularensis pozitifliği saptanmamış; ancak epidemi izlenen her iki bölgede de içme sularının klorlanmasında aksaklıklar (şebeke suyuna, klorlama yapılmayan bir kaynak suyunun bağlanması gibi) olduğu izlenmiştir. Tüm hastalar streptomisin (2 x 1 g, 10 gün, intramusküler) ile tedavi edilmiş; lenf bezi ileri derecede büyük olan ve süpürasyon gösteren olgulara (n= 12) cerrahi girişim uygulanmıştır. İki olguda tedavi sonlandıktan iki hafta sonra eritema nodozum gelişmiş; olguların hiçbirinde pnömoni, menenjit gibi ciddi komplikasyonlar ve ölüm izlenmemiştir. Sonuç olarak, servikal lenfadenopati, boğaz ağrısı ve ateş şikayetleriyle başvuran, özellikle beta-laktam antibiyotik tedavisine yanıt alınamayan hastalarda tulareminin dikkate alınması; risk faktörleri ve önlemler açısından sağlık personeli ve topluma yönelik eğitimlerin yapılması gerektiği kanısına varılmıştır.
Açıklama
Anahtar Kelimeler
Francisella tularensis, tularemia, lymphadenopathy, outbreak, tularemi, lenfadenopati, salgın
Kaynak
Mikrobiyoloji Bulteni
WoS Q Değeri
Q4
Scopus Q Değeri
Cilt
46
Sayı
2
Künye
Dikici, N., Ural, O., Sümer, Ş., Öztürk, K.,Albayrak Yiğit, Ö., Katlanır, E., Keleş, B., (2012). Konya Bölgesinde Tularemi. Mikrobiyoloji Bulteni, 46(2), 225-235.