Yazar "Kaya, Nazmiye" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 24
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Ağrı bozukluğunda sertralin ve amitriptilin karşılaştırması(1997) Turan, Metin; Çilli, Ali S.; Aşkın, Rüstem; Kaya, Nazmiye; Kucur, RahimAmaç: Bu çalışmada ağrı bozukluğunda sertralin ve amitriptilin tedavilernin etkinliğinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Ağrı yakınmasıyla nöroloji ve fizik tedavi ve rehabilitasyon polikliniklerine başvuran ve organik bozukluk tespit edilmeyip gönderildikleri psikiyatri polikliniğinde DSM-IV tanı kriterlerine göre ağrı bozukluğu tanısı alan 24'ü (%77.4) kadın, 7'si (%22.6) erkek, toplam 31 hasta incelendi. Hastalar rasgele iki tedavi grubuna ayrılarak, 8 hafta süreyle 17 hastaya amitriptilin, 14 hastaya sertralin verildi. Hastalarda ağrı şiddetini ölçmek için 0, 2, 4, 6 ve 8. haftalarda Görsel Benzeştirme Ölçeği uygulandı. Verilerin istatistiksel değerlendirmesi Friedman nonparametrik varyans analizi, Wilcoxon ve Mann-Whitney U testi ile yapıldı. Bulgular: Sertralin ve amitriptilin gruplarında 2, 4, 6 ve 8. haftalardaki Görsel Benzeştirme Ölçeği değerlerinde tedavi süresinde anlamlı düşme bulunurken gruplar arasında fark bulunmadı. Sonuç: Ağrı bozukluğu tedavisinde sertralin ve amitriptilin etkinliğinde anlamlı fark bulunmamaktadır.Öğe Axis I and Axis II Psychiatric Disorders in Patients With Fibromyalgia(Elsevier Science Inc, 2010) Uğuz, Faruk; Çiçek, Erdinç; Salli, Ali; Karahan, Ali Yavuz; Albayrak, İlknur; Kaya, Nazmiye; Uğurlu, HaticeObjective: To determine the current prevalence of Axis I and Axis II psychiatric disorders in patients with fibromyalgia. Method: The study sample includes 103 patients with fibromyalgia and 83 control subjects. Axis I and Axis 11 disorders were determined by structured clinical interviews. Results: The rate or any Axis I psychiatric disorder (47.6% vs. 15.7%), major depression (14.6% vs. 4.8%), specific phobia (13.6% vs. 4.8%), any Axis II disorder (31.1% vs. 13.3%), obsessive compulsive (23.3% vs. 3.6%) and avoidant (10.7% vs. 2.4%) personality disorders were significantly more common in the patient group compared to the control group. Conclusion: Our results suggest that a considerable proportion of patients with fibromyalgia also present with Axis I and Axis II psychopathologies.Öğe Bir Eğitim Hastanesinde İstenen Psikiyatri Konsültasyonlarının Değerlendirilmesi(2006) Göktaş, Kasım; Yılmaz, Ertan; Kaya, Nazmiye; Akman, CemalAmaç: Bu çalışmada bir eğitim hastanesinde verilen psikiyatrik konsültasyon hizmetlerinin hastaların sosyode-mografik özelliklerine, istenen kliniklere, isteme nedenlerine, psikiyatrik tanılara ve tedavilere göre dağılımı incelenmiştir. Yöntem: 15.06.2004-15.10.2004 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi'nde tüm kliniklerde ayaktan ve yatarak takip edilen psikiyatri konsültasyonu istenen hastalar çalışmaya alınmıştır. Sonuçlar: Çalışmaya 138'ü (%35.4) erkek, 252'si (%64.6) kadın olmak üzere toplam 390 hasta alınmıştır. Hastaların yaş ortalaması 4117.6'dir. Konsültasyonların %61.5'i (n240) yatarak takip edilen hastalardan, %38.5'i (n150) ayaktan takip edilen hastalardan istenmiştir. Konsültasyon istemlerinin büyük kısmı dermatoloji (%21.8), acil servis (%13.6), nöroloji (%12.3), dahiliye kliniklerinden (%9.7) yapılmıştır. En sık konsültasyon isteme nedeni bir gerekçe gösterilmeksizin hastanın psikiyatrik yönden değerlendirilmesidir (%31.8). Diğer nedenler depresif yakınmalar (%15.2), intihar girişimi (%14), anksiyete yakınmalarıdır (%7.2). Yapılan psikiyatrik değerlendirme sonrasında, konsültasyonların %83.4'ünde (n316) bir psikiyatrik bozukluk bulundu. En sık konulan psikiyatrik tanılar depresyon (%39.3), anksiyete bozuklukları (%16.6), somatoform bozukluklar (%6.6), organik mental bozukluklardır (%5.5). Hastaların %65.4'ü antidepresanlarla, %9.8'i antipsikotiklerle, %3.7'si benzodiazepinlerle tedavi edilmiş; %19.4'üne ilaçsız takip önerilmiştir. Tartışma: Fiziksel hastalığı olan hastalarda depresyon başta olmak üzere çeşitli psikiyatrik bozukluklar sık görülmektedir. Bu nedenle "Konsültasyon-Liyezon Psikiyatrisi" birimlerinin önemi giderek artmaktadır.Öğe Cezaevinde Çalışan İnfaz ve Koruma Memurlarında Psikiyatrik Bozuklukların Bir Yıllık Yaygınlığı(2003) Kaya, Nazmiye; Çilli, Ali Savaş; Güler, ÖzkanAmaç: Bu çalışmada Konya E Tipi kapalı cezaevinde çalışan infaz ve koruma memurlarında (IKM) DSM-IV ölçütlerine göre psikiyatrik bozuklukların 1 yıllık yaygınlık oranlarını araştırmak amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya katılan 96 IKM ile GIDI (Uluslararası Bileşik Tanı Çizelgesi) 2.1 12 aylık versiyonu kullanılarak görüşülmüştür. Veriler SPSS programı kullanılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: % 28.1 ile nikotin bağımlılığı en sık görülen psikiyatrik bozuklukken bunu % 10.4 ile majör depresyon ve % 9.3 ile özgül fobi izlemiştir. Bipolar bozukluklar, psikotik bozukluklar ve madde kullanım bozuklukları gözlenmemiştir. Sonuç: Psikiyatrik bozukluklar topluma göre yüksek bulunmuştur. Stres yaratıcı cezaevi ortamı burada çalışan insanlarda psikiyatrik bozuklukların ortaya çıkmasına neden olabilir. Cezaevlerinde koşulların iyileştirilmesi, çalışanların psikolojik olarak desteklenmesi ruhsal bozuklukların azalmasında rol oynayabilir.Öğe Ev Kadınlarında ve Çalışan Evli Kadınlarda Psikolojik Belirtilerin Karşılaştırılması(2004) Çilli, Ali Savaş; Kaya, Nazmiye; Bodur, Said; Özkan, İshak; Kucur, RahimAmaç: Bu çalışmada ev kadınlarındaki ve çalışan evli kadınlarındaki psikolojik belirtilerin şiddetinin ve sosyo-demografik faktörlerle ilişkisinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Konya il merkezinde rasgele seçilen en az orta okul mezunu 68 ev kadını ve 76 çalışan evli kadına sosyo-demografik özellikleri sorgulayan bir formla birlikte SCL-90-R psikolojik belirti tarama listesi uygulandı. Veriler Pearson korelasyon analizi, t testi, ki-kare testi, Mann-VVhitney U testi, tek ve çok yönlü varyans analizi ile istatistiksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Ev kadınları ve çalışan evli kadınların yaşları anlamlı farklılık göstermedi (30.05.5; 31.97.6, P0.099). Çalışan evli kadınların ve eşlerrm daha yüksek eğitim gördüğü, toplam aile gelirlerinin daha yüksek olduğu, evde yaşayan toplam kişi sayısının daha az olduğu ve evlenme yaşlarının daha yüksek olduğu bulundu. Ev kadınlarında anksiyete, fobi, paranoid ve somatizasyon alt ölçek puanları ve global şiddet indeks ortalaması anlamlı derecede daha yüksek bulundu. Çalışan evli kadınlarda obsesyon ve psikotik belirti puanları ile aylık ve toplam aile geliri arasında, ev kadınlarında ise anksiyete, depresyon ve obsesyon puanları ile toplam aile geliri arasında ters yönde ilişki olduğu bulundu. Sonuç: Bulgularımız ev kadınlarında psikolojik belirtilerin çalışan evli kadınlara göre daha fazla olduğunu, her iki grupta da psikolojik belirtilerin toplam aile geliri ve eğitim düzeyi ile yakın ilişkili olduğunu gösterdi. Ev kadınlarının psikolojik sorunlarının daha fazla olma sebepleri ve çözüm yolları üzerinde durulması gerekliliği sonucuna varıldı.Öğe İnterferon Alfa Kullanan Malign Melanomlu Bir Hastada Ortaya Çıkan Mani: Olgu Sunumu(2008) Kaya, Nazmiye; Zeytinci, İsmet Esra; Şahingöz, MineInterferon alfa (IFN-a), immün sistem üzerindeki uyarıcı etkileri nedeniyle malign melanom, viral hepatitler ve multipl skleroz gibi bazı hastalıkların tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. IFN-a kullanımına bağlı olarak halsizlik, ateş, baş ağrısı ve kas ağrısı gibi grip benzeri belirtilerin yanı sıra, depresyon, anksiyete, psikoz, mani, intihar düşünceleri, somnolans ve deliryum gibi nöropsikiyatrik belirtiler de bildirilmektedir. Bu yazıda bipolar bozukluk için aile öyküsü bulunan, malign melanom nedeni ile IFN-a kullanımı sırasında mani gelişen bir olgu sunulmuştur.Öğe Interferon alpha induced mania in a patient with malign melanoma: case report(CUMHURIYET UNIV TIP FAK PSIKIYATRI ANABILIM DALI, 2008) Kaya, Nazmiye; Zeytinci, İsmet Esra; Şahingöz, MineInterferon alpha is commonly used in the treatment of several diseases because of their stimulating effects on immune response, such as viral hepatitis, malign melanoma and multiple sclerosis. It was reported that IFN-alpha induce neuropsychiatric side effects such as depression, anxiety, psychosis, mania, suicidal ideation, somnolence and delirium in addition to flue like symptoms including weakness, fever, headache and myalgia. In this paper was presented a case of IFN-alpha induced mania in a patient treated for malign melanoma and with the family history of bipolar disorder.Öğe Interferon-alpha treatment in patients with chronic viral hepatitis C: The incidence of major depression and changes in quality of life(2008) Şahingöz, Mine; Uğuz, Faruk; Erayman, İbrahim; Kaya, Nazmiye; Arıbaş, Emel TürkGiriş: Bu çalışmanın ilgili üç amacı vardır: 1) Kronik hepatit C virus infeksiyonlu hastalarda interferon alfa tedavisine bağlı majör depresyon insidansını araştırmak 2) İnterferon alfa (IFN-a) tedavisine bağlı majör depresyonla sosyodemografik ve klinik özellikleri arasındaki ilişkiyi araştırmak 3) Kronik hepatit C virus infeksiyonlu hastalarda IFN-a tedavisinin yaşam kalitesine olan etkilerini araştırmaktır. Yöntem: Kronik hepatit C virus infeksiyonlu 36 hasta interferon alfa tedavisinden önce ve tedaviden 8 hafta sonra DSM-IV İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme, Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği HDÖ), Hamilton Anksiyete Derecelendirme Ölçeği (HAÖ) ve Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği Kısa Formu (WHOQOL-BREF) ile değerlendirildi. Bulgular: IFN-a tedavisi sırasında 10 (%27.8) hastada majör depresyon gelişti. IFN-a tedavisi süresince, HDÖ ve HAÖ puanları anlamlı ölçüde arttı ve WHOQOL-BREF'in fiziksel sağlık, psikolojik sağlık ve çevre alanları puanları anlamlı ölçüde azaldı. IFN-a tedavisi alan hastalarda tedaviden 8 hafta sonra majör depresyon gelişmese bile HDÖ puanlarının anlamlı ölçüde arttığı bulundu. IFN-a'ya bağlı majör depresyon, tedavi öncesi daha yüksek HDÖ ve HAÖ ve daha düşük WHOQOL-BREF puanları ile ilişkiliydi. Sonuç: Kronik hepatit C virus infeksiyonlu hastalarda IFN-a tedavisi majör depresyon riskindeki artışla ilişkilidir ve bu hastaların yaşam kalitesi üzerinde olumsuz etkiye sahiptir. Bütün hastaların ruhsal durumu IFN-a tedavisinden önce ve sonra değerlendirilmelidir.Öğe Konya Kapalı Cezaevi'ndeki mahkumlarda psikiyatrik bozuklukların yaygınlığı(2004) Kaya, Nazmiye; Güler, Özkan; Çilli, Ali SavaşAmaç: Konya Kapalı Cezaevi'nde mahkumlarda psikiyatrik bozuklukların 12 aylık yaygınlığının araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya alınan 305 mahkum ile Uluslararası Bileşik Tanı Görüşmesi-2.1 (CIDI) 12 aylık versiyonu kullanılarak görüşülmüştür. Alkol ve madde kullanımı ile ilişkili bozukluklar için CIDI-2.1 yaşam boyu versiyonu kullanılmıştır. Sonuçlar: DSM-IV tanı ölçütlerine göre mahkumların %67.2'sine herhangi bir psikiyatrik bozukluk, %29.2'sine herhangi bir duygudurum bozukluğu, %27.9'una herhangi bir anksiyete bozukluğu, %3.6'sma herhangi bir somatoform bozukluk, %1'ine şizofreni ve diğer psikozlar, %50.5'ine nikotin bağımlılığı tanısı konmuştur. Yaşam boyu alkol bağımlılığı %19.7, madde bağımlılığı %7.9 bulunmuştur. Cezaevine giriş sayısı fazla olan mahkumlarda herhangi bir duygudurum bozukluğu, alkol bağımlılığı/kötüye kullanımı, ve herhangi bir madde bağımlılığı/kötüye kullanımı anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. Psikiyatrik yatış öyküsü olan mahkumlarda herhangi bir duygudurum bozukluğu, herhangi bir anksiyete bozukluğu, nikotin bağımlılığı ve herhangi bir madde bağımlılığı/kötüye kullanımı anlamlı düzede yüksek bulunmuştur. Tartışma: Mahkumlarda psikiyatrik bozuklukların yaygınlığı yüksek bulunmuştur. Cezaevlerinde psikiyatrik bozuklukların tanı ve tedavisini sağlayacak yeterli ve deneyimli ekibin olması önemli görünmektedir.Öğe Kronik Şizofreni Hastalarında Klozapin ve Sulpiridin Etkinliğinin Karşılaştırılması(1999) Herken, Hasan; Kaya, Nazmiye; Beşiroğlu, Lütfullah; Derman, Hüdaverdi; Özkan, İshakObject: In this study, a comparison of efficacy and tolerability of clozapine and sulpiride on treatment-resistant-schizophrenia was aimed. Method: Thirty-six in-patients with treatment-resistant schizophrenia, diagnosed according to DSM-IV diagnostic criteria, were given 600-1600 mg/day sulpiride and 300-800 mg/day clozapine, randomly. Patients were evaluated using Brief Psychiatric Rating Scale (BPRS) and UKU- Side Effects Scale on the 15 th, 30th and 60th days of the study. Results: The baseline and the end of the treatment period of Brief Psychiatric Rating Scale (BPRS) points of two groups were compared in the group that was treated with clozapine BPRS- points was significantly lower than the group that was treated with sulpiride. Leucopenia and agranulocytosis did not occur in the clozapine treated group. In the both groups there were no dropouts due to the side effects. Conclusions: It is suggested that the clozapme is more effective than sulpiride on the treatment-resistant- schizophrenia.Öğe Moklobemidin depresif bozukluklarda etkinliği(Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1993) Kaya, Nazmiye; Kucur, RahimBu çalışma SUTF psikiyatri ki iniğinde, MD (major depresyon) ve DB(distimik bozukluk) 'da, yeni reversibl-selektif MAO-A in- hibitörü moklobemidin antidepresan etkinliğini saptamak amacıyla çift kör olarak planlanarak uygulanmıştır. Çalışma 6 ay sürmüştür. Çalışmaya, kliniğimize yatan depreş if hastalardan DSM-III-R tanı kriterlerine göre MD ve DB tanısı alan 16 erkek 18 kadın olmak üzere toplam 34 hasta alınmıştır. Olgulara çift kör metoduna uygun olarak plasebo ve moklobemid verilmiştir. Birinci haftanın sonunda 3 olgu tedaviye cevapsızı ıkları nedeniyle çalışma dışı bırakılmıştır. Klinikte 4 hafta yatırılarak te- tedaviye alınan hastalara diyet kısıtlaması uygulanmadı. Tedavinin etkinliğini değerlendirmek için tedaviye başlamadan 14. gün ve 28. günlerde HRSD (Hamilton Depresyon Ska lası) uygulanmıştır.Günlük klinik görüşmeler sonunda görülen yan et kiler not edilmiştir. Tedavinin sonunda plasebonun DB'ta % 40 etkili (p>0. 05).MD'da ise etkili olmadığı, gibi depresyonu arttırdığı görülmüştür. Moklobemidin ise, gerek DB'ta gerek MD'da plaseboya göre be lirgin etkili oldugu(%70), bu etkinin DB'ta 14. günde sağlan dığı (p<0.05),14. günden sonra etkide değişiklik olmadığı (p>0. 05).MD'da da belirgin etkinin 14. günde ortaya çıktığı ancak 28. günde tedavi edici etkinin tam olarak görüldüğü, DB ve MD'da 14. ile 28. gün ler arasında moklobemidin tedavi edici etkisinde 14. güne göre fark olmadığı saptanmıştır (p>0.05). Diyet kısıtlaması olmadığı halde moklobemidin prolaktinemi 75 (MD'da) dışında açık bir yan etki yapmadığı, plasebo kadar tolere edildiği saptanmıştır (p>0.05).Öğe Multipl Sklerozda Yaşam Kalitesinin Depresyon ve Anksiyete ile İlişkisi(2003) Kaya, Nazmiye; Akpınar, Zehra; Çilli, Ali SavaşAmaç: Multipl sklerozda (MS) yaşam kalitesinin depresyon, anksiyete, fiziksel özürlülük ve hastalık süresi ile ilişkisinin araştırılması amaçlandı, yöntem: Araştırmaya 62 MS'li hasta ve 34 sağlıklı-gönüllü kişi kontrol grubu olarak alınmıştır. Hasta ve kontrol grubuna Beck Depresyon Envanteri (BDE), Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HAM-D), Hamilton Anksiyete Değerlendirme Ölçeği (HAM-A), Yasam Kalitesi Ölçeği (WHO-QOL-Brief) uygulanmıştır. Ayrıca, hastalara Kısa Yeti Yitimi (KYY) ve Genişletilmiş Özürlülük Durum Skalası (EDSS) uygulanmıştır. Sonuçlar: Hastaların %67.7'sikadın, %32.3'3'üerkek olup, ortalama hastalık süresi 4.5pm5.1 yıl, ortalama EDSSpuanı 1.5pm1.4 olarak bulunmuştur. MS hastalarında depresyon ve anksiyete puanları kontrollerden anlamlı derecede yüksek, yaşam kalitesi puanları düşük bulunmuştur. Depresyon puanları ile yaşam kalitesinin tüm alanları, anksiyete puanları ile ise fiziksel sağlık, psikolojik sağlık ve sosyal ilişkiler alanı arasında negatif yönde ilişki bulunmuştur. Hastalık süresi ve yeti yitimi ile yaşam kalitesinin arasında negatif ilişki bulunurken, doktorun değerlendirdiği fiziksel özürlülük skoru ile yaşam kalitesi ilişkili bulunmamıştır. Tartışma: Depresyon ve anksiyete MS hastalarında yasam kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. MS hastalarında doktorun değerlendirdiği fiziksel özürlülük skoru ile yaşam kalitesinin ilişkili bulunmamasına karşın, hastanın bildirimine dayanan yeti yitimi puanı ile ilişkili bulunması ilginçtir.Öğe One year follow-up of post-partum-onset depression: the role of depressive symptom severity and personality disorders(TAYLOR & FRANCIS LTD, 2009) Uguz, Faruk; Akman, Cemal; Sahingoz, Mine; Kaya, Nazmiye; Kucur, RahimObjective. Long-term follow-up and risk factors of persistent post-partum depression (PPD) are fairly unknown compared with its prevalence in the developing countries. In this study, we did a follow-up measure of PPD and examined the factors, which were associated with PPD 1-year post-partum. Method. Our sample comprised of 34 women. Depressive symptoms were assessed by the Edinburgh post-natal depression scale (EPDS) 6 weeks post-partum, and women with scores 12 on this scale was categorised as depressed. Personality disorders were determined at the same occasion by means of the Structured Clinical Interview for DSM-III-R personality disorders (SCID-II). One year post-partum EPDS was completed. Results. The rate of PPD 1-year post-partum was 32.4%, and it was unrelated to age at assessment, primiparity, number of children, employment status, economical status and educational level. Women depressed 1-year post-partum had significantly higher basal scores of EPDS and more often also a diagnosis of any axis II disorder; and specifically dependent and obsessive-compulsive personality disorders. In our sample, the predictors of 1-year post-partum PPD were having higher basal score of EPDS and the existence of a personality disorder. Conclusion. This study suggests that women with PPD, scoring high in the EPDS scale 6 weeks post-partum and having a personality disorder, run a higher risk for depression at 1-year follow-up.Öğe One year follow-up of postpartum-onset obsessive-compulsive disorder: A case series(PERGAMON-ELSEVIER SCIENCE LTD, 2008) Uguz, Faruk; Kaya, Nazmiye; Sahingoz, Mine; Cilli, Ali Savas; Akman, Cemal[Abstract not Available]Öğe Postpartum-onset obsessive-compulsive disorder: Incidence, clinical features, and related factors(PHYSICIANS POSTGRADUATE PRESS, 2007) Uguz, Faruk; Akman, Cemal; Kaya, Nazmiye; Cilli, Ali SavasObjective: The aims of this study were to investigate the incidence rate and symptomatology of postpartum-onset obsessive-compulsive disorder (PPOCD), to investigate the factors associated with PPOCD, and to compare clinical characteristics of obsessive-compulsive disorder (OCD) with and without postpartum onset. Method: The study data were collected from 302 women who delivered at a child and maternity hospital in Turkey from August 2005 to November 2005 and a control group of 33 women who were admitted to the psychiatric outpatient clinic of a university hospital during the same time period and who met DSM-IV criteria for OCD. The 2 clinical interviews with women who delivered were performed face-to-face on the first day after childbirth and at 6 weeks postnatally. OCD and comorbid Axis II disorders were diagnosed by means of the Structured Clinical Interview for DSM-IV and the Structured Clinical Interview for DSM-III-R Personality Disorders, respectively. Obsessive-compulsive symptomatology was assessed with the Yale-Brown Obsessive Compulsive Scale. Results: The incidence of PPOCD was 4% at 6 weeks postnatally. The most common obsessions in women with PPOCD were contamination (75%), aggressive (33.3%), and symmetry/exactness (33.3%), and the most common compulsions were cleaning/washing (66.7%) and checking (58.3%). The patients with PPOCD had significantly more frequent aggressive obsessions (p=.039) and less severe obsessive-compulsive symptoms (p=.013) than the OCD patients without postpartum onset. The predictors of PPOCD were avoidant (p=.000) and obsessive-compulsive (p=.004) personality disorders. Conclusions: This study suggests that the puerperium is a risk period in terms of new-onset OCD and that avoidant and obsessive-compulsive personality disorders predict PPOCD.Öğe Psikiyatri Polikliniğine Başvuran Konversiyon Bozukluğu Olan Hastaların Sosyodemografik ve Klinik Özellikleri(2003) Göktaş, Kasım; Kaya, Nazmiye; Çilli, Ali SavaşAmaç: Psikiyatri polikliniğine başvuran konversiyon bozukluğu tanısı konmuş hastaların sosyodemografik ve klinik özelliklerinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem; Bu çalışmada psikiyatri polikliniğine Ocak 2001-Ocak 2003 tarihleri arasında başvuran ve DSM-IV tanı ölçütlerine göre konversiyon bozukluğu tanısı almış olan 232 hastanın poliklinik kartları incelenmiştir. Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların % 85.4'ünün kadın, % 60.3'ünün ilkokul mezunu, % 65.Tinin evli, % 59.9'unun ev hanımı olduğu, % 52.2'sinin kentte oturduğu bulunmuştur. Hastaların % 66.4'ünde psikososyal stres, % 6.9'unda soy geçmişte konversiyon bozukluğu bulunduğu öğrenilmiştir. Hastaların % 48.7'sinde eşlik eden bir psikiyatrik bozukluk saptanmıştır. Bunların % 25.9'u depresyon, % 15.5'i anksiyete bozukluğu tanısı almıştır. Kinik alt tiplere bakıldığı zaman, katılmalar ya da konvulsiyonlarla giden tip (% 38.4) ilk sırada yer alırken bunu mikst tip ve duyusal belirti ya da kaybı gösteren (% 37 ve% 16.4) tip izlemiştir. Sonuç: Bu çalışmada konversiyon bozukluğu olan hastaların çoğunluğunun kadın ve ilkokul mezunu olduğu bulunmuştur.Öğe Psychiatric disorders in patients with Behget's disease(TAYLOR & FRANCIS LTD, 2007) Dursun, Recep; Uguz, Faruk; Kaya, Nazmiye; Cilli, Ali Savas; Endogru, HuseyinObjective. In this study, we aimed to investigate current prevalence and related clinical factors of psychiatric disorders in Behcet patients. Methods. Seventy-three outpatients who applied to a Behcet clinic and whose diagnosis was Behcet's disease according to criteria of the International Study Group for Behcet's disease were recruited in this study. Psychiatric diagnoses were assessed with The Structured Clinical Interview for DSM-IV/Clinical Version (SCID-I/CV). Results. Thirty patients (41.1%) reported at least one current psychiatric disorder. Major depression (17.8%) was the most frequent psychiatric disorder. Specific phobia (16.4%), generalized anxiety disorder (15.1%) and social phobia (9.6%) were other frequent disorders. Prevalence rates of any psychiatric and anxiety disorder were significantly higher in females than males. There was no significant relationship between psychiatric morbidity and clinical characteristics of Behcet's disease. Conclusion. Our study suggests that Behcet patients have high prevalence of psychiatric disorders. Therefore, psychiatric evaluation should be performed in all patients with Behcet's disease.Öğe Quality of life in patients with Behcet's disease: the impact of major depression(ELSEVIER SCIENCE INC, 2007) Uguz, Faruk; Dursun, Recep; Kaya, Nazmiye; Cilli, Ali SavasObjective: Behcet's disease (BD) is a multisystemic inflammatory disorder associated with high levels of depressive symptoms and lower quality of life (QoL). In this study, we aimed to investigate the impact of major depression (MD) on the QoL of patients with BD. Method: BD outpatients (n = 25) and psychiatric outpatients (n = 25) with only MD among the Axis I psychiatric disorders, and BD outpatients (n = 25) and healthy controls (n = 25) without any Axis I psychiatric disorder were included in the study. The Structured Clinical Interview for DSM-IV (SCID-I) was used to determine Axis I psychiatric disorders. Depression and QoL levels were assessed with the Beck Depression Inventory (BDI) and the World Health Organization QoL Assessment-Brief (WHOQOL-BREF), respectively. Results: There was no significant difference with regard to demographic characteristics between the groups. Psychiatric and BD patients with MD had significantly lower overall WHOQOL-BREF subscale scores than BD patients without MD and healthy controls. No significant difference was found in terms of QoL between the groups of psychiatric and BD patients with MD, nor between the groups of BD patients without MD and healthy controls. Overall, there was a significantly negative correlation between all WHOQOL-BREF subscale and BDI scores in BD patients. Conclusion: The study suggests that concurrent MD has a negative impact on QoL of BD patients and that QoL is negatively correlated with the severity of depressive symptoms. (c) 2007 Elsevier Inc. All rights reserved.Öğe Risperidona bağlı gelişen hiperprolaktineminin tedaviye aripiprazol eklenmesiyle düzelmesi(2011) Ayhan, Medine Gıynaş; Uğuz, Faruk; Kaya, NazmiyeAmaç: Hiperprolaktinemi antipsikotik tedavisinin önemli bir yan etkisidir. Tipik antipsikotiklerin hepsi ve atipik antipsikotiklerden risperidon ve amisülpiridin serum prolaktin seviyesini yükselttiği bilinmektedir. Atipik antipsikotiklerden ketiapin, olanzapin, klozapin, ziprasidon ve aripiprazolün serum prolaktin düzeylerini çok az ya da hiç yükseltmediği ileri sürülmektedir. Hiperprolaktinemi jinekomasti, galaktore, cinsel işlev bozukluğu, infertilite, oligomenore ve amenoreye neden olmaktadır. Ayrıca kemik mineral yoğunluğunu azaltarak osteoporoza yol açmaktadır. Bu önemli yan etkiler, remisyona girmiş hastaların tedaviye devam etmesinde sorun oluşturmaktadır. Olgu Sunumu: Risperidon ile yanıt alınmış ancak hiperprolaktinemi ve buna bağlı amenore gelişmiş iki hastanın tedavisine aripiprazol eklenmesiyle prolaktin seviyelerinin düşmesi anlatılmıştır. Sonuç: Psikotik belirtilerde belirgin düzelme olup hiperprolaktinemi gelişen olgularda tedaviye aripiprazol eklenmesi ilk seçenek olarak düşünülebilir.Öğe Şizofreni hastalarında beyindeki yapısal değişikliklerin yaşla ilişkisi(2002) Kaya, Nazmiye; Açıkgözoğlu, Remziye; Çilli, Ali Savaş; Açıkgözoğlu, SaimAmaç: Bu çalışmada şizofreni hastalarının beyinlerindeki santral ve kortikal değişimlerin yaşla ilişkisinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Çalışmaya şizofreni tanısı konan 53 hasta ile radyodiyagnostik bölümüne bilgisayarlı beyin tomografisi (BBT) çektirmek için başvuran ve BBT'leri normal olarak değerlendirilen 40 kişi (kontrol grubu) alındı. Hasta ve kontrol grubunun 3.ventrikül (3.V), lateral ventriküller (LV), Silvian fissürler ve sulkusların genişlikleri BBT ölçümleriyle karşılaştırıldı. Bulgular: Kontrol grubunda yaş ilerledikçe 3.V, LV, Silvian fissürler, sulkus genişlikleri ve 3.V/beyin oranının anlamlı ölçüde arttığı bulundu. Hasta grubunda ise sol Silvian fissür genişliğinde artma dışında, yaşla uyumlu değişiklik bulunmadı. Kontrol grubunda santral ve kortikal değişimler yaşla ilişkili bir artış gösterirken şizofrenik hastalarda yaşla ilişkili değişim saptanmadı. Sonuç: Bu bulgular şizofreninin etyopatogenezinde organik görüşü destekler yöndedir.