Yazar "Erikoğlu, Mehmet" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 13 / 13
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Experiences in gamma probe-guided minimally invasive parathyroidectomy(2012) Erikoğlu, Mehmet; Tavlı, S. Şakir; Kartal, Adil; Ayhan, Barış; Çakır, Mehtap; Gönen, M. Sait; Sarı, OktayPrimer hiperparatiroidizmin %8090 nedeni tek bezde görülen paratiroid adenomudur. Son yıllarda ultrasonografi, Tc 99 M sesta MIBI ve gama prob gibi paratiroidleri lokalize edici tekniklerin kullanılması ile primer hiperparatiroidi tedavisinde minimal invaziv paratiroidektomi (MIP) başarıyla uygulanmaya başlanmıştır. Bu çalışmada son 4 yılda Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniğinde primer hiperparatiroidi nedeniyle gama prob eşliğinde işaretleme ile minimal invaziv paratiroidektomi yapılan 14 hastanın analizi ve klinik özellikleri değerlendirildi. Hastalardan 10u kadın, 4ü erkek ve yaş ortalamaları 54,6 (39-74) idi. Operasyon öncesi ortalama Ca seviyeleri 11,7 mg/dl (10,1 13,3, normali: 8,9-10,3), fosfor seviyeleri 2,7 mg/dl (1,6-3,9, normali: 2,4-4,7) ve PTH 260,3 pg/ml (74,94 - 990,8 normali: 12-88) olarak ölçüldü. Hastaların kliniğimize başvuru şikâyetleri arasında baş ağrısı ve yaygın kemik ağrısı ön plandaydı. Tüm hastalara lokal anestezi ile birlikte sedasyon uygulandı. Sınırlı flep diseksiyonundan sonra strep kasları vertikal olarak açılarak adenoma ulaşıldı. Vasküler yapıları bipolar koter eşliğinde kesildi ve kapsülü zedelenmeden adenom çıkarıldı. Post operatif dönemde hastaların hastanede kalış süresi ort. 1,5 (1 ile 3 gün) gündü. Ortalama Ca seviyeleri 9,1 mg/dl, fosfor seviyeleri 3,2 mg/dl ve PTH ise 63,8 pg/ml olarak ölçüldü. Gama prob eşliğinde minimal invaziv paratiroidektomi; operasyonunun lokal anestezi ile yapılabilmesi, operasyon sonrası ağrının daha az olması ve düşük komplikasyon oranı ile günümüzde paratiroid cerrahisinde sık tercih edilen yöntemlerdendir.Öğe Foliküler adenom ile papiller karsinom ilişkisi(2011) Erikoğlu, Mehmet; Çolak, Bayram; Aksoy, Faruk; Çakır, Murat; Özer, ŞükrüAmaç: Foliküler adenomlar, tiroidin en yaygın neoplazmı olup kapsüllü ve genellikle soliter lezyonlardır. Bu çalışmamızda amacımız; kliniğimizde son beş yılda yapılmış tiroid ameliyatlarının içinde histopatolojik inceleme sonucu foliküler adenom gelen hastaları değerlendirmek ve papiller tiroid karsinomu ile foliküler adenom arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Hastalar ve Yöntem: Son 5 yılda Anabilim Dalımızda yapılan 1081 tiroid ameliyatı içinde, ameliyat sonrası patolojik inceleme sonucunda foliküler adenom saptanan 144 hasta değerlendirildi. Bulgular: Hastaların 104'ü (%72,2) kadın, 40'ı (%27,7) erkek idi. Ameliyat sonrası foliküler adenom saptanan hastaların patoloji raporları değerlendirildiğinde, 29 hastada (%20.1) foliküler adenom ile papiller karsinom birlikteliği tespit edildi. Foliküler adenom ile papiller karsinomun birlikte görüldüğü 29 hastanın 17' sinde (%59) foliküler adenom boyutu 3 cm' nin üzerinde, 12'sinde (%41) ise adenom boyutu 3 cm' nin altındaydı (p:0.058). Sonuç: Çalışmamızda patolojik incelemede foliküler adenom saptanan hastalarda papiller karsinomun sık görüldüğü tespit edildi. Bu nedenle foliküler neoplazi tespit edilmiş hastalarda eğer aynı ya da karşı tiroid lobunda da nodüller tespit edilmiş ise cerrahi tedavinin total tiroidektomi olması gerektiğini düşünmekteyiz.Öğe Gastric Heterotopia Together with Intestinal Metaplasia in the Gallbladder: Case Report and Review of Literature(2005) Tavlı, Lema; Belviranlı, Metin; Erikoğlu, Mehmet; Esen, Hasan; Toy, HaticeHeterotopic gastric mucosa in the gallbladder is extremely unusual. In this study, we aimed to report a case of gastric heterotopia together with intestinal metaplasia in the gallbladder of a 16-year-old male patient who experienced a sudden onset of epigastric pain with nausea. He was admitted to the hospital with a prediagnosis of mild degree obstructive jaundice. Cholecystectomy and hepaticoduodenostomy were carried out. In the microscopical examination of the gallbladder, an antral and pyloric type gastric mucosa together with intestinal metaplasia were clearly evident in the gallbladder submucosa, and the adjacent gallbladder mucosa showed typical features of chronic cholecystitis.Öğe Gastrik Karsinoid Tümörler(2003) Güler, Adem; Erikoğlu, MehmetAmaç: Üst gastrointestinal sistem endoskopisinin yaygın olarak kullanılması ile son yıllarda sıklığında artış saptanan 5 gastrik karsinoid olgusunu sunmayı amaçladık. Olgu sunumu: Pernisiyöz anemi tanısı ile izlenen 4 olgu ve dispeptik yakınmaları olan 5 olgunun kontrol üst gastrointestinal endoskopisinde midede küçük multipl polipoid lezyonlar saptanması üzerine yapılan endoskopik polipektomi ve biyopsi sonuçlarında gastrik karsinoid tümör saptandı. Hastalara total mide rezeksiyonu ve D-ll lenf nodu diseksiyonu uygulandı. Histopatolojik olarak gastrik atrofi ve intestinal metaplazi saptandı. Sonuç: Histopatolojik olarak saptanan gerek gastrik atrofi ve intestinal metaplazi gerekse sınırlı rezeksiyonun dezavantajları nedeni ile gastrik karsinoid tümörler için seçilecek tedavinin total mide rezeksiyonu olduğu kanısındayız.Öğe Jejunal Divertikülozis(2003) Güler, Adem; Erikoğlu, MehmetAmaç: Akut komplikasyonların tanısmdaki gecikmenin mortalite ve morbiditede belirgin artışa neden olması nedeni ile jejunal divertikülozisli bir olgunun sunulması amaçlandı. Olgu sunumu: Yaklaşık 1 yıldır devam eden inatçı karın ağrıları olan 72 yaşında bir kadın hastanın yapılan üst GIS endoskopisinde midede leiomyom saptandı. Operasyon esnasında yapılan eksplorasyonda 50 cm'lik jejunal segmentte multipl jejunal divertikül tespit edildi. Leiomyom için hastaya antrektomi ve gastroenterostomi uygulandı. Jejunal divertikül için ek cerrahi girişim yapılmadı. Sonuç: Genellikle asemptomatik olarak seyreden, akut komplikasyonların varlığında ve operasyon esnasında tespit edilen jejunal divertikülozisli olgularda komplikasyonlar gelişmediği sürece cerrahi tedavi önerilmemektedir.Öğe Kas kist hidatiği(2004) Erikoğlu, Mehmet; Köylü, Öznur; Beyatlı, Ertan; Şahin, MustafaAmaç: Kist hidatik kaslarda oldukça nadir görülmektedir ve genellikle tanı operasyon sırasında konmaktadır. Nadir görülmesi sebebi ile gluteal abse ön tanısı ile drenaj uygulanan müsküler kist hidatikli bir olguyu sunmayı amaçladık. Olgu sunumu: Yaklaşık 2 aydır sağ gluteal ağrı ve şişlik yakınması olan 31 yaşında bir kadın hastada yapılan tetkikler ve klinik muayene bulguları sonucunda gluteal abse düşünülerek drenaj uygulandı. Kız veziküllerin ve skolekslerin görülmesi nedeni ile kist hidatik tanısı kondu. Sonuç: Endemik bölgelerde kaslarda iyi sınırlı kistik kitle tespit edilen hastalarda ayırıcı tanıda kist hidatik düşünülmesi gerektiği kanaatindeyiz.Öğe Minimally invasive ultrasonography guided parathyroidectomy(2011) Erikoğlu, Mehmet; Tavlı, Süleyman Şakir; Ayhan, Barış; Çakır, Mehtap; Gönen, Mustafa SaitAmaç: Primer hiperparatiroidizm olgularının %85- 90’ının nedeni tek adenomdur ve bu adenomun çıkarılması ile tedavi sağlanabilir. Bu tek adenomlu hastaların teşhisinde yaygın olarak paratiroid ultrasonografi (US) ve Tc-99m sestamibi sintigrafi kullanılır. Bu çalışmanın amacı; paratiroid adenomunu belirlemede ultrason rehberliğinde minimal invaziv paratiroidektomi tekniğinin etkinliğini göstermektir. Gereç ve yöntem: Bu retrospektif çalışmada 2006-2009 yılları arasında paratiroid adenomektomi için genel cerrahi kliniğine yönlendirilmiş 16 hastaya minimal invaziv ultrason rehberliğinde paratiroidektomi (MIUGP) uygulandı. Paratiroid US ve Tc-99m sestamibi sintigrafi ile paratiroid adenom teşhisi konan hastalar cerrahiye hazırlandı. Bulgular: Operasyon gününün sabahında adenomun lokalizasyonu tekrar US ile doğrulandı ve cilt üzerine kalem ile işaretlendi. Lokal anestezi ile işaretli alandan yapılan küçük bir insizyonla adenom çıkarıldı. Tartışma: Bu makalede, uyguladığımız MIUGP’nin uygulaması kolay, maliyeti düşük, hastanın işaretlemeden hemen sonra ameliyata alınabilmesi, radyasyon içermemesi ve lokal anestezi ile yapılabilmesi gibi avantajları sebebiyle deneyimli paratiroid cerrahları tarafından uygun bir teknik olarak güvenle yapılabileceğini düşünmekteyiz.Öğe Paid living-unrelated renal transplantation abroad: Too much unknown(2012) Solak, Yalçın; Türkmen, Kültigin; Güney , İbrahim; Erikoğlu, Mehmet; Tonbul, Halil Zeki; Türk, SüleymanOBJECTIVE: Despite the unethical characteristic and unfavorable consequences, paid living-unrelated renal transplantation is still considered as an option for end-stage renal disease patients. This study aimed to compare the medical and surgical complications along with allograft functions of PLURT patients with age and gender matched transplant recipients who received a living or deceased donor kidney at our center. MATERIAL and METHODS: End-stage renal disease patients received PLURT (group 1) in a foreign country and age, and gender matched renal transplant recipients that received renal transplantation from living-related donors (LRT patients; group 2) and deceased donors (DDRT patients; group 3) followed between 2003-2010 at our transplantation center were included in the study. RESULTS: There were no significant differences between groups (Group 1&2 and group 1&3) regarding age, sex, urea, creatinine, creatinine clearance, and proteinuria. Data about patients that received renal transplantation from living-related and deceased-donors at our center were sufficient when compared with PLURT patients. PLURT has a negative impact on patients' survival because of surgical and medical problems. CONCLUSION: In the present study, PLURT, LRT and DDRT patients had early and late complications of renal transplantation which were similarly seen in recent studies. The main problem for unfavorable results of PLURT is the commercial aspect of renal transplantation without considering the risks for ESRD patients.Öğe Radyasyon Enteritinde Lifli Besinlerin Koruyucu Etkisi(2001) Erikoğlu, MehmetAmaç: Bu çalışmanın amacı radyasyon enteriti oluşturulmuş ratlarda suda tamamen eriyen ve suda hiç erimeyen lifli besinlerin bakteriyel translokasyona etkisini ve barsaklarda oluşan histopatololojik değişiklikleri araştırmaktı. Yöntem: Her bir grupta 15 adet sıçan olmak üzere sıçanlar üç gruba ayrıldıktan sonra 1100 cGy tüm abdominal radyoterapi ile radyasyon enteriti oluşturuldu. Grup 1 sadece standart besin ile Grup-2 suda erimeyen lifli besin (Nutrodrip-Fiber) ile Grup 3 ise suda eriyen lifli besin (Sando-Source) ile bir haftalık beslenme programına alındı. Bulgular: Grup 2'de ince barsak villus boyu ve ince barsak duvar kalınlığı anlamlı oranda yüksek bulundu. Sonuç: Radyoterapiye bağlı barsaklarda oluşan hasarların önlenmesinde suda erimeyen lifli besinlerin kullanımının yararlı olabileceği kanaatine varıldı.Öğe A rare case of rectal prolapse associated with rectal adenocarcinoma: Case report(2004) Erikoğlu, Mehmet; Tavlı, Şakir; Tekin, ŞakirRektal prolapsus ile birlikte kolorektal polip, rektal soliter ülser görülmesine rağmen rektal prolapsus ile rektum kanseri birlikteliği oldukça nadir görülmektedir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla dünya literatüründe sadece birkaç vaka yayınlanmıştır. Olgumuz rektal prolapsus ile birlikte rektum kanseri görülen 63 yaşında bir bayan idi. Anamnezinde çocukluğundan beri ıkınmakla ve öksürmekle belirginleşen rektal prolapsusu vardı. Son 6 aydır ara ara kabızlık, muköz akıntı, kanama, halsizlik ve gaita inkontinansı mevcuttu. Rektal muayenede elle geriye itilebilen total rektal prolapsus tespit edildi. Prolabe olan rektumun üzerinde yaklaşık 3x4 cm lik tümöral kitle saptandı ve biyopsi alındı. Biyopsi sonucu adenokanser olarak değerlendirildi. Rektal prolapsusta görülen barsak alışkanlığındaki değişiklik, kronik kabızlık ve irritasyonun rektum kanseri gelişmesinden sorumlu olabileceği kanaatindeyiz. Bu nedenle uzun süre tedavi edilmemiş rektal prolapsuslu hastalarda detaylı bir anamnez, rektal tuşe ve rektosigmoidoskopik inceleme oldukça önemlidir.Öğe The relation between follicular adenoma and papillary thyroid carcinoma [Foliküler adenom ile papiller karsinom ilişkisi](2011) Erikoğlu, Mehmet; Çolak, Bayram; Aksoy, Faruk; Çakır, Murat; Özer, ŞükrüPurpose: Follicular adenomas are the most common neoplasms of the thyroid. They are encapsulated and generally solitary lesions. The aim of this study was to assess those patients diagnosed as having follicular adenomas as a result of histopathological examinations during thyroid surgery in ourclinic over the last five years and to study the relationship between papillary thyroid carcinoma and follicular adenoma. Patients and Method: Of the1081 thyroid operations in the last 5 years, 144 patients who were diagnosedwith follicular adenoma as a result of histopathological examination after surgery were assessed. Results: 104 of the patients (72.2%) were female and40 (27.7%) were male. When the pathological reports of the patients diagnosed with follicular adenoma were considered, 29 patients (20,1%) also had papillary carcinoma. (p:0.058). Conclusion: In our study, we commonly detected accompanying follicular adenoma with papillary carcinoma. Because of this, in patients with a diagnosis of follicular neoplasm we consider that surgical treatment should be a total thyroidectomy if there are nodules determined in the same or opposite thyroid lobe.Öğe The relationship between HLA antigens and blood groups(2011) Erikoğlu, Mehmet; Büyükdoğan, Murat; Cora, TülinAmaç: Son dönem organ yetmezliğinin en önemli tedavisi organ naklidir. Son yıllarda HLA uyumunun gerekliliği ile ilgili bazı tartışmalar olmasına rağmen böbrek naklinde HLA uyumu hala önemini korumaktadır. Bu çalışmadaki amacımız, Selçuk Üniversitesi Böbrek Nakli Ünitesi kadavradan organ bekleme listesine kayıtlı toplam 362 hastanın HLA antijenleri ile kan grupları arasında bir ilişki olup olmadığını araştırmaktır. Metod: Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi Böbrek Nakli Ünitesi kadavradan organ bekleme listesindeki hastaların doku grupları Klas I (HLA-A/B/C) mikrolenfositotoksisite tekniğiyle, Klas II (HLA-DR) PCR-SSP (Polymerase Chain Reaction-Single Strand Polymorphism) tekniği ile belirlenmiş, kan grupları ise microplate aglutinasyon tekniği ile belirlenmiştir. Bulgular: Organ bekleme listesine kayıtlı toplam 362 hastanın 206’sı erkek(%57) 156’sı kadın (%43) idi. Hastalar kan gruplarına göre incelendiğinde 165’i (%45) A kan grubu, 118’i O grubu (%33), 54’ü B grubu(%15), 25’i AB grubu(%7) idi. Tüm kan gruplarında en fazla görülen doku grupları HLA- A grubunda HLA A2 antijenleri (%48), HLA- B grubunda HLA B35 antijenleri (%33), HLA- DR grubunda ise DRB11 antijenleri (%48) olarak tesbit edilmiştir. Sık görülen HLA grupları ile hastaların kan grupları karşılaştırıldıklarında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki tespit edilmemiştir (p 0.01). Sonuç: Bu çalışmada kan grupları ve HLA antigenleri arasında bir ilişki olup olmadığı arştırıldı, istatistiksel olarak herhangi bir ilişki tespit edilmedi.Öğe Sekonder Hiperparatiroidili Hastalarda Subtotal Paratiroidektomi Sonuçlarımız(2005) Erikoğlu, Mehmet; Tavlı, Şakir; Türk, Süleyman; Tekin, ŞakirAmaç: Sekonder hiperparatiroidi kronik böbrek yetmezliğinin en önemli geç dönem bulgularından biridir. Bu çalışmada amacımız kliniğimizde 4 yıllık süre içinde kronik böbrek yetmezliğine bağlı gelişen sekonder hiperparatiroidi nedeniyle ameliyat edilen olguların analizini ve klinik özelliklerini retrospektif olarak değerlendirmektir. Yöntem: Ocak 2001 ile Mart 2005 tarihleri arasında kliniğimizde kronik böbrek yetmezliği sonucu gelişen sekonder hiperparatiroidi nedeniyle subtotal paratiroidektomi uygulanan 14 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastalarda en sık rastlanan semptom kas güçsüzlüğü ve kemik ağrıları idi. Kas güçsüzlüğü 10 hastada, kemik ağrıları ise 8 hastada mevcut idi. Ameliyat öncesi yapılan radyolojik incelemede çekilen el grafisinde 8 hastada (% 57) subperiostal rezorbsiyon saptandı. Bir hastada ise spontan kemik kırığı tespit edildi. Serum kalsiyum düzeyleri ortalama 12.2 0.9 (8.2-15.1) mg/dL, fosfor düzeyleri ortalama 6.31.8 (2.2-7.4) mg/dL, ALP düzeyi ise ortalama 873 243,5 (225-8884) U/L olarak ölçüldü. Hastaların tümünde parathormon değeri yüksek bulundu. Ortalama PTH değeri 878 (810-1257) pgr/ml olarak ölçüldü. Tüm hastalarda paratiroid bezleri anatomik olarak normal pozisyonda idi ve hastaların tümüne subtotal paratiroidektomi uygulandı. Sonuç: Böbrek yetmezliğine bağlı sekonder hiperparatiroidi kalsiyum ve vitamin D tedavisine cevap vermesine rağmen uzun dönemde cerrahi tedavi önem kazanmaktadır. Subtotal paratiroidektomi uygulanan vakalarda klinik olarak belirgin iyileşme, laboratuar bulgularında düzelme görülmüş ve kalıcı hipoparatiroidi görülmemiştir. Kronik böbrek yetmezlikli hastalarda gelişen sekonder hiperparatirodi tedavisinde subtotal paratiroidektominin en uygun cerrahi tedavi olduğunu düşünmekteyiz.