İngiliz Dili ve Edebiyatı/Makale Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 95
  • Öğe
    İstiklal Marşı’nın A. H. Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü Romanı Üzerine Yansımaları
    (Selçuk Üniversitesi, 2021 Aralık) Kalpaklı, Fatma
    Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ünlü eseri, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün anlatıcısı ve ana karakteri olan Hayri İrdal, Zarife halasının Laterjik uykudan uyanma sahnesini “[k]ötürüm halam, öleceği beklenen, ölen halam, yardımsız yürüyor, koşa koşa merdivenlerden çıkıyordu” (Tanpınar, 2019, s.66) diyerek okuyucuya aktarır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ünlü eseri Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde, zihinlerimizde “yeniden dirilme” sahnesi ile tabutun kapağını açıp dışarı çıkarak tüm akrabalarını ve okuyucuyu şaşkınlık içinde bırakan hala karakterinin, aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun artık sonu geldiğine inanıldığı bir dönemde, küllerinden yeniden doğarak Türkiye Cumhuriyeti olarak dirilmesini sembolize ettiği kanaatindeyiz. Zarife hala karakterinin yeniden dirilme sahnesi incelendiğinde ise milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un ve İstiklal Marşımız’ın, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı üzerinde yer yer etkileri görülmektedir. Bu nedenle, bu çalışmada, İstiklal Marşımızın kabulünün yüzüncü yılı vesilesiyle Mehmet Akif Ersoy’un ve İstiklal Marşımızın Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Ensitüsü romanı üzerindeki etkileri mercek altına alınacaktır.
  • Öğe
    The Mainstreaming of Environmental Criticism: Theory and Nature
    (Selçuk Üniversitesi, 2023) Mete, Barış; Mete, Defne Erdem
    Contemporary theory has been framed by structuralist, poststructuralist and postmodernist discussions about social, cultural and linguistic formation of meaning. Structuralists argue that meaning is an external feature. It depends on the linguistic framework, for it is defined in and through language. For poststructuralists, meaning can be subjectively defined; thus there is no meaning to be considered. Poststructuralism offers the idea of the plurality of meaning. Like all traditional notions, meaning is a metanarrative whose validity structuralist, poststructuralist and postmodernist critics find controversial. Contemporary theory has been a liberating experience. This might be exemplified with the enquiry into the legitimacy of the patriarchy which rendered women determination to question their inequalities. Theory has enabled discussions about the proletariat having a future to control production. However, theory has illustrated nature within the same exemplification. Nature is a socially, culturally and linguistically constructed notion defined as a man-made perception. The present environmental emergency loses its meaning as nature is a meaningless term. Environmental criticism dismiss the latest designation of nature as a metanarrative. It insists that nature is real, alive and in danger. This article aims to point out that mainstreaming of environmental criticism helps understand the relationship between theory and nature.
  • Öğe
    Özel Amaçlı İngilizce Öğretimi (ÖAİ) Işığında Teknik İngilizce Öğretimine Bir Bakış
    (Selçuk Üniversitesi, 1993) Uslu, Yüksel
    Birçok yönden, teknik İngilizce yıllardan beri öğretilegelen İngilizce'den tümüyle farklı değildir. Bu makalede örneklenmeye çalışılan cümle yapılarının bir çoğuna gündelik dilde de rastlanır. Farklı durumları anlatan aşağıdaki cümle çiftinde aynı yapı kullanılmaktadır: i. Metal potanın içindeyken karbon demirden tümüyle arıtıldı. ii. Kaza geçiren arabadaki çocuk güçlükle çıkarıldı. Aradaki fark kullanılan kelimeler açısındandır. Birinci cümledeki teknik kelimeler konuya yabancı bir kimse için görünürde bir karmaşıklık yaratmaktadır. Bu nedenle ileride bu türde güçlüklerin yenilebilmesi için Teknik İngilizce öğretiminin teknik kelimeler ve basit düzeyde dil ögeleri kullanarak sıfır düzeyden başlaması önerilir. Ancak unutulmamalıdır ki teknik İngilizce belirli bazı dil ögelerini gündelik İngilizce'den daha sık kullanmaktadır. Bu da bazı dilsel ögelerin diğerlerine oranla üstünlük ve öncelik kazanması demektir.
  • Öğe
    Alaın Robbe - Grıllet
    (Selçuk Üniversitesi, 1992) Uslu, Yüksel
    John Sturrock, Fransız Yeni Romanı (The French New Novel) Claude Simon, Michel Butor, Alain Robbe-Grillet (1969) 1922’de doğan Alain Robbe - Grillet Paris Milli Ziraat Enstitüsü mezunudur. Bir süre profesyonel olarak zirai ekonomi dalında çalışmıştır. 19'50’li yıllarda basılmaya başlanan Le Voyeur (Paris 1955) ve La Jaluousie (Paris 1957) gibi romanlarının yapısını (özelliğini) ve R. Grillet’in edebi teorilerini gördüğü bu bilimsel eğitime dayandırarak kısmen açıklamak mümkündür. A. R. Grillet’in amacı cansız varlıklar dünyasına örtülü ya da açıkça beşeri değerler yakıştıran benzetme sanatları dolu edebi dili kaldırıp, gerçeğin açıklanmasına ‘bilimsel’ bir nesnellik ve yansızlık getirmek gibi görünüyor. İnsan kokusundan ırak, her şeyi ölçüp biçen ve nesneleri olduğu gibi anlatan bir dilden yanadır. Ancak, bu girişim, dilin doğası gözönüne alındığında, uygun bir girişim midir, ya da katı ve nesnel gerçeklerin sınırlı oluşu gözönüne alındığında arzulanan bir girişim midir soruları ileriden beri hareretle tartışılagelmiştir.
  • Öğe
    Acı ve William Golding
    (Selçuk Üniversitesi, 1999) Barışkaner, Hülya
    Roman yazarının, özellikle İngiliz roman yazarının, sanatının özü güncelliktir. Crusoe' nun ıssız adayı evcilleştirdiği ve güncesine almaya başladığı andan itibaren roman, bireyin yaşadığı toplumdan aldığı güven duygusunu yansıtır. Düşsel öykünün sakıncaları ortadan kalkmıştır, gerçekçi birinin kurduğu yuvada güvenlik içindedir: Selkirk yalnızdı, ama Crusoe dünyadaki en az yalnız kişidir. Bu güven duygusu geleneğimizde süregelmiştir. Ancak bugün kitaplarımızdan başımızı kaldırıp çevremizdeki yaşama baktığımızda gerçekçi bir kurmacada sıradan bir gözlemcinin kendinden nasıl bu kadar emin olabildiğine şaşar kalırız. Güncel sanat, gerçeklik söz konusu olduğu sürece betimlemeyi sürdürür durur. Modern gerçekçinin değişen, şiddet içeren ve yıkılmakta olan toplumun özelliklerini betimleyemediğinden yakınamayız. Ancak gözlemcidir, şanslı bir biçimde emniyettedir ve dokunulmaz bir konumdadır; roman yazarı bizi ilgilendiren ya da bağlayan ani nadiren yakalar, canlı olana nadiren değinir. Öyle ki, modern özür "hayal gücü- nün kavrama yeteneği dışında. vs. vs." bir kez de olsa geçerliliğini yitirir. Hayal gücü uyarılmadıkça asla kavrayamaz; gerçekler onu uyarmaz. Gerçekler yalnızca düşünceleri güçlendirir, bizi dünyadan soyutlayacak en önemli şey ise dünya konusunda doğru düşüncelere sahip olmaktır. Düş gücü, ancak düş gücüyle ve suç ortaklığı konumuna ulaşana değin direncimizi kırma gücü olan sanatçı tarafından uyandırılabilir. Günlük olayların caydıramadığı dramatik istekleri dünyasında yolunu yitiren düşsel öykü (romans) yazarının bir zamanlar nasıl ulaşılacağını bildiği nokta işte buydu.
  • Öğe
    Teaching Through Testing
    (Selçuk Üniversitesi, 1999) Çakır, Abdulkadir
    It is a known fact that tests which occupy a very crucial place in teaching urge students to study harder as current testing in many countries is considered to measure students' knowledge or learning on certain topics over a given period of time rather than teachers' degree of achievement in teaching them. Since students' success is judged through testing, tests are dreaded so much so that they have become nightmares of most students. We can overcome the anxiety and make learning more enjoyable through testing. Furthermore, testing can be an encouraging and motivating activity if students are given the opportunity of preparing the tests themselves.
  • Öğe
    Sözlü Çevi?ri? ve Çeşi?tleri?
    (Selçuk Üniversitesi, 1994) Çakır, Abdulkadir
    Çeviri sözcüğü çok geniş anlamlı bir terimdir, zira hem yazılı hem de sözlü çeviriyi kapsamaktadır. Bir çok dilde sözlü ve yazılı çeviriyi ifade etmek için aynı sözcük kullanılmıştır ancak son zamanlarda özellikle eşzamanlı çevirinin yaygınlaşmasıyla bir ayırım yapılması gereği duyulmuştur. Aslında sözlü çeviri konusunda kamuoyu fazlaca bilgilendirilmiş de değildir. Bazı dilbilimciler ve teorisyenler yazılı çeviri (translation) ile sözlü çevri (interpretation)'nin esasta aynı şey olduğunu ama ortaya çıkardıkları sonuçların farklı olduğunu ileri sürmektedirler. Biz sözlü çeviriyle uğraşan kişiye 'dilmaç' yazılı çeviri ile uğraşan kişiye de 'çevirmen" terimlerini kullanacağız.
  • Öğe
    The Meaning of Being a Swinger of Birches
    (Selçuk Üniversitesi, 2000) Sümer, Sema Zafer
    Robert Lee Frost voiced the twentieth-century conflict between reason and unreason, doubt and faith. He could doubt without denying; believe without affirming; see the bad without wishing sentimentally to make it better. Frost's poetry is modern in its complexity of thought and in its awareness of the confusion of belief and the fragmentization of earlier human values. Life, as Frost saw it, is full of apparent paradoxes. It is tragic and hilariously comic, beautiful and ugly, chaotic and unified. Like most modern poets, Frost leaves much unsaid. His apparently simple poems often turn out to be rich in hidden meanings. In his poems every word carries a particular weight of meaning. For example; in his poem, Birches, the weighty description of the ice-storm which requires twenty lines are vital to an understanding of the speaker's desire to be a swinger of birches.
  • Öğe
    Yabancı Di?l Öğrenmede Yaş Faktörü
    (Selçuk Üniversitesi, 2000) Tutaş, Nazan
    Yabancı dil öğrenmede uygun yaş olup olmadığı konusuna şimdiye kadar kesin bir açıklama getirilememiştir. Ancak çocukların ikinci bir dili yetişkinlere göre daha kolay ve çabuk edindikleri ve sezgisel bir dil kabiliyetine sahip oldukları kanısı yaygındır. 1960'larda ortaya atılan "kritik dönem" hipotezine göre (Lenneberg, 1967; Penfield & Roberts, 1959), ikinci dil öğreniminde kritik dönem ergenlik çağına kadar olan dönem olarak kabul edilmektedir. Nörolojik araştırmalara göre insan beyni gelişip olgunlaştıkça beynin iki yarım küresinin görevleri de ayrılmaktadır (Laterizasyon). Sağ yarım küre gelişimini daha önce tamamlamakta, duygusal ve sosyal ihtiyaçları kontrol etmektedir. Sol yarım küre ise analitik ve sıralı düşünmeyi üstlenmektedir. Dil öğrenme fonksiyonları da beynin sol yarısı tarafından kontrol edilmektedir. Laterizasyonun 2 yaş civarlarında başlayıp ergenlik döneminde tamamlandığı iddia edilmektedir (Lenneberg, 1967). Krashen ise dil öğrenme merkezinin gelişimini tamamlamasını 5 yaş ile sınırlı tutmaktadır. Kritik dönem hipotezine göre laterizasyon tamamlandıktan sonra beynin sol yarısındaki öğrenme merkezi elastikiyetini kaybetmekte ve bu nedenle öğrenme yetisi azalmaktadır (Lenneberg, 1967; Penfield & Roberts, 1959).
  • Öğe
    Çevi?ri? Yöntemleri?
    (Selçuk Üniversitesi, 2005) Çakır, Abdülkadir
    Bu makale çok uzun süredir tartışıla gelen bir çeviri sorununu yani çeviri yöntemlerini, onların değişik metinlere uygulanışını ve büyük çapta çevirinin kalitesini belirleyen uygun çeviri yönteminin seçimini etkileyen etmenleri ele almaktadır. Kuşku yok ki kaynak metin yazarının amacı, kaynak metin ve kendi okuyucusu hakkında bilgiyle donanmış bir çevirmen işini daha iyi yapabilecek bir konumdadır. Çevirmen kaynak metnin içeriğini, üslûbunu, dilbilimsel ve kültürel özelliklerini ayrıntılı bir biçimde inceleyerek onların amaç dildeki karşılıklarını bulmaya çalışmalıdır. Kaynak metin yazarının okuyucusu üzerinde yarattığı etkiyi bir çevirmenin kendi okuyucusu üzerinde yaratabilmesi belirtilen etmenleri göz önünde bulundurmasıyla mümkün olabilir.
  • Öğe
    Thatcher Dönemi Britanyası'nın Sorunlarının Benim Güzel Çamaşırhanem'e Yansımaları
    (Selçuk Üniversitesi, 2012) Kalpaklı, Fatma
    Margaret Thatcher/Demir Leydi Britanya’nın önde gelen politikacılarından/Başbakanlarından biridir ve bu nedenledir ki iktidarda olduğu dönem de onun ismiyle anılmakta ve o dönemin Britanya'sı Thatcher Britanyası olarak anılmaktadır. Thatcher politikaları, özellikle de özelleştirme politikaları çok tartışılsa da, onun sadece Britanya tarihine değil, ayrıca Britanya edebiyatına da damgasını vurduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Hanif Kureishi de eserlerine Thatcher dönemi Britanya'sının sorunlarını yansıtan yazarlardan biridir. Bu bağlamda, makalemizde Thatcher Dönemi Britanyası’nın sorunlarının Benim Güzel Çamaşırhanem’e yansımaları incelenecektir. Ayrıca, Thatcher politikalarının anakarakter/Ömer ve diğer göçmen karakterler üzerindeki etkileri de irdelenecektir. Kureishi’nin eserinde Thatcher’ın ırkçılığa, kapitalizme ve göç sorununa olan tutumu da anlatılmakta ve bu konular farklı bakış açılarından değerlendirilmektedir.
  • Öğe
    Kate Chopin’in Kısa Öykülerinde Yeni Bir “Ben”in ve “Kimlik”in Doğuşu
    (Selçuk Üniversitesi, 2012) Sümer, Sema Zafer
    19. yüzyılın sonuna doğru Amerika’da sosyal eşitsizlik ve ekonomik zorlukların etkisinde kalan yazılar gündeme taşınır. Bu eserler sosyal protestolar içerir. Irk ayrımı ve cinsler arası eşitsizlikler Kate Chopin gibi Güneyli yazarların eserlerinde ele alınmıştır. “Uyanış” adlı romanı ile ünlenen Amerikalı yazar Kate Chopin yazdığı öyküler ve gerçekliği savunan denemelerle gerçekçi yazının savaşımını sürdürmüş; bütün kadınların cinsel özgürlüğü ve hayatı vardır diyerek yaşadığı dönemde feminizmin edebiyattaki en önemli temsilcilerinden biri olmuştur. Kendi özgün biçemini geliştiren Chopin öykülerinde ataerkil toplumun kadına biçtiği rolü yadsımış, öznelliklerine sahip olamamış ve seslerini duyuramamış kadınların egemen kültür tarafından dışlanışlarını ve nasıl temsil edildiklerini simgeleyen kadın tipleri yaratmıştır. Gerçek doğasını tanımaya çıkan bu kadın karakterler “ben kimim?” sorusunu soran ve bağımsızlığını kazanma sürecinde geleneksel rollerinden sıyrılarak benliğin romantik ve idealist yönü ile duyumsal tatların tümüne düşkün hedonist ve gerçekçi yönünü yansıtırlar. Bu çalışmanın amacı baskılananın karşı koyduğu bu öykülerde egemen kültürle çeşitli sorunları olan kadın kahramanların benlik arayışları ve üstlendikleri geleneksel rollerden sıyrılma mücadelelerini vurgulamaktır.
  • Öğe
    “Bir Saatin Öyküsü” veya Ataerkil İdeolojinin Gölgesinde Kaybolmuş Bir Kadının Hayat Hikâyesi
    (Selçuk Üniversitesi, 2012) Sümer, Sema Zafer
    Feminist edebiyatın öncü romanlarından biri olan Uyanış’ın yazarı Kate Chopin, aynı zamanda yazdığı birçok öykü ile tanınır. Amerikan edebiyatının özgün isimlerinden Kate Chopin’in kısa öyküleri, aynı temleri yoğunlaştırılmış bir şekilde dile getirmesi nedeniyle romanlarından daha başarılı olarak kabul edilir. Kendi özgün biçemini geliştiren Chopin, öykülerinde ataerkil toplumun kadına biçtiği rolü yadsır, öznelliklerine sahip olamamış ve seslerini duyuramamış kadınların egemen kültür tarafından dışlanışlarını ve nasıl temsil edildiklerini simgeleyen kadın tipleri yaratır. Yazarın en çok okunan ve bilinen öyküleri arasında yer alan ve bu çalışmanın konusunu oluşturan The Story of an Hour’da, Louise Mallard’ın yaşamındaki bir saat anlatılır. Yazar öykü boyunca toplumdaki alışılagelmiş evlilik kurumunu, erkek-kadın ilişkilerini, erkeğin üstünlüğünü ve kadının bastırılmışlığını dile getirir. Yeni bir “ben” ve “kimlik” arayışı içinde olan Louise’in özgürlük arayışı kahramanın karakteri ve psikolojisi ile gözler önüne serilir. Evlilik kurumunun kadın üzerindeki olumsuz etkileri evrende kendisini yapayalnız hisseden bir kadın imgesi ile okuyucuya aktarılır. Bu anlamda The Story of an Hour feminizmin misyonunu günümüzde de devam ettiren politik bir amaca sahiptir. Öykü boyunca Chopin’in sanatsal bir bakışla kadın yaşantısının parçalarını bir araya getirme çabası irdelenir ve kadının var olma savaşında bireysel değerlerle toplumsal değerlerin çatışması gözler önüne serilir.
  • Öğe
    Elizabeth Gaskell’ın Cranford Adlı Romanında Viktoryan Sınıf Bilinci
    (Selçuk Üniversitesi, 2011) Kalpaklı, Fatma
    Bu çalışmada, Elizabeth Gaskell’ın Cranford adlı romanından örneklemelerle Viktoryan toplumundaki sınıf bilinci ve kültürü konusu ele alınarak, Elizabeth Gaskell’ın Viktoryan sınıf sistemine olan tutumu incelenecektir. Viktoryan İngilteresi katı sınıf farklılıkları ve toplumsal sınıflar arasındaki aşılması zor sınırlarla bilinir. Bu bağlamda, Viktoryan İngilteresi’nde bireyler için sınıfsal hareketlilik ya da sınıf atlamak çok zor, hatta neredeyse imkânsızdır. Özellikle, aristokrat kökenli İngilizler, ticaretle uğraşan burjuvazi sınıfına yukardan bakmaktadır ama diğer taraftan, kendilerinin eski itibarlarını kaybetmelerine ve burjuvazinin günbegün artan mali gücüne de seyirci kalmaktan başka bir şey de gelmez ellerinden. Bu sosyal koşullar çerçevesinde, her iki sosyal sınıf arasında sorunlar ve çelişkiler olması tabi ki kaçınılmazdır, çünkü aristokratlar burjuvazi sınıfını ötekileştirmekte ve onları aşağılamaktadır. Diğer bir deyişle, biz ve ötekiler tutumu olarak da tanımlayabileceğimiz bir tavır takınarak burjuvazi sınıfını dışlamaktadırlar. Aristokrat kökenli İngilizler’e göre burjuvaziler kabadır, eğitimsizdir ve finansal güçleri olsa dahi saygı görmeyi hak etmezler. Viktoryan İngiltere’sinde burjuvaziler, aristokratlara göre, kadınlar da erkeklere göre ikinci sınıf vatandaş olarak görülmektedir. Bir bireyin hangi sınıfa ait olduğu neredeyse tüm hayatının akışını belirlemektedir. Bu nedenle, sosyal sınıflar arasında geçişkenlik yok denecek kadar azdır. Viktoryan İngilteresi’ndeki sosyal sınıf bilinci ve benzeri sosyal konular Elizabeth Gaskell tarafından Cranford adlı romanda, ondokuzuncu yüzyıl İngiltere’sinden örneklemelerle, eleştirel bir gözle irdelenmektedir.
  • Öğe
    Mevlâna’nın Hoşgörü Felsefesi ve İletişim
    (Selçuk Üniversitesi, 2013) Küçükbezirci, Yağmur
    İletişim kurmak insanoğlunun en temel ihtiyaçlarından birisidir. Genel olarak insanlar duygu, düşünce ve hislerini paylaşmak isterler. Kişilerarası iletişim kurarken mesajları gönderen konumunda olan kaynak, zihninden geçen mesajı kodlayarak alıcıya kanal vasıtası ile iletir, alıcı mesajı çözümleyip geribildirimde bulunur ve alıcı kaynak; kaynak alıcı değişim sürecinde iletişim gerçekleşir. İletişim kurmak teorik olarak basit gibi görünse de sağlıklı iletişim kurmayı engelleyen birçok unsur vardır. Bu unsurlar fiziksel, teknik, psikolojik ya da sosyal ve örgütsel olarak sınıflandırılabilir (Sabuncuoğlu ve Gümüş, 2008:175). Kaynak tarafından iletilen mesajın, alıcı tarafından tam anlamıyla çözümlenmesi ve alıcının gönderdiği geri bildirimin de aynı şekilde kodlanıp, kaynak tarafından tam manasıyla çözümlenmesi teoride kolay görünse de uygulama da bu kadar basit değildir. Gelişen teknoloji ile birlikte değişen şehir yaşamı ve bireysel hayat tarzları kültürel farklılıkların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Kültürel farklılıklar gösteren bireyler arasında iletişim kurma çabaları azalmıştır. Her birey kendi yaşam tarzının daha iyi olduğunu, karşı tarafın davranışlarının doğru olmadığını savunurken, en küçük bir farklılık bile sorun haline getirilmeye başlamıştır. Bireylerin yaşam kültürünün içerisine dini inanışları, giyim tarzları, yemek çeşitleri, ev döşemeleri, izledikleri programlar, dinledikleri müzik gibi birçok unsurlar dâhil edilebilir. Bu unsurlar bireylerin kendi tercihleridir ancak günümüzde ötekileştirme diye de tabir edebileceğimiz bir yaklaşım söz konusudur. İnsanlar kendileri gibi görünmeyen ve düşünmeyen kimselerle zorunlu olmadığı hallerde görüşmekten ya da iletişim kurmaktan kaçınmaya çalışmaktadırlar. Bu bağlamda, etkili iletişim kurmayı engelleyen unsurlar olmasına rağmen, zihnimizden geçen mesajı tam manasıyla iletememenin ya da alıcı olarak kaynağın gönderdiği mesajı çözememekten kaynaklanabilen iletişim çatışmalarını en asgari düzeye indirmenin bir yolu da Mevlâna’nın hoşgörü felsefesini anlamaya çalışmaktır. Mevlâna, dil, din, ırk, inanç, meslek ve sınıf ayrımı yapmadan, insanların farklılıklarına saygı ve sevgi ile yaklaşarak derin hoşgörü anlayışı ile her daim diyalog kurmaya çalışmıştır. Bu çalışma da sağlıklı iletişim kurmada Mevlâna’nın felsefesi ile birlikte, hoşgörünün yeri, etkisi ve önemi incelenecektir.
  • Öğe
    Kişilerarasi İletişimde Edimbilimin Önemi
    (Selçuk Üniversitesi, 2013) Küçükbezirci, Yağmur
    Hayatımızın vazgeçilmezi olan iletişim doğumdan ölüme kadar devam eder. Her halükarda iletişim vardır. İletişimin tanımı farklı alanlara göre farklı olarak yapılmıştır. İnsanlar arası iletişimde en yaygın iletişim türü söz ile yani dil ile gerçekleştirilen iletişimdir. İletişimin en önemli olgularından birisi olan dil ise insanlık var olduğundan beri süregelmiştir. Kişinin, grubun ya da toplumun ihtiyaçlarına göre gelişen, kelimeler eklenen ya da çıkartılan dil aynı zamanda ait olunan kültürün de bir yansımasıdır. Her toplumun bir kültürü vardır, buradaki kültür olgusu toplumu oluşturan bireylerin genel olarak kültürlerinin toplamı ya da yansımasıdır. Ancak sağlıklı iletişim kurabilmek demek yalnızca dildeki kelimelerin bir araya getirilip cümleler kurulması değildir. Bu noktada konuşmacının karşısındaki hedef kişi, bu kişinin kültürü, kimliği, algılama yetisi, konuşmanın yer aldığı ortam, ses tonu, konunun bağlamı gibi unsurlar çok önemli rol oynar. Edimbilim, dilbilimin alt alanıdır, kelime ve cümlelerin içeriğe göre anlam kazanmasıdır. Bir başka deyişle, edimbilim kelimelerin ötesindeki anlamları anlamamıza yardımcı olur ve bu konu üzerinde çalışır. Edimbilim görünmeyen anlamı ortaya çıkartır. Bu tanımdan yola çıkarak, kullanılan her bir kelime ya da her bir cümle karşılıklı görüşmeye olumlu ya da olumsuz anlamlar yükleyebilir. Kelime ya da cümlelerin anlamları metine, konuşmadaki geçtiği yere, kültüre, kişinin kimliğine, konuşmanın geçtiği yere, ses tonuna ve konuşmanın bütünlüğüne göre farklılıklar gösterebilir. Sağlıklı iletişim kurabilmenin temel taşlarından birisi de edimbilimin kavranmasıdır. İletişimde bulunan her iki tarafın da amacı karşı tarafa mesajlarını başarılı bir şekilde aktarmak ise, o zaman kullandıkları ifadelerin karşı tarafta nasıl bir etki yaratabileceğini dikkate almalıdırlar. Tarafların arasındaki samimiyet kelime ve cümle seçiminde belirleyici olacaktır. Tarafların samimiyet derecesi kullandıkları ifadelerden çıkartılabilir. Aynı kültürden ya da farklı kültürden olan insanların bir olayı açıklamaları ya da tanımlamalarında kendilerine özgü yolları vardır fakat burada en önemli olan husus karşı tarafla olan ortak noktayı en üst seviyede yakalamaktır. İletişimde yer alan insanların dilsel, dini, ırksal ve etnik kökenleri kelime seçiminde önemli rol oynar. Kaynak, zihninden geçen mesajları aktarırken karşı tarafın anlama kapasitesini ve mesajı bu şartlar altında çözdüğünü göz önünde bulundurmalıdır. Diğer taraftan alıcı mesajı çözdükten sonra kaynak konumuna geçer, aynı şekilde o da geribildirimde bulunurken dikkatli olmalıdır. Bu bağlamda, aynı kültürü paylaşmak yanlış anlamaları azaltacağı gibi, sağlıksız iletişimi engeller, böylece karşı tarafın kültürünü anlamaya çalışmak amaca ulaşmak için avantaj sağlayacaktır. Bu davranış tarzı istenilen mesajı aktarmadaki başarıyı artırır. Diğer taraftan, uzun cümleler ve tutarsız metinler sıkıntıya sebep olabilir, karşı taraf dikkatini kaybedebilir ve amaçlanan mesajı alamayabilir. Bazen almak istediğimiz karşılık ile aldığımız karşılık arasında hiçbir tutarlılık olmaz (Tubbs & Moss, 2003:22). Mesajı iletmek için açık ve yeteri kadar ifade kullanmak yerinde olacaktır. Eğer amaç niyet edilen mesajı karşı tarafa başarılı bir şekilde iletmek ise; konuşmacı ve dinleyici üslup, cümle yapısı, sözcük ve ses tonu seçimine özen göstermelidir. İletişimde bulunan her iki taraf içinde edimbilimin önemini fark etmek ve edimbilimi kavramaya yönelik çaba sarf etmek sağlıklı iletişim yolunda faydalı olacaktır. Bu çalışmanın amacı dilbilimin alt başlıklarından olan edimbilimin iletişimde nasıl bir rol oynadığını göstermek ve sağlıklı iletişim kurabilmenin sadece kelimelerden, cümlelerden ibaret olmadığını vurgulamaktır.
  • Öğe
    Searching For Identity In Hanif Kureishi’s The Buddha Of Suburbia
    (Selçuk Üniversitesi, 2015) Kalpaklı, Fatma
    Britain becomes the living place for many people coming from different racial, social and religiousbackgrounds. Having this diversity, however, may cause to some problems due to homogenization policies and conformist attitudes of WASP people in daily life. Some of the problems experienced by the immigrants such as racial and religious discrimination may result in identity crisis by enforcing them to feel as if second-class citizens and make their lives more difficult. When the problems of the immigrants in Britain are taken into consideration, the race issue seems to be the most important one among their problems since the English people adopt a hostile attitude towards the immigrants. The aim of this paper is to analyse the issue of the identity crisis and the problems of the immigrants in Britain with reference to Hanif Kureishi’s The Buddha of Suburbia (1990). In the analysis of the identity issues, ideas of cultural studies theoricians such as Stuart Hall and Homi Bhabha will also be referred to within the context of the novel. Furthermore, the strategies of the immigrants to cope with these problems in order to survive in Britain will also be dealt with and the question of whether these problems would be solved in the near future will be raised in this paper. Thus, this paper aims at offering a more complete picture of Hanif Kureishi’s Britain in the late 20th century.
  • Öğe
    Manipulation of the Reader’s Empathy in Iris Murdoch’s First-Person Narrative
    (Selçuk Üniversitesi, 2017) Mete, Barış
    As a very prolific Irish author and philosopher, Iris Murdoch (1919-1999) published her fifteenth novel, The Black Prince, which was first announced in 1973, to pay homage not only to Plato, but also to Shakespeare and Freud. What is peculiar to this novel is the fact that it is especially discussed throughout the text that the Freudian sexual imagery of Murdoch’s protagonist is a clear reference to both Shakespeare and his fictional creation, Hamlet. It is obvious that in a fictional work character identification requires empathy, and “There is no question ... that readers feel empathy with (and sympathy for) fictional characters and other aspects of fictional worlds” (Keen, 2007; vii). However, besides the above qualities of the novel, The Black Price pictures a protagonist who is very likely to manipulate the reader’s empathy with him. As Murdoch unconventionally structured her novel to have forewords and postscripts by all of her main characters, her protagonist, who is supposed to be the only speaker and thus the only source of information for the reader (The Black Prince is an example of first-person narration where the narrator is one of the characters in the story, usually the protagonist of the text), loses his privilege and becomes just one of the speakers among other characters who have their own narratives – the forewords and the postscripts since the fictional editor of the novel publishes texts written by all of the main characters of the novel, including the protagonist. Because of this, the protagonist throughout the novel frequently announces that he tells the reader nothing but the truth. He does not want to lose the reader’s interest on him as the protagonist of the novel that the reader is reading. However, the main points of his narration seem to contradict especially with the points that Murdoch’s other main characters establish in their own narratives. Hence, The Black Prince depicts a protagonist whose account of the events fails to be reliable for the reader. It becomes quite possible in the novel that the protagonist tells the reader not the truth, but his own version of the truth.
  • Öğe
    Flora Nwapa’nın Kadınlar Farklıdır Romanında Kadın Konusu
    (Selçuk Üniversitesi, 2017) Kalpaklı, Fatma
    Bu çalışmada, Flora Nwapa’nın Women are Different adlı romanından yola çıkılarak Nijerya toplumundaki toplumsal cinsel kimlik modelleri incelenecektir. Bu romanda, Flora Nwapa Nijeryalı kadınların hakları konusunda örneğin eğitim hakkı gibi nasıl bilinçlendiklerini anlatmaktadır. Ayrıca, Flora Nwapa henüz yeni bağımsızlığını kazanan Nijerya’da yaşamanın kadınlar açısından avantajlarını ve dezavantajlarını da bu romanında gündeme getirmektedir. Romanda, (bir çelişki gibi de gözükse) bazı Nijeryalı kadın karakterlerin eski İngiliz yönetiminin olduğu günleri özledikleri gözlenmektedir, çünkü özgürlük onlara beraberinde bazı sorumluluklar da getirmiştir ve yeterli eğitimsel donanımları ve ekonomik özgürlükleri olmadığı için bu sorumluluklar bazı kadınların omzunda bir yük olmaya başlamıştır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, çoğu kadın karakter sömürge dönemi Nijerya’sından sömürgecilik sonrası Nijerya’ya geçiş döneminde elinden geleni yapıp sorunların üstesinden gelmeye çalışmıştır. Bu konulara ek olarak, Women are Different adlı romanda Nijeryalı erkeklerin toplumsal cinsel kimlik konusunun yanı sıra, toplumsal sorunlara ve sosyo-politik konulara olan tutumları da okuyucuya aktarılmaktadır. Romanda, Nijeryalı kadın ve erkeklerin toplumsal sosyal cinsel kimlik modelleri karşılaştırılarak, sadece Nijerya’da değil, aslında tüm dünyada kadın hakları konusunda bir bilinç oluşturmanın ne kadar önemli olduğunun altı çizilmektedir. Bu bağlamda, bu çalışmada Flora Nwapa’nın Women are Different adlı romanından örneklemelerle sömürgecilik dönemi sonrası Nijerya’sında kadınların rolleri ve sorumlulukları incelenecektir.
  • Öğe
    Mimetic Tradition and the Critical Theory
    (Selçuk Üniversitesi, 2018) Mete, Barış
    Mimesis as a concept essentially refers to the basic principle that art, and therefore the artist, copies nature. In other words, the mimetic theory of art is particularly based upon the assumption that any form of representative arts is a copy of nature. Mimesis, as a critical term as it is in use today, has originally emerged from the theoretical writings and discussions of two prominent classical Greek sources. It was, according to the acknowledgement of the Western canonical literary theory, Plato and Aristotle, who methodically established and expanded the connotations of the term to their students and followers. Plato, for example, associates mimesis with imitation. According to Plato, however, imitation, and thus whoever and whatever is associated with imitation, will be harmful since imitation is removed from the truth itself. Plato, as a result of this, banishes representative arts, and the artists, from a healthy state. Poetry, Plato believes, is misleading as it is only an illusion. Therefore, Plato builds an unfavourable model of mimesis. In addition to Plato, his most outstanding pupil, Aristotle, agrees with his tutor on the principle that poetry, as a form of the representative arts, is mimetic. However, Aristotle postulates that mimesis, which denotes imitation, further proposes the notion of interpretation. Moreover, mimesis, Aristotle believes, is a natural part of man since man is an imitative being. In addition to this, mimesis for Aristotle is an important component of the process of education. Western critical heritage, particularly the English, is mimetic. Especially during the English Renaissance, and especially after the discovery of the original copy of Aristotle’s Poetics, the idea of mimesis becomes more and more authoritative in English literature and literary theory. Sir Philip Sidney, as a representative of the sixteenth-century English writer and statesman, translates the classical notion of mimesis into his own practise. Sidney foregrounds the idea of interpretation that mimesis signifies. During the English Romanticism, for example, William Wordsworth and S. T. Coleridge interpret mimesis in their cultural epoch. This study, therefore, makes an analytical reading of the meaning of the term mimesis starting from the classical examples and ending with twentieth-century interpretations.