Türk Dili ve Edebiyatı/Makale Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Fi?rdevsî-i? Tavîl’i?n Tecnîsât-i Süleymân U Belkîs-nâme Adlı Eseri? ve Ci?nas Sanatı(Selçuk Üniversitesi, 2022 Ağustos) Çelik, Recep; Sucu Köroğlu, Nurgül15. yüzyıl şair ve nasiri Firdevsî-i Tavîl tarafından kaleme alınan Tecnîsât-ı Süleymân u Belkîs-nâme; Hz. Süleyman’ın muhtelif kıssalarının ve Sebe melikesi Belkıs’ın hayat hikâyesinin işlendiği, yaklaşık 20.000 beyitten müteşekkil, oldukça hacimli bir mesnevidir. Bizzat Firdevsî tarafından diğer eserlerinde bahsedilmesine ve çeşitli kaynaklarda bu bilgilerin tekrar edilmesine rağmen, yakın zamana kadar bu esere ulaşılamamıştır. Belkîs-nâme, bizim de dâhil olduğumuz bir ekip tarafından gün yüzüne çıkarılmış olup eserin ilim âlemine tam metin olarak sunulabilmesine yönelik çalışmalar hâlen devam etmektedir. Eserin şu anda elimizde, Uppsala ve Gotha nüshaları olmak üzere iki nüshası mevcuttur. Baştan sona cinas sanatı ile kaleme alınmış olması ve özellikle Sebe melikesi Belkıs’ın hayatı gibi, edebiyatımızda daha önce yeteri kadar üzerinde durulmamış bir konuyu detaylı bir şekilde işlemesi, eserin kıymetini artıran özelliklerdir. Bu makalede; öncelikle, mevcut nüshalarından yola çıkılarak eser tanıtılmaya çalışılmış, daha sonra, konuyla ilgili temel kaynaklar da göz önünde bulundurularak cinas sanatına dair detaylı ve yeni bir tasnif yapılmaya çalışılmış, son olarak da bu tasnifin bütün alt maddeleri Belkîs-nâme’den seçilen uygun beyitlerle örneklendirilmiştir.Öğe Kadı Burhaneddi?n’i Anlamak: Di?vanındaki? Bazı Tabi?rleri?n Çözümlenmesi?(Selçuk Üniversitesi, 2022 Aralık) Kavaklıyazı, AhmetKadı Burhaneddin (1345-1398), XIV. yüzyıl Türk edebiyatının Anadolu sahasındaki önemli temsilcilerinden biridir. Küçük yaştan itibaren iyi bir eğitim almış, kadılık ve vezirlik gibi önemli devlet görevlerinde bulunmuş ve nihayetinde kendi hükümdarlığını ilan etmiştir. Mücadeleler içerisinde bir ömür geçiren Kadı Burhaneddin’in Türk dili ve edebiyatı için asıl önemi ise gazel, rubai ve tuyuğlardan oluşan Dîvân’ından ileri gelmektedir. Şairin âşıkâne bir tarzda yazılmış olan şiirleri, XIV. yüzyılda henüz kuruluş aşamasında bulunan Divan şiiri için önem arz etmektedir. Çünkü bu şiirlerde çok belirgin bir şekilde kendini gösteren lirizm, Kadı Burhaneddin’in Divan şiirinin önde gelen isimleri arasında anılmasına; hatta bu şiirin kurucularından sayılmasına vesile olmuştur. Bununla birlikte onun şiirleri; dili, tek nüsha olan Dîvân’ının imlası, barındırdığı ince hayaller ve maddi kültür ögeleri gibi birtakım etkenler dolayısıyla ilk bakışta kolayca anlaşılamazmış gibi görünür. Bunda onun âlim kişiliğinin etkili olduğu da söylenilebilir. Bu çalışmada ilk önce, şairin Dîvân’ında geçen tabirleri konu edinen çalışmalardan kısaca bahsedilmiş; sonra tespit edilen otuz yedi tabirden on dokuzunun manası çeşitli kaynaklardan yararlanılarak verilmiştir. Geriye kalan ve çalışmanın esasını oluşturan on sekiz tabir ise anlamca daha geniş biçimde çözümlenmeye çalışılmıştır. Bu çalışmayla, tabirlerin çözümlenmesinin bir divanın anlaşılmasındaki rolüne dikkat çekmek amaçlanmıştır.Öğe Seyyid Burhaneddin Muhakkık-ı Tirmizi'nin Maarif'inde Nefsle İlgili Mütalaalar(Selçuk Üniversitesi, 2021 Şubat) Köroğlu, Nurgül SucuSoyu Hz. Hüseyin’e dayandığı için “Seyyid” ve “Hüseynî” nisbelerinin yanında, Cenâb-ı Hakk’ın izniyle kalplerdeki sırlara vukufiyeti veya Şems-i Tebrîzî’nin Konya’ya gelişini Mevlana’ya önceden haber vermesi dolayısıyla “Seyyid-i Sırdân”, Mevlana tarafından anıldığı üzere “Burhâneddîn, Burhân-ı Dîn, Burhân” ve tahkik ehli bir sûfî olduğunu belirten “Muhakkık” lakaplarıyla anılan Seyyid Burhâneddin Muhakkık-ı Tirmizî’nin Maârif adlı eseri, çoğunluğu Farsça, kısmen de Arapça bir eserdir. Eserin muhtevasında; Seyyid Burhâneddin’in tasavvufi sohbetleri, seyri sülûk ve marifetullah konularının veciz sözlerle anlatımı; Hakîm Senâyî, Ferîdüddîn-i Attâr ve Nizâmî-i Gencevî’den şiirler ile Hasan-ı Basrî’den Bâhâüddin Veled’e kadar meşhur sûfîlerin görüşleri yer almaktadır. Tasavvufta nefis terbiyesi; nefsin isteklerini azaltarak onun beden üzerindeki hakimiyetini kırmak ve bu suretle sultani ruhun hükümranlığına imkan sağlamaktır. Ruh-ı sultani, Cenâb-ı Hakk’ın insana kendi zatından nefhettiği ruhtur ki, insanı diğer canlılardan ayıran hususiyet budur. Emir âleminden olan bu ruhun beden ile beraberliği, insanı müspet davranışlara yöneltir. Bunun zıddı olan hayvani ruh ise, insanın hayatiyetini devam ettirmesini sağlayan biyolojik yapıya hükmeden latif bir güçtür ki, ona “can” veya “nefis” de denmektedir. Bedeni hareket ettiren, konuşturan, her türlü faaliyetinin icra ve ifasını sağlayan bu ruh, ölümle beraber bedeni terk eder. Halk âleminden olan ve davranışların başlangıç noktasını teşkil eden bu ruh, terbiye edilmediği takdirde, ruh-ı sultaninin aksine, insan üzerinde menfi tasarruflarda bulunabilmektedir. Seyyid Burhâneddin, Maârif’te, insanın nefsinin isteklerinden kurtulmasının çok zorlu bir mücadele gerektirdiğine dikkat çekerken nefis terbiyesi üzerinde ehemmiyetle durur. Ona göre insanı tehdit eden bütün tehlike ve afetlerin kaynağı “nefis”tir ve nefsine hakim olamayan insan her iki dünya saadetinden de mahrum kalır. Seyyid Burhâneddin; nefsin merhalelerinden, daha çok “emmâre” ve “mutmainne”den bahseder, “nefs-i mutmainne” mertebesine “nefs-i emmâre”nin isteklerine boyun eğmemek sayesinde erişilebileceğini ve kurtuluşun ancak bu şekilde mümkün olabileceğini açıklar. Bu çerçevede, sürekli kötülüğü emreden nefs-i emmâre hakkında Maârif’te bazı teşbih ve mecazlara rastlanır. Maârif’te nefsin benzetildiği başlıca unsurları; kendisiyle ölesiye mücadele edilmesi gereken bir düşman, Kur’an-ı Kerim’de bir kıssada zulmün sembolü olarak takdim edilen Câlût, binek vasıtası, hırsız ve canavar yahut köpek olmak üzere toplam beş grupta toplayabiliriz. Bu makalede; Seyyid Burhâneddin’nin nefse bakışı ve nefis terbiyesine dair görüşleri üzerinde durulacak, Maârif’te yer alan nefse dair teşbih ve mecazlar açıklanmaya çalışılacaktır.Öğe İbni Mühenn? Lügati’nin Bibliothe?que Nationale (Paris) Nüshası(Selçuk Üniversitesi, 2023 Haziran) Aydın, Kemal13. yüzyılın ikinci yarısında yazıldığı düşünülen İbni Mühennâ Lügati, diğer ismiyle Hilyetü’l-ins?n ve Halbetü’l-lis?n, Türk dilinin önemli dil yadigârlarından biridir. Lügat Türkçenin yanında Farsça ve Moğolca dil malzemesi için de önem arz etmektedir. Eserin şu ana kadar altı nüshası tespit edilmiştir. Bu nüshaların üçü Oxford şehrindeki Bodleian Kütüphanesi’nde, biri Berlin’de, diğeri de Paris Milli Kütüphanesi’ndedir. Sonradan keşfedilen nüsha ise İstanbul nüshasıdır. Eserin İstanbul nüshasına yoğunlaşan çalışmaların yanında diğer nüshaları üzerine, Melioranski’nin mukayeseli yayınının dışında müstakil çalışmalar yoktur. Üstelik bu çalışmanın Rusça olması da çalışmaya erişimi zorlaştırmaktadır. Bundan dolayı eserin diğer nüshaları üzerine müstakil çalışmaların yapılması gerekmektedir. Biz de bu gerekliliğin bir sonucu olarak eserin Paris Bibliothèque Nationale nüshasını ele aldık. Bu makalede eserin genel özellikleri üzerinde durulacak ve Paris nüshası ile İstanbul nüshası arasındaki farklı ve ortak yönler incelenecektir.Öğe Eight Elements Required for a Ship's Navigation and Arrival at Its Destination in Âşik Paşa's Work Titled Garîb-nâme(Selçuk Üniversitesi, 2022 Ağustos) Köroğlu, Nurgül SucuTürk edebiyatında; deniz ve gemi ile alâkalı hususları hususi olarak işleyen eserlerin yanında, farklı mevzuları da ele alan daha kapsamlı eserlerin bir bölümünün deniz ve gemiyle ilgili hususlara tahsis edildiğini de görmekteyiz. Garîb-nâme de, bu konuyu bölümlerinin birinde tasavvufi bir bakış açısıyla ele alan eserlerden biridir. 14. yüzyıl Osmanlı âlim, şair ve mutasavvıflarından Âşık Paşa’nın 1330 yılında tamamladığı Garîb-nâme adlı eseri 10.000 küsur beyitlik telif bir mesnevidir. Muhteva ve şekil itibariyle müstesna bir eser olan Garîb-nâme, ele aldığı konuların zenginliği bakımından da Türk edebiyatında seçkin bir yere sahiptir. 10 bâb hâlinde tertip edilen eserin her bir bâbında, o sayıyla ilgili 10’ar hikâye anlatılıp yine o sayıyla ilgili hususlar dile getirilmiştir. Garîb-nâme’nin sekizinci bâbının 10. hikâyesi, geminin selametle yol alması için gerekli sekiz unsurdur. Eserde; deniz/su, gemi (geminin gövdesi/kalıbı), yelken, yel, lenger, üstâd/gemici/keştîbân, âdemî/halk (yolcu), metâ‘/kâle (mal/kumaş) şeklinde sıralanan bu unsurlardan her biri, dörder defa başa dönülerek ve her defasında konuya yeni mana katmanları ilave edilerek ayrıntılı bir şekilde izah edilir. Âşık Paşa, gemicilik tarihi bakımından önemli bulduğumuz bu unsurların önce zahirî manaları üzerinde durur, daha sonra her birinin tasavvufi karşılıklarına değinir. Bu açıklamaları yaparken; “Görmüyor musun ki, Allah bütün yerdekileri ve emri uyarınca denizde akıp gitmekte olan gemileri sizin hizmetinize vermiştir...” (Kur’an-ı Kerim 65:22) mealindeki ayetten yola çıkar ve didaktik bir üslup kullanır. Bu makale, giriş ve sonuç ile birlikte toplam dört bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde; Türk denizcilik tarihi, Türk edebiyatında deniz ve gemi ile alâkalı hususlar hakkında kısa bir değerlendirme yapılmıştır. İlk bölümde, Garîb-nâme’nin bu sahada nasıl bir yer tuttuğunu belirlemek amacıyla, müellifi Âşık Paşa ve eseri kısaca tanıtılmıştır. İkinci bölümde; eserin sekizinci bâbının onuncu hikayesi olan gemi için gerekli sekizunsur, Âşık Paşa’nın ifadelerinden yola çıkılarak, zahirî ve tasavvufi manalarıyla birlikte her biri için açılan alt başlıklarda izah edilmeye çalışılmıştır. Sonuç bölümünde ise, bu çalışma neticesinde elde edilen bilgiler toplu bir değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Bu çalışma ile; Garîb-nâme gibi önemli bir edebî eserde yer alan gemicilik unsurlarının detaylı bir şekilde incelenerek gün yüzüne çıkarılması, böylelikle gemiyle ilgili unsurların kültür hayatımızın yanında, edebî ve tasavvufi metinlere de yansımalarına dikkat çekilerek denizcilik tarihine katkı sağlanması hedeflenmiştir.Öğe Dedem Korkut'un Kazan Bey Oğuz-Namesi?(Selçuk Üniversitesi, 2007) Taş, İbrahimDede Korkut Kitabı'nın, son yıllarda yapılan yayımları üzerine, Vatikan yazmasını içeren yeni bir yayımı daha eklendi. Bu çalışma, Vatikan yazmasının bağımsız olarak ele alındığı üçüncü yayımdır. Bu yazımızda bu yayımı tanıtmak istiyoruz.Öğe Açıklamalı Yeni? Keli?meler Sözlüğü(Selçuk Üniversitesi, 2007) Yastı, MehmetDillerin geçmişten bugüne söz hazinesini ortaya koymak için yapılan çalışmaların başında sözlükler yer almaktadır. Türk dilinin ilk yazılı devresi olan Eski Türkçeden bu güne yapılan sözlükler dilimizin etkilediği ve etkilendiği kültürler ile dilin geçirdiği siyasi, tarihi aşamaları göstermesi bakımından bize önemli ip uçları verir. Bu yönüyle Dr. Nevnihal Bayar'ın meydana getirdiği eser, Cumhuriyet döneminde dilimizde türetilen yeni sözcükleri ve bunların türetme şekillerini göstermesi açısından dikkat çekmektedir.Öğe Ali? Cani?p Yöntem'den Makaleler(Selçuk Üniversitesi, 2008) Üçler, Fatmaİstanbul' da 1887 yılında kültürlü bir aileye mensup olarak doğan Ali Canip Yöntem düzenli bir eğitim hayatına sahip olamamasına rağmen edebiyat öğret menliği sınavını kazanarak öğretmenlik, okul müdürlüğü, maarif müdürü, maarif müfettişliği gibi görevlerde bulunur; liseler için ders kitapları, hazırlar. Bunlardan sonra Darülfünun'da görev alır. 1934'te Ordu mebusu olduktan sonra da Türk Dili Tedkik Cemiyeti merkez heyeti azalığına seçilir. 1943'te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesilnde 18. asır Türk Edebiyatı ,profesörlüğüne atanır. 1950'de Demokrat Parti'den Bursa milletvekili olur. 1954'ten sonra münzevi bir hayat sürer ve 26 Ekim 1967'de vefat eder.Öğe Mehmet Aki?f ve Türkçe(Selçuk Üniversitesi, 1999) Yıldız, HarunMehmet Akif Ersoy, hiç kuşkusuz yüce Türk milletinin son yüzyılda yetiştirmiş olduğu ender şahsiyetlerden biridir. Gerek edebî hüviyeti, gerekse bir fikir ve mücadele adamı olarak çizmiş olduğu portre, bizler için son derece önemlidir. Tıpkı Hazreti Peygamber gibi 63 yaşında hayata gözlerini yuman bu "karakter heykeli" insanın, yeni nesillere bütün yönleriyle tanıtılması gerekmektedir.Öğe Di?van Şi?i?ri?nde Sağlık ve Hastalıklarla I?lgi?li? Bazı Hususlar(Selçuk Üniversitesi, 1999) Yeniterzi, EmineTürk Milleti, son derece zengin ve köklü bir kültürün sahibidir. Bu kültürün sosyal yönünü oluşturan âdet ve inançlarımız doğumdan ölüme kadar insan hayatının bir parçası olmakla beraber, sosyal ve ekonomik yapımızdaki değişmelere paralel olarak zamanla ya unutulmuş, ya da bazı değişikliklerle günümüze kadar canlılığını sürdürmüştür. Folklor araştırmacılarının derleme faaliyetlerinde bu âdet ve inançların tespitine önemle yer verilmektedir. Ancak geçmişteki âdet ve geleneklerimiz veya günümüzdeki âdetlerin mazideki şekilleri için yazılı kaynaklara müracaat gerekir. Altı yüzyıl boyunca hayatiyetini sürdüren divan şiiri bu yönde tahmin edildiğinden daha zen- gindir. Tamamen günlük hayattan alınan âdet ve inançlar çoğu kez sanatkârâne söyleyişlerin ardında gizli olmakla, klasik şiirimizin bu alandaki önemi bugüne kadar ihmal edilmiştir. Yaklaşık yirmi şairin divânından seçtiğimiz örneklerle hazırladığımız deneme mahiyetin- deki bu çalışmada yalnızca sağlığa ilişkin âdet, inanç, hastalıklar ve tedavi metotları ile günlük hayattan bazı tespitleri verirken, dîvan şiirinin zannedildiği gibi hayâlî bir edebiyat olmayıp, maddi hayatla içiçe olduğunu belirtmek amacındayız.Öğe Divan Şi?i?ri?nde Ölüme Dai?r Bazı Hususlar(Selçuk Üniversitesi, 1999) Yeniterzi, EmineŞüphesiz ki ölüm hayatın en acı gerçeğidir. Kur'an-ı Kerim'de üç kere tekrarlanan: "Her nefis ölümü tadacaktır." âyeti, bütün canlılar için ölümün mukarrer olduğunu kesin bir dille belirtir. Bir diğer âyette ise; "Biz Allah'a aidiz ve yine O'na döneceğiz." ifadesiyle, ölüm bir yok oluş değil; insanın aslına rücûu, Allah'a kavuşması, gerçek hayatı ve ebediliği kazanması olarak nitelenmektedir. Bu sebeple mutasavvıf şairler ölüme kara gözlüklerle bakmazlar. Onlar için ölüm, dünyada iken gurbette olan insanın asıl vatanına dönüşü veya sevgiliye kavuşulan bir "şeb-i arûs"tur. Bu konu Mevlânâ'nın ölümle ilgili düşüncelerini belirttiği gazelinde en veciz ifadelerini bulur:Öğe I?. M. Kemal I?nal'ın F. Nafi?z Uzluk'a Yazdığı Bazı Mektuplar(Selçuk Üniversitesi, 2002) Gür, AlimÖnemli şahsiyetlerin sosyal, kültürel ve edebî içerikli mektupları başka alanla- rın yanı sıra özellikle edebiyat tarihlerinin göz ardı edilemeyecek malzemeleridir. Bu yazıya konu olan mektuplar, tanınmış hâl tercümesi yazarı, bibliyograf, edebiyat tarihçisi ve araştırmacı İbnülemin Mahmut Kemal İnal (1870-1957)'a aittir. Mektupların muhatabı ise; asıl ihtisas alanı tıp tarihi olmakla birlikte Türk tarihi, kültürü, edebiyatı-özellikle de Mevlâna ve Mevlevilik- üzerine pekçok çalışması bulunan tabip, yazar Prof. Dr. Feridun Nafiz Uzluk (1902-1974)'tur. Bugünkü harflere aktararak sunduğumuz ve gerekli yerlerde açıklamalarda bulunduğumuz bu mektuplar, toplam 11 adet olup, SÜSAM Uzluk Arşivi'nde (FNU, Mektuplar, Klasör No:1) bulunmaktadır. Bu mektuplar, Türk kültür, sanat ve özellikle edebiyat tarihi açısından birçok bilgi, malzeme ve değerlendirmeyi gün ışığına çıkaracak niteliktedirler.Öğe Konya Mevlânâ Müzesi? Kütüphanesi? 2455 Numarada Kayıtlı Bi?r Şi?i?r Mecmûası(Selçuk Üniversitesi, 2000) Tunç, SemraMecmualar, Türk edebiyatı, özellikle Klasik edebiyatimiz için önemli kaynaklardır. "Derlenmiş, toplanmış" demek olan mecmua, aynı konuda yazılmış manzûm ve mensûr edebî yazıları topladığı gibi, muhtelif konularda da yazılmış eserleri ihtivâ edebilir. Hatta farklı dillerde edebî parçaları da bir araya getirebilir.Öğe Unutulmuş Bi?r Âşık: Âşık Edi?p Önal ve Şi?i?rleri?nden Örnekler(Selçuk Üniversitesi, 2007) Gönen, SinanBu makalede 33 adet orta ve büyük ölçekli defteri şiirle dolduran, fakat âşık edebiyatı araştırıcılarınca henüz tam olarak keşfedilememiş bir âşık olan Edip Önal’ın kendisinden derlediğimiz hayat hikâyesi ile şiirlerinde işlediği başlıca konular belirtilecek ve şiirlerinden örneklerle âşığımız tanıtılmaya çalışılacaktır.Öğe Hekim Mehmed Nidâî’nin Manzum Tıp Risâlesi Keyf-i Kitâb-ı Nidâî(Selçuk Üniversitesi, 2009) Ölker, Perihan; Direkçi, BekirEski Anadolu Türkçesi döneminde pek çok telif ve tercüme eserin arasında tıp metinlerine hatırı sayılır bir yer ayrılmıştır. Bilhassa Osmanlı döneminde tıp eserlerinin arttığı gözlenmektedir. O dönemin tıp dilini yakından tanımak ve bu doğrultuda çalışmalar yapmak, bilim dili olarak Türkçenin geleceğinin de parlamasını sağlayacaktır. Biz bu çalışmamızla Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesinde 2739/2 arşiv numarasıyla kayıtlı 1567-68 tarihinde yazılmış, Nidâî’nin Keyf-i Kitâb-ı Nidâî başlıklı eserini tanıtarak eldeki diğer nüshalarla birlikte değerlendirmeye çalışacağız.Öğe Kemal Tahir'in Devlet Ana Romanından Hareketle Göre Edatının Söz Dizimindeki Kullanılışı Ve Anlam Özellikleri(Selçuk Üniversitesi, 2016) Uygun, Muhsin; Toker, MustafaEdatlar (çekim edatları), Türkçenin ilk yazılı kaynaklarından beri cümle kuruluşuna katılan, kelimeler arasında çeşitli anlam ilişkileri kuran görevli kelimelerdir. Yazıda edat terimi dar anlamıyla, çekim edatı (ilgeç) karşılığında kullanılmıştır. Edatlar (çekim edatları), cümle içinde "edat grupları"nı oluşturmakta ve cümlede zarf, sıfat ve isim görevi üstlenirler. Anlamsal olarak bakıldığında bu kelime türünün (çekim edatının) cümleye sebep, miktar, durum vb. anlamlar kattığı görülür. Bu çalışmada, Kemal Tahir'in Devlet Ana adlı romanından hareketle, göre edatının kullanımı ve cümle içindeki anlam özellikleri ortaya konulmaya çalışılacaktır.Öğe Anadolu Türk Efsanelerinde Cimrilik(Selçuk Üniversitesi, 2021) Demirtaş, Sezai; Bunsuz, HalilKozmopolit bir yapı olan toplumu anlamak için dinî, siyasi, ekonomik, kültürel, sosyal vb. bazı ölçütlere ihtiyaç vardır. Toplum araştırmalarının kültürel boyutunda yer alan sözlü kültür geleneği ve geleneğin önemli bir bölümünü oluşturan halk anlatıları bu ölçütlerden birisidir. Toplumun maddi-manevi değerlerine dair izler taşıyan halk anlatılarında cömertlik, yardımseverlik, doğruluk gibi olumlu davranış kalıpları yanında kıskançlık, çekememezlik, kendini beğenmişlik gibi olumsuz davranış biçimleri de kendine yer bulmuştur. Mal biriktirme ve malını paylaşmama hastalığı olarak kısaca tanımlanabilen cimrilik, anlatılarda karşılaşılan olumsuz davranış biçimlerindendir. Türk insanın cimriliğe bakışını halk anlatılarından efsaneler bağlamında inceleme gayesiyle ortaya konulmuş ve folklorun kültürlerdeki eğitimi sağlama, benimsenmiş davranış kalıplarını devam ettirme gibi işlevlerinden yola çıkan bu çalışma kültürel bir okuma çabası niteliği taşımaktadır. Toplum birlikteliğine zarar veren cimriliğin söz konusu kişilerin toplum tarafından hoş karşılanmaması suretiyle eleştiri konusu hâline getirilmesi ve çeşitli şekillerde ikaz edilerek toplumsal bir farkındalık oluşturulması Anadolu Türk efsanelerinden seçilen örnek metinler vasıtasıyla ortaya konulmaya çalışılmıştır.Öğe Mesnevî-i Şerîf’te Yer Alan “Bir Adamın Ayının Vefâkârlığına Güvenmesi” Başlıklı Hikâyenin Farklı Tercüme ve Şerhlere Göre Değerlendirilmesi(Selçuk Üniversitesi, 2022) Köroğlu, Nurgül Sucu; Karadağ, HilalMevlâna Celâleddîn-i Rûmî’nin vefatının üzerinden sekiz yüz yılı aşkın bir zaman geçse de fikirleri ve özellikle Mesnevî’si güncelliğini korumaktadır. Mesnevî’nin 14. yüzyıldan günümüze kadar birçok tercüme ve şerhi yapılmış olup bu çalışmalar hâlen devam etmektedir. Mevlâna, Mesnevî’de üzerinde durduğu hemen her konuyla alâkalı hikâyeleri fikirlerinin arasına ustaca yerleştirmiştir. Mesnevî’deki hikâyeler; hayatın her yönünü kapsayan, insanları farklı konularda düşündüren orijinal metinlerdir. Bu hikâyelerden birisi de, Mesnevî’nin II. cildinin 1922-2129. beyitleri arasına serpiştirilmiş olan, toplam 135 beyitten müteşekkil “Bir Adamın Ayının Vefâkârlığına Güvenmesi” başlıklı hikâyedir. Bu makalede; ilgili hikâye toplam 22 Mesnevî tercüme ve şerhinden yola çıkarak farklı açılardan değerlendirilmiş, bu vesileyle Mesnevî mütercim/şârihlerinin konuyu ele alış şekilleriyle ilgili birtakım sonuçlara ulaşılmıştır. Burada ilgili hikâye özelinde eserleri incelenen Mesnevî mütercim/şârihlerinin adlarını kronolojik olarak şöyle sıralayabiliriz: Âsafî (Dal) Mehmed Çelebi, Şem‘î Şem‘ullâh, Ankaravî İsmail Rusûhî, Derviş Muhammed Şifâyî, Nahîfî, Mehmed Şâkir Efendi, M. Murad Nakşbendî, Fazlullâh Rahîmî, Ahmed Avni Konuk, Tâhirü’l-Mevlevî, Veled Çelebi İzbudak, M. Muhlis Koner, Abdülbâki Gölpınarlı, Âmil Çelebioğlu, Şefik Can, Ahmet Metin Şahin, Adnan Karaismailoğlu, H. Hüseyin Top, Mehmet Kanar, Derya Örs, Hicabi Kırlangıç ve Muharrem Derici.Öğe Özgün Bir Manzum Şerh Örneği: Hasan Rızâyî’nin Cûy-ı Rahmet Adlı Manzum Gülistân Şerhi(Selçuk Üniversitesi, 2017) Çelik, AysunXIII. yüzyılın sonlarından XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar Osmanlı Devleti’nin sınırlarının ve sesinin ulaştığı hemen her yerde güçlü bir edebiyat olarak varlık gösteren klasik Türk edebiyatı; telif eserlerin yanı sıra, İslâmî, tarihî ve kültürel müşterekler dolayısıyla dinî veya ilmî eserlerde çoğunlukla Arapça, edebî yahut kültürel eserlerde de Farsça metinler üzerinde yapılan tercüme ve şerh faaliyetleri ile gelişmiştir. Cumhuriyet Döneminin ilk yıllarından itibaren bir bilim olarak çerçevesi çizilen klasik Türk edebiyatı ürünlerinin tasnif, inceleme, çeviri gibi yöntemleri belirli bir sisteme oturtulmuş olmasına rağmen bazı eserler, birtakım özgünlükleri ve özellikleri dolayısıyla tek ve tam bir başlık altında değerlendirilememektedir. Hasan Rızâyî’nin Cûy-ı Rahmet adlı manzum Gülistân şerhi de “şerh, tercüme ve tefsir” olarak nitelenmekle birlikte farklı bir yöntemle kaleme alındığından özgün bir şerh hüviyeti göstermektedir. Bu çalışmada; bilinen tek manzum Gülistân şerhi olan Cûy-ı Rahmet’i özel kılan yöntem ve hususlar incelenmiş, eserin şerh geleneği içindeki yeri belirlenmiştir.Öğe Türk Edebiyatında Mitoloji Arayışları(Selçuk Üniversitesi, 2017) Küçük, SenaTürk edebiyatı Tanzimat’la birlikte köklü bir dönüşüme uğrar. Bu süreçte mitolojik yapı da yön değiştirir. Batı edebiyatına eklemlenen Türk edebiyatı da bu yolla Yunan mitolojisiyle dolaylı olarak temasa geçer. Çeviriler, Yunan mitolojisinin ilk yansıdığı verilerdir. Telif eserlerde de mitolojik imajlar görülmeye başlar. Bu eğilim başlangıçta bilinçli ve güçlü bir kanal oluşturmaz. Fakat Şemseddin Sami ile Nabizâde Nâzım’ın Esâtir adlı çalışmaları, Abdülhak Hâmit’in şiirlerine ve tiyatrolarına, Ahmet Mithat Efendi’nin romanlarına yansıyan mitolojik unsurlar Yunan mitolojisini Türk edebiyatına açar. Bu ilk dönem eserlerinde mitolojiye karşı ihtiyatlı bir tutum gözlenir. Klasikler tartışmasıyla mesele edebiyat ortamında yer edinmeye başlar. Yahya Kemal ve Yakup Kadri’nin Nev-Yunanilik oluşumu mitolojinin daha etraflı şekilde incelenmesine zemin hazırlar. Yahya Kemal Yunan mitolojisini Akdeniz havzası medeniyetinin sonucu olarak değerlendirir. Nev-Yunanilik, mitolojiye, Tanzimat’taki aktarmacılığın ötesinde, bilinçli bir kaynaklara gitme anlayışı, Yahya Kemal’in, şiirini üzerine kuracağı sağlam bir temel arayışıdır. Fakat arayış düzeyinde kalır. Yakup Kadri ise eski Yunan’a bağlılığını, romanlarında üslup özelliği olarak sürdürür. Salih Zeki Aktay’ın mitolojik şiirleri Türk edebiyatında farklı bir hat oluşturur. Türk edebiyatının Yunan mitolojisine kayan doğrultusu, Yunan mitolojisinin kaynağı durumundaki Yunan klasiklerini örnek almasını öngören Türkçü yazarlar tarafından da pekiştirilir. Türk mitolojisi de Ziya Gökalp tarafından gündeme getirilir ve ana hatları belirlenir. 1940’lar, Türk edebiyatında hümanizma ve onun sanatsal karşılığı olan mitolojinin yükselişe geçtiği yıllardır. Hasan Âli Yücel’in iradesiyle devlet politikası olarak başlatılan yoğun tercüme faaliyetiyle Yunan klasikleri herkes için okunur hale gelir. İnsan ve Yücel dergileri hümanist düşüncenin lokomotifi olur. Bu dergiler etrafında Hilmi Ziya Ülken, Sabahattin Eyuboğlu, Orhan Burian, Selahattin Batu, Füruzan Hüsrev Tökin gibi aydınlanmacı yazarlar Türk hümanizmasının teorisini kurarlar. Avrupa’da Rönesans’a yol açan hümanist düşüncenin Yunan değil Anadolu kaynaklı olduğu tezini savunan Mavi Anadoluculuk bu çizgide gelişir. Akımın öncüsü Halikarnas Balıkçısı, antik kültürün Türk edebiyatına yerleşmesinde önemli bir işlev yüklenmiştir. Azra Erhat, Sabahattin Eyuboğlu ve İsmet Zeki Eyuboğlu da diğer önemli isimleridir.