Ebelik/Makale Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 27
  • Öğe
    Yüksek riskli olan ve olmayan gebelerde belirsizliğe tahammülsüzlüğün algılanan stres, psikolojik sağlamlık, psikolojik kırılganlık ve annelik algısı ile ilişkisi
    (Selçuk Üniversitesi, 20.12.2024) Erbaş, Büşra; Dikmen, Hacer Alan
    Amaç: Bu çalışma ile yüksek riskli olan ve olmayan gebelerde belirsizliğe tahammülsüzlüğün algılanan stres, psikolojik sağlamlık, psikolojik kırılganlık ve annelik algısı üzerine etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma tanımlayıcı, ilişki arayıcı ve karşılaştırıcı türde olup, çalışma verileri Ağustos-Aralık 2022 tarihleri arasında, 2. ve 3. trimestirdeki 550 yüksek riskli gebe ve 550 yüksek riskli olmayan gebe olmak üzere toplam 1100 gebeden toplanmıştır. Verilerin toplanmasında Belirsizliğe Tahammülsüzlük Ölçeği (BTÖ), Algılanan Stres Ölçeği (ASÖ-10), Kısa Psikolojik Sağlamlık Ölçeği (KPSÖ), Psikolojik Kırılganlık Ölçeği (PKÖ) ve Gebelerin Kendilerini Algılama Ölçeği (GKAÖ) kullanılmıştır. İstatistiksel analizlerde Student-t test, Pearson ki-kare test ve Fisher-Freeman-Halton test kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmada yüksek riskli olan gebelerin %60,5’inde erken doğum tehdidi, %14,0’ünde gebeliğin hipertansif hastalıkları, %12,4’ünde erken membran rüptürü, %8,0’inde kanama, %5,1’inde gestasyonel diyabetes mellitus vardı. Yüksek riskli olan ve olmayan gebelerin belirsizliğe tahammülsüzlük düzeyleri ile algılanan stres ve psikolojik kırılganlık arasında pozitif yönlü, psikolojik sağlamlık arasında negatif yönlü ve istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardı (p<0,05). Yüksek riskli olan ve olmayan gebelerin belirsizliğe tahammülsüzlük düzeyi ile annelik algısı arasında ise anlamlı bir ilişki yoktu (p>0,05). Sonuç: Bu çalışma ile yüksek riskli olan ve olmayan gebelerde belirsizliğe tahammülsüzlüğün algılanan stres ve psikolojik kırılganlık düzeyini arttırdığı, psikolojik sağlamlık düzeyini ise azalttığı saptandı. Ayrıca yüksek riskli olan ve olmayan gebelerde belirsizliğe tahammülsüzlük düzeyi ile annelik algısı arasında bir ilişki yoktu. Ebeler ve kadın sağlığı hemşireleri tüm gebeleri, özellikle yüksek riskli gebeleri antenatal izlemlerde ruhsal yönden değerlendirmeli ve gebeler, geleceğe yönelik bilinmezlik duyguları yaşıyor ise gebeleri duygularını ifade etmeleri yönünde teşvik etmeli ve bilgi eksikliklerini gidermelidir.
  • Öğe
    Doğum salonunda çalışan ebelerin kanıta dayalı uygulamaları takip etme ve gelişmeleri kaçırma korku düzeyi
    (Selçuk Üniversitesi, 30.06.2024) Köse, Naime; Akın, Bihter
    Amaç: Çalışma doğum salonunda çalışan ebelerin kanıta dayalı uygulamaları takip etme ve gelişmeleri kaçırma düzeyini belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Araştırma tanımlayıcı bir çalışma olarak Kasım 2022-Mart 2023 tarihleri arasında toplam 150 ebe ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın evrenini belirtilen tarihler arasında Türkiye genelinde doğum salonunda çalışan ebeler oluşturmuştur. Veriler surveey.com adresinde oluşturulan anket aracılığı ile çevrimiçi olarak toplanmıştır. Çalışmada ‘Tanıtıcı Bilgi Formu’ ile ‘Gelişmeleri Kaçırma Korkusu Ölçeği (GKKÖ)’ kullanılmıştır. Bulgular: Ebelerin GKKÖ toplam puan ortalaması 35,11±14,30 bulunmuştur. Araştırmadan elde edilen bulgular doğrultusunda ebelerin kanıta dayalı uygulamalar hakkında bilgi sahibi olduğu ancak yeterince uygulamadığı; kanıta dayalı uygulamalar hakkında bilgi sahibi olmak ile gelişmeleri kaçırma korkusu arasında bir ilişki olmadığı belirlenmiştir. Sonuç: Ebelerin bakım kalitesini artırmak amacıyla; kanıta dayalı uygulamaları uygulama durumları ve gelişmeleri kaçırma korku düzeylerini belirlemeye yönelik daha geniş kapsamlı çalışmaların yapılması önerilmektedir. Kanıta dayalı uygulamaları takip etmek amacıyla ebeler bilimsel etkinliklere katılmaları açısından desteklenmelidir.
  • Öğe
    Ebelerin aidiyet, merhamet ve tükenmişlik düzeylerinin belirlenmesi
    (Selçuk Üniversitesi, 30.06.2024) İnce, Büşra; Yılmaz, Sema
    Amaç: Bu araştırma Türkiye’deki ebelerin aidiyet, merhamet ve tükenmişlik düzeylerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırma, tanımlayıcı ve ilişki arayıcı tipte bir araştırma olarak Türkiye genelinde bulunan doğumhane, kadın doğum servisi, kadın doğum acil ve kadın doğum polikliniklerinde çalışan 415 ebe ile 15.03.2022-15.03.2023 tarihleri arasında online şekilde yapılmıştır. Ebeler gelişigüzel örnekleme yöntemi ile çalışmaya dahil edilmiştir. Veriler; araştırmacı tarafından oluşturulan tanıtıcı bilgi formu, Ebelik Aidiyet Ölçeği, Merhamet Ölçeği ve Kopenhag Tükenmişlik Ölçeği ile surveey.com adresinde hazırlanarak oluşturulan link ile sosyal medya (facebook, instagram, whatsapp, ebelik dernek grupları) üzerinden toplanmıştır. Bulgular: Ebelik aidiyet düzeyleri ailesinden, sosyal çevresinden destek alan, geliri giderden fazla olan, Ege ve Akdeniz bölgesinde çalışan kişilerde yüksek bulunmuştur. Merhamet düzeyleri ailesinden destek alan, ebelikten memnun olan kişilerde daha yüksek bulunmuştur. Tükenmişlik düzeyleri ailesinden, iş arkadaşlarından, sosyal çevresinden destek alan, mesleğinden memnun olan ve maaşını yeterli gören kişilerde daha düşük bulunmuştur. Tükenmişlik ölçeği ile ebelik aidiyet ölçeği ve merhamet ölçeği arasında negatif yönlü bir ilişki bulunmuştur. Merhamet ölçeği ebelik aidiyet ölçeği arasında pozitif yönlü ilişki bulunmuştur. Sonuç: Ebelerin aidiyet düzeyleri yükseldikçe tükenmişlik düzeyleri düşmektedir. Merhamet düzeylerinin ise tükenmişlik üzerinde etkisi anlamlı değildir.
  • Öğe
    Türk Kadınlarının Osteoporoz Farkındalık Düzeyleri ve Yaşam Kalitesini Etkileyen Faktörlerin Belirlenmesi
    (Selçuk Üniversitesi, 2024 Şubat) Uyanık, Havva; Erkal Aksoy, Yasemin
    Öz Amaç: Bu çalışma 45 yaş ve üzeri kadınların osteoporoz farkındalık ve yaşam kalitesi düzeylerinin belirlenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Araştırmanın evrenini Konya’nın bir ilçesinde 01 Şubat- 30 Haziran 2023 tarihleri arasında sağlık evine gelen 45 yaş üzeri kadınlar oluşturmaktadır. Çalışmanın örneklemine 202 kadın alınmıştır. Kadınlar gelişigüzel örnekleme yöntemi ile çalışmaya dahil edilmiştir. Gerekli veriler literatür eşliğinde hazırlanan kadınların sosyo-demografik ve jinekolojik özelliklerini içeren 25 maddelik Kişisel Bilgi Formu, Osteoporoz Farkındalık Ölçeği ve Avrupa Osteoporoz Vakfı’nın (QUALEFO) Yaşam Kalitesi Anketi kullanılarak yüz yüze görüşme yöntemi ile toplanmıştır. Çalışmaya katılmayı kabul eden 45 yaş ve üzeri kadınlar anket formunu eksiksiz doldurmuştur. Bulgular: Araştırmaya katılan kadınların yaş ortalaması 54,11±8,76 (min=45, max=82) olup %80,2’si evli ve %55,4’ü okuryazar/ilköğretim eğitim düzeyine sahiptir. Yükseköğrenim mezunu (p?0,001), beden kitle indeksi normal aralıkta olan (p?0,001) ve osteoporoz kelimesini daha önce duyan (p=0,001) kadınların osteoporoz farkındalıkları yüksektir. Menopoz süresi on yılı geçen (p?0,001) ve kemik kırığı yaşayan (p=0,001) kadınların yaşam kaliteleri düşük olurken düzenli egzersiz yapan (p?0,001) kadınların yaşam kaliteleri yüksek bulunmuştur. Sonuç: Kadınların osteoporoz farkındalıklarını eğitim, BKİ ve osteoporoz kelimesi duyma değişkenleri etkilemektedir. Kadınların yaşam kalitesini ise menopoz süresi, düzenli egzersiz yapma ve kemik kırığı yaşama durumlarının etkilediği belirlenmiştir. Osteoporoz farkındalık ve yaşam kalitesini artırmak için kadınlar bilinçlendirilmelidir.
  • Öğe
    Erken Doğum Tehdidi Olan ve Olmayan Gebelerin Gebeliğe Uyum ve Prenatal Bağlanma Düzeyleri
    (Selçuk Üniversitesi, 2023 Eylül) Özkan, Tuğba; Çankaya, Seyhan
    Amaç: Bu araştırmada, erken doğum tehdidi (EDT) olan ve olmayan gebelerin gebeliğe uyum ve prenatal bağlanma düzeylerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı ve karşılaştırmalı tipte dizayn edilen bu araştırma bir üniversite hastanesine başvuran 20-37 haftalar arasında EDT olan ve olmayan 500 gebe ile gerçekleştirilmiştir. Veriler, gebelerin veri toplama formu, Prenatal Bağlanma Envanteri (PBE) ve Prenatal Kendini Değerlendirme Ölçeği (PKDÖ) kullanılarak toplanmıştır. Bulgular: Araştırmamızda EDT olan gebelerin PKDÖ puan ortalaması 142.62±22.14 olup, EDT olmayan gebelerin 138.84±22.53 bulunmuştur. EDT olan gebelerin PKDÖ puan ortalamasının EDT olmayanlara göre yüksek olduğu, ancak gruplar arasındaki farkın anlamlı düzeyde olmadığı belirlenmiştir (p>0.05). EDT olan gebelerin PKDÖ alt boyutlarından, kendi ve bebeğinin sağlığı ile ilgili düşünceleri ve doğuma hazır oluş alt boyut puan ortalamalarının çok ileri düzeyde anlamlı olarak (p<0.001), doğum korkusu alt boyut puan ortalamasının ileri düzeyde anlamlı olarak (p<0.01), EDT olmayan gebelere göre yüksek olduğu belirlenmiştir. EDT olan ve olmayan gebelerin PKDÖ annelik rolünün kabulü alt boyut puan ortalamasının EDT olmayanlara göre düşük olduğu ve gruplar arasındaki farkın çok ileri düzeyde anlamlı olduğu belirlenmiştir (p<0.001). EDT olan ve olmayan gebelerin PBE puan ortalaması arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05). Sonuç ve Öneriler: EDT olan ve olmayan gebelerin PKDÖ ve PBE puan ortalamalarının benzer olduğu belirlenmiştir (p>0.05). Çalışma sonucunda EDT olan gebelerin, EDT olmayan gebelere göre PKDÖ alt boyutlarından doğum korkusu, doğuma hazır oluş ve kendi ve bebeğinin sağlığı ile ilgili düşünceleri alt boyut uyum düzeyinin düşük, annelik rolü alt boyutu uyum düzeyleri ise yüksek bulunmuştur.
  • Öğe
    Gebelerde Eş Desteğinin Annelik Rolü, Beden Algısı ve Distres Düzeyi ile İlişkisi: Tanımlayıcı Bir Çalışma
    (Selçuk Üniversitesi, 2023 Eylül) Doğrul, Ebru; Dikmen, Hacer Alan
    Amaç: Bu araştırma, gebelerde eş desteğinin annelik algısı, beden algısı ve distres düzeyi ile ilişkisinin incelenmesi amacıyla yapıldı. Yöntem: Çalışma tanımlayıcı ve ilişki arayıcı türdedir. Veriler, bir kadın doğum hastanesinin NST polikliniğine başvuran 361 gebe ile kişisel bilgi formu, Eş Destek Ölçeği (EDÖ), Tilburg Gebelikte Distres Ölçeği (TGDÖ) ve Gebelerin Kendini Algılama Ölçeği (GKAÖ) aracılığıyla toplandı. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistiklerle birlikte, Pearson korelasyon analizi ve doğrusal regresyon kullanıldı. Bulgular: Gebelerin yaş ortalaması 27,04±5,04 yıl, gebelik haftası ortalaması 30,14±6,78 haftadır. Gebelerin eş destek düzeyi ile annelik algısı düzeyi arasında pozitif yönde ve güçlü bir ilişki olduğu (p<0,001), eş destek düzeyi ile olumsuz beden algısı ve distres düzeyi arasında negatif yönde ve orta düzeyde bir ilişki olduğu (p<0,001) belirlendi. Sonuç: Gebelerin eş desteği arttıkça olumsuz beden algısı ve distres düzeyi düşerken, annelik algısı yükselmektedir. Ebe ve hemşireler gebe izlemlerinde eşlerin anne adaylarına destek düzeylerini belirlemeli, anne ve baba adaylarına, eş desteğinin önemini ve annelik algısı ile olumsuz beden algısı ve gebelikte distrese yönelik ilişkisini açıklamalıdır.
  • Öğe
    Hemşirelik Öğrencilerinin Toplumsal Cinsiyet Rolleri ile Kadına Yönelik Şiddete İlişkin Tutumlarının İncelenmesi
    (Selçuk Üniversitesi, 2019 Mart) Dikmen, Hacer Alan; Marakoğlu, Kamile
    Amaç: Çalışmamızın amacı, hemşirelik bölümü öğrencilerinin toplumsal cinsiyet rolleri ile kadına yönelik şiddete ilişkin tutumlarını incelemektir. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı türde olan çalışma, hemşirelik bölümünde toplam 618 öğrenci ile gerçekleştirilmiştir. Veriler Şubat-Mayıs 2018 tarihleri arasında veri toplama formu, Kadına Yönelik Şiddete İlişkin Tutum Ölçeği (ŞİTÖ) ve Toplumsal Cinsiyet Rolleri Tutum Ölçeği (TCRTÖ) ile toplanmıştır. Bulgular: Öğrencilerin yaş ortancası 20 (min-max= 17-36), TCRTÖ puan ortancası 150 (min-max= 61-190), ŞİTÖ puan ortancası 33.5 (minmax= 19-93)’dir. Öğrencilerin %51.8’i hayatlarında en az bir defa kadına yönelik şiddete tanık olmuş, %21.4’ü ise şiddete maruz kalmıştır. Öğrencilerin %6.5’i ders içeriği olarak kadına yönelik şiddet hakkında eğitim aldığını belirtirken, %80.3’ü ders müfredatlarına kadına yönelik şiddet dersinin eklenmesini istemektedir. Cinsiyet, yaşanılan yer, aile tipi, şiddete tanık olma ve şiddet eğitimi alma değişkenleri ile ŞİTÖ puan ortancası arasında (p<0.05), cinsiyet ile de TCRTÖ puan ortancası arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır (p<0.05). Öğrencilerin TCRTÖ ve ŞİTÖ puan ortancaları arasında orta düzeyde güçlü (rs= -0.68), anlamlı ve negatif yönlü bir korelasyon saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: Çalışma bulgularımıza göre öğrencilerin toplumsal cinsiyete yönelik tutumları eşitlikçi düzeye yaklaştıkça kadına yönelik şiddete karşı tutumları daha olumsuz olmaktadır. Kadına yönelik şiddet eğitiminin hemşirelere üniversite eğitimleri sırasında verilmesi ve toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin eğitim programlarının yapılması önerilebilir.
  • Öğe
    Ebe ve Hemşire Öğrencilerinde Tükenmişlik Düzeyi Ve Etkileyen Faktörler
    (Selçuk Üniversitesi, 2014) Kaya, Şerife Didem; Arıöz, Ayten
    Bu araştırma, Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik ve Hemşirelik Bölümü öğrencilerinin tükenmişlik düzeylerini ve bu düzeyleri etkileyen faktörleri saptamak amacıyla yapılmıştır. Tanımlayıcı tipteki bu çalışmanın verileri NisanMayıs 2012 tarihleri arasında toplanmıştır. Araştırmaya toplam 627 öğrenci katılmıştır. Veri toplama aracı olarak Maslach Tükenmişlik Ölçeği ve araştırmacılar tarafından geliştirilen kişisel bilgi formu kullanılmıştır. Kişisel bilgi formunda yer alan cinsiyet, medeni durum, öğrenim gördükleri bölüm, bölüm tercihinden memnun olup olmama durumu, sosyal etkinliklere katılım, not ortalamaları, sınıf düzeyleri, ailelerinin ikamet ettiği yer gibi değişkenlerle öğrencilerin tükenmişlik düzeyleri karşılaştırılmıştır. Maslach Tükenmişlik ölçeği ise duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve kişisel başarı hissi olmak üzere üç boyuttan oluşmaktadır. Araştırmanın istatistiksel analizleri SPSS 16,0 paket programında normal dağılım gösterip göstermemelerine göre Oneway ANOVA testi, Tukey HSD testi, Mann Whitney U testi, Kruskal Wallis ve student t testi kullanılarak yapılmıştır. Not ortalaması ile tükenmişlik düzeylerinin karşılaştırılmasında ise korelasyon analizi kullanılmıştır. Sonuçlar % 95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirilmiştir. Bu çalışmanın sonucunda hemşire ve ebe öğrencilerinin tükenmişlik düzeyleri ile bazı değişkenleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar bulunmuştur. Öğrencilerin öğrenim gördükleri bölüme göre tükenmişlik düzeyi incelendiğinde iki grup arasında fark bulunmuştur (p<0,05). Bu fark incelendiğinde hemşire öğrencilerinin duygusal tükenmişlik ve duyarsızlaşma puanlarının ebe öğrencilerine göre daha yüksek olduğu, kişisel başarı puanlarının ise daha düşük olduğu görülmektedir. Duygusal tükenme ile öğrencilerin sınıf düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmaktadır (p<0,05). Sınıf düzeyi arttıkça duygusal tükenmişlik düzeyi de artmaktadır. Öğrencilerin cinsiyete göre tükenmişlik düzeyleri incelendiğinde duygusal tükenmişlik düzeyi ile aralarında bir farklılık bulunmamıştır (p>0,05). Öğrencilerin medeni durumları, ekonomik durumları ve öğrencilerin doğup büyüdüğü yer incelendiğinde ise tükenmişlik düzeyleri arasında bir fark bulunmamıştır (p<0,05). Bulgular ebelik ve hemşirelik eğitiminin tükenmişlik sendromu açısından önemine vurgu yapmaktadır. Toplum sağlığının korunması ve geliştirilmesi, hasta bakım kalitesinin arttırılması için sağlık sektörünün temel yapı taşı olan hemşire ve ebe öğrencilerinin eğitimine önem verilmeli ve sosyal olarak desteklenmelidir.
  • Öğe
    Prekonsepsiyonel Dönemdeki Kadınların Sağlık Davranışları Değişim Aşamaları (Transteoretik Model): Randomize Kontrollü Çalışma
    (Selçuk Üniversitesi, 2021) Aksoy, Yasemin Erkal; Özentürk, Melek Gülsün
    Amaç: Prekonsepsiyonel bakım, gebelik planlayan ya da gebelik düşünmeyen bir kadının sağlığını, sağlık davranışlarını ve bilgilerini optimize etmek olarak tanımlanabilir. Bu çalışmanın amacı; hiç gebelik yaşamamış, gebelik düşünen kadınlara verilen eğitimin kadınlardaki sağlık davranışları değişim aşamalarına (transteoretik model) etkisinin incelenmesidir. Gereç ve Yöntem: Araştırma, randomize kontrollü eğitim müdahale çalışmasıdır. Örneklem büyüklüğü G*Power 3.1.7 programı ile her grupta en az 88 kadın olarak hesaplanmıştır. Çalışma 180 kadın ile sonlandırılmıştır. Merkeze gelen kadınlar örneklem kriterleri açısından değerlendirilmiş ve randomize örnekleme yöntemi ile iki gruba ayrılmıştır. İlk görüşmede tüm kadınlara: Tanıtıcı Bilgi Formu, Prekonsepsiyonel Risk Değerlendirme Formu, Değişim Aşamalarını Değerlendirme Formu, Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği-II, Genel Öz-Yeterlilik Ölçeği doldurtulmuştur. Girişim grubundaki kadınlara gebeliğe hazırlık eğitimi ve Prekonsepsiyonel Bakım Rehberi adlı bir rehber kitap verilmiştir. Kontrol grubundaki kadınlara eğitim verilmemiştir. Bulgular: Girişim grubunda yer alan kadınların; folik asit kullanma, düzenli fiziksel aktivite uygulama, yeterli ve dengeli beslenme açısından değişim aşamaları ön-son test sonuçlarına göre aralarında bulunan farkın istatistiksel olarak da anlamlı olduğu saptanmıştır. Sonuç: Prekonsepsiyonel dönemde verilen gebeliğe hazırlık eğitiminin, folik asit kullanımı, düzenli fiziksel aktivite, yeterli ve dengeli beslenme değişim aşamaları açısından etkili olduğu, ölçek puan ortalamalarında anlamlı artış sağladığı belirlenmiştir.
  • Öğe
    Views of Turkish people on oocyte and sperm donation
    (CUKUROVA UNIV, FAC MEDICINE, 2019) Şenol, Derya Kaya; Yılmaz, Sema Dereli; Bal, Meltem Demirgöz; Beji, Nezihe Kızılkaya; Çalışkan, Seval; Urman, Bülent
    Purpose: The aim of the study is to determine the views of the Turkish people on oocyte/sperm donation. Materials and Methods: Following informed consent, a questionnaire was given to women and their spouses who presented to obstetrics and gynecology outpatient clinics of a university hospital. The data collection form consists of 35 questions about the demographics of the participants and their thoughts about oocyte/sperm donation. A total of 428 women, including 323 women and 105 men, agreed to participate in the sampling study. Results Sixty-four-point three percent of the women and 71.4% of males found use of donated oocytes/sperms in infertile couples unacceptable. Sixty-three-point one percent of the participants said that both couples receiving, and those donating oocytes/sperms should get counseling. Twenty-one point-five percent of the participants approved of infertile couples' receiving oocytes/sperms donated by their relatives (e.g. sister) and friends and 31,8% agreed about getting them from strangers. Eighty-eight-point seven percent of the primary school graduates, 73.4% of the university graduates and postgraduates, 76.7% of the employed participants, 86.2% of the participants with an income lower than their expenses and 85.1% of the participants with live children reported to unaccept donated sperms if their spouses had a problem preventing them from having a child. Conclusion: More than half of the participants declared that it was not appropriate to have children through infertile-donated oocyte/sperm.
  • Öğe
    The effect of reflexology on lactation and postpartum comfort in caesarean-delivery primiparous mothers: a randomized controlled study
    (WILEY, 2019) Çankaya, Seyhan; Ratwisch, Gulay
    Aim This study aimed to investigate the effect of reflexology on lactation and postpartum comfort in primiparas giving births through caesarean section. Methods This randomized controlled trial was conducted in 100 women with first birth through caesarean section between May 2016 and May 2017. Expectant mothers were randomly included into an intervention and a control group. The intervention group consisted of mothers in whom reflexology was performed three times per day at every eight hours for 30 min for 3 days. Results The mean scores of the breastfeeding chart system and breastfeeding satisfaction scores of the mothers in the intervention group were significantly higher than those of the controls, and the first lactation period of the mothers in the intervention group was shorter than that of the controls. Mean breast-tension, breast-heat, and breast-pain scores were similar in both groups on day 1; however, a significant increase was seen the intervention group on days 2 and 3, compared to those in the controls. The mean scores of the Postpartum Comfort Questionnaire in the intervention group were significantly better than those of the controls. Conclusions Reflexology starts lactation earlier in mothers giving birth via caesarean section, supports the breastfeeding period, and increases mothers' postpartum comfort.
  • Öğe
    Effects of reflexology and progressive muscle relaxation on pain, fatigue, and quality of life during chemotherapy in gynecologic cancer patients
    (ELSEVIER SCIENCE INC, 2019) Dikmen, Hacer Alan.; Terzioglu, Fusun.
    Purpose: Our aim was to investigate the effect of reflexology and progressive muscle relaxation (PMR) exercises on pain, fatigue, and quality of life (QoL) of gynecologic cancer patients during chemotherapy. Methods: Eighty participants were randomly assigned to one of four groups: reflexology, progressive muscle relaxation (PMR) exercises, both (reflexology + PMR), or a control group. Data were collected with a general data collection form, Brief Pain and Fatigue inventories, and Multidimensional Quality-of-Life Scale-Cancer. Results: In reflexology and reflexology + PMR groups, a significant decrease in pain severity and fatigue and an increase in QoL were found (p < .05). In the PMR alone group, pain severity and fatigue decreased significantly (p < .05), but there was no significant change identified in QOL (p > .05). Conclusions: Reflexology and PMR exercises given to gynecologic cancer patients during chemotherapy were found to decrease pain and fatigue and increase QoL. (C) 2019 American Society for Pain Management Nursing. Published by Elsevier Inc. All rights reserved.
  • Öğe
    Ebelik öğrencilerinin fiziksel aktivite ve akademik başarı durumlarının incelenmesi
    (2019) Aksoy, Yasemin Erkal; Çatalgöl, Şeyma; Çolak, Melek Balçık; Yeşil, Yeşim; Karapolat, Hale
    Amaç: Araştırma, Balıkesir, Konya, İzmir olmak üzere üç şehirdeki lisans eğitimine devam eden ebelik bölümü öğrencilerinin yıl sonu başarı puanı ile fiziksel aktivite arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla tanımlayıcı türde yapılmıştır.Materyal-Metod: Araştırma evrenini Konya, Balıkesir ve İzmir illerindeki devlet üniversitesi ebelik bölümü birinci sınıfta öğrenim gören 234 öğrenci oluşturmuştur. Araştırmanın verileri literatür taranarak hazırlanan öğrencilerin sosyo-demografiközelliklerini içeren anket formu ile Uluslararası Fiziksel Aktivite Değerlendirme Anketi Kısa Formu kullanılarak toplanmıştır.Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerin yaş ortancası 19.0 (min18.0, max28.0), beden kütle indeksleri ortancası 20.83(min15.78, max31.74) olarak saptanmıştır. Ebelik birinci sınıf öğrencilerinin %6.8’inin sigara ve %11.5’inin alkol kullandığı saptanmıştır. Sigara kullanma durumları ile yaş, vücut ağırlığı, boy, başarı puanı, toplam MET (Metabolik Eşdeğer)değeri ve beden kütle indeksi arasında anlamlı bir fark olmadığı saptanmıştır (p0.05). Ebelik öğrencilerinin başarı puanları ile düzenli fiziksel aktivite yapma durumları (toplam MET skoru), beden kütle indeksi, vücut ağırlıkları karşılaştırıldığında aralarında anlamlı bir ilişki olmadığı saptanmıştır (p0.05).Sonuç: Çalışmanın üniversite birinci sınıf öğrencilerinde yapılmış olması nedeniyle bir adaptasyon süreci yaşadıkları vebu nedenle düzenli fiziksel aktivite yapamadıkları görülmüştür. Çalışmanın daha fazla sayıda, farklı yaş grupları ve farklısınıflarda tekrarlanması önerilmektedir.
  • Öğe
    Üniversitedeki kadın öğrencilerde yaşanan flört şiddeti ile anksiyete ve umutsuzluk düzeyleri arasındaki ilişki
    (2018) Dikmen, Hacer Alan; Özaydın, Tuba; Dereli, Sema Yılmaz
    Amaç: Bu çalışma, üniversitede öğrenim gören kadın öğrencilerin flört şiddetine maruz kalma durumları ile anksiyete ve umutsuzluk düzeyleri arasındaki ilişkiyi saptamayı amaçlamaktadır.Gereç ve Yöntemler: Çalışma tanımlayıcı ve kesitsel tiptedir. Veriler, Aralık 2013 ile Mayıs 2014 tarihleri arasında çalışmaya katılmayı kabul eden ve romantik bir ilişkisi olan 500 kadın üniversite öğrencisinden öz bildirime dayalı olarak toplanmıştır. Verilerin toplanmasında öğrencilerin sosyo-demografik özellikleri ile şiddete maruz kalma durumlarını değerlendiren anket formu ile Beck Anksiyete ve Beck Umutsuzluk Ölçeği kullanılmıştır. Verilerin analizinde; sayı, yüzde, ortalama, standart sapma ve Mann-Whitney U testi kullanılmıştır. Araştırma öncesinde tüm yerel ve etik izinler alınmıştır.Bulgular: Çalışmaya katılan kadın öğrencilerin yaş ortalaması 21,051,81, partnerlerinin yaş ortalaması ise 22,992,91'dir. Partneri tarafından kadın öğrencilerin %88'i duygusal, %22,2'si sözel, %21,4'ü ekonomik, %16,4'ü fiziksel, %7,2'si cinsel şiddete maruz kalmıştır. Öğrencilerin anksiyete düzeyleri ile duygusal, sözel, cinsel ve ekonomik şiddete maruz kalma durumları arasında anlamlı bir ilişki varken (p0,05), umutsuzluk düzeyleri ile sözel, fiziksel, cinsel ve ekonomik şiddete maruz kalma durumları arasında da anlamlı bir ilişki vardır (p0,05).Sonuç: Kadın öğrenciler arasında tüm şiddet çeşitleri görülme oranları yüksektir ve bu durum öğrencilerin anksiyete düzeylerini yükseltmektedir. Şiddete rağmen, öğrencilerin umutsuzluk düzeyleri ise düşüktür. Bu durum, bekâr gençlerde şiddet olaylarının umutsuzluk düzeylerini çok fazla etkilemediğini düşündürmektedir.
  • Öğe
    Maternal obezitenin prenatal bağlanma üzerine etkisi
    (2018) Dikmen, Hacer Alan; Çankaya, Seyhan
    Amaç: Maternal obezite önemli bir halk sağlığı problemidir ve üreme dönemindeki kadın yaş grubunda sıklıkla görülmektedir. Bu çalışmada maternal obezitenin prenatal bağlanma üzerine etkisi araştırılmıştır.Gereç ve yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki çalışmaya son trimestırda olan 400 gebe kadın alınmıştır. Veriler Konya'da bir kadın-doğum ve çocuk hastanesine başvuran gebelerden 14 Kasım 2016 ile 23 Ocak 2017 tarihleri arasında toplanmıştır. Veri toplama aracı olarak gebelerin sosyo-demografik ve obstetrik özelliklerini içeren anket formu ve Prenatal Bağlanma Envanteri kullanılmıştır. İstatistiksel analizlerde ortalama, standart sapma, yüzde, tek yönlü varyans analizi (ANOVA), iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (independent sample t test) kullanılmıştır.Bulgular: Çalışmaya katılan gebelerin yaş ortalaması 28,416,23'dür. Gebelerin %63,3'ünün eğitim durumu ilkokul ve altıdır, %83'ü çalışmamaktadır ve %76'sı gebeliği istemiştir. Gebelerin Beden Kitle İndeks ortalaması 28,143,63, Prenatal Bağlanma Envanteri puan ortalaması ise 61,240,49'dur. Obez gebelerin Prenatal Bağlanma Envanteri puan ortalaması, normal ve pre-obez gebelere göre anlamlı düzeyde olacak şekilde daha düşük bulunmuştur (p0,001).Sonuç: Maternal obezite prenatal bağlanma için bir risk faktörüdür ve prenatal bağlanma düzeyini düşürmektedir. Doğum öncesi dönemde ebe ve hemşireler; bakım verdikleri gebelerde maternal obezite konusunda dikkatli olmalı, risk faktörlerinin erken dönemde tespit ederek gerekli beslenme eğitimi vermeli ve gerekirse onları bir uzmana yönlendirmelidirler.
  • Öğe
    Ebelerin araştırma yapma ve araştırma sonuçlarını bakımda kullanma ile ilgili görüşlerinin incelenmesi
    (2018) Çankaya, Seyhan; Kaynar, Büşra Nur; Çöker, Gamze; Alp, Müslüme; Acar, Esra Döndünur; Bayrambey, Zeynep; Yiğit, Hilal
    Amaç: Araştırma, ebelerin araştırma yapma ve araştırma sonuçlarını bakımda kullanma ile ilgili görüşlerinin incelenmesi amacıyla tanımlayıcı olarak yapıldı.Gereç ve Yöntem: Araştırma, Konya il merkezine bağlı bir doğum evi, bir devlet hastanesi ve üç farklı aile sağlığı merkezinde çalışan ve araştırmaya katılmayı kabul eden toplam 104 ebe ile yapıldı. Araştırmanın verileri araştırmacılar tarafından hazırlanan bir soru formu ile toplandı. Veriler, frekans dağılımı ve yüzde oranları için ki-kare testi ve iki yüzde arasındaki farkın anlamlılık testi ile tanımlayıcı istatistikler olarak değerlendirildi.Bulgular: Araştırmada ebelerin %34,6'sının ebelikle ilgili bir araştırma sürecinde yer aldıkları ve %58,7'sinin araştırmalara katılmakta istekli oldukları, %86,1'inin (n31) verileri toplama kapsamında araştırma sürecinde yer aldıkları, %21,2'sinin ebelik bakımında araştırma sonuçlarından yararlandıkları, %63,5'inin ebelikle ilgili bilimsel toplantılara katıldığı, %26'sının ebelikle ilgili süreli bir yayın takip ettiği ve %15,4'ünün Ebeler Derneğine üye olduğu, %65,4'ünün bilgisayar kullanmayı bildikleri, %56,7'sinin orta seviyede yabancı dil bildikleri belirlendi. Bekâr, 35 yaş altı, lisans ve yüksek lisans mezunu, 10 yıl ve daha az süredir çalışan ebelerin bir araştırma sürecinde yer alma sıklıkları diğerlerine göre daha yüksek bulunmuş, aradaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu belirlenmiştir (p0,05).Sonuç: Ebelerin araştırma sürecinde çok fazla yer almamalarına rağmen, büyük bir kısmının araştırma yapmakta istekli oldukları belirlenmiştir. Ebelik hakkında yapılan çalışmaların ebelik bakım hizmet kalitesini yükselteceğine, yapılan çalışmaların ebeliğin bilimsel bir meslek olarak gelişmesine katkıda bulunacağına, ebelerin bağımsızlığını arttırarak, ebelik bakımında farklılıkları azaltacağına yönelik olumlu görüşleri bulunmaktadır. Özellikle, akademisyen ebelerin klinikte çalışan ebelerle birlikte araştırmalar planlayıp birlikte çalışmalar yapmalarını önermekteyiz.
  • Öğe
    Postpartum depresyonun maternal bağlanma üzerine etkisi
    (2017) Çankaya, Seyhan; Yılmaz, Sema Dereli; Can, Ruveyde; Kodaz, Neslihan Değerli
    Amaç: Bu çalışma, annelerin postpartum dönemde yaşadıkları depresyonun maternal bağlanma üzerine etkisini incelemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır.Gereç ve Yöntem: Çalışma Konya il merkezine bağlı altı farklı aile sağlığı merkezinde, doğum sonu 4-6 aylık dönemde olan, çalışmaya katılmayı kabul eden 227 gönüllü anne ile yapılmıştır. Verilerin toplanmasında; annelerin sosyo-demografik, obstetrik ve bebeklerine ait özelliklerini incelemek amacıyla anket formu, Maternal Bağlanma Ölçeği (MBÖ) ve Edinburgh Doğum Sonrası Depresyon Ölçeği (EDDÖ) kullanılmıştır. Veriler SPSS programı ile değerlendirilmiştir.Bulgular: İlk kez doğum yapan, normal vajinal yolla doğumunu yapan, kendi isteği ile gebe kalan ve ilk (tek) çocuk veya iki yaş ve üstü çocuğa sahip olan, bebeğini anne sütü ile besleyen, eşi ile aralarındaki ilişki durumu iyi olan, bebek bakımı konusunda eşi destek olan, sıkıntı durumunda konuşabileceği bir arkadaşı olan annelerin MBÖ toplam puan ortalamaları yüksek bulunurken, EDDÖ puan ortalamalarının düşük olduğu saptanmış, aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p0,05). Annelerin MBÖ puan ortalamaları 94,39,2, EDDÖ puan ortalamaları 9,75,6'dır.Sonuç: Sonuç olarak; postpartum depresyon maternal bağlanmayı olumsuz yönde etkilemektedir. Özellikle birinci basamakta çalışan sağlık personeli anne-bebek bağlanmasına olumsuz yönde etkileyebilecek faktörlerin farkında olmalı, annelerin postpartum dönemdeki bakım gereksinimlerinin öncelikli olarak ele alarak, annelik rolüne uyumları kolaylaştırmalı ve postpartum dönemdeki emosyonel sorunların azalmasına yardımcı olmalıdır
  • Öğe
    Jinekolojik kanser tedavisi sırasında yaşanan psikolojik sorunların kadının cinsel yaşamına etkisi
    (2015) Terzioğlu, Füsun; Alan, Hacer
    Jinekolojik kanser tedavi şekillerinden olan histerektomi, vulvektomi, total pelvik ekzantrasyonu, kemoterapi ve radyoterapi gibi işlemler kadınlarda beden imajı kaygıları, kanserin tekrarlama korkusu ve posttravmatik stres bozukluğu nedeniyle anksiyete ve depresyona neden olarak kadınların cinsel yaşamlarını olumsuz etkilemektedir. Bu cerrahi işlemler sonrasında yaşanan organ kayıpları kadınların eşine hoş görünmeyeceği, cinsel olarak çekiciliğinin azalacağı ve cinsel yaşamının bozulacağı gibi değişik duygular yaşamalarına yol açarken, anksiyete ve depresyona olan eğilimlerini arttırmaktadır. Kadınların yaşadıkları anksiyete, sempatik aktivitenin artmasına, parasempatik sinir sisteminin inhibisyonuna neden olarak, genital vazokonj esyonu azaltmakta ve cinsel uyarının bozulmasına yol açmaktadır. Vazokonjesyonun azalması kadında lubrikasyonun azalmasına, buna bağlı olarak disparoni ve vajinismus sorunlarına neden olarak çiftlerin cinsel yaşamını olumsuz etkilemektedir. Jinekolojik kanser tanısı almış hastalara bakım verme noktasında en avantajlı konumda olan kadın sağlığı hemşireleri, bakım sürecinde kadınların yaşadıkları psikolojik problemlerin ve cinsel sorunların farkında olmalı, cinselliği bakımın önemli bir parçası olarak ele almalıdırlar.
  • Öğe
    Prenatal anne - bebek bağlanması
    (2013) Dereli, Sema Yılmaz
    Bağlanma kavramının ışığında prenatal bağlanmanın incelenmesi önemlidir. Bağlanma, bebeğin çevresel tehlikelerden korunmak için annesine fi ziksel yakınlık sağlamaya çalışmasıyla açıklanmıştır. Maternal-fetal bağlanmanın nelerden etkilendiğini belirlemek amacıyla çeşitli çalışmalar yapılmış ve bağlanmanın doğumdan önce oluşmaya başladığı tespit edilmiştir. Maternal-fetal bağlanma düzeyinin doğum sonu dönemdeki anne - bebek etkileşimi, bebeğin ruhsal durumu ve bağlanma biçimi ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Annenin bebeğine gü- vensiz bağlanması ile çocuk istismarı, olumsuz sağlık davranışında bulunma ve annenin ruhsal sağlığı arasında ilişki olduğu ortaya konmuş- tur. Anne - bebek arasında güvensiz bağlanmanın gelişmesi ile bebekte psikolojik bozukluklar görülmesi arasında ilişki olduğu saptanmıştır. Bu bağlamda, ebe ve hemşirelerin antenatal bakım esnasında maternalfetal bağlanmayı değerlendirmesi ve bağlanma bozukluğunu tespit ederek uygun girişimlerde bulunması önemlidir. Bu derlemede, bağlanma ve prenatal bağlanma kavramları incelendi; ebe ve hemşirelerin prenatal bağlanmayı değerlendirmesi ve bağlanma bozukluğunu belirleyerek uygun girişimlerde bulunmadaki sorumlulukları ele alındı.
  • Öğe
    Kadınların sezaryen doğum tercihleri
    (2013) Demirgöz, Meltem Bal; Dereli, Sema Yılmaz; Kızılkaya, Nezihe Beji
    Sezaryen; normal doğum yapmanın önerilmediği ve normal doğumun güvenle tamamlanmasının mümkün olmadığı durumlarda ve doğumu takiben beklenen aşırı maternal ve/veya fetal morbidite riski söz konusu ise uygulanması gereken abdominal doğumdur. Sezaryen doğumun en önemli endikasyonları; zor doğum, anormal prezentasyon fetal sağlığın güvence altına alınamadığı durumlar ve başarısız indüksiyondur. Ancak, yalnızca bu endikasyonlar sezaryen hızının bu denli artmasına yol açmazlar. Dünya Sağlık Örgütü’nün tavsiyesi sezaryen oranlarının %10-15 oranını aşmamasıdır. Ancak birçok ülkede bu sınır kat kat aşılmıştır. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması sonuçları incelendiğinde; antenatal bakım ve doğum yaptırmanın yıllar içinde belirgin derecede ebe/hemşirelerden hekimlere geçtiği görülmektedir. Ülkemizdeki mevcut sağlık sisteminde ebe/hemşirelerin etkinliğinin azalması hekimin payını artırarak sezaryen doğum oranını artırmıştır. Tıbbi nedenler dışında bir endikasyonla sezaryen uygulamak etik değildir. Sezaryen ile doğum cerrahi bir girişim olup tıbbi gerekçelerle yapılması esastır ve vajinal doğumun kesinlikle bir alternatifi değildir. Zorunluluk olmadığı müddetçe rutin sezaryen girişimi etik olmamanın yanı sıra hem içinde ciddi sağlık riskleri barındırmakta hem de maliyeti artırarak ülke ekonomisine yük getirmektedir. Sezaryen oranlarının düşürülerek normal doğumun teşvik edilmesi gerekliliği, feto-maternal mortalite ve morbidite ve maddi yük açısından yadsınamaz bir gereksinimdir.