Ebelik/Makale Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 21
  • Öğe
    Hemşirelik Öğrencilerinin Toplumsal Cinsiyet Rolleri ile Kadına Yönelik Şiddete İlişkin Tutumlarının İncelenmesi
    (Selçuk Üniversitesi, 2019 Mart) Dikmen, Hacer Alan; Marakoğlu, Kamile
    Amaç: Çalışmamızın amacı, hemşirelik bölümü öğrencilerinin toplumsal cinsiyet rolleri ile kadına yönelik şiddete ilişkin tutumlarını incelemektir. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı türde olan çalışma, hemşirelik bölümünde toplam 618 öğrenci ile gerçekleştirilmiştir. Veriler Şubat-Mayıs 2018 tarihleri arasında veri toplama formu, Kadına Yönelik Şiddete İlişkin Tutum Ölçeği (ŞİTÖ) ve Toplumsal Cinsiyet Rolleri Tutum Ölçeği (TCRTÖ) ile toplanmıştır. Bulgular: Öğrencilerin yaş ortancası 20 (min-max= 17-36), TCRTÖ puan ortancası 150 (min-max= 61-190), ŞİTÖ puan ortancası 33.5 (minmax= 19-93)’dir. Öğrencilerin %51.8’i hayatlarında en az bir defa kadına yönelik şiddete tanık olmuş, %21.4’ü ise şiddete maruz kalmıştır. Öğrencilerin %6.5’i ders içeriği olarak kadına yönelik şiddet hakkında eğitim aldığını belirtirken, %80.3’ü ders müfredatlarına kadına yönelik şiddet dersinin eklenmesini istemektedir. Cinsiyet, yaşanılan yer, aile tipi, şiddete tanık olma ve şiddet eğitimi alma değişkenleri ile ŞİTÖ puan ortancası arasında (p<0.05), cinsiyet ile de TCRTÖ puan ortancası arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır (p<0.05). Öğrencilerin TCRTÖ ve ŞİTÖ puan ortancaları arasında orta düzeyde güçlü (rs= -0.68), anlamlı ve negatif yönlü bir korelasyon saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: Çalışma bulgularımıza göre öğrencilerin toplumsal cinsiyete yönelik tutumları eşitlikçi düzeye yaklaştıkça kadına yönelik şiddete karşı tutumları daha olumsuz olmaktadır. Kadına yönelik şiddet eğitiminin hemşirelere üniversite eğitimleri sırasında verilmesi ve toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin eğitim programlarının yapılması önerilebilir.
  • Öğe
    Ebe ve Hemşire Öğrencilerinde Tükenmişlik Düzeyi Ve Etkileyen Faktörler
    (Selçuk Üniversitesi, 2014) Kaya, Şerife Didem; Arıöz, Ayten
    Bu araştırma, Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik ve Hemşirelik Bölümü öğrencilerinin tükenmişlik düzeylerini ve bu düzeyleri etkileyen faktörleri saptamak amacıyla yapılmıştır. Tanımlayıcı tipteki bu çalışmanın verileri NisanMayıs 2012 tarihleri arasında toplanmıştır. Araştırmaya toplam 627 öğrenci katılmıştır. Veri toplama aracı olarak Maslach Tükenmişlik Ölçeği ve araştırmacılar tarafından geliştirilen kişisel bilgi formu kullanılmıştır. Kişisel bilgi formunda yer alan cinsiyet, medeni durum, öğrenim gördükleri bölüm, bölüm tercihinden memnun olup olmama durumu, sosyal etkinliklere katılım, not ortalamaları, sınıf düzeyleri, ailelerinin ikamet ettiği yer gibi değişkenlerle öğrencilerin tükenmişlik düzeyleri karşılaştırılmıştır. Maslach Tükenmişlik ölçeği ise duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve kişisel başarı hissi olmak üzere üç boyuttan oluşmaktadır. Araştırmanın istatistiksel analizleri SPSS 16,0 paket programında normal dağılım gösterip göstermemelerine göre Oneway ANOVA testi, Tukey HSD testi, Mann Whitney U testi, Kruskal Wallis ve student t testi kullanılarak yapılmıştır. Not ortalaması ile tükenmişlik düzeylerinin karşılaştırılmasında ise korelasyon analizi kullanılmıştır. Sonuçlar % 95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirilmiştir. Bu çalışmanın sonucunda hemşire ve ebe öğrencilerinin tükenmişlik düzeyleri ile bazı değişkenleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar bulunmuştur. Öğrencilerin öğrenim gördükleri bölüme göre tükenmişlik düzeyi incelendiğinde iki grup arasında fark bulunmuştur (p<0,05). Bu fark incelendiğinde hemşire öğrencilerinin duygusal tükenmişlik ve duyarsızlaşma puanlarının ebe öğrencilerine göre daha yüksek olduğu, kişisel başarı puanlarının ise daha düşük olduğu görülmektedir. Duygusal tükenme ile öğrencilerin sınıf düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmaktadır (p<0,05). Sınıf düzeyi arttıkça duygusal tükenmişlik düzeyi de artmaktadır. Öğrencilerin cinsiyete göre tükenmişlik düzeyleri incelendiğinde duygusal tükenmişlik düzeyi ile aralarında bir farklılık bulunmamıştır (p>0,05). Öğrencilerin medeni durumları, ekonomik durumları ve öğrencilerin doğup büyüdüğü yer incelendiğinde ise tükenmişlik düzeyleri arasında bir fark bulunmamıştır (p<0,05). Bulgular ebelik ve hemşirelik eğitiminin tükenmişlik sendromu açısından önemine vurgu yapmaktadır. Toplum sağlığının korunması ve geliştirilmesi, hasta bakım kalitesinin arttırılması için sağlık sektörünün temel yapı taşı olan hemşire ve ebe öğrencilerinin eğitimine önem verilmeli ve sosyal olarak desteklenmelidir.
  • Öğe
    Prekonsepsiyonel Dönemdeki Kadınların Sağlık Davranışları Değişim Aşamaları (Transteoretik Model): Randomize Kontrollü Çalışma
    (Selçuk Üniversitesi, 2021) Aksoy, Yasemin Erkal; Özentürk, Melek Gülsün
    Amaç: Prekonsepsiyonel bakım, gebelik planlayan ya da gebelik düşünmeyen bir kadının sağlığını, sağlık davranışlarını ve bilgilerini optimize etmek olarak tanımlanabilir. Bu çalışmanın amacı; hiç gebelik yaşamamış, gebelik düşünen kadınlara verilen eğitimin kadınlardaki sağlık davranışları değişim aşamalarına (transteoretik model) etkisinin incelenmesidir. Gereç ve Yöntem: Araştırma, randomize kontrollü eğitim müdahale çalışmasıdır. Örneklem büyüklüğü G*Power 3.1.7 programı ile her grupta en az 88 kadın olarak hesaplanmıştır. Çalışma 180 kadın ile sonlandırılmıştır. Merkeze gelen kadınlar örneklem kriterleri açısından değerlendirilmiş ve randomize örnekleme yöntemi ile iki gruba ayrılmıştır. İlk görüşmede tüm kadınlara: Tanıtıcı Bilgi Formu, Prekonsepsiyonel Risk Değerlendirme Formu, Değişim Aşamalarını Değerlendirme Formu, Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği-II, Genel Öz-Yeterlilik Ölçeği doldurtulmuştur. Girişim grubundaki kadınlara gebeliğe hazırlık eğitimi ve Prekonsepsiyonel Bakım Rehberi adlı bir rehber kitap verilmiştir. Kontrol grubundaki kadınlara eğitim verilmemiştir. Bulgular: Girişim grubunda yer alan kadınların; folik asit kullanma, düzenli fiziksel aktivite uygulama, yeterli ve dengeli beslenme açısından değişim aşamaları ön-son test sonuçlarına göre aralarında bulunan farkın istatistiksel olarak da anlamlı olduğu saptanmıştır. Sonuç: Prekonsepsiyonel dönemde verilen gebeliğe hazırlık eğitiminin, folik asit kullanımı, düzenli fiziksel aktivite, yeterli ve dengeli beslenme değişim aşamaları açısından etkili olduğu, ölçek puan ortalamalarında anlamlı artış sağladığı belirlenmiştir.
  • Öğe
    Views of Turkish people on oocyte and sperm donation
    (CUKUROVA UNIV, FAC MEDICINE, 2019) Şenol, Derya Kaya; Yılmaz, Sema Dereli; Bal, Meltem Demirgöz; Beji, Nezihe Kızılkaya; Çalışkan, Seval; Urman, Bülent
    Purpose: The aim of the study is to determine the views of the Turkish people on oocyte/sperm donation. Materials and Methods: Following informed consent, a questionnaire was given to women and their spouses who presented to obstetrics and gynecology outpatient clinics of a university hospital. The data collection form consists of 35 questions about the demographics of the participants and their thoughts about oocyte/sperm donation. A total of 428 women, including 323 women and 105 men, agreed to participate in the sampling study. Results Sixty-four-point three percent of the women and 71.4% of males found use of donated oocytes/sperms in infertile couples unacceptable. Sixty-three-point one percent of the participants said that both couples receiving, and those donating oocytes/sperms should get counseling. Twenty-one point-five percent of the participants approved of infertile couples' receiving oocytes/sperms donated by their relatives (e.g. sister) and friends and 31,8% agreed about getting them from strangers. Eighty-eight-point seven percent of the primary school graduates, 73.4% of the university graduates and postgraduates, 76.7% of the employed participants, 86.2% of the participants with an income lower than their expenses and 85.1% of the participants with live children reported to unaccept donated sperms if their spouses had a problem preventing them from having a child. Conclusion: More than half of the participants declared that it was not appropriate to have children through infertile-donated oocyte/sperm.
  • Öğe
    The effect of reflexology on lactation and postpartum comfort in caesarean-delivery primiparous mothers: a randomized controlled study
    (WILEY, 2019) Çankaya, Seyhan; Ratwisch, Gulay
    Aim This study aimed to investigate the effect of reflexology on lactation and postpartum comfort in primiparas giving births through caesarean section. Methods This randomized controlled trial was conducted in 100 women with first birth through caesarean section between May 2016 and May 2017. Expectant mothers were randomly included into an intervention and a control group. The intervention group consisted of mothers in whom reflexology was performed three times per day at every eight hours for 30 min for 3 days. Results The mean scores of the breastfeeding chart system and breastfeeding satisfaction scores of the mothers in the intervention group were significantly higher than those of the controls, and the first lactation period of the mothers in the intervention group was shorter than that of the controls. Mean breast-tension, breast-heat, and breast-pain scores were similar in both groups on day 1; however, a significant increase was seen the intervention group on days 2 and 3, compared to those in the controls. The mean scores of the Postpartum Comfort Questionnaire in the intervention group were significantly better than those of the controls. Conclusions Reflexology starts lactation earlier in mothers giving birth via caesarean section, supports the breastfeeding period, and increases mothers' postpartum comfort.
  • Öğe
    Effects of reflexology and progressive muscle relaxation on pain, fatigue, and quality of life during chemotherapy in gynecologic cancer patients
    (ELSEVIER SCIENCE INC, 2019) Dikmen, Hacer Alan.; Terzioglu, Fusun.
    Purpose: Our aim was to investigate the effect of reflexology and progressive muscle relaxation (PMR) exercises on pain, fatigue, and quality of life (QoL) of gynecologic cancer patients during chemotherapy. Methods: Eighty participants were randomly assigned to one of four groups: reflexology, progressive muscle relaxation (PMR) exercises, both (reflexology + PMR), or a control group. Data were collected with a general data collection form, Brief Pain and Fatigue inventories, and Multidimensional Quality-of-Life Scale-Cancer. Results: In reflexology and reflexology + PMR groups, a significant decrease in pain severity and fatigue and an increase in QoL were found (p < .05). In the PMR alone group, pain severity and fatigue decreased significantly (p < .05), but there was no significant change identified in QOL (p > .05). Conclusions: Reflexology and PMR exercises given to gynecologic cancer patients during chemotherapy were found to decrease pain and fatigue and increase QoL. (C) 2019 American Society for Pain Management Nursing. Published by Elsevier Inc. All rights reserved.
  • Öğe
    Ebelik öğrencilerinin fiziksel aktivite ve akademik başarı durumlarının incelenmesi
    (2019) Aksoy, Yasemin Erkal; Çatalgöl, Şeyma; Çolak, Melek Balçık; Yeşil, Yeşim; Karapolat, Hale
    Amaç: Araştırma, Balıkesir, Konya, İzmir olmak üzere üç şehirdeki lisans eğitimine devam eden ebelik bölümü öğrencilerinin yıl sonu başarı puanı ile fiziksel aktivite arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla tanımlayıcı türde yapılmıştır.Materyal-Metod: Araştırma evrenini Konya, Balıkesir ve İzmir illerindeki devlet üniversitesi ebelik bölümü birinci sınıfta öğrenim gören 234 öğrenci oluşturmuştur. Araştırmanın verileri literatür taranarak hazırlanan öğrencilerin sosyo-demografiközelliklerini içeren anket formu ile Uluslararası Fiziksel Aktivite Değerlendirme Anketi Kısa Formu kullanılarak toplanmıştır.Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerin yaş ortancası 19.0 (min18.0, max28.0), beden kütle indeksleri ortancası 20.83(min15.78, max31.74) olarak saptanmıştır. Ebelik birinci sınıf öğrencilerinin %6.8’inin sigara ve %11.5’inin alkol kullandığı saptanmıştır. Sigara kullanma durumları ile yaş, vücut ağırlığı, boy, başarı puanı, toplam MET (Metabolik Eşdeğer)değeri ve beden kütle indeksi arasında anlamlı bir fark olmadığı saptanmıştır (p0.05). Ebelik öğrencilerinin başarı puanları ile düzenli fiziksel aktivite yapma durumları (toplam MET skoru), beden kütle indeksi, vücut ağırlıkları karşılaştırıldığında aralarında anlamlı bir ilişki olmadığı saptanmıştır (p0.05).Sonuç: Çalışmanın üniversite birinci sınıf öğrencilerinde yapılmış olması nedeniyle bir adaptasyon süreci yaşadıkları vebu nedenle düzenli fiziksel aktivite yapamadıkları görülmüştür. Çalışmanın daha fazla sayıda, farklı yaş grupları ve farklısınıflarda tekrarlanması önerilmektedir.
  • Öğe
    Ebelerin araştırma yapma ve araştırma sonuçlarını bakımda kullanma ile ilgili görüşlerinin incelenmesi
    (2018) Çankaya, Seyhan; Kaynar, Büşra Nur; Çöker, Gamze; Alp, Müslüme; Acar, Esra Döndünur; Bayrambey, Zeynep; Yiğit, Hilal
    Amaç: Araştırma, ebelerin araştırma yapma ve araştırma sonuçlarını bakımda kullanma ile ilgili görüşlerinin incelenmesi amacıyla tanımlayıcı olarak yapıldı.Gereç ve Yöntem: Araştırma, Konya il merkezine bağlı bir doğum evi, bir devlet hastanesi ve üç farklı aile sağlığı merkezinde çalışan ve araştırmaya katılmayı kabul eden toplam 104 ebe ile yapıldı. Araştırmanın verileri araştırmacılar tarafından hazırlanan bir soru formu ile toplandı. Veriler, frekans dağılımı ve yüzde oranları için ki-kare testi ve iki yüzde arasındaki farkın anlamlılık testi ile tanımlayıcı istatistikler olarak değerlendirildi.Bulgular: Araştırmada ebelerin %34,6'sının ebelikle ilgili bir araştırma sürecinde yer aldıkları ve %58,7'sinin araştırmalara katılmakta istekli oldukları, %86,1'inin (n31) verileri toplama kapsamında araştırma sürecinde yer aldıkları, %21,2'sinin ebelik bakımında araştırma sonuçlarından yararlandıkları, %63,5'inin ebelikle ilgili bilimsel toplantılara katıldığı, %26'sının ebelikle ilgili süreli bir yayın takip ettiği ve %15,4'ünün Ebeler Derneğine üye olduğu, %65,4'ünün bilgisayar kullanmayı bildikleri, %56,7'sinin orta seviyede yabancı dil bildikleri belirlendi. Bekâr, 35 yaş altı, lisans ve yüksek lisans mezunu, 10 yıl ve daha az süredir çalışan ebelerin bir araştırma sürecinde yer alma sıklıkları diğerlerine göre daha yüksek bulunmuş, aradaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu belirlenmiştir (p0,05).Sonuç: Ebelerin araştırma sürecinde çok fazla yer almamalarına rağmen, büyük bir kısmının araştırma yapmakta istekli oldukları belirlenmiştir. Ebelik hakkında yapılan çalışmaların ebelik bakım hizmet kalitesini yükselteceğine, yapılan çalışmaların ebeliğin bilimsel bir meslek olarak gelişmesine katkıda bulunacağına, ebelerin bağımsızlığını arttırarak, ebelik bakımında farklılıkları azaltacağına yönelik olumlu görüşleri bulunmaktadır. Özellikle, akademisyen ebelerin klinikte çalışan ebelerle birlikte araştırmalar planlayıp birlikte çalışmalar yapmalarını önermekteyiz.
  • Öğe
    Üniversitedeki kadın öğrencilerde yaşanan flört şiddeti ile anksiyete ve umutsuzluk düzeyleri arasındaki ilişki
    (2018) Dikmen, Hacer Alan; Özaydın, Tuba; Dereli, Sema Yılmaz
    Amaç: Bu çalışma, üniversitede öğrenim gören kadın öğrencilerin flört şiddetine maruz kalma durumları ile anksiyete ve umutsuzluk düzeyleri arasındaki ilişkiyi saptamayı amaçlamaktadır.Gereç ve Yöntemler: Çalışma tanımlayıcı ve kesitsel tiptedir. Veriler, Aralık 2013 ile Mayıs 2014 tarihleri arasında çalışmaya katılmayı kabul eden ve romantik bir ilişkisi olan 500 kadın üniversite öğrencisinden öz bildirime dayalı olarak toplanmıştır. Verilerin toplanmasında öğrencilerin sosyo-demografik özellikleri ile şiddete maruz kalma durumlarını değerlendiren anket formu ile Beck Anksiyete ve Beck Umutsuzluk Ölçeği kullanılmıştır. Verilerin analizinde; sayı, yüzde, ortalama, standart sapma ve Mann-Whitney U testi kullanılmıştır. Araştırma öncesinde tüm yerel ve etik izinler alınmıştır.Bulgular: Çalışmaya katılan kadın öğrencilerin yaş ortalaması 21,051,81, partnerlerinin yaş ortalaması ise 22,992,91'dir. Partneri tarafından kadın öğrencilerin %88'i duygusal, %22,2'si sözel, %21,4'ü ekonomik, %16,4'ü fiziksel, %7,2'si cinsel şiddete maruz kalmıştır. Öğrencilerin anksiyete düzeyleri ile duygusal, sözel, cinsel ve ekonomik şiddete maruz kalma durumları arasında anlamlı bir ilişki varken (p0,05), umutsuzluk düzeyleri ile sözel, fiziksel, cinsel ve ekonomik şiddete maruz kalma durumları arasında da anlamlı bir ilişki vardır (p0,05).Sonuç: Kadın öğrenciler arasında tüm şiddet çeşitleri görülme oranları yüksektir ve bu durum öğrencilerin anksiyete düzeylerini yükseltmektedir. Şiddete rağmen, öğrencilerin umutsuzluk düzeyleri ise düşüktür. Bu durum, bekâr gençlerde şiddet olaylarının umutsuzluk düzeylerini çok fazla etkilemediğini düşündürmektedir.
  • Öğe
    Maternal obezitenin prenatal bağlanma üzerine etkisi
    (2018) Dikmen, Hacer Alan; Çankaya, Seyhan
    Amaç: Maternal obezite önemli bir halk sağlığı problemidir ve üreme dönemindeki kadın yaş grubunda sıklıkla görülmektedir. Bu çalışmada maternal obezitenin prenatal bağlanma üzerine etkisi araştırılmıştır.Gereç ve yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki çalışmaya son trimestırda olan 400 gebe kadın alınmıştır. Veriler Konya'da bir kadın-doğum ve çocuk hastanesine başvuran gebelerden 14 Kasım 2016 ile 23 Ocak 2017 tarihleri arasında toplanmıştır. Veri toplama aracı olarak gebelerin sosyo-demografik ve obstetrik özelliklerini içeren anket formu ve Prenatal Bağlanma Envanteri kullanılmıştır. İstatistiksel analizlerde ortalama, standart sapma, yüzde, tek yönlü varyans analizi (ANOVA), iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (independent sample t test) kullanılmıştır.Bulgular: Çalışmaya katılan gebelerin yaş ortalaması 28,416,23'dür. Gebelerin %63,3'ünün eğitim durumu ilkokul ve altıdır, %83'ü çalışmamaktadır ve %76'sı gebeliği istemiştir. Gebelerin Beden Kitle İndeks ortalaması 28,143,63, Prenatal Bağlanma Envanteri puan ortalaması ise 61,240,49'dur. Obez gebelerin Prenatal Bağlanma Envanteri puan ortalaması, normal ve pre-obez gebelere göre anlamlı düzeyde olacak şekilde daha düşük bulunmuştur (p0,001).Sonuç: Maternal obezite prenatal bağlanma için bir risk faktörüdür ve prenatal bağlanma düzeyini düşürmektedir. Doğum öncesi dönemde ebe ve hemşireler; bakım verdikleri gebelerde maternal obezite konusunda dikkatli olmalı, risk faktörlerinin erken dönemde tespit ederek gerekli beslenme eğitimi vermeli ve gerekirse onları bir uzmana yönlendirmelidirler.
  • Öğe
    Postpartum depresyonun maternal bağlanma üzerine etkisi
    (2017) Çankaya, Seyhan; Yılmaz, Sema Dereli; Can, Ruveyde; Kodaz, Neslihan Değerli
    Amaç: Bu çalışma, annelerin postpartum dönemde yaşadıkları depresyonun maternal bağlanma üzerine etkisini incelemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır.Gereç ve Yöntem: Çalışma Konya il merkezine bağlı altı farklı aile sağlığı merkezinde, doğum sonu 4-6 aylık dönemde olan, çalışmaya katılmayı kabul eden 227 gönüllü anne ile yapılmıştır. Verilerin toplanmasında; annelerin sosyo-demografik, obstetrik ve bebeklerine ait özelliklerini incelemek amacıyla anket formu, Maternal Bağlanma Ölçeği (MBÖ) ve Edinburgh Doğum Sonrası Depresyon Ölçeği (EDDÖ) kullanılmıştır. Veriler SPSS programı ile değerlendirilmiştir.Bulgular: İlk kez doğum yapan, normal vajinal yolla doğumunu yapan, kendi isteği ile gebe kalan ve ilk (tek) çocuk veya iki yaş ve üstü çocuğa sahip olan, bebeğini anne sütü ile besleyen, eşi ile aralarındaki ilişki durumu iyi olan, bebek bakımı konusunda eşi destek olan, sıkıntı durumunda konuşabileceği bir arkadaşı olan annelerin MBÖ toplam puan ortalamaları yüksek bulunurken, EDDÖ puan ortalamalarının düşük olduğu saptanmış, aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p0,05). Annelerin MBÖ puan ortalamaları 94,39,2, EDDÖ puan ortalamaları 9,75,6'dır.Sonuç: Sonuç olarak; postpartum depresyon maternal bağlanmayı olumsuz yönde etkilemektedir. Özellikle birinci basamakta çalışan sağlık personeli anne-bebek bağlanmasına olumsuz yönde etkileyebilecek faktörlerin farkında olmalı, annelerin postpartum dönemdeki bakım gereksinimlerinin öncelikli olarak ele alarak, annelik rolüne uyumları kolaylaştırmalı ve postpartum dönemdeki emosyonel sorunların azalmasına yardımcı olmalıdır
  • Öğe
    Jinekolojik kanser tedavisi sırasında yaşanan psikolojik sorunların kadının cinsel yaşamına etkisi
    (2015) Terzioğlu, Füsun; Alan, Hacer
    Jinekolojik kanser tedavi şekillerinden olan histerektomi, vulvektomi, total pelvik ekzantrasyonu, kemoterapi ve radyoterapi gibi işlemler kadınlarda beden imajı kaygıları, kanserin tekrarlama korkusu ve posttravmatik stres bozukluğu nedeniyle anksiyete ve depresyona neden olarak kadınların cinsel yaşamlarını olumsuz etkilemektedir. Bu cerrahi işlemler sonrasında yaşanan organ kayıpları kadınların eşine hoş görünmeyeceği, cinsel olarak çekiciliğinin azalacağı ve cinsel yaşamının bozulacağı gibi değişik duygular yaşamalarına yol açarken, anksiyete ve depresyona olan eğilimlerini arttırmaktadır. Kadınların yaşadıkları anksiyete, sempatik aktivitenin artmasına, parasempatik sinir sisteminin inhibisyonuna neden olarak, genital vazokonj esyonu azaltmakta ve cinsel uyarının bozulmasına yol açmaktadır. Vazokonjesyonun azalması kadında lubrikasyonun azalmasına, buna bağlı olarak disparoni ve vajinismus sorunlarına neden olarak çiftlerin cinsel yaşamını olumsuz etkilemektedir. Jinekolojik kanser tanısı almış hastalara bakım verme noktasında en avantajlı konumda olan kadın sağlığı hemşireleri, bakım sürecinde kadınların yaşadıkları psikolojik problemlerin ve cinsel sorunların farkında olmalı, cinselliği bakımın önemli bir parçası olarak ele almalıdırlar.
  • Öğe
    Prenatal anne - bebek bağlanması
    (2013) Dereli, Sema Yılmaz
    Bağlanma kavramının ışığında prenatal bağlanmanın incelenmesi önemlidir. Bağlanma, bebeğin çevresel tehlikelerden korunmak için annesine fi ziksel yakınlık sağlamaya çalışmasıyla açıklanmıştır. Maternal-fetal bağlanmanın nelerden etkilendiğini belirlemek amacıyla çeşitli çalışmalar yapılmış ve bağlanmanın doğumdan önce oluşmaya başladığı tespit edilmiştir. Maternal-fetal bağlanma düzeyinin doğum sonu dönemdeki anne - bebek etkileşimi, bebeğin ruhsal durumu ve bağlanma biçimi ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Annenin bebeğine gü- vensiz bağlanması ile çocuk istismarı, olumsuz sağlık davranışında bulunma ve annenin ruhsal sağlığı arasında ilişki olduğu ortaya konmuş- tur. Anne - bebek arasında güvensiz bağlanmanın gelişmesi ile bebekte psikolojik bozukluklar görülmesi arasında ilişki olduğu saptanmıştır. Bu bağlamda, ebe ve hemşirelerin antenatal bakım esnasında maternalfetal bağlanmayı değerlendirmesi ve bağlanma bozukluğunu tespit ederek uygun girişimlerde bulunması önemlidir. Bu derlemede, bağlanma ve prenatal bağlanma kavramları incelendi; ebe ve hemşirelerin prenatal bağlanmayı değerlendirmesi ve bağlanma bozukluğunu belirleyerek uygun girişimlerde bulunmadaki sorumlulukları ele alındı.
  • Öğe
    Kadınların sezaryen doğum tercihleri
    (2013) Demirgöz, Meltem Bal; Dereli, Sema Yılmaz; Kızılkaya, Nezihe Beji
    Sezaryen; normal doğum yapmanın önerilmediği ve normal doğumun güvenle tamamlanmasının mümkün olmadığı durumlarda ve doğumu takiben beklenen aşırı maternal ve/veya fetal morbidite riski söz konusu ise uygulanması gereken abdominal doğumdur. Sezaryen doğumun en önemli endikasyonları; zor doğum, anormal prezentasyon fetal sağlığın güvence altına alınamadığı durumlar ve başarısız indüksiyondur. Ancak, yalnızca bu endikasyonlar sezaryen hızının bu denli artmasına yol açmazlar. Dünya Sağlık Örgütü’nün tavsiyesi sezaryen oranlarının %10-15 oranını aşmamasıdır. Ancak birçok ülkede bu sınır kat kat aşılmıştır. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması sonuçları incelendiğinde; antenatal bakım ve doğum yaptırmanın yıllar içinde belirgin derecede ebe/hemşirelerden hekimlere geçtiği görülmektedir. Ülkemizdeki mevcut sağlık sisteminde ebe/hemşirelerin etkinliğinin azalması hekimin payını artırarak sezaryen doğum oranını artırmıştır. Tıbbi nedenler dışında bir endikasyonla sezaryen uygulamak etik değildir. Sezaryen ile doğum cerrahi bir girişim olup tıbbi gerekçelerle yapılması esastır ve vajinal doğumun kesinlikle bir alternatifi değildir. Zorunluluk olmadığı müddetçe rutin sezaryen girişimi etik olmamanın yanı sıra hem içinde ciddi sağlık riskleri barındırmakta hem de maliyeti artırarak ülke ekonomisine yük getirmektedir. Sezaryen oranlarının düşürülerek normal doğumun teşvik edilmesi gerekliliği, feto-maternal mortalite ve morbidite ve maddi yük açısından yadsınamaz bir gereksinimdir.
  • Öğe
    The influence of social support on maternal-infant attachment in Turkish society
    (2013) Alan, Hacer; Ege, Emel
    Amaç: Çalışmanın amacı doğum sonrası dönemde sosyal desteğin anne-bebek bağlanması üzerine etkisini incelemek ve risk faktörlerini belirlemektir. Yöntem: Tanımlayıcı türdeki araştırmanın örneklemini 2009 yılında doğum yapan, 4-6 aylık bebeği olan 135 anne oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında anket formu, “Maternal Bağlanma Ölçeği” ve “Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği” kullanılmıştır. Verilerin analizinde yüzde, ortalama, standart sapma, Mann Whitney U testi, Kruskal Wallis Varyans Analizi, Spearman Korelasyon Analizi, Multiple Regresyon Analizi kullanılmıştır. Bulgular: Annelerin Maternal Bağlanma Ölçeği puan ortalamaları 96,539,25’dir. Annelerin Maternal Bağlanma Ölçeği puan ortalaması ile Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği puan ortalaması arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır (p0,05). Annelerin uzun süre yaşadıkları yer, sosyal güvence varlığı, annelerin gebeliği istemesi, bebeğin anneyi yabancılardan ayırt etmesi, bebekte sonradan oluşan sağlık probleminin varlığı, annenin eşiyle genel ilişki durumu, bebek bakımında anneye eşin ailesinin desteği ve Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği toplam puanının, doğum sonu dönemde anne- bebek bağlılığını %46,9 oranında açıkladığı saptanmıştır Sonuç: Doğum sonu dönemde annelerin algıladıkları sosyal destek ile anne-bebek bağlılığı arasında anlamlı ilişki olduğu saptanmıştır.
  • Öğe
    Prenatal bağlanma envanterinin Türkçe’ye uyarlanması: Güvenilirlik ve geçerlilik çalışması
    (2013) Yılmaz, Sema Dereli; Beji, Nezihe Kızılkaya
    Amaç: Çalışmanın amacı Muller tarafından geliştirilen “Prenatal Bağlanma Envanteri”nin Türkçe formunun geçerli ve güvenilir bir araç olup olmadığını incelemektir. Yöntem: Metodolojik türde yapılan çalışmanın verileri İstanbul’da bulunan bir üniversite hastanesinde Ocak - Ekim 2009 tarihleri arasında, 20 hafta ve üzeri gebe olan 210 kadından toplanmıştır. Ölçeğin geçerliliğine yönelik çeviri ve kapsam geçerliliği çalışmaları yapılmış, güvenilirliğine yönelik de iç tutarlılık ve madde toplam puan korelasyonları incelenmiştir. Çalışmanın yapılabilmesi için etik onay alınmıştır. Bulgular: Ölçek kapsam geçerliliğini değerlendirmek üzere on öğretim üyesinin görüşüne sunulmuş ve gelen öneriler doğrultusunda son şekli verilmiştir. Ölçeğin maddelerinin madde-toplam puan korelasyon güvenilirlik katsayıları r0.36 ile 0.68 arasında olup aralarında pozitif yönde, güçlü ve istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır (p0.001). Ölçeğin iç tutarlılık analizinde Cronbach alfa güvenirlik katsayısı 0.84 olarak bulunmuştur. Ölçeğin zamana göre değişmezliğini değerlendirmek için test- tekrar test analizi yapılmış ve her iki uygulama arasında fark olmadığı tespit edilmiştir (p0.05). Sonuç: “Prenatal Bağlanma Envanteri”nin Türkçe formu ülkemizde gebeler ile yapılacak araştırmalarda kullanılabilecek geçerli ve güvenilir bir araçtır.
  • Öğe
    Nutrition Habits and Blood Test Results of Preeclamptic and Healthy Pregnant Women
    (2012) Gülşen, Sema; Güner, Ahmet
    Preeclampsia is a syndrome and complicates pregnancy. The purpose of this study was to determine the effect of nutrition on the etiology of preeclampsia. In this research, economic and social status, nutrition habits and medical biochemistry test results of the preeclamptic and healthy pregnant women were compared. A total 155 healthy pregnant women in the second trimester and 92 preeclamptic pregnant women were given a questionnaire containing questions related to social and economic situation and nutrition habits. Body mass index, blood pressure and laboratory analysis of blood and urine samples were also investigated. Majority of the preeclamptic women had low education and income. They consumed less meat and dairy products and more bread and legumes than healthy counterparts. Moreover, systolic and diastolic blood pressure values were greater thrombocyte count, calcium, protein and albumin levels were lower and urea, creatinine and liver enzyme (SGOT, SGPT and LDH) levels were higher for preeclamptic women than for healthy pregnant women. In conclusion, possibly in association with economical and educational statuses, women who consume less animal origin proteins and excess carbohydrates are at risk for preeclampsia.
  • Öğe
    Views of Turkish Health Professionals on Gamete Donation
    (OXFORD UNIV PRESS, 2012) Demirgöz Bal, Meltem; Dereli Yılmaz, Sema; Kızılkaya Beji, Nezihe; Çalışkan, Seval; Urman, Bülent
    Amaç: Bu çalışmanın amacı, Türk halkının oosit / sperm bağışı hakkındaki görüşlerini belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı kesitsel tipteki bu çalışma bir üniversite hastanesinin kadın hastalıkları ve doğum polikliniğine, kadınlar ve eşlerine veri toplama formu uygulanarak yürütüldü. Veri toplama formu katılımcıların demografik özelliklerine ve oosit/sperm bağışı hakkındaki düşüncelerine ilişkin 35 sorudan oluşmaktadır. Örnekleme çalışmaya katılmayı kabul eden 323'ü kadın, 105'i erkek toplam 428 kişi dahil edildi. Bulgular: Kadınların %64.3’ü, erkeklerin %71.4’ü infertile çiftlerde bağışlanmış oosit/sperm kullanımını uygun bulmadığını belirtti. Katılımcıların %63.0’ü, oositler/sperm bağışçılarının ve bağışı kabul edenlerin danışmanlık alması gerektiğini söyledi. Uygun bulan kişilerin %21.5’i akraba (örneğin kızkardeşi) ve arkadaş tarafından yapılan oosit/sperm bağışını uygun bulurken, %31.8'i yabancılardan almayı uygun bulmaktadır. İlkokul mezunlarının %88.7’si, üniversite ve üzeri düzeyde mezunların %73.4'ü, çalışanların %76.7'si, gelirleri giderlerinden daha düşük olanların%86.2'si ve yaşayan çocuğu olanların %77,1'i eşlerinde çocuk sahibi olmayı engelleyen bir problem varlığında bağışlanan oosit/sperm yoluyla çocuk sahibi olmayı kabul etmeyeceklerini belirttiler. Sonuç: Katılımcıların yarıdan fazlası, infertilitede bağışlanmış oosit/sperm yoluyla çocuk sahibi olmasını uygun bulmadığını beyan etmiştir.
  • Öğe
    Anne adaylarının fetüs hakları konusundaki bilgi durumları
    (2012) Biçer, Sevil; Şahin, Filiz; Alan, Hacer; Karakuş, Dilek; Çelik, Gülşah
    Amaç: Bu çalışma anne adaylarının fetüs hakları konusundaki bilgi durumlarını incelemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Çalışma tanımlayıcı türdedir. Araştırmanın örneklemini, 7 Ekim–30 Aralık 2009 tarihlerinde İç Anadolu Bölgesi’ndeki bir ilimizde bulunan Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi’ne başvuran 264 gebe oluşturmuştur. Araştırmada araştırmacılar tarafından ilgili literatür temel alınarak oluşturulan 28 soruluk anket formu kullanılmıştır. Verilerin analizinde sayı, yüzde, aritmetik ortalama kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmamıza katılan anne adaylarının % 40,9’u 20-24 yaş grubunda, % 36,3’ü lise mezunu ve % 81,8’i ev hanımıdır. Anne adaylarının % 12,1’i daha önce küretaj olmuştur. Anne adaylarının % 56,1’i “istek halinde ve gerekli şartların varlığında, 10. haftaya kadar olan gebeliklerin sonlandırılabileceğini düşünmektedirler. Anne adaylarının % 65,1’i her fetüsün canlı doğma hakkına sahip olduğunu kabul etmişlerdir. Anne adaylarının % 63,6’sı yaşamla bağdaşmayan anomaliler ile karşılaşıldığında 10-22. gebelik haftaları arasında gebeliğin sonlandırılmasının etik olduğunu düşünmektedirler. Sonuç: Anne adayları, fetüsün sahip olduğu haklar konusunda yeterli bilgiye sahip değildir. Bu anlamda sağlık profesyonelleri, anne adaylarını bilgilendirerek farkındalık oluşturabilirler.
  • Öğe
    Gebelerin Stresle Başa Çıkma, Depresyon ve Prenatal Bağlanma Düzeyleri ve Bunları Etkileyen Faktörler
    (2010) Yılmaz, Sema Dereli; Beji, Nezihe Kızılkaya
    Amaç: Bu çalışmanın amacı gebelerin stresle başa çıkma tarzları, depresif semptomları, prenatal bağlanma düzeyleri ve bunları etkileyen faktörleri belirlemektir. Yöntem: Araştırma İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi Perinatoloji polikliniğine başvuran 342 gebeyle yapıldı. Verilerin toplanmasında Gebe Tanıtım Formu, Epidemiyolojik Araştırmalar Merkezi Depresyon Skalası (EAMDS), Prenatal Bağlanma Envanteri (PBE) kullanıldı. Veriler araştırmacı tarafından karşılıklı görüşme yöntemi ile toplandı. Tanımlayıcı ve kesitsel tipte bir çalışmadır. Bulgular: Kadınların % 53,5’inin EAMDS puanı 16 ve üzerindeydi. PBE puan ortalamaları ise 60,710,1 idi. Gebelerin stresle başa çıkma tarzı alt boyut puanları; boyun eğici yaklaşım 1,00,5, çaresiz yaklaşım 1,10,5, kendine güvenli yaklaşım 2,00,5, iyimser yaklaşım 1,70,5, sosyal destek arama 1,90,6 idi. Otuz beş yaş ve üzerinde olanların PBE puanları daha düşüktü (p0,05). İlköğrenim mezunu ve çalışmayan gebelerin EAMDS puanı yüksek (p0,001) PBE puanı düşüktü (p0,005). Çalışan gebeler daha fazla sosyal destek aramaktaydı (p0,001). Çalışmayan gebeler çaresiz (p0,001) ve boyun eğici (p0,001) başa çıkma tarzını daha fazla kullanmaktaydı. Primiparların (p0,001) ve çocuğu olmayanların (p0,001) PBE puanı daha yüksekti. Sonuç: Otuzbeş yaş ve üzerinde gebe kalan, öğrenim düzeyi düşük olan, çalışmayan, gebeliği planlı olmayan ve multipar gebelerin bağlanma düzeyleri daha düşük seviyededir. Geliri giderinden az, öğrenim düzeyi düşük ve gebeliğini sonlandırmayı düşünen kadınlar daha fazla depresif belirti göstermekte ve stresle başa çıkma tarzı olarak boyun eğici ve çaresiz yaklaşımı kullanmaktadır.