Dergi Yayın Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 1115
  • Öğe
    Keşan Yöresi Tarihi Mezar Taşları
    (Selçuk Üniversitesi, 2023 Ağustos) Karademir, Murat; Kunt, İbrahim; Demirtaş, Melike
    Türk sanatının en küçük anıtlarından biri olan mezar taşları, inşa edildikleri dönemin kültürünü, sanat zevkini, sosyal ve ekonomik durumunu yansıtması, şehirlerin geçmişine ışık tutması bakımından oldukça önemlidir. Anadolu’nun çoğu yerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmış olan Edirne’de de mezar taşları hızla bozulmaya başlamıştır. Bu bozulmalardan daha çok mezarlıklar etkilenmekte, cami hazireleri biraz daha iyi durumdadır. Hazire ve mezar taşlarına karşı ilgi ve sorumluluk son dönemde büyük gelişmeler kaydetmiştir. Bu konu ile ilgili yayınlarda giderek çoğalmıştır. Bir yerleşim yerinin tarihi seyrini izleyebilmek adına mezar taşları oldukça önemli bir yere sahip olup Keşan’daki mezar taşları da bu bölgenin tarihi seyrini sunmaktadır. Çalışmamız Keşan ilçe merkezinde yer alan Hersekzade Ahmet Paşa, Bekir Varnalı ve Hacı Mehmet Ağa Camilerinin hazirelerinde bulunan mezar taşları ile Keşan ilçe merkezine 34 km uzaklıkta bulunan Erikli Köyü Mezarlığı ile ilçe merkezinde yer alan Tepe Mezarlığında tespit edilmiş mezar taşlarını kapsamaktadır. İncelenen mezar taşlarından en erken tarihlisi H. 925/ M.1519 en geç tarihlisi ise H. 1332/ M.1913-14 yıllarına aittir. Türk sanatında yüzyıllara göre ortaya çıkan motif, kompozisyon ve üslup, gelişim ve değişimlerini Keşan yöresindeki mezar taşlarında görmek mümkündür. Bu açıdan çalışma Keşan’ın Osmanlı tarihine de ışık tutmak adına önemlidir.
  • Öğe
    Pakistanlı ve Hindistanlı Seyyahların Seyahatnamelerinde Konya Kültürü
    (Selçuk Üniversitesi, 2023 Ağustos) Durgun, Recep
    Urdu edebiyatında seyahatname türü her ne kadar yeni bir tür olsa da son asırda hatırı sayılır bir birikime sahiptir. Seyahatnameler seyahat edilen bölge ilgili önemli bir bilgi kaynağıdır. Bu eserler kültürler arası etkileşimde de önemli bir rol oynamaktadır. Pakistanlı ve Hindistanlı seyyahların XX. yüzyılda Türkiye’ye olan ilgileri artmıştır. Pakistan ve Hindistan’dan gelen seyyahların çoğu İstanbul’dan sonra en çok Konya’yı ziyaret etmişlerdir. Bunun en önemli sebebi Mevlana Celaleddin Rumi’ye olan sevgi ve bağlılıklarıdır. Bu seyyahların Konya’yı ziyaretinin temel amacı Rumi’nin türbesinin ziyaret ederek sevap kazanmaktır. Dolayısıyla Pakistanlı ve Hindistanlı seyyahların Türkiye seyahatnamelerinin Konya bölümleri Konya’nın coğrafi konumu, ekonomik, siyasi ve kültürel yapısı hakkında bilgi aktarmalarının yanında Mevlana ve Mevlevilik ile ilgili bilgileri içermesi açısından da önemli kaynaklardır. Teknolojik gelişim, seyahat araçlarının çeşitliliği sonucu seyahatlerin kolaylaşması, ticari faaliyetlerdeki çeşitlilik, düzenlenen ilmi kongrelerin yaygınlaşması ülkeler arasındaki insani hareketliliği artırmıştır. Buna paralel olarak Hindistan ve Pakistan’dan da Türkiye’ye gelen kişi sayısı artmıştır. Bunun doğal sonucu olarak seyahatnameler de artmıştır.
  • Öğe
    19. Yüzyılın Osmanlı Devleti'nde Kadın Hırsızlar
    (Selçuk Üniversitesi, 2023 Ağustos) Göktaş Cengiz, Gül Hanım
    19. yüzyıl, Osmanlı Devleti'nde tüm toplumu etkileyip şekillendirecek savaşların, antlaşmaların, ekonomik krizlerin ve göçler başta olmak üzere pek çok sosyal olayın gerçekleştiği bir dönemdi. Devletin sınırlarında yaşanan karmaşa suça meyli arttırmıştı. Hırsızlık vakaları Dersaadet’te yoğun olmakla birlikte devletin bazı bölgelerinde çoğalmıştı. 19. yüzyılın ortalarında fakirlik ve muhtaçlık gibi zorunlu sebepler yanında çoğunlukla bu işi kötü bir alışkanlık hâline getiren pek çok kadın hırsız Osmanlı arşiv belgelerine yansımıştı. Hırsızlar kadın olunca çaldıkları eşyalar çoğunlukla giyim-kuşam, mücevherattan, altın ve nakitten meydana gelmekteydi. Bu dönemde tek başına meşhur olan hırsız kadınlara ek, çete olarak ismini duyuran ve devleti uğraştıran kadınlar da vardı. Söz konusu çeteleşmede kadınların kocaları ve arkadaşları ya da başka akrabaları ile işbirliği yaptıkları anlaşılmaktaydı. 19. yüzyıl hırsızlık vakalarının artmasında şüphesiz dönemin şartları etkiliydi. Ancak hırsızlığa ve özellikle hırsız kadınlara verilen cezanın caydırıcılığı da önem taşımaktaydı. Genellikle hapis ve sürgün cezası verilen kadınların bir süre sonra hamilelik, hastalık, çocuk sahibi olma gibi gerekçelerle serbest bırakıldığı tespit edilmektedir. Devlet, Dersaadet ve başka bölgeler arasında hırsızların yakalanması için telgrafları ücretsiz kılmıştı. İmamı, muhtarı, Zaptiye Nezareti ve polisleri, istintak memurlarıyla hırsız kadınları yakalama ve sorgulamada etkin bir şekilde görevini yerine getiriyordu. Sorgu sonucu ortaya çıkarılan çalıntı eşyalar ise, ulaşılabiliyorsa sahibine teslim ediliyor yoksa devletçe başka yerlerde değerlendiriliyordu. Temel kaynak olarak Osmanlı arşiv belgeleri ışığında oluşturulan çalışma dönemin bazı süreli yayınları tarafından desteklenmiştir. Amaç, kaotik bir dönemde bu işte meşhur olan ya da çoğalan kadın hırsızları ve devletin bunları önleme çabasını ele almaktır.
  • Öğe
    Şahin Giray Dönemi’ndeki İsyanlarda Kendi Anlatımlarıyla Karaylar (1777-1783) “Öfke Dininceye Dek Tekrar Saklanmalıyız”
    (Selçuk Üniversitesi, 2023 Ağustos) Çolak, Deniz; Derin Paşaoğlu, Derya
    Küçük Kaynarca Antlaşması (1774) ile müstakil hanlık statüsü kazanan Kırım Hanlığı 1783 yılındaki Rus ilhakına değin iç çatışmalarla mücadele etmiştir. Kırım Yarımadasının çok etnikli ve çok dinli yapısı bu mücadeleler sırasında oldukça ilgi çekici hikâyelerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. İsyanlar ve iç savaşın sürdüğü kargaşa ortamından etkilenen çok dinli Kırım toplumu içinde yaşadıkları acılar ve bunları kaydetmeleri açısından Karaylar öne çıkmaktadır. Bu bağlamda çalışmanın konusunu da bahsi geçen Karay toplumunun hikâyeleri oluşturmaktadır. Müstakil Kırım Hanlığı döneminde farklı etnik ve dini gruplar arasında varoluş mücadelesi vermek zorunda kalan ve bu gruplar arasında sıkışan Karay cemaatinin geride bıraktığı kayıtlardan yola çıkılarak hazırlanan çalışmada, isyanlar sırasında yaşanan dramatik olaylar ele alınmış ve bunların nedenleri üzerinde tartışılmıştır. Mevcut literatürde, Şahin Giray dönemindeki isyanlar siyasi olarak ele alınmakla birlikte isyanın toplumsal zemindeki karşılığı ihmal edilmiş bulunmaktadır. Bu eksiklikten yola çıkılarak mevcut çağdaş kaynaklar ışığında Kırımlı Karaylar incelenerek literatüre kazandırılmaya çalışılmıştır.
  • Öğe
    Yan Pototski’nin Seyahat Notlarına Göre Astarhan ve Çevresi (1797)
    (Selçuk Üniversitesi, 2023 Ağustos) Sever, Zafer
    Modern çağın ilk seyahat yazarlarından biri olarak görülen Yan Pototski çağdaşları tarafından tarihçi, dilbilimci, coğrafyacı, arkeolog, doğa bilimci ve daha birçok meziyetlere sahip bir ilim adamı olarak kabul edilir. Hemen hemen bütün Slav topraklarına, Avrupa’ya, Asya’ya, Afrika’ya ve daha birçok yere seyahat eden Pototski, seyahatlerinin ardından birçok yazı kaleme aldı. Bu seyahatlerden biri de 1797-1798 yıllarında Astarhan ve Kafkasya’ya yaptığı seyahattir. Pototski seyahatinin ilk yılını Astarhan ve çevresine ayırmıştır. Bu kısım ilk olarak Petersburg’da yayın yapan Severnıy Arhiv Dergisi’nin 1828 yılında çıkarılan I ve II. sayılarında yayımlandı. Bir bahar günü Moskova’dan seyahatine başlayan Pototski önce kara yoluyla Serapta’ya oradan da bir gemiyle Astarhan’a geçti. Bu seyahatte Astarhan ve çevresinde yaşayan Kalmuklar, Kazaklar, Tatarlar, Kozaklar, Budistler başta olmak üzere diğer bozkır halkları hakkında ilginç bilgiler yer almaktadır. Pototski’nin seyahati 18. asrın sonunda bölgenin demografik yapısını, çok kültürlü ve çok dilli olmasını göstermesi bakımından önemlidir. Bu nedenle çalışma bölge hakkında araştırma yapacaklara tarihsel ve kültürel bağlamda katkı sağlayacaktır.
  • Öğe
    Antakya Kazası’nda Ailenin Yapısı (1760-1766)
    (Selçuk Üniversitesi, 2023 Ağustos) Dokuzoğlu, Ece; Ürekli, Bayram
    Bir yerin aile yapısını anlamak sosyal ve ekonomik yapısını anlamak kadar önemlidir. Bu çalışmada 1760-1766 yılları arasında Antakya Kazası’nda ailenin yapısını araştırmak hedeflenmiştir. Osmanlı Devleti’nde hukuki işlemlerin kaydedildiği kadı sicilleri aile yapısı hakkında da hayli bilgi vermektedir. Bu sebeple araştırma için belirtilen tarihler arasındaki şeriyye sicillerinden faydalanılmıştır. Çalışmanın amacı 1760-1766 yılları arasında Antakya Kazası kadı sicillerindeki belgelerde ailenin oluşumu ve dağılımının yanı sıra ailenin sosyal ve ekonomik yapısı hakkında bilgileri de tespit etmektir. Ailenin yapısını iyi anlamak için nişan, evlenme, mehir, boşanma, eş ve çocuk sayılarıyla ilgili bilgiler ele alınmıştır. Ayrıca ailenin yaşam alanı ve kullanılan eşyalar tespit edilmeye çalışılmıştır. Aile oluşumunda tarafların anlaşarak nişanlanması ve bu nişanın bozulmasıyla çıkan anlaşmazlıkların mahkemeye yansıdığı, aynı zamanda boşanma için de mahkemeye başvurulduğu görülmektedir. Evlenme sırasında veya evlilik sonrasında erkeğin kadına vermesi gereken mehir miktarı ile ailenin yaşadığı mahalle, ev tipleri ve kullanılan eşyalarla ilgili bilgiler verilmiştir. Bu bilgiler Antakya Kazası’nda aile yapısı, toplumun sosyal, ekonomik ve kültürel yaşayışını belirli ölçüde de olsa ortaya koymaktadır.
  • Öğe
    Kars Antlaşması’nın Türk Basınına Yansıması ve Jeopolitik Önemi
    (Selçuk Üniversitesi, 2023 Ağustos) Arslan Bilgin, Funda
    Türkiye ve Rusya arasındaki savaşı tamamen bitiren bir dostluk anlaşması niteliğinde olan Moskova Antlaşması’nın imzalanması sonrasında Türkiye, Kafkasya bölgesinde de güvenliğini garanti altına almak için Güney Kafkasya Sovyet Hükümetleri ile müzakere ederek anlaşma yapmak istemiştir. Görüşmeler için tarihî önemi bulunan Kars şehri seçilmiştir. Kars, RusyaTürkiye ilişkileri çerçevesinde her zaman önemini koruyan bir bölge olmuştur. Şehirde Rusya’nın da gözlemci olarak katıldığı bir konferans düzenlenmiştir. Bu konferans neticesinde Kars Antlaşması imzalanmıştır. Kars Antlaşması jeopolitik açıdan Türkiye’nin doğu sınırlarını netleştirdiği ve sınırlarını hukuki olarak da güvence altına aldığı bir anlaşmadır. Bu çalışmada; Kars Konferansı ve Kars Antlaşması, dönemin üç önemli gazetesi olan Hâkimiyet-i Milliye, İkdam ve Tercüman-ı Hakikat Gazeteleri üzerinden ele alınarak incelenmiştir.
  • Öğe
    Türk Mi?zah Basını Üzeri?ne Görsel Bi?r I?nceleme: Karagöz Gazetesi?
    (Selçuk Üniversitesi, 2022 Aralık) Arıkan, Abdulgani; Gülşen Yılmaz, Yasemin
    Adını Türk gölge oyunundaki Karagöz tiplemesinden alan, Ali Fuat Bey’in sahibi olduğu Karagöz gazetesi “Pazartesi ve perşembe günleri çıkar siyasi, mizahi musavver halk gazetesi” sloganıyla 10 Ağustos 1908 tarihinde yayın hayatına başlamıştır. Haber alma, iletme, geçmiş olay ve görüntülere ilişkin imgeleri depolama, görsel ve güncel olan imgeyi algılayıp yorumlama açısından algı deneyimi, bir gazetenin dağıtımı gibidir. Bu benzerlikten yola çıkarak Karagöz gazetesinin, 13 Ağustos 1908 – 14 Eylül 1908 tarihleri arasında yayımlanmış sayılarından seçilmiş modernleşme süreci ile ilişkili karikatürlerin görsel algı kuramları açısından incelenmesi bu çalışmanın konusudur. Seçilen karikatürler modernlik bağlamında Gestalt, Marr’ın görsel algı, olasılıklı öğreti, doğrudan algılama, nörofizyolojik ve yapılandırmacı görsel algı kuramları açısından incelenmiştir.
  • Öğe
    Afgani?stan Özbek Edebi?yatında Önemli? Bi?r Şai?r: M. Âli?m Kûhken
    (Selçuk Üniversitesi, 2022 Aralık) Nar, Oktay; Saifi, Noorullah
    Afganistan çeşitli Türk boylarını bünyesinde barındıran bir coğrafyadır. Bu coğrafyada yaşayan halklar arasında Türkmen, Özbek, Kırgız, Kazak gibi Türk boyları bulunmaktadır ve bölgede yaşayan insanlar dil, kültür, edebiyat açısından önemli edebî eserler vermektedir. Afganistan Özbek edebiyatında aruz vezniyle şiir yazmakta olan şairlerimizden biri Muhammed Âlim Kûhken’dir. M. Âlim Kûhken diğer muasır Özbek şairleri gibi Özbek ve Fars dilinde şiir yazan Kuzey Afganistan, diğer bir tabirle, Güney Türkistan‘da yaşayan Özbek halkının tanınmış usta şairlerden biridir. Yıllarca gazetecilikle uğraşan M. Âlim Kûhken’in birkaç eseri ülkenin farklı yayınevlerinde basılmıştır. Çalışmamızda Türkiye’de pek bilinmeyen Kûhken’in hayatını ve eserlerini tanıtmaya, şiirlerinden örnekler vermeye çalışılmıştır.
  • Öğe
    Klasi?k Türk Edebi?yatında Mi?zahî Bi?r Zaaf: Zen-Pâreli?k
    (Selçuk Üniversitesi, 2022 Aralık) Yılmaz, Gökçehan Aysel
    Erkeklerin kadınlara duyduğu cinsel düşkünlüğü tanımlayan zen-pârelik, klasik Türk edebiyatında hoş karşılanmayan bir zaaftır. Nev’î-zâde Atâyî’nin Nefhatü’l-ezhâr’ında ve Sohbetü’l-ebkâr’ında, Sâbit’in Dere-nâme’sinde, Subhi-zâde Feyzî’nin Heft Seyyâre’sinde, Sünbül-zâde Vehbî’nin Şevkengîz’inde, Hikâye-i Zen Dost ya da Hikâye-i Mekr-i Zenân-ı ‘Acûz’da, Fennî’nin Sevâhil-nâme’sinde, Tırsî’nin Dîvân’ında, Râmiz Mehmed Efendi’nin Zen-Dost’unda ve Bayburtlu Zihnî’nin Sergüzeşt-nâme-i Zihnî’sinde zen-pâreler, mizahî beyitlerle eleştirel bir üslup içerisinde anlatılmakta; hatta hicvedilmektedir. Çalışmada, bahsi geçen eserlerden hareketle zen-pâre erkeklerin lakapları, yaşadıkları yerler, meslekleri, kadınlarla bir arada oldukları/ buluştukları mekânlar, kadınlara olan zaafları yüzünden yaşadıkları durumlar/ olaylar incelenmekte; böylelikle klasik Türk edebiyatında zen-pâreliğin portresine ulaşmak ve şairlerin kadın-erkek ilişkilerinin şehevî yönüne bakış açısını öğrenmek amaçlanmaktadır.
  • Öğe
    19. Yüzyıl Şai?ri? Ahmed Mazhar (Hayatı, Eserleri? ve Sanat Anlayışı)
    (Selçuk Üniversitesi, 2022 Haziran) Atik Gürbüz, İncinur
    Bu çalışma, 19. yüzyıl şairi ve yazarı Ahmed Mazhar hakkındadır. Mazhar, Mecmû‘a-i Eş‘ârım (1898) adlı bir şiir kitabı ile Gazeteci (1909-10) adlı bir piyes kaleme almıştır. İki eser kaleme almış olmasına rağmen herhangi bir biyografik kaynakta sanatçıdan bahsedilmemiştir. Bu sebeple doğum ve ölüm tarihleri de dâhil olmak üzere onun hakkında elimizde herhangi bir bilgi mevcut değildir. Bu bakımdan edebiyat tarihine katkıda bulunmak maksadıyla çalışmamızda Ahmed Mazhar’ın hayatı, eserleri ve sanat anlayışı hakkında çeşitli tespitler ve değerlendirmelerin yapılması amaçlanmıştır. Bu çerçevede öncelikle yukarıda isimleri zikredilen eserlerdeki ipuçları değerlendirilerek Mazhar’ın yaşam öyküsü genel hatlarıyla da olsa belirlenmeye çalışılmıştır. Daha sonra eserleri hakkında kısaca bilgi verilmiştir. Akabinde de eserlerinden -özellikle de Mecmû‘a-i Eş‘ârım’dan- elde edilen bulgular ışığında sanatçının edebî kişiliğiyle ilgili değerlendirmeler yapılmış ve onun gelenekle olan ilişkisi sorgulanmıştır.
  • Öğe
    Akki?rmânî Muhammed B. Mustafa’nin Mensur Hz. Muhammed Hi?lyesi?
    (Selçuk Üniversitesi, 2022 Haziran) Erdoğan Taş, Mehtap
    Akkirmânî Muhammed b. Mustafa hadis, fıkıh, kelam, akaid, tefsir, felsefe, dil vb. alanlarda derin bilgisi olan ve çok çeşitli konularda eserler kaleme alan 18. yüzyıl âlimlerindendir. Eserlerinden birisi de kaynaklarda Hilye-i Şerîfe ya da Şemâ’il-i Şerîf gibi adlarla anılan mensur hilyesidir. Bu makalede üzerinde fazla bir çalışmanın olmadığı yirmi civarındaki mensur hilyeden biri olan Akkirmânî’nin mensur hilyesi şekil ve muhteva açısından incelenmiş, eserin nüshaları hakkında bilgi verilmiş ve makalenin sonuna transkripsiyonlu metin eklenmiştir. Yayımlanmış diğer mensur hilyelerle karşılaştırılmak suretiyle Akkirmânî’nin mensur hilyesinin söz konusu edebî tür içindeki özellikleri ortaya konmaya çalışılmıştır. Buna göre Akkirmânî’nin ilgili kaynaklarda ifade edildiğinin aksine şemail ve mensur hilye türünde iki ayrı eserinin olmadığı, eserin tertip ediliş şekli ile Hz. Peygamber’in bazı davranış biçimlerine uzunca yer vermesi ve muhtevanın işleniş sırası bakımından diğer mensur hilyelerden ayrıldığı, ayrıca eserin Diyarbakırlı Şa‘bân Kâmî ile Halîl b. Alî El-Kırımî’ye aitmiş gibi gösterilmesinin yanlış olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
  • Öğe
    Atatürk Dönemi? Dış Ti?caret Dengesi? Poli?ti?kasına Bi?r Örnek: Türki?ye-Brezi?lya Kahve Mukavelesi? ve Modus Vi?vendi?
    (Selçuk Üniversitesi, 2022 Haziran) Sarıgüzel, Nedim
    Türkiye, 1929 Dünya Ekonomik Krizinin etkisi ile iktisadi yapısını korumak amacıyla 1930’lu yıllarda daha korumacı politikalara yönelmek zorunda kalmıştır. Kriz nedeniyle tarım ürünlerinin fiyatının düşmesi, gelir kaynağı büyük oranda tarım üretimine bağlı olan Türkiye’yi olumsuz etkilemiştir. Buna istinaden dış ticaret açığının ortaya çıkması Türk parasının kıymetini düşürmüştür. Dolayısıyla krizle mücadele etmek ve paranın değerini korumak için dış ticaret dengesini sağlamak Türkiye’nin en önemli iktisadi hedeflerinden biri haline gelmiştir. Türkiye bu dönemde ticari çıkarlarını korumak adına önemli kararlar almış ve ticarette para ödemek yerine mal karşılığı mal satmak anlayışı benimsenmiştir. Bu süreçte bazı ülkeler Türkiye ile ticari ilişkilerinin az olması ya da menfaatlerini korumak adına ticari bir anlaşma yapmamışlardır. Bu devletlerden biri de Brezilya’dır. Brezilya, yıllardır Türkiye’ye önemli miktarda kahve ihraç etmesine rağmen Türkiye’den neredeyse hiç mal almamıştır. Krizin etkisi ile yeniden gözden geçirilen ticari ilişkilere istinaden Brezilya’nın tek taraflı kâr amaçlı yürüttüğü ticaret anlayışı dikkat çekmiştir. Dış ticaret dengesini sağlamayı en önemli iktisadi politikası olarak kabul eden Türkiye, 1933 yılından itibaren Brezilya ile yeni anlaşmalar yapmıştır. Atatürk döneminde dış ticaret dengesi açısından Türkiye-Brezilya ticari ilişkisi ilgi çekici bir gelişim göstermiştir. Bu çalışmada Atatürk döneminde iki ülke arasındaki ticari ilişkinin nasıl bir gelişim gösterdiği ortaya konmaya çalışılmıştır.
  • Öğe
    Gök ile Yer Arasında ‘İnsanî Nefs’i? Konuşmak: Âşık Paşa’nın Gari?bnâme’si?nde ‘İnsanî Nefs’i?n Hâlleri?
    (Selçuk Üniversitesi, 2022 Haziran) Ovacık, Zübeyir
    Klasik dönem Türk düşüncesinin az sayıdaki kurucu metinlerinden birisi olarak değerlendirebileceğimiz Garibnâme’nin yazarı Âşık Paşa (1272-1332), yaşadığı coğrafyada ve tarihsel kesitte ürettiği düşünceler açısından kritik önemi haiz bir düşünürdür. Anadolu ruhunu kendine özgü bir desenle dokuyan belirli sayıdaki bilge düşünürlerden birisi olan Âşık Paşa, önemli bir antropolojik metin niteliğindeki Garibnâme’de yaşadığı dönemin kozmolojik tasarımıyla doğrudan ilişkili bir insan anlayışı ortaya koymaktadır. Bu doğrultuda insana yer ile gök arasında bir konum tayin eden Âşık Paşa, nefs, ruh, can, gönül gibi kavramlarla tartıştığı insanı bütünsel tecrübesi içerisinde ele alan bir düşünce dizgesi ortaya koymaktadır. Mevcut çalışma, Âşık Paşa’nın Garibname’de ortaya koymuş olduğu özgün ruh anlayışına felsefi antropolojinin kuşatıcı yöntemiyle dikkatleri çekmeyi amaçlamaktadır. Beden ve ruh düalizmi içerisinde ele aldığı insanın ruhsal gelişiminin bedendeki tezahürlerini tartışan Âşık Paşa, sözün ve iktidarın kaynağına ilişkin de özgün bir bakış açısı ortaya koymaktadır. Âşık Paşa gibi Türk-İslam düşüncesi açısından önemli bir ismin ruh anlayışına odaklanmak, Türk düşüncesi açısından önemli antropolojik verilere ulaşma imkânı sunmaktadır.
  • Öğe
    Moğol I?sti?lâsı Süreci?nde Kübrevî Bi?r Dervi?ş: Necmeddîn-i? Dâye’ni?n Gözüyle Ortaçağ Anadolu’suna Dai?r Bazı Değerlendi?rmeler
    (Selçuk Üniversitesi, 2022 Haziran) Yılmaz, Eyyüp
    Orta Asya’dan gelen bir kasırga gibi önlerine çıkan devletleri ve son derece gelişmiş şehirleri harap eden Moğol istilâsı nedeniyle yaşanan göçlerin Anadolu sûfîliği üzerinde de oldukça etkili olduğuna dair genel değerlendirmelere rağmen bu sürecin nasıl gerçekleştiği henüz aydınlatılmış değildir. İstilâ hareketiyle birlikte Anadolu’ya hangi şeyh ve dervişlerin geldiği sorusu da kesin bir cevaba kavuşmamıştır. Ayrıca Anadolu’nun dinî-tasavvufî çehresini değiştiren zümrelerin bu coğrafyada nasıl bir iktidar, toplum ve tasavvuf yapısıyla karşılaştıkları da cevap bekleyen bir diğer soru olarak önümüzde durmaktadır. Mezkûr sorulara bazı cevaplar aranan bu çalışmada, Necmeddîn-i Dâye’nin hayatı ve Anadolu hikâyesi merkeze alınmıştır. Zira istilâ sürecini tecrübe eden Kübrevî derviş, Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad’a sunduğu Mirsâdü’l-İbâd adlı eserinde Moğollar zamanında neler yaşadığını, Anadolu’ya neden göç ettiğini, göç esnasında hangi güzergâhtan geçtiğini nakletmesi bakımından müstesna bir konuma sahiptir. Onun bu konumunu perçinleyen bir diğer husus ise Anadolu’nun dinî-tasavvufî hayatına dair bazı değerlendirmelerde bulunmasıdır. Yeni bir yaşamın idamesi için geldiği Selçuklu Anadolu’sundan bir süre sonra ayrılan Necmeddîn-i Dâye, Mermûzât-ı Esedî adlı eserini ise Erzincan hâkimi Alâeddin Dâvudşah’a sunmuştur. Bu eserinde geçen betimleyici ifadeler her ne kadar şahsî mülahazalar olsa da bir dervişin nazarından Ortaçağ Anadolu’sunda oluşan mezkûr yapıyı anlamamıza katkı sağlamaktadır. Dolayısıyla onun bu hususta bizlere aktarmış olduğu her bir satır ayrı bir önem taşımaktadır. Ancak buna rağmen Necmeddîn-i Dâye’nin Anadolu hikâyesine dair bazı hususlar karanlıkta kalmaktadır. Bu çalışmada çağdaş ve modern araştırmaların yanı sıra kültür tarihi kaynakları addedilen menâkıbnâmelerden hareketle hikâyenin cevap bekleyen bazı yönleri de aydınlatılmaya çalışılmıştır.
  • Öğe
    Grekleri?n Öteki?si?: I?ski?tler
    (Selçuk Üniversitesi, 2022 Haziran) Berk, Fatih Mehmet
    Tarih yazımında Greklerin kendine özgü bir yeri vardır. Hatta bir kısım tarihçi tarafından Grekler “tarihin mucidi”, Grek tarihçi Herodotos ise “tarihin babası” olarak tanımlanır. Grekler özellikle Pers-Yunan savaşlarından sonra kazanmış oldukları öz güvenle Grekçe konuşmayan toplumları “barbar” olarak tanımlayarak muhtemelen tarih yazımında ilk “ötekileştirme” hareketini başlatmışlardır. Türk tarihinin kadim toplumlarından İskitler ise MÖ 8. yüzyıl ile 4. yüzyıl arası tarih sahnesinde görülmüşlerdir. Grek tarih yazımının başladığı dönemde İskitler Greklerin komşusu durumundadır. Pers, Asur ve Çin kaynaklarına ilave olarak sözünü ettiğimiz bu yakınlıktan dolayı pek çok Grek yazar ve tarihçi İskit toplumu hakkında detaylı bilgi vermiştir. Çalışmamızda tarih yazımında “objektif” olamama durumundan hareketle “barbar ve öteki” kavramları bağlamında Grek tarih yazımı analiz edilmiş ve sonrasında Grek yazar ve tarihçilerin eserlerinde geçen “ötekileştirilmiş” İskitlerin portresi çizilmeye çalışılmıştır. Grek tarih yazımında İskitlerin de en az Persler kadar ötekileştirildiği görülmüştür.
  • Öğe
    Oguz Kagan Destanı’na Göre Hi?ndi?stan’ın Kuzeyi?
    (Selçuk Üniversitesi, 2022 Haziran) Gömeç, Saadettin Yağmur; Fidan, Ayşe Gül
    Bilindiği üzere Hindistan kıtası dünyanın en eski topraklarından birisidir ve burada tarih boyunca çok çeşitli halklar barınmıştır. Hindistan zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip bulunması itibarıyla Türklerin de dikkatini çekmiştir. Bilhassa bu toprakların kuzey tarafları Türkler açısından cazibe merkezi olmuş, buna binaen de değişik Türk sülaleleri bu memlekette uzun yıllar hâkimiyet sürmüştür. Durum böyle olunca ta Hunlar çağından beri Hindistan kıtasında Türk izlerine rastlamaktayız. Ak Hun-Avar, Kök Türk, Gazneli, Delhi Türk Sultanları, Harezmşahlı, Temürlü ve Baburlü gibi hanedanlar bu topraklarda söz sahibi oldular. İşte bu Türk iktidarlarının izleri bir şekilde Oguz Kagan Destanı’nda yer bulmuş ve meşhur Oguz ile çocukları kanalıyla Türkler destani çağlardan itibaren burasıyla ilgilenmiştir.
  • Öğe
    Türkçe-Rumca Manzum Sözlükler Di?zi?si? II: Tuhfe-i? Rumî
    (Selçuk Üniversitesi, 2022 Nisan) Ölker, Gökhan
    Dilin söz varlığını en iyi yansıtan yapıtlar hiç şüphesiz sözlüklerdir. Bilim dalı olarak kabul edilen sözlük bilimi (leksikografi-lehicography), bir dilin ya da karşılaştırmalı olarak çeşitli dillerin söz varlığını sözlük biçiminde ortaya koymaya yönelen, bu amaçla yöntemler koyarak uygulama yolların gösteren bilim dalıdır. Günümüzde farklı amaçlar için çok çeşitli sözlükler hazırlanmaktadır. Bu sözlük türlerinden “tersten dizim sözlükler” gibi bazılarının hazırlanışı daha yeniyken “Divanu Lugati’t-Türk” gibi ansiklopedik sözlüklerin tarihi ise daha eskiye dayanmaktadır. Manzum gramer kitaplarına ve sözlüklere, on birinci yüzyıldan itibaren rastlanır. Manzum sözlüklerin Anadolu sahasındaki ilk örnekleri ise Arapça-Farsça olup 14. yüzyıl itibarıyla kaleme alınmıştır. Başta siyasi ve demografik unsurlar olmak üzere birçok sebepten dolayı Osmanlı devleti içerisinde yabancı dil olarak Arapça ve Farsçadan sonra en çok yazılı malzeme ortaya konulan dil hiç şüphesiz Rumca olmuştur. Gazeteler, dergiler ders kitapları, sözlükler vb her türlü yazılı üründen bolca örnek vardır. Bu güne kadar varlığından haberdar olduğumuz Rumca-Türkçe manzum sözlük sayısı beştir. Bunlar Tuhfe-i Rumî, Tuhfetü’l-Uşşak, Tuhfe-i Vehbî, Lugat-ı Nuriye ve Hafız İbrahim Lugatidir. Biz bu çalışmamızda şimdiye kadar üç nüshasını tespit ettiğimiz Tuhfe-i Rumî adlı Türkçe Rumca manzum sözlük hakkında bilgi verip, eserin özelliklerini inceleyerek metin yayını ortaya koyacağız.
  • Öğe
    “Fağfûr-Nâme” Adlı Eserde Geçen Kültürel Moti?fler ve Olağanüstü Unsurlar
    (Selçuk Üniversitesi, 2022 Nisan) Yastı, Mehmet; Duyar, Hidayet
    Fağfurşâh ile Mâhperî hikâyesini konu alan ve tespit edebildiğimiz tek yazma nüshası Fransa Bibliotheque National No: 406’da kayıtlı olan Fağfûr-nâme, Hüsrev ü Şîrîn, Salâmân u Absâl, Şem ü Pervâne, Hüsn ü Dil, Leylâ ile Mecnûn, Mihr ü Mâh, Hümâ vü Hümâyûn, Vâmık u Azrâ, Cihânşâh ile Şemsiyye, Seyfü’l-Mülûk ve Bedi’ü’lCemâl, Heft-Peyker’de olduğu gibi her türlü nimete sahip olup çocuk özlemiyle tutuşmakta olan bir Çin padişahının hikâyesiyle başlar. Çocuk sahibi olabilmek için diğer edebî eserlerde karşımıza çıkan açları doyurmak, çıplakları donatmak, yolcuları ağırlamak ve müneccimlere fal baktırmak gibi belli başlı ritüeller bu eserde de görülür: Nihayetinde Çin hakanının Fağfûrşâh adlı bir çocuğu doğar ve bu çocuğun on üç yaşlarında Mâhperî’ye âşık olması ve başından geçen olaylar eserde akıcı ve sade bir dille anlatılır. Fağfûr-nâme, konusu kadar içinde barındırdığı kültürel motifler ve olağanüstü varlıklar açısından da ilgi çekicidir. Eser yazıldığı dönemin ve sahanın çeşitli inançları, âdetleri ve bunların uygulanması ile ilgili bizlere ipuçları vermektedir: Turunç atma, âşık olma, mektuplaşma, rüya, saçı saçma; olağanüstü varlıklar, don değiştirme ve tılsım gibi unsurları eserde bulmak mümkündür. Bu çalışmada Fağfûr-nâme adlı eserde tespit edilen bu motifler ve olağanüstü unsurlar tarihî, kültürel ve edebî bakımdan irdelenmiştir.
  • Öğe
    18 - 19. Yüzyıla Ai?t Bi?r Atasözleri? Mecmuası: Ri?sâle-i? ?urûb-i Emsâl
    (Selçuk Üniversitesi, 2022 Nisan) Balyemez, Sedat; Karaoğlu, Elif Gizem
    Atasözleri, duygu ve düşünceleri etkili şekilde aktarmaya yarayan kalıp sözlerdir. Yerinde kullanılmış bir atasözü, anlatımı güçlü ve inandırıcı kılmaktadır. Türkçenin ilk metinlerinden itibaren atasözlerinin varlığı bilinmektedir. Atasözlerinin mecmualarda bir araya getirilmesinin tarihi ise Eski Anadolu Türkçesi dönemine dek uzanmaktadır. Atasözleri mecmualarının özellikle 16. yüzyıldan itibaren arttığı görülmektedir. Türk atasözlerini içeren çok sayıda mecmuanın transkripsiyonlu metinleri; makale, kitap veya bildiri olarak yayımlanmıştır. Bunun yanında henüz transkribe edilmeyen atasözü mecmuaları da vardır. Almanya Milli Kütüphanesinde “Ms.or.quart 1502” numarası ile kayıtlı olan bir yazmanın 66b-93a sayfaları arasında bulunan atasözleri mecmuası da bugüne kadar transkribe edilmeyen mecmualardan biridir. Bu makalede, ilgili mecmuadaki atasözleri transkribe edilecek ve metinle ilgili önemli görülen bazı açıklamalar verilecektir. Böylece Türk atasözleri külliyatına yeni bir metin kazandırılacaktır.