Dergi Yayın Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Sıhhat ü Maraz (Sağlık ile Hastalık) veya Hüsn ü Aşk (Güzellik ile Aşk)(Selçuk Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 1994) Ayan, HüseyinGüçsüzlük ve kırgınlık köşesinde tek başına oturan değersiz FUZULİ'den: Beden bahçelerini akan suyla besleyen; güzelliği (hüsn), sevgiye (aşk) mazhar ve sevgiyi güzelliğin süsü eyleyen Tanrı'ya, sayısız hamd yaraşır! Bilgisi, aklın süsü ve akıl onun bilgisinin sermayesi olan Tann'ya, sayısız selâm uygundur!Öğe Üsküdar ve Kayseri̇’de işlenen gayr-ı ahlaki̇ suçlar(Selçuk Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 2022) Yücetürk, SeherÜsküdar ve Kayseri 17. yüzyılın İlk Çeyreğinde farklı konumları, ekonomik ve kültürel yapıları ile yekdiğerinden farklı iki yerleşim yeri idi. Söz konusu zaman dilimi içerisinde Üsküdar payitahta komşu olması dolayısı ile merkezi konumda bulunmakta idi. Ayrıca Celali İsyanları sırasında İstanbul’a giriş kapısı görevi gören işlek bir merkezdi. Bu durum Üsküdar’ın ekonomik ve kültürel anlamda hareketli bir yer olmasını sağlamıştır. Özellikle nüfus yönünden zenginleşen Üsküdar’da kurulan bekâr odalarının suçlara tesiri ve düzenlemiş oldukları işret meclislerinin varlığı Üsküdar’ı gayr-ı ahlaki davalar yönünden olumsuz manada zenginleştirmiştir denilebilir. Buna karşın Kayseri Selçuklular zamanında başkent olmuş bir yerleşim yeri idi. 17.yüzyılın ilk çeyreğinde ise merkezden uzak muhafazakâr yapısı ile dikkat çeken, doğu-batı kuzey-güney yönlerindeki ulaşım yolarının kesiştiği, kültürel ve ticari anlamdaki hareketlilik ile ön plana çıkmaktadır. Aynı zaman dilimi içerisinde farklı özellikleri ile dikkati çeken bu iki yerleşim yeri artıları ve eksileri ile suçların işlenme oranları ve davaların mahkemeye yansımasında etkin rol oynamışlardır. Özellikle zina, fuhuş ve tecavüz gibi davalarda Kayseri mahkemesine yansıyan davalar Üsküdar’a oranla sınırlıdır. Özellikle kırsal kesimde ve muhafazakâr yapının etkili olduğu yerlerde gayrı ahlaki davaların çeşitli etkenlerin varlığı sebebiyle –kültürel baskı, mahkemeye ulaşmadaki maddi manevi güçlük, ekonomik yetersizlikler- davaların kadınlar tarafından mahkemeye daha az taşınabildiğini düşündürmektedir. Mahkemeye ulaşımın daha zor olduğu yerlerde mahalle ileri gelenlerinin oluşturdukları ve Leslie Peirce’nin de bahsettiği “mahkeme öncesi mahkeme” gibi görev yapıp arabuluculuk sayesinde çözülmüş ve mahkemeye intikal etmemiş çok fazla dava olduğu bilinmektedir. Böylece çözüme kavuşturulan davaların mahkemeye ulaşmamış olma ihtimali, mahkemeye yansıyan kayıtlarda oluşan azlığın bir diğer sebebi olabilir. Her iki yerleşim yeri için farklı birçok etken karşılaştırmaya tabi tutulduğunda ortak olan noktanın varlığı da göze çarpmaktadır. Mahalle kültürü ve bu kültürün suçlar üzerindeki denetiminin her iki yerleşim yerinde de geçerli olduğu görülmüştür. Yapılan çalışmada her iki yerleşim yerinde işlenen suçlar ve bu suçların meydana gelmesindeki itekleyici ve engelleyici durumların tespitine çalışılacaktır. Böylelikle Üsküdar ve Kayseri mahkemelerine yansıyan davalar üzerinden toplumun nabzı tutulmaya çalışılacaktır.Öğe Kitâb-ı Garîbî’nin dil özellikleri(Selçuk Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 2021) Erbay, FatihBu çalışmada Uygur edebiyatının 19. yüzyıl temsilcilerinden Turdi Nâzım’ın Kitâb-ı Garîbî adlı eseri, ses ve şekil bilgisi bakımından incelenmiştir. İncelemeye esas eser önce transkripsiyonlu olarak Latin harflerine aktarılmış, daha sonra kelimeler ses ve şekil incelemesi yapılmak üzere dizinlenmiştir. Garîbî mahlasını kullanan Turdi Nâzım’ın eserinin el yazması nüshası hâlen bulunamamıştır. İnceleme yaptığımız eser ise H.1320 yılında (1902-1903) Bulgaristan’ın Şumnu şehrinde faaliyet yürüten Y. Avid Aranyan’ın matbaasında basılmış ve okuyucusuyla buluşmuştur. Kitâb-ı Garîbî gerek ses bilgisi gerekse şekil bilgisi bakımından incelenmesi gereken bir eserdir. Özellikle metinde karşımıza çıkan ses değişimleri eserin önemini Türk dili ile ilgilenenler için arttırmıştır. Turdi Nâzım eserine Kitâb-ı Garîbî demekle birlikte kitabın girişinde isim olarak “Ottuz Ėkki Eṣnāfıŋ Birbiri ile Gep Talaşḳanı” kaydı vardır. Dolayısıyla metinde otuz iki meslek grubuna dâhil kişilerin birbiri ile münakaşalarına yer verilmiştir. Bu münakaşalar Turdi Nâzım’ın şiir yeteneğini ortaya koymaktadır. Eser, aruzun fe‛ûlün/fe‛ûlün/fe‛ûlün/fe‛ül vezninde kaleme alınmıştır. Şairin aruz hâkimiyeti eserin değerini bir kez daha arttırmıştır. Eserin dilini Çağatay Türkçesinin son dönemine dâhil edebiliriz. Şairin kendi ağız özelliklerinin gerek yapı, gerekse kelime hazinesi olarak eserine katmasının önemli olduğunu düşünüyoruz.Öğe Türk İslam sanatında sanduka geli̇şi̇mi̇(Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 2022) Öter, NacideÖlüm ve ölüm sonrasında yapılan ritüelleri belirleyen en önemli olgu insanların inançlarıdır. İnanç sistemi, mezar tipini, biçimini, hacmini, bölümlerini belirlediği gibi sanatsal tasarımlarını da belirler. Mezar yapıları, dönemin mimari anlayışını ve sanatsal zevklerini yansıtan önemli belgelerdir. Bu çalışmanın konusunu, mezar yapıları içerisinde gelişimini izlediğimiz sandukalar oluşturmaktadır. Anadolu’da erken dönemlerden itibaren örneklerini gördüğümüz sandukalar, türbe ve kümbetlerde sembolik olarak karşımıza çıkar. Hazire ya da kabristanlarda bulunan sandukalar ise lahit mezar çeşidi olarak tasniflenmiştir. Farklı türde örnekler olmakla birlikte sandukalar; bir kaide üzerine, baş ve ayak bölümleri arasında yükseklik ve genişlik farkı olan, üst bölümü iki yana meyilli formuyla Türk mezar mimarisinde uzun süre kullanılmış ve türbe mimarisinin önemli bir unsuru olmuştur. Sandukalar, süreç içerisinde plan, süsleme ve kütle kompozisyonu yönünden gelişim ve değişim göstermişlerdir. Bu çalışmanın, mezar yapılarında mimari bileşen olan sandukaların kavramsal ve biçimsel gelişimi üzerine yapılan ilk çalışma olması nedeniyle alana katkı sunacağı düşünülmektedir.Öğe Üsküdar ve Kayseri̇’de işlenen gayr-ı ahlaki̇ suçlar(Selçuk Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 2022) Yücetürk, SeherÜsküdar ve Kayseri 17. yüzyılın İlk Çeyreğinde farklı konumları, ekonomik ve kültürel yapıları ile yekdiğerinden farklı iki yerleşim yeri idi. Söz konusu zaman dilimi içerisinde Üsküdar payitahta komşu olması dolayısı ile merkezi konumda bulunmakta idi. Ayrıca Celali İsyanları sırasında İstanbul’a giriş kapısı görevi gören işlek bir merkezdi. Bu durum Üsküdar’ın ekonomik ve kültürel anlamda hareketli bir yer olmasını sağlamıştır. Özellikle nüfus yönünden zenginleşen Üsküdar’da kurulan bekâr odalarının suçlara tesiri ve düzenlemiş oldukları işret meclislerinin varlığı Üsküdar’ı gayr-ı ahlaki davalar yönünden olumsuz manada zenginleştirmiştir denilebilir. Buna karşın Kayseri Selçuklular zamanında başkent olmuş bir yerleşim yeri idi. 17.yüzyılın ilk çeyreğinde ise merkezden uzak muhafazakâr yapısı ile dikkat çeken, doğu-batı kuzey-güney yönlerindeki ulaşım yolarının kesiştiği, kültürel ve ticari anlamdaki hareketlilik ile ön plana çıkmaktadır. Aynı zaman dilimi içerisinde farklı özellikleri ile dikkati çeken bu iki yerleşim yeri artıları ve eksileri ile suçların işlenme oranları ve davaların mahkemeye yansımasında etkin rol oynamışlardır. Özellikle zina, fuhuş ve tecavüz gibi davalarda Kayseri mahkemesine yansıyan davalar Üsküdar’a oranla sınırlıdır. Özellikle kırsal kesimde ve muhafazakâr yapının etkili olduğu yerlerde gayrı ahlaki davaların çeşitli etkenlerin varlığı sebebiyle –kültürel baskı, mahkemeye ulaşmadaki maddi manevi güçlük, ekonomik yetersizlikler- davaların kadınlar tarafından mahkemeye daha az taşınabildiğini düşündürmektedir. Mahkemeye ulaşımın daha zor olduğu yerlerde mahalle ileri gelenlerinin oluşturdukları ve Leslie Peirce’nin de bahsettiği “mahkeme öncesi mahkeme” gibi görev yapıp arabuluculuk sayesinde çözülmüş ve mahkemeye intikal etmemiş çok fazla dava olduğu bilinmektedir. Böylece çözüme kavuşturulan davaların mahkemeye ulaşmamış olma ihtimali, mahkemeye yansıyan kayıtlarda oluşan azlığın bir diğer sebebi olabilir. Her iki yerleşim yeri için farklı birçok etken karşılaştırmaya tabi tutulduğunda ortak olan noktanın varlığı da göze çarpmaktadır. Mahalle kültürü ve bu kültürün suçlar üzerindeki denetiminin her iki yerleşim yerinde de geçerli olduğu görülmüştür. Yapılan çalışmada her iki yerleşim yerinde işlenen suçlar ve bu suçların meydana gelmesindeki itekleyici ve engelleyici durumların tespitine çalışılacaktır. Böylelikle Üsküdar ve Kayseri mahkemelerine yansıyan davalar üzerinden toplumun nabzı tutulmaya çalışılacaktır.Öğe Süleyman Hüsnü Paşa’nın Tari̇h-i̇ Âlem’ini̇n (1876) iki̇ bölümü üzeri̇nden Eski̇çağ tari̇h yazımının değerlendi̇ri̇lmesi̇(Selçuk Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 2022) Küçükbezci, Hatice Gül; Çavdar, DöndüXIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde birtakım reformlar gerçekleştirilmiştir, doğal olarak bunlar eğitim alanına da yansımıştır. Örneğin tarih anlayışındaki değişim, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tarih eğitimi alanında meyvelerini vermeye başlamıştır. Bu bağlamda Umumi Tarih dersi orta ve yüksek eğitim kurumlarının müfredatına konulmuştur. İçeriği ise sadece İslam ve Osmanlı tarihiyle sınırlı kalmayıp, farklı coğrafyaların ve milletlerin tarihlerini de ele almaya başlayan bir dünya tarihi formatına bürünmüştür. Bu dönemde yeni müfredata uygun ders kitapları hazırlanmaya başlanmıştır. Bunlardan biri de askeri liselerin ikinci sınıfında okutulmak üzere Süleyman Hüsnü Paşa tarafından hazırlanan Tarih-i Âlem’dir. 1876 yılında yayınlanan kitap, Osmanlı Devleti’nde telif edilen ilk umumi tarih ders kitapları arasında yer almaktadır. Eser, sadece Eskiçağ tarihiyle ilgilidir. Tarih-i Âlem’de eski ile yeni metotlar, geleneksel ile modern tarih anlayışı ve anlatılar, Doğulu ve Batılı kaynaklar ve tarihsel yaklaşımlar harmanlanmıştır. Bu çalışmayla Tarih-i Âlem’in içeriği, formatı ve metodu analiz edilecek, yöntemde ve konu içeriği seçiminde neden bir standardın uygulan(a)madığı irdelenecektir. Bu amaçla farklı tarih yazımı geleneklerinin bulunduğu iki bölüm örnek olarak seçilmiştir. Bunlardan biri geleneksel tarih ve kutsal tarih anlayışının temsil edildiği Ezmine-i Evveliye bölümü, diğeri ise modern tarih anlayışına daha yakın olan Ezmine-i Esâtiriye bölümünden Asya-yı Suğra kısmıdır. Her iki bölümün günümüz harflerine aktarımı eklerde verilmiştir.Öğe 1946 Genel Seçimleri: Adana (Seyhan) Örneği(Selçuk Üniversitesi, 2023 Ekim) Özer, Sevilay; Özkan, Kenan7 Ocak 1946’da Demokrat Parti (DP)’nin kuruluşu, Türk demokrasi tarihi açısından yadsınamayacak bir önem taşır. II. Dünya Savaşı’nı demokrasi cephesinin kazanmasının etkisiyle savaş yıllarında olgunlaşan muhalif hareket, 1946 yılında DP’nin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. 1945 yılında Milli Kalkınma Partisi kurulmuş olsa da gerçek anlamda iktidara alternatif bir muhalefet partisi olma özelliğini yakalayamaz. 1947 yılında yapılacak olan genel seçimlerin 1946 yılına çekilmesi iktidar-muhalefet ilişkilerini gerginleştirirken, 21 Temmuz 1946’da gerçekleşen bu seçimlerin “şaibeli” seçimler olarak öne çıkması, siyasi hayatta daha büyük tartışmaları beraberinde getirmiştir. Tüm bu tartışmalara rağmen 1946 Genel Seçimleri Türk demokrasisi adına bir dönüm noktasıdır. 5 Haziran 1946 tarihinde kabul edilen yeni seçim kanunu ile tek dereceli olarak yapılan seçimlerde açık oy gizli sayım, liste usulü çoğunluk sistemi uygulanmıştır. Oldukça hareketli bir siyasi atmosfer içerisinde gerçekleşen seçimler hem seçmen hem de partiler adına önemli bir deneyimdir. DP bu seçimlerde uygulanan usulsüzlükleri muhalefette kaldığı süre zarfında sıklıkla dile getirdiği gibi 1950 Genel Seçimleri öncesi seçim meydanlarına da taşımıştır. Çalışmamızda Adana özelinde 1946 Genel Seçimlerinin uygulanış süreci; seçim çalışmaları, partilerin birbirleriyle olan rekabeti ve seçim sonuçları irdelenmeye çalışılmıştırÖğe Şark/Garp, Alaturka/Alafranga Tartışmaları Çerçevesinde Hâkimiyeti Milliye Sütunlarından Siyasal Yaşamdaki Kadın Hakları İnkılabı (1930-1934)(Selçuk Üniversitesi, 2023 Ekim) Özkaya, OlcayCumhuriyet dönemi, temellerini Osmanlı’nın özellikle son dönemlerinden alan ilksel girişimlerin geliştirilmesi ve somut olduğu kadar aynı zamanda köktenci bir formda yaşam bulmasını amaç edinen inkılapları içermektedir. Esasında bu bağlam belirgin bir biçimde Meşrutiyet yıllarında adımları atılmış birçok girişime dair ayak izlerini bünyesinde barındırmaktadır. Bununla beraber etkin olduğu gibi direngen bir talep ve çabanın izleri ancak Cumhuriyet döneminde ortaya çıkmaktadır. Bu mücadelede uygarlaşma, modernleşme, ilerleme, batılılaşma, gelişme mottoları ile başlamış ancak tam olarak genel çerçevede bunların hiç birinde uzlaşılamamış ve açıkça hiç birinin tam olarak anlaşılamamış olduğu görülmüştür. Nihayetinde bu durumun yarattığı karmaşa, sürecin ikircikli yaklaşımlarla yürütülecek reform ya da ıslahatlarına ortam hazırlamıştır. Burada doğu ya da batı, alaturka ya da alafranga başta olmak üzere kimi yönelimler çerçevesinde tarafların oluştuğu ya da yaklaşımların geliştiği anlaşılmaktadır. Söz konusu çerçevede birçok konuda olduğu gibi kadın hakları konusunda da geleneksel ile modern söylem, taraflar arasında bir kutup yaratmıştır. Yukarıda bahsi geçen kavramlara göre esasında tarihsel ortamın oluşturduğu çeşitli talepleri karşılamak üzere geliştirilen inkılaplara karşı belli ölçülerde bunları destekler ya da eleştiren eğilimler, görüşler olagelmiştir. Çalışma dönemin siyasal, sosyal ve entelektüel atmosferini anlamamıza olanak sağlayacak bu tartışmaları kadın hakları kapsamında ele almaya odaklanmıştır. Yanı sıra konu literatüre ve arşiv belgelerine dayalı bir yöntemden çok dönemin toplum hafızasını ve siyasal konjonktürünü ortaya koyabilecek, söz konusu sürecin tanığı Hâkimiyeti Milliye gazetesinin sütunlarından irdelenecektir.Öğe Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Özellikleriyle Of İlçesi (1923-2010)(Selçuk Üniversitesi, 2023 Ekim) Aslan, ZehraTrabzon’un ilçeleri arasında önemli bir yeri olan Of, Cumhuriyetle birlikte idari, sosyal, kültürel ve ekonomik yönlerden birçok gelişmeye ve değişime sahne olmuştur. Sosyal yönden; imar planları, yeni yollar, altyapı çalışmaları gibi düzenlemelerin yapıldığı ilçede, toplumsal bir sorun olarak başta asayiş olmak üzere problemler yaşanmıştır. İki defa idari taksimatta yapılan değişikliklerle alanı daraltılan Of’ta, kültürel olarak gelişme sağlanmış bu çerçevede eğitim kurumları başta olmak üzere halk eğitimi çalışmaları yapılmış ve bir kütüphane kurulmuştur. İlçenin ekonomisi tarıma dayalı olup, bilhassa çay tarımının ilçede desteklenmesi ile birlikte etkileri görülmüştür. Ziraat dışında hayvancılık ve sahil kesimlerinde kıyı balıkçılığı önemli yer tutmaktadır. Ayrıca sosyal, kültürel ve ekonomik yapıyı desteklemek amaçlı ilçede dernekler açılmıştır. Of ilçesinin sosyal, ekonomik ve kültürel yapısını 1923-2010 arasında genel hatları ile incelemeyi amaçlayan çalışma, Of Belediye Arşivi, TÜİK kayıtları, basın başta olmak üzere telif ve tetkik eserlerden yararlanılarak hazırlanmıştır.Öğe Şemsizâde Ahmet Ziyâeddin Uluoğlu’nun Millî Mücadele’ye Katkıları(Selçuk Üniversitesi, 2023 Ekim) Yılmaz, Mehmet SerhatBu makalede, Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin kurucusu ve başkanı olan Ahmet Ziyâeddin Uluoğlu’nun hayatı ele alınmış, onun Millî Mücadele döneminde Kastamonu’da yaptığı hizmetlerin ortaya konulması amaçlanmıştır. Araştırmada Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı, ailenin metruk evrakını konu alan “Kastamonu’da Bayrâmîlik ve Şemsizâde Ailesi” isimli eser, yerel tarihe ışık tutan kaynaklar ve Kastamonu basınından yararlanılmıştır. Uluoğlu hakkında bugüne kadar müstakil bir çalışma yapılmamıştır. Bu husus, yerel düzeyde Millî Mücadeleye sunduğu katkıların ortaya konması bakımından önemlidir. Uluoğlu’nun Kastamonu Hilâl-i Ahmer Cemiyetinin 1918 ve 1921 kongrelerinde yönetim kurulu üyesi, Kastamonu Himaye-i Etfal Cemiyetinin 1922 yılı kongresinde başkanı, Kastamonu Çiftçiler Birliği’nin 1923 yılı genel kurulunda yönetim kurulu üyesi olarak seçilip görev yaptığı anlaşılmaktadır. Uluoğlu, Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin kurucusu olup tespit edebildiğimiz kadarıyla cemiyetin başkanlık görevini İstiklâl Harbi sonuna kadar kesintisiz bir şekilde başarıyla yürütmüştür. Millî Mücadele döneminde Urfa, Antep ve Maraş’ın işgaline karşı düzenlene tel’in mitinglerinde, protesto telgraflarında imzası vardır. İstiklal Savaşı’nda gösterdiği fedakârlık ve kahramanlıktan dolayı “Beyaz Kurdeleli İstiklâl Madalyası” ile taltif edilmiştir. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin Halk Fırkasına geçişinde Vilayet İdare Heyeti müteşebbis üyeliğine seçilmiştir. Çalışmada, Ahmet Ziyâeddin Uluoğlu’nun Millî Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sürecinde dönemin zor şartları altında hizmetlerde bulunduğu, yardımseverliği, dini ve millî kimliğine ilave olarak şehirdeki sosyal kişiliğiyle de Kastamonu’nun mahallî tarihinde yer edindiği, Nakibüleşraf Kaymakamlığı, Bayramî Dergâhı postnişinliği gibi vazifelere ilave olarak Cumhuriyetin ilanı sonrasında Atabey Gazi Camii’nde hatiplik vazifesini sürdürdüğü sonucuna ulaşılmıştır. Bu durum, Uluoğlu’nun din adamı kimliğinin yanısıra, cemiyet hayatının içinde olması bakımından yönetici ve aydın kişiliğini de öne çıkarmaktadır.Öğe Lozan Konferansı’nda Yunan Yakıp-Yıkmaları ve Tamirat Bedeli Tartışmaları(Selçuk Üniversitesi, 2023 Ekim) Ertan, Temuçin FaikBirinci Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan Mondros Mütarekesi, Müttefik Devletlerin Anadolu’yu işgaline zemin hazırlamıştır. Bu doğrultuda 15 Mayıs 1919’da Anadolu’da başlayan Yunan işgali, Türk ordusunun direnişi ve karşı taarruzu ile son bulmuştur. Nitekim kazanılan askeri zafer diplomatik alanda da karşılığını bulmuş ve öncelikle Mudanya Mütarekesi imzalanmış ardından da Lozan Barış Konferansı toplanmıştır. Yunan ordusunun geri çekilişi sırasında Batı Anadolu’da yaratmış olduğu tahribattan kaynaklı zarar ve Türkiye’ye ödenecek tamirat bedeli konusu ise Lozan’da gündeme gelmiştir. Yunan ordusunun hiçbir sebep yokken geçtiği şehirlere verdiği hasarın bedelini ödemesi gerektiğini düşünen Türk heyeti, savunduğu tezi Lozan Barış Konferansı’nda kabul ettirerek Yunanistan’ının yaptıklarından maddi ve manevi olarak sorumlu tutulmasını sağlamıştır.Öğe Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı ve İran Basınındaki Yansımaları(Selçuk Üniversitesi, 2023 Ekim) Kaya, Yakup; Uçan, İbrahimUzun bir tarihsel geçmişe sahip olan Ermenilerin menşei ve yaşadıkları coğrafya ile ilgili gerek Ermeni tarihçiler gerekse de diğer tarihçiler arasında herhangi bir ittifak söz konusu değildir. Ermeniler, birçok coğrafyada farklı yönetimlerin hâkimiyetinde yaşamışlardır. Fatih Sultan Mehmet döneminde Ermeniler için Patrikhane kurulmuş, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde de fethedilen yerlerdeki Ermeniler, büyük topluluklar halinde İstanbul’a yerleştirilmişlerdir. 1821 yılındaki Rum İsyanından sonra Rumların yerine getirdiği birçok devlet görevi Ermenilere verilmiştir. Ermeniler yaklaşık beş yüz yıl boyunca Osmanlı topraklarında diğer milletlerle barış içerisinde yaşamış ve ‘Millet-i Sadıka’ olarak isimlendirilmişlerdir. 1877-1878 yıllarında yapılan Osmanlı-Rus savaşını Rusya’nın kazanması sonucunda yabancı devletlere Osmanlı topraklarına müdahale etme hakkı tanınmış ve Ermeni meselesi uluslararası bir sorun haline gelmiştir. Bundan sonra Ermenilerin, Osmanlı topraklarında yaptıkları isyanlarda İran Devleti, Ermenileri birçok açıdan desteklemiştir. Hınçak, Taşnak ve Armenakan gibi Ermeni cemiyetleri İran’da örgütlenmişlerdir. İran Hükümeti İran konsoloslukları vasıtasıyla Ermenilerin rahat hareket edebilmeleri ve zor durumda kaldıklarında kaçabilmeleri için İran pasaportu vermiştir. İran basını Ermeni meselesinde yanlı yayınlar yapmıştır. İran basınında Ermeni olayları ile ilgili verilen haberler, Ermenilerin büyük bir katliama uğradıkları şeklinde olmuştur. Bu çalışma ile Ermeni meselesinin ortaya çıkmasıyla beraber yaşanan olayların, İran basınında ele alınış biçimi incelenerek konuyla ilgili yapılacak araştırmalara katkı sunmak amaçlanmıştırÖğe Bitle Yayılan Felaket: Tifüs(Selçuk Üniversitesi, 2023 Ekim) Karcı, ErolTifüs, insanlık tarihinin en eski hastalıklarındandır. Tarihi ve coğrafi kökenleri tartışmalı olmakla birlikte bazı tıp tarihçileri tifüsün Thucydides tarafından tanımlanan eski bir Avrupa hastalığı olduğunu ileri sürmektedirler. Vücut biti “Pediculus humanus” ile bulaşan tifüsün belirtileri arasında yüksek ateş, halsizlik, zihinsel karışıklık ve karakteristik bir döküntü bulunmaktadır. Hastalık, vücut bitinin çoğalmasına ve geçişine elverişli koşullarda özellikle de soğuk, aşırı kalabalık ve sağlıksız yaşam koşullarında gelişir. Bu çalışma Avrupa tarihine yön veren bazı savaşlarda kendisini gösteren ve savaşın sonucuna etki eden tifüs salgınları hakkında bilgi vermeyi amaçlamaktadır. Bu sayede bir hastalığın siyasi, askeri ve sosyal etkileri ortaya konulmaya çalışılacaktır. Tifüs salgınlarının birçok savaşta etkili olduğu bilinmektedir. Çalışmamızda bunlardan Granada Savaşları, Habsburg-Valois mücadelesi, Osmanlı-Macar savaşları, Otuz Yıl Savaşları, Napolyon Savaşları, Kırım Savaşı, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, I. Dünya Savaşı yıllarında Sırbistan’daki tifüs salgını ve Rusya İç Savaşı (1918-1922) sırasındaki tifüs salgını ele alınmaya çalışılmıştır.Öğe Erken Cumhuriyet Devri “Millî Ekonomi” Görüşünün Mütareke Dönemindeki Temsilcisi: Osmanlı Ahalî İktisat Fırkası ve Programı(Selçuk Üniversitesi, 2023 Ekim) Yüksel, MevlütOsmanlı Ahali İktisat Fırkası Mütareke Döneminin siyasi partilerinden birisidir. Bu fırka, siyaset sahnesine millî ekonomi görüşünü benimsemek suretiyle dâhil olan ilk siyasi örgüttür. Fırka programı, devletin istikbaldeki yönetimini esas alan siyasi, sosyal, iktisadi ve zirai alanlarda birçok hükmü içermektedir. Millî oluşunun yanında demokratik ve çağdaş bir görünüm de arz eden program; Esâsiyât, Teşkilât, Dâhilî, İçtimaî, Maarif, Adlî, Malî, Umranî (Bayındırlık), Ziraî ve İktisadî şeklindeki 10 bölüm ile bunların altındaki 143 maddeden müteşekkildir. Programda, ülkenin dönem itibariyle içerisinde bulunduğu ekonomik ve siyasi dar boğazdan çıkması için gerekli uygulamaları ve izlenecek politikayı içeren hükümlere yer verilmiştir. Bu hükümlerin bir kısmı; Türkiye’nin ilk anayasası olan 1921 tarihli Teşkilât-ı Esasiye Kanunu, Atatürk dönemi millî ekonomi politikaların belirlendiği 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihli İzmir İktisat Kongresi ve I. TBMM tarafından 8 Nisan 1923’te yayımlanan seçim beyannamesi (Dokuz Umde) gibi erken Cumhuriyet dönemi belgelerinde de yer almıştır. Dolayısıyla bu çalışmada; Osmanlı Ahali İktisat Fırkası programında yer alan bir kısım hükümlerin, erken Cumhuriyet dönemine ait adı geçen belgelerdeki maddelerle karşılaştırması yapılmıştır. Böylelikle de Mütareke Döneminde kurulan Osmanlı Ahali İktisat Fırkasının Cumhuriyet’e geçiş sürecindeki etkileri ortaya konulmaya çalışılmıştırÖğe Türkiye’de Popülizm ve Seçimsel Demokrasiye Prelüd: İngiliz Elçilik Raporlarında 1954 Seçimleri Üzerine Bazı Düşünceler(Selçuk Üniversitesi, 2023 Ekim) Babaoğlu, ResulDemokrat Parti’nin ilk iktidar döneminde girişilen icraatların ve iktidar pratiklerinin seçmen onayına sunulması açısından 1954 seçimleri yabancı temsilciliklerin de dikkatle takip ettikleri bir yarış olmuştur. Bu seçimler öncesinde Türkiye’de yaşanan ve siyasi tansiyonu yükselten birtakım gelişmelerin seçmen nezdinde nasıl karşılanacağı merakla beklenmekteydi. Cumhuriyet Halk Partisi’nin mallarına el konulması, Halkevlerinin ve Millet Partisi’nin kapatılması gibi gelişmeler 1954 seçimlerine gidilen süreçte iktidar ve muhalefet arasındaki ilişkiyi gerginleştirmiştir. Türkiye’deki siyasal gelişmeleri dikkatle takip eden İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliği’nin dışişleri bakanlığına iletilmek üzere hazırlamış olduğu raporlar, 1954 seçimleri öncesinde vatandaşların oy tercihlerine etki edecek birtakım hususları içermesi bakımından anılan dönemi farklı bir pencereden okumaya imkân sağlamaktadır. Bu süreçte partilerin seçmen tercihlerine etki etmek için kullandığı stratejiler, dış politikanın iç politikaya ne şekilde etki ettiği ve bu bağlamda iktidar ve muhalefetin Batı ittifakı konusunda sağladığı oydaşmanın 1954 yılında çıkarılan Petrol Kanunu üzerinden belki de ilk kez sorgulanmaya başlaması gibi gelişmelerin tartışıldığı elçilik raporları, zamanın ekonomi politiğini ortaya koyması açısından dikkate alınmayı hak etmektedir.Öğe Ege Denizi’nde Hâkimiyet Mücadelesi: Kurfürst Friedrich Wilhelm ve Weissenburg Zırhlıları Alımı Süreci (1910)(Selçuk Üniversitesi, 2023 Ekim) Kış, SalihOsmanlı Devleti’nde II. Meşrutiyet’in ilanından sonra yeni kurulan hükümetin hedefleri arasında, bahriyenin büyütülüp ıslah edilmesi öncelikli meselelerden biri idi. Özellikle isyanlar ve komitacılık faaliyetlerinin merkezinde bulunan Rumeli vilayetlerinin elde tutulması ve yeni kurulan Balkan Devletlerinin yayılmacı politikalarının engellenmesi güçlü bir donanmanın oluşturulması ile mümkündü. Bölgeye asker ve mühimmat sevkiyatı için İstanbul-Rumeli demiryolu hattının kullanılması, saldırıya son derece açık olması nedeniyle deniz yolunu tek ve güvenilir bir seçenek olarak ortaya çıkarıyordu. Denizden nakliye işlemini gerçekleştirmek ise Ege Denizi’nde Yunanistan’a karşı bir üstünlük kurmaktan geçiyordu. Fakat Yunanistan’ın İtalya/Livorno’daki Orlando Tersanesi’nde inşaatı tamamlanan ve Mart 1910 yılında denize indirilen Georgios Averof zırhlısını satın alması, Osmanlı amiralleri ve idarecilerinde büyük bir panik yarattı. Bu zırhlı ile Ege Denizi’nde güç dengeleri Yunanistan lehine değişmişti. Osmanlı idarecileri, yeni zırhlılar satın alarak dengeleri kendi lehlerine değiştirmek amacıyla, Türk donanmasının başında bulunan İngiliz Islah Heyeti Başkanı Amiral Hugh Williams aracılığıyla Kraliyet Donanması ve İngiliz tersaneleri nezdinde bir dizi girişimlerde bulunmuşlardı. Kızakta veya yeni denize indirilmiş modern iki zırhlının satış görüşmeleri gerçekleştirilmişti. İngilizler, Osmanlı yetkililerine yeni gemilerden ziyade bir alt sınıfa mensup ve 1891 yılında denize indirilmiş iki zırhlının satılabileceğini bildirmişlerdi. Modern zırhlılar talebinden geri adım atmayan Osmanlılar, yapılan bu teklifi kabul etmeyerek farklı arayışlara yönelmişlerdi. Bu süreçte Alman Hükümeti, Osmanlı Devleti’ne bir teklifte bulunmuş, birkaç yıl önce tadil ve tamir edilen ve 1890 yılında kızağa konulan Kurfürst Friedrich Wilhelm ve Weissenburg zırhlılarını satmayı teklif etmişlerdi. Toplam maliyeti 18.25 milyon Mark olan bu iki zırhlı ücretinin bir kısmı, ödeme planında aracı kurum olan Deutsche Bank’ın teklifi ile tahttan indirilen Sultan II. Abdülhamit’in dondurulmuş mal varlıklarından ve diğer bir kısmı ise Donanma Cemiyeti’nin bağışlarından karşılanmıştı. Bu çalışmada, Ege Denizi’nde hâkimiyet mücadelesi çerçevesinde söz konusu zırhlılarının satın alınma süreci Osmanlı arşiv vesikaları ışığında değerlendirilmiştir.Öğe Cumhuriyetin Kurucu Neslinden Bir Öğretmen Portresi Rifat Rami (Arıncı)(Selçuk Üniversitesi, 2023 Ekim) Arıkan, MustafaTürkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin son yüzyılı şartlarının ve özellikle on yıllık savaş sürecinin ortaya çıkardığı bir neticedir. On dokuzuncu yüzyılın son yıllarında doğanlar bu tarihin şahidi ve bazıları kahramanları olmuşlardır. Rifat Rami (Arıncı) bu nesilden bir şahsiyettir. Birinci Dünya Savaşı sebebiyle tahsili yarım kalmış, esaret hayatı yaşamış, Mütarekeden sonra memleketi Çorum/İskilip’te Millî Mücadele’ye hizmet etmiştir. Sakarya Savaşı’nın hemen sonrasında o bir öğretmendir. Cumhuriyetin ilanından sonra ihtiyaç olan yeni nesilleri yetiştirmek ve vatandaş kimliği oluşturmak için sadece mektep ortamında değil; Türk Ocağı ve Halkevleri gibi kurumların çatısı altında faaliyetlerde bulunmuştur. Yayımlanmasında büyük emeğinin olduğu Kurtuluş Yolu adlı dergide eğitim/öğretime dair yazılar kaleme almış, şiirler yazmıştır. Cehalet ve taassupla mücadele etmiş, öğretimde birliği savunmuş, mektep ve kütüphanenin önemine dikkat çekmiştir. Halkevindeki faaliyetleri ile bölgenin tarihine, dil ve edebiyatına katkı sağlamıştır. Erken Cumhuriyet yıllarında, halkın içinden birisi, bir aydın ve bir öğretmen olarak omuzlarına yüklenmiş vazifeyi idrak etmiş ve yerine getirmeye çalışmıştır. Bu araştırmanın ortaya çıkmasına, kendisinin oluşturduğu ve ailesinin muhafaza ettiği belge, yazı ve fotoğraflar da özgün bir katkı sağlamıştır.Öğe Ulus-Devletin Anadolu’ya Taşınmasında Demiryolları(Selçuk Üniversitesi, 2023 Ekim) İlyas, AhmetOsmanlı Devleti’nin demiryolu ile buluşması XIX. yüzyılın ortalarıdır. Öncelikli alan olarak ticari anlamda kullanılan demiryolu hatları, II. Abdülhamit’in askeri ve devlet gücünün yansıtılması amacıyla kullanılmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda ise demiryolları hatları savaşta, askeri teçhizat ve ordunun taşınmasında önemli bir rolü vardır. Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyet Dönemi’nde ise demiryolu bir anlamda ulus-devletin inşa sürecinin başat noktalardan biri haline gelmiştir. Milli Mücadelede hem askeri üstünlük hem de propaganda olarak kullanılan demiryolu, Cumhuriyet idaresinin kurulmasıyla birlikte en çok önem verilen alan olmuştur. Bu çalışma ulus-devlet inşa paradigmasında demiryolunun hangi amaçlarla kullanıldığının ve işlevselliğinin hangi noktada olduğunu yansıtmak amacıyla hazırlanmıştır. Çalışmada Osmanlı’nın demiryolu politikasının temeli ve Cumhuriyet Dönemi’nde dönüşmesine yer verilmiştir. Cumhuriyet Dönemi demiryolu politikasından yola çıkılarak ulus-devlet inşa sürecinde demiryolu ağının ne denli önemli olduğu da örneklerle ifade edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca Cumhuriyet mekân ideolojisinin diğer Anadolu şehirlere taşınmasında demiryolu ağının önemine değinilmiştir. Merkez kentlerinin çevresindeki kentlere olan etkisinin demiryolu sayesinde kazanılan ekonomi, nüfus ve sosyo-kültürel kazanımlarda bu çalışmada yer almaktadır.Öğe Cumhuriyet’e Giden Yol: Saltanatın Kaldırılması Sürecinde Yaşanan Siyasal Sistem Tartışmaları(Selçuk Üniversitesi, 2023 Ekim) Özkan, AsafMudanya Mütarekesi gereğince Yunanistan’ın boşaltacağı Trakya’yı Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti adına teslim almakla görevlendirilen Refet Paşa, 19 Ekim 1922’de İstanbul’a geldi. Yaklaşık dört yıldır fiili işgal altında bulunan İstanbul ahalisi, Refet Paşa’yı büyük bir sevinç ve coşku ile karşıladı. Refet Paşa, kendisini karşılayan Padişah ve hükümetin temsilcilerine, TBMM Hükümeti’nin İstanbul’da bir padişah ve hükümet tanımadığını açıkladı. Yaptığı konuşmalarda, verdiği röportajlarda Anadolu’da kurulan Yeni Türk devletinin yönetim biçimine yönelik önemli açıklamalar yaptı. Bu açıklamalarda Anadolu’da kurulan sistemi saltanat-ı milliye olarak tanımlıyordu ve kurulan sistemin kuvvetler birliğine dayalı meclis hükümeti sistemi olduğunu cumhuriyet veya meşrutiyet gibi sistemlere benzemediğini, Anadolu’nun kendi ihtiyaçlarından doğduğunu savunuyordu. Refet Paşa’nın bu konuşmalarına karşı İstanbul Baro Başkanı Lütfi Fikri Bey bir risale yazarak onun görüşlerini eleştirdi. Lütfi Fikri’ye göre Türkiye’ye en uygun sistem meşrutiyet sistemiydi. Lütfi Fikri Bey’in risalesinin yayımlanmasından sonra Türkiye’deki rejimin ne olacağına dair tartışmalar hız kazandı. Bu arada 1 Kasım 1922’de TBMM kararıyla saltanat ve hilafet birbirinden ayrıldı ve saltanat kaldırıldı. Saltanatın kaldırılmasından sonra Anadolu’da uygulanan meclis hükümeti sistemi ile alakalı tartışmalar devam etti. Bu bağlamda Lütfi Fikri Bey’in risalesine karşı çeşitli risaleler yayımlandı. Aynı zamanda konu dönemin basınına da yansıdı. Tartışmalar genellikle meşrutiyet, cumhuriyet, kuvvetler ayrılığı, kuvvetler birliği, hâkimiyet-i milliye, meclis hükümeti sistemi konuları üzerinden yürütüldü.Öğe Sandıklı Müfrezesi ve Faaliyetleri(Selçuk Üniversitesi, 2023 Ekim) Altıntaş, Ahmetİzmir’in işgali sonrasında Anadolu’nun her yerinde işgallere karşı bir farkındalık oluşmuş çareler aranmaya başlanmıştı. Afyonkarahisar’a bağlı Sandıklı ilçesi de Yunan işgaline karşı en çok tepki gösterilen yerleşim merkezlerinden birisiydi. İşgalin ardından Sandıklı Kuva-yı Milliye Teşkilatı oluşturulmuş Sandıklılılar ellerinden gelen her türlü yardımı yapmışlardı. Sandıklı Kuva-yı Milliye Teşkilatı’nın Yunan işgali karşısındaki faaliyetlerinden birisi de bir piyade ve süvari müfrezesi teşkil etmek olmuştu. İlerleyen dönemde bu teşkilatlar daha sonra Sandıklı Müfrezesi’ne dönüştürülmüştü. Sandıklı Müfrezesi, İkinci İnönü Savaşı’ndan önce bölge askerlik şubeleri tarafından kurgulaması yapılmış daha sonra Afyonkarahisar Askerlik Şubesi’nce 20 Mayıs 1921 tarihinde yeniden teşkilatlandırılmıştı. Sandıklı Müfrezesi, üç taburlu bir piyade alayı, üç bölüklü bir süvari alayı, iki toplu bir dağ bataryasından meydana gelmişti. Sandıklı Müfrezesi daha sonra düzenli orduya katılarak Milli Mücadele’deki faaliyetlerini İzmir’in alınışına kadar devam ettirmiştir.