Dergi Yayın Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe A Grotesque/Ethnic Figurine Fragment from Ballıcaoluk Settlement at Mount Nif (Olympos)(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, 2024) Bektaş, GöknurBallıcaoluk, one of the excavation areas of the Mount Nif (Olympos) Excavation, is a fortified settlement within the borders of Vişneli village in Kemalpaşa (Nymphaion), on the east side of Mt. Nif. The settlement, excavated from 2008 on, has yielded finds from the end from the 8th century BCE to the Byzantine Period. Settlements and necropoleis at Mt. Nif, which are not mentioned in ancient sources, are located in the Ionia-Lydia border. This paper deals with the possible production site and cultural context of a terracotta figurine fragment (inventory number: Nif.PT.22-1) recovered from a house within the settlement. Alongside the examination of the fragment, the other finds (pottery, metal finds and coins) from the residential area in Ballıcaoluk settlement, and other figurine fragments from the necropolis in Dağkızılca nearby, are taken into consideration. With reference to the building phases of the house and on stylistic grounds, the figurine fragment has been dated to the 3rd to mid-2nd century BCE. Although local clay pottery fragments are known, there is no evidence of figurine or figurine mould production in the vicinity of Mt. Nif. The results of the XRD analysis were compared with the results of other figurine producing centres and with samples taken from the neighbouring clay deposits (Bozköy), and from these a proposal is presented for the possible production site. The interactions between influential workshops in the region in terms of style and subject, and the previously published figurine fragments from Dağkızılca and Ballıcaoluk, indicate the influence of the Smyrna-EphesusPergamon workshops. Although the grotesque/ethnic type figurine fragment from Ballıcaoluk is similar to the figurine “attributed to Smyrnaean”, it is similar to the Ephesus type 2 and type 4 in terms of clay structure. When both the style and clay structure of Ballıcaoluk figurine fragment are evaluated, as well as the small terracotta finds and figurine fragments from Dağkızılca are taken into consideration, it has been observed that there was cultural and commercial interaction with Smyrna and Ephesus during the Hellenistic Period.Öğe Kahramanmaraş Arkeoloji Müzesi’nden kalıp yapımı bir kâse(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, 2024) Ok, Mehmet; Canlı, HandegülHellenistik Dönem’in popüler seramik gruplarından olan kalıp yapımı kâseler, genellikle yarı küresel formda, kaidesiz ve kulpsuz, dış yüzeyleri kabartma bezemeli içki kâseleridir. Hellenistik Dönem’de, Anadolu’da da popüler olan bu tür kaplar, MÖ 3. yüzyıldan 1. yüzyıl ortalarına kadar Akdeniz havzasında ve Karadeniz’de yaygındır. Atinalı çömlekçiler tarafından metal kapların pişmiş toprak taklitleri niteliğinde üretilmişlerdir. Kâselerin dış yüzeylerinde kabartma şeklinde bitkisel, geometrik ve figürlü bezemeler yer almaktadır. Kalıp yapımı kâselerde Attika ve Delos olmak üzere iki yaygın tip vardır. Bu kâseler MÖ 3. yüzyılın sonlarından itibaren Anadolu’daki yerel atölyeler tarafından da üretilmiştir; Pergamon, Sardis, Ephesos, Phokaia, Tralleis, Laodikeia, Tripolis, Sagalassos, Kibyra, Kremna, Tarsos ve Orontes (Asi Nehri) kıyısındaki Antiokheia, Anadolu’daki önemli üretim merkezlerinden bazılarıdır. Kahramanmaraş Arkeoloji Müzesi’nde korunmakta olan kalıp yapımı kâse müzeye satın alma yoluyla kazandırılmıştır. Söz konusu kâse, özellikle duvar kısmında yer alan figürlü sahnesiyle ön plana çıkmaktadır. Bu sahnede, hoplitler, Amazonlar (?) ve Athena-Hera ikilisinin tasvir edildiği düşünülmektedir. Kâsenin yüzeyinde yan yana dizili olarak, toplam on altı figür on iki grup halinde betimlenmiştir. Figürlü kâselerde genellikle mitolojik sahneler bulunurken, Kahramanmaraş Müzesi’ndeki örnekte görülen figürlerin tam benzerine rastlanmamakla birlikte, kompozisyonun Ionia kâseleri arasında, formu, mitolojik konuları ve figürleriyle dikkat çeken Homerik kâselerle benzerliği dikkati çekmektedir. Formu ve bezemesiyle Ionia’da üretildiği düşünülen kâse, MÖ 3. yüzyıl sonları ile 2. yüzyıl arasına ait olmalıdır. Kahramanmaraş Arkeoloji Müzesi koleksiyonunda bulunan bu kâsenin ilk defa ayrıntılı olarak ele alınması ve benzersiz figürleri, Hellenistik kabartmalı kâselere yeni bir örnek eklemesi açısından önemlidir.Öğe 2022 Yılı Aziz Nikolaos Kilisesi Naos Sondaj Çalışmalarının Ön Değerlendirmesi(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü, 2023) Fındık, Ebru Fatma“Aziz Nikolaos Anıt Müzesi Restorasyonu ve Çevre Düzenlemesi İşi”, 2021-2022 yılları arasında TC Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Antalya Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü kontrolörlüğünde, Demre Likya Uygarlıkları Müzesi ile birlikte gerçekleştirilmiştir. Restorasyon çalışmaları sırasında, kilisenin naosundaki çimento harçlı zemin taşları kaldırılmış, altta önceki evreye ait in situ yer döşemeleri ortaya çıkmıştır. Liturjik işlevli ambon ve soleanın tahrip olmasının ardından olasılıkla zeminde oluşan açıklıklar sonraki evrede niteliksiz yer döşemeleri ile kaplanmıştır. 2022 yılında restorasyon çalışmalarında ortaya çıkarılan bu in situ yer döşemelerine istinaden naosta beş sondaj çalışması gerçekleştirilmiştir. Sondajların amacı; kilisenin farklı yapı evrelerini tespit etmektir. Bu çalışmada 2022 yılında Aziz Nikolaos Kilisesi’nin naosunda gerçekleştirilen sondajlarda elde edilen verilerin ön değerlendirmesi sunulmuş; bugüne kadar yapılan çalışmalarda araştırmacılar tarafından önerilen kilisenin yapı evreleri ve tarihlendirmeye ilişkin tartışmalara açıklık getirilmeye çalışılmıştır. 2022 yılında elde edilen veriler, bazı önerileri desteklerken, önceki çalışmalara yeni ve önemli bilimsel katkılar sunmuştur. Aziz Nikolaos Kilisesi’nin mimarisi üzerine yapılan önceki çalışmalarda üç ana inşa evresi belirlenmiştir. Bazilikal planlı I. yapı evresi 529 yılındaki büyük deprem sonrasına tarihlendirilir. 2022 yılında naosta gerçekleştirilen sondajlarda ise olasılıkla üçü inşa ve ikisi onarım olmak üzere beş yapı evresi tespit edilmiştir. Sondaj çalışmalarının en önemli sonuçlarından biri, 6. yüzyıla tarihlendirilen bazilikal planlı yapının zeminlerinin ortaya çıkarılması ve bu yapının Geç Roma-Erken Hristiyanlık dönemine ait bir yapı /yapılar topluluğu üzerine inşa edildiğinin belgelenmesidir. Çalışmalar sonunda, 1. evre olarak tanımladığımız bu yapının zemininde geometrik ve bitkisel motifli opus tessellatum tekniğinde mozaikler ortaya çıkarılmıştır. Bu mozaiklerin Aziz Nikolaos Kilisesi’nin erken bir evresine mi veya azizin martyrionuna mı ait olduğu gelecekteki kazı çalışmalarıyla aydınlatılacaktır.Öğe Kırşehir Kale Höyük’ten Hellenistik Dönem Amphora Mühürleri: Rhodos ve Sinope(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü, 2023) Adıbelli, Işık Adak; Alkaç, ErkanKent merkezinde oldukça geniş bir alana yayılan Kırşehir Kale Höyük şehrin ilk yerleşim birimidir. Günümüzden Tunç Çağlarına kadar devam eden tabakalaşmada, Hellenistik Dönem katları oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Höyüğün özellikle güneyinde yoğunlaşan çalışmalarda Ortaçağ tabakasının altından, Hellenistik buluntular ve kalıntılar, çok evreli bir şekilde ortaya çıkarılmıştır. Bunlar arasında H4 ve J3 plankarelerindeki açmalarda ele geçen üç adet mühürlü amphora kulbunu tanıtmak, değerlendirmek ve yorumlamak, makalemizin amacını oluşturmaktadır. Hellenistik Dönem katmanlarındaki çöp çukuru (bothros), dolgu veya blokaj niteliği taşıyan ünitelerden ele geçen parçalarımız steril bir kontekste sahip değildir. Mühürlü kulplardan ilki bir Rhodos amphorasına aittir ve H4 plankaresinde D1 kodlu Ortaçağ duvar temelinin altındaki dolgu katmanından çıkmıştır. Diğer ikisi ise Sinope amphoralarına ait mühürlerdir. Bunlardan ilki yine H4 plankaresinde, Hellenistik (üçüncü) tabaka ile ilişkili bir çöp çukurunda ele geçmiştir. İkinci Sinope amphora kulpu ise yamaçta yer alan J3 plankaresinde, çoğu tahrip olmuş bir zemin blokajını oluşturan katmanda bulunmuştur. Çalışmamızda yukarıda söz edilen mühürlü amphoraların üretim yerleri tespit edilerek sınıflandırılmış, kataloğu yapılmış ve genel olarak MÖ 3. yüzyılın ortaları ile 2. yüzyılın başları arasına tarihlendirilmiştir. Ayrıca kulpların diğer merkezlerden ele geçen benzer örnekleri ile karşılaştırmaları da yapılmıştır. Böylece üzerlerindeki mühürleri ile geldikleri yerleri tespit edebildiğimiz amphoralar Kırşehir’in Hellenistik Dönem’deki ticari bağlantıları hakkında bilgi vermiştir. Son olarak bu amphoraların hangi güzergâh üzerinden Kırşehir’e taşınmış olabileceği tartışılmış, bölgenin, Sinope, Kilikia ve Pergamon ile bağlantıları belirtilmiştir.Öğe Muğla Müzesi’nden Astarte Kültü ile İlişkili Geç Demir Çağı’na Ait Pişmiş Toprak İki Plaka(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü, 2023) Durnagölü, NihalBu çalışmanın konusunu oluşturan buluntular, Muğla Müzesi deposunda muhafaza edilen Astarte ikonografisiyle ilişkili iki adet pişmiş toprak plakadan oluşmaktadır. Müzeye satın alma yoluyla geçtiği için kazı malzemesi olmayan ve buluntu yerine yönelik veri sağlamayan buluntuların tarihlendirilmesi ve yorumlanması karşılaştırmalara ve stilistik analizlere dayandırılmıştır. Buluntulardan ilkinde, ayakta duran ve her iki eliyle göğüslerini kavrayan giyimli bir kadın betimlenmiş iken, diğeri işlevi ve ikonografisi yeterince tanınmayan, elinde davul çalan kadın tipolojisini yansıtmaktadır. Hem üslupları hem ikonografik özellikleri aynı zamanda kalıp kullanımını içeren plaka şeklindeki üretim teknikleri belirli bir bölgeyi temsil etmektedir. Özgün bir çalışmanın parçası olan farklı tip ve ikonografiye sahip söz konusu plakalar mevcut repertuvara katkı sağlaması açısından oldukça önemli buluntulardır. Her biri kendi içinde ünik örnekler oluşturan bu plakaların teknik özellikleri, ikonografisi, ritüel bağlamları, işlevleri ve dönem-stil özellikleriyle birlikte genel bir değerlendirmesi yapılmış, bunların kökeni konusunda bazı olasılıklar üzerinde durulmuştur. “Astarte plakaları” ya da “Astarte levhaları” olarak adlandırılan, ayakta ve cepheden betimlenmiş farklı tiplerdeki kalıp yapımı pişmiş toprak kadın figürlerin kullanımı Tunç Çağı’nda yaygınlaşmaya başlamış ve üretimleri Demir Çağı’nda artarak devam etmiştir. TK.1 ile benzer tipteki plakaların üretimi ise Akkad Dönemi’nin sonundan Hellenistik Dönem içlerine kadar devam etmiş ve bu süreç boyunca Kuzey Suriye ile komşu bölgelere yayılmıştır. Pers/Akhaimenid İmparatorluğu Dönemi ile birlikte üretiminde teknolojik ve ikonografik anlamda yeni bir evre başlamıştır. Bu dönemde hem figüre ait detaylar daha iyi verilmeye başlanmış hem de seri üretime imkân sağlayan kalıp üretimine geçilmiştir. Böylece Pers Dönemi öncesinde çıplak olarak üretilen Astarte figürlerinin yanı sıra TK.1 numaralı plakada olduğu gibi giyinik tipteki figürlerin seri üretimi de bu dönemdeki bir yenilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Çıplak ve giyinik olarak betimlenen Astarte betimli plaka örnekleri Anadolu, Suriye ve Filistin çevresi, Kıbrıs, Mısır, Korinth, Rhodos, Sardinya ve Susa gibi merkezlerden takip edilebilmektedir. Eski Kuzey Suriye dönemi figüratif sanatın özelliklerini yansıtan ve adak hediyesi olarak kullanım gördüğü düşünülen TK.1 numaralı Astarte plakasının, karşılaştırmalı örnekler doğrultusunda Mezopotamya etkisinde bulunan Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki bir yerleşmeden geldiği düşünülmektedir. Bu bağlamda, Anadolu’da görülen Astarte betimli plakaların, Yakın Doğu ile Anadolu arasında yaşanan kültürel temasların sonucunda ortaya çıktığı rahatlıkla söylenebilir. Davul çalan rahibe geleneğini yansıtan TK.2 numaralı diğer plaka ile ilgili araştırmacıların öne sürdüğü çok sayıdaki yorumdan en geçerli olanı, bu tip figürlerin tanrıça Astarte ile ilişkili olabileceği yönünde olanıdır. Bu görüş doğrultusunda, doğurganlık kültü de göz önünde bulundurularak, TK.2 numaralı plakanın, Arkaik Dönem’de doğurganlıkla ilgili bir tanrıçaya adanan adak hediyesi olabileceği düşünülmektedir. Teknik ve ikonografik olarak kendi içinde varyantları bulunan bu tip figürler Anadolu, Suriye ve Filistin çevresi, Ürdün, Tunus, İtalya, Kıbrıs, Kartaca ve Ibiza gibi merkezlerden takip edilebilmektedir.Öğe Gaye Çarmıklı Koleksiyonu ve Sadberk Hanım Müzesi’nden Doğuran Kadın Amuletleri(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü, 2023) Uygun, Çilem; Arslan, MelihCamdan yapılmış, kalıpta şekillendirilmiş, çömelir pozisyonda ve iki eli genital bölgesinde olan çıplak bir kadın figürünün betimlendiği amuletler, Hellenistik ve Roma dönemlerinde Mısır, Levant ve Kuzey Afrika kıyılarındaki antik kentlerde yoğunlaşan bir buluntu grubudur. Amulet amaçlı kullanılan bu eser grubu Anadolu’da Gaye Çarmıklı Koleksiyonu ile Sadberk Hanım Müzesi’nde bulunan üç örnekle bilinir. Özgün ve az tanınır ikonografisiyle dikkat çeken eserlerden sadece birinin buluntu yeri bilinmektedir. Amulet-1, Lydia Bölgesi sınırları içerisine giren Manisa ili, Sarıgöl ilçesi, Dindarlı köyünde ele geçmiştir. Buluntu kontekstine ilişkin kesin veri olmaması nedeniyle amuletler yayınlanmış az sayıdaki örnek doğrultusunda analoji yöntemiyle tarihlendirilmiştir. En erken örnekleri MÖ 4. yüzyıla tarihlenen amuletler Hellenistik Dönem yoğun olmak üzere Roma Dönemi’ne kadar üretilmeye devam etmiştir. Kalıp birlikteliğini düşündürecek kadar benzer olan Amulet-1 ve Amulet-2 Mısır orijinli British Museum örneğine benzerliği nedeniyle MÖ 2. yüzyıl sonu ile 1. yüzyıla tarihlenmiştir. Biçimsel farklılıkları gözlemlenen Amulet-3 için ise Geç Hellenistik Dönem tarihlemesi önerilmektedir. Çömelen (squat) pozisyonda çıplak kadın figürlerinin Mısır’da ele geçen terracotta örnekleri araştırmacılar tarafından tanrıça Demeter mitosunda anılan “Baubo” figürüyle özdeşleştirilmiş ve günümüze kadar da bu adlandırma tartışmalı ikonografisine karşın geçerliliğini korumuştur. Kadının doğurganlığını arttıran, aynı zamanda anne ve çocuğu koruyarak toplumsal işgücünü sürdürülebilir kıldığına inanılan bu figürler Prehistorik Dönem “ana tanrıçalarına” benzer betimleme şablonuyla her kültürün yerel bereket tanrıçası ile ilişkilendirilmiştir. Bu süreçte Demeter-Persephone kültünün kadın ve doğumla bağlantısı nedeniyle “Baubo” tanımı önerilmiş, ardından Isis-Aphrodite, Omphale ve Kotys gibi yeni tanımlar da geçerlilik kazanmıştır. Aslında figürlerin ikonografik içeriği “Baubo” olarak adlandırılan figürlerden çok daha erken bir sürece giderken, amuletlerin doğum ve sonrasına dair üstlendiği koruyuculuk fonksiyonu günümüz geleneklerini anımsatacak kadar da günceldir.Öğe Kydnos Nehri ve Tarsus(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü, 2022) Arıcı, Sabri; Göçmen, İlkayAnadolu’nun güneyinde Kilikia Bölgesi’nin metropolü olan Tarsus antik kentinin kalıntıları, modern kentin altında yatmaktadır. Tarsus’tan bahseden antik yazarlar, antik kentin ortasından geçen Kydnos Nehri’nden de söz ederler. Bu yazarlar aynı zamanda şehrin büyüklüğüne ve ulaştığı refah düzeyine de vurgu yapmaktadırlar. Kentin gelişiminin temelinde ise, antik çağda bir limana sahip olması, kente uluslararası bir yolun ulaşması ve Kydnos Nehri’nin kentin içinden geçmesi gibi etkenler bulunmaktadır. Tüm bu nitelikler, kentin ilk kuruluşunda da iyi bir planlama yapıldığını doğrulamaktadır. Tarsus’un bu özellikleri, şehircilik, ticari ve kültürel gelişim gibi çeşitli alanları önemli ölçüde etkilemiş olmalıdır. Tarsus’un karayolu, deniz ve nehir ulaşımına uygun konumu göz önüne alındığında, neden büyük ve zengin bir şehir olarak tanımlandığı ortaya çıkmaktadır. Oldukça stratejik bir konuma sahip olan Tarsus’ta birçok önemli yapının yanı sıra köprü, hamam, sarnıç gibi suyla ilişkili yapılar da gün ışığına çıkarılmıştır. Ayrıca Tarsus’un hem gelişimine hem de antik dönemdeki ticari faaliyetlerine ışık tutacak ithal seramikler de dikkat çekici arkeolojik buluntular arasında sayılabilir. Bu çalışmada, antik çağda Tarsus ilçesi sınırları içinden geçerek denize dökülen ve Doğu Roma (Bizans) Dönemi’nde yatağı değiştirilen Kydnos Nehri’nin kentle olan bağlantısı ele alınmıştır. Arkeolojik verilerin yanında, antik ve modern yazarların verdiği bilgilere dayanarak, Kydnos Nehri’nin ticarete, şehir planlamasına ve Tarsus’un kuruluşundan bu yana elde edilen refah düzeyine katkısı araştırılmıştır.Öğe Tripolis İthal Amphoraları: Bölgesel İlişkiler, Elit Eğilimler(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü, 2022) Katırancı, Serkan; Duman, Bahadır2012-2019 yılları arasında Tripolis antik kentinde yürütülen arkeolojik kazı ve araştırmalarda tespit edilen amphora buluntuları, bu makalenin ana konusunu oluşturmaktadır. Bölgedeki diğer antik kentlerde bulunan örneklerle yapılan karşılaştırmalar ve araştırmalar sonucunda amphora parçalarının ithal, yerel ve sınıflandırılamayan olmak üzere üç ana grup altında incelenmesiyle kentin amphora tipolojisi oluşturulmuştur. Gruplardan ilk sırayı yerel, ikinci sırayı ithal ve üçüncü sırayı ise sınıflandırılamayan amphoralar oluşturmaktadır. Lydia Bölgesi'nin güneyindeki son sınır kenti olan Tripolis antik kentinde kazı çalışması gerçekleştirilen hemen hemen her yapıda amphoralar bulunmuştur. Analoji çalışmaları sonucunda on beşi ithal amphora, üçü yerel amphora ve altısı sınıflandırılamayan olmak üzere toplam 24 farklı amphora tipi tespit edilmiştir. Söz konusu amphora tipleri Batı Akdeniz, Kuzey Afrika, Doğu Akdeniz, Karadeniz, Adalar-Ege, Batı Anadolu, Lykos Vadisi ve Menderes Vadisi’nde konumlanan antik kentlerin üretimleridir. Amphora buluntularından hareketle elde edilen bilgiler doğrultusunda, kentin hem denizaşırı hem de bölgesel kentlerle önemli derecede ticari ilişkiler kurduğu düşünülmektedir. Aynı zamanda yerel olarak üretilen amforalardan yola çıkarak, kentte üretim faaliyetlerinin yoğun bir şekilde gerçekleştiğini söylemek de mümkündür. MS 4. yüzyıldan itibaren Tripolis’te amphora kullanımı ve tip çeşitliliği artmıştır. Ancak MS 7. yüzyılın başından itibaren, tüm Batı Anadolu coğrafyasında olduğu gibi çeşitli faktörler nedeniyle meydana gelen nüfus azalmasıyla birlikte kentte amphora çeşitliliğinde azalma olduğu anlaşılmaktadır.Öğe Andriake Limanı’nda Bulunan Geç Roma C Kırmızı Astarlı Seramikleri(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü, 2022) Öz, CüneytMyra’nın liman yerleşimi Andriake, kentin güneybatısında, Andriakos Çayı’nın denize döküldüğü yerde (Çayağzı) kurulmuştur. Günümüzde ise Antalya ilinin Demre ilçesi sınırlarındadır. Limanda, 2009 yılında başlayan kazı çalışmalarında çok sayıda buluntuyla karşılaşılmıştır. Bu buluntular arasında en yoğun grubu seramikler oluşturmaktadır. Çalışmanın konusu, Andriake Limanı’nda bulunan Geç Roma C Kırmızı Astarlı Seramikleridir. Phokaia’da üretilen bu grup seramiklerden Andriake’de toplam otuz dört adet ele geçmiş, bunlar üç ana form ve altı alt tipe ayrılmıştır. Hayes’in tipolojisi dikkate alınarak yapılan sınıflandırmada Hayes Form 2, 3 ve 8 ana formlar iken, Hayes Form 2A, 3B, C, D, E ve F alt tipleri oluşturmaktadır. Ana formlar arasında en yoğun grup, Form 3’e ait tabaklardır. Bu tabaklar arasındaki en yoğun alt tip ise Form 3C ve F’ye ait örneklerdir. İncelenen seramikler içerisinde kâseler Hayes Form 8’e ait tek örnekle temsil edilmektedir. Andriake’de bulunan Geç Roma C Kırmızı Astarlı Seramikleri MS 5. yüzyılın başı ile 6. yüzyılın ilk yarısına tarihlenmektedir. Yerleşimde, MS 6. yüzyılın ilk yarısından sonra bu grup seramiklerin ele geçmemesi, MS 7. yüzyılda tüm Akdeniz’i etkisi altına alan Arap akınlarının Andriake’yi de etkilemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Limanda, Geç Roma C grubu seramiklerin yanı sıra MS 1.-3. yüzyıllara ait Phokaia üretimi tavaların da bulunması, Myra’nın limanı aracılığıyla Phokaia ile oldukça uzun yıllar (MS 1.-6. yüzyıllar arası) ticaret yaptığını göstermektedir.Öğe Aiolis’te Pers Kimliği Hakkında Yeni Bir Katkı: Akinakes Betimli Tisna Sikkeleri(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü, 2022) Erdan, EmreBu çalışmada, Tisna kentinin sikke serilerinden biri ve bu seri üzerindeki akinakes betimleri aracılığıyla Aiolis’te Pers kimliğine dair yeni veriler incelenecektir. İzmir ili, Aliağa ilçesi sınırlarında yer alan Tisna hakkında ilk bilgilerimiz Plinius tarafından aktarılır. Plinius sonrası herhangi bir metinde adı anılmayan kentte ilk incelemeler A. Conze tarafından 1900’lü yılların başında gerçekleştirilmiştir. 2018 yılından bu yana kentte yürütülen arkeolojik araştırmalar neticesinde daha detaylı bilgi sahibi olunmaya başlanan kentte Tisna sikkelerinden çok sayıda örnek ele geçmiştir. Bu sikkelerin arka yüzlerinde akinakesli tipin daha yoğun olduğu anlaşılmıştır. Pers kimliğini yansıtmak adına sembolik bir anlam ifade ettiğini düşündüğümüz akinakeslerin niçin Tisna sikkelerinde betimlendiği ve bu sikkelerin MÖ 4. yüzyılın hangi aşamasında üretilmiş olabilecekleri sorularına yanıt aramak, bu çalışmanın ana konusu olmuştur. Sonuç olarak, Tisna’nın akinakes betimli sikkelerinin en azından MÖ 387-386 yıllarında yapılan Antalkidas Anlaşması ile Makedon komutanların bölgede hakimiyeti ele geçirdikleri MÖ 334 yılları arasında üretilmiş olabileceği önerilir. Antik metinler aracılığıyla bilinen Orontes isyanı sırasında darp edildiği bilinen sikkelerin Tisna örnekleri olabileceği ve bu senaryoda Tisna akinakesli sikkelerinin MÖ 360-334 yılları arasına tarihlenmesi gerektiği de önerilmiştir. Bununla beraber, Orontes ile Autophradates arasında MÖ 360’larda Kyme önlerinde yaşandığı belirtilen savaşın Tisna teritoryumunda gerçekleşmiş olabileceği de düşünülmektedir.Öğe Sivas Arkeoloji Müzesi’nde Korunan Assur Ticaret Kolonileri Çağı’na Ait Pişmiş Toprak Bir Kartal Ritonu(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü, 2022 Haziran) Böyükulusoy, KadirÇalışmamızın konusunu Sivas Arkeoloji Müzesi’nde korunan pişmiş toprak bir kartal ritonu oluşturmaktadır. Envanter fişinde satın alma yolu ile müzeye kazandırıldığı anlaşılmakta olup, eseri müzeye teslim eden kişi buluntu yeri hakkında bilgi vermemiştir. Pişmiş topraktan üretilmiş olan ritonun tamamı korunmamış olsa da; üretim tekniği, fizyonomik özellikleri, üzerindeki boya bezeme gibi unsurları özellikle Assur Ticaret Kolonileri Çağı’nın önemli merkezlerinden birisi olan Kültepe Kaniš-Karumu II. kat kartal ritonları ile yakın benzerlikler göstermektedir. Assur Ticaret Kolonileri Çağı; Anadolu’nun yazı ile tanıştığı, Mezopotamya ile yoğun ticari ilişkilerin geliştiği bir evredir. Hayvan biçimli kapların Anadolu’nun bu evredeki inanç sistemi ile yakından ilişkisi olduğu düşünülmektedir. Hayvan biçimli kaplar Anadolu’da Geç Neolitik-Erken Kalkolitik Çağ’dan itibaren görülmekte olup, MÖ 2. binyıl boyunca üretimlerinin arttığı bilinmektedir. Özellikle Assur Ticaret Kolonileri Çağı’nın önemli buluntu gruplarından olan hayvan biçimli kült kapları; aslan, antilop, domuz, keklik ve kartal biçimli olarak pişmiş topraktan üretilmiştir. Hitit yazılı belgelerinde de hayvan biçimli kapların faklı hammaddelerden üretildiği ve özellikle libasyon işlemlerinde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Özellikle kartal biçimli olanlar dikkat çeken özellikler göstermektedir. Sivas Arkeoloji Müzesi örneği dik tünemiş pozisyonda, kanatları kapalı, sadece üst gagası işlenmiş, kanat ve gövde tüyleri boya ile belirginleştirilmiştir. Boyun ile sırt kısmının birleştiği alanda silindirik biçimli sıvı doldurma bölümü yer almaktadır. Assur Ticaret Kolonileri Çağı kartal biçimli örneklerin büyük çoğunluğu Kültepe Kaniş-Karumu’ndan bilinmekte olup, Alişar Höyük’te de parça halinde bulunmuştur. Bu bağlamda, Anadolu’nun hayvan biçimli kap repertuvarında önemli bir yer edinen kartal biçimli kült kaplarından olan Sivas Arkeoloji Müzesi örneğini, Kültepe-Kaniš-Karumu buluntularından hareketle MÖ 1945-1835 aralığına tarihlemek mümkündür.Öğe Konya Arkeoloji Müzesi’nde Bulunan Bizans Dönemi Bronz Buhurdanlar(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü, 2022) Özdemir, YurdagülÇalışmamızın konusunu, Konya Arkeoloji Müzesi’nde bulunan ve Bizans (Doğu Roma) Dönemi’ne tarihlenen bronz buhurdanlar oluşturmaktadır. İçinde tütsü yakılan, dini törenlerde ve günlük yaşamda kullanılan buhurdanın Hristiyan inancında özel bir yeri vardır. Bu inanca göre göklere doğru yükselen buhur, ibadet edenlerin Tanrıya ulaşan dualarını sembolize etmektedir. Erken Bizans Dönemi’nden Geç Bizans Dönemi’ne kadar kiliselerdeki ayinlerde, cenaze törenlerinde ya da toplumu etkileyen önemli olaylarda buhurdan kullanıldığı, yazılı kaynaklar, tasvirler ve günümüze ulaşan örnekler yoluyla bilinmektedir. Konya Arkeoloji Müzesi koleksiyonuna satın alma ve müsadere yolu ile dâhil edilen on bir adet bronz buhurdan bulunmaktadır. Bu buhurdanlar, Türkiye ile yurtdışındaki müzelerde ve koleksiyonlarda bulunan Bizans Dönemi buhurdanlar ile form, malzeme, teknik ve süsleme açısından benzerlik gösterir. Ancak müze koleksiyonundaki buhurdanların hiçbirinde belirgin bir dinsel konu, simge ve figür bulunmamaktadır. Bu dönemde, süslemeli ve süslemesiz buhurdanların dini ve günlük yaşamda kullanım farklılığına dair kesin veriler mevcut değildir. Bu nedenle eserler Bizans Dönemi dini törenlerinde kullanılan liturjik eşyalar veya günlük kullanım eşyaları olabilir. Çalışmada ele alınan buhurdanlar form, teknik ve süsleme özelliklerine göre incelenip, Türkiye ve yurtdışındaki müze koleksiyonlarında bulunan örneklerle karşılaştırılarak, her birinin ait olabileceği dönem belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışmamız, Konya Arkeoloji Müzesi koleksiyonunda bulunan buhurdanların ilk defa ayrıntılı olarak ele alınması ve Bizans maden sanatındaki zengin örneklere yeni bulgular eklemesi açısından önem kazanmaktadır.Öğe Stratonikeia Kuzey Cadde Kanalizasyonunda Bulunan Bir Grup Seramiğin Ön Değerlendirmesi(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü, 2022) Söğüt, Bilal; Bilgin, Mustafa; Candur, Eylem ÖzdemirStratonikeia antik kentinde, Kuzey Şehir Kapısı ve çeşme anıtından başlayıp, kent merkezine doğru devam eden, günlük kullanım dışında, Lagina Hekate ve Panamara Zeus kültü ile ilgili törenlerde de aktif olarak kullanılan Kuzey Cadde, yerleşim içindeki önemli yapılardan birisini oluşturmaktadır. Yapılan çalışmalar, bu caddenin Hellenistik, Roma ve Geç Antik Dönem boyunca kullanıldığını göstermektedir. Caddenin doğu kenarında yapılan kazılarda ise MÖ 2. binyılın son çeyreğine kadar inen seramik parçaları bulunmuştur. Kuzey Cadde’nin ortasında yapılan konservasyon ve restorasyon çalışmaları esnasında, kanalizasyonun yaklaşık 90 m uzunluğundaki bölümü açılmıştır. Kanalizasyonda yapılan temizlik ve kazı çalışmaları sonucu toplam 45 adet parça seramik tespit edilmiş, bunlardan kondisyonu iyi olan 35 örnek çalışma kapsamında değerlendirilmiştir. Söz konusu seramikler hamur-astar ve form özellikleri dikkate alınarak sınıflandırılmış, tarihlendirme önerileri yapılmıştır. Kanalizasyonda tespit edilen seramiklerin istatiksel verileri dikkate alındığında, MS 5.-7. yüzyıla tarihlendirilen Geç Antik Dönem örneklerinin yoğun olduğu dikkati çekmektedir. Ancak buluntuların içinde tespit edilen Tunç Çağı’na ait bir parçanın varlığı, Kuzey Sütunlu Cadde ve çevresinin erken dönemlerden itibaren kullanılmış olduğunu göstermektedir. Ayrıca, Geç Antik Dönem’de tüm Akdeniz pazarında sirkülasyonda olan, ithal seramik grupları dışında hamur, astar özellikleri farklı olan ve yerel üretimle ilişkilendirilebilecek buluntular yoğunluktadır. Bu durum, bölgede olasılıkla yerel ve daha ucuz bir üretime ait seramiklerin tercih edildiğini düşündürmektedir.Öğe Antik Kilikya Kenti Prakana’nın Konumu Hakkında Düşünceler(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü, 2022) Yalçın, AyhanDağlık Kilikya’da arkeolojinin yaşadığı temel sorunlardan birisi de adları bilinen bazı antik yerleşimlerin tam olarak lokalizasyonunun yapılamamış olmasıdır. Bu bağlamda antik kaynaklarda Prakana adlı yerleşimin Klaudiopolis (Mut) kenti ile Seleukeia pros to Kalykadno (Silifke) kentleri arasında bir yerde olduğu belirtilir. Ancak bu genel bilgi dışında yerleşimin tam konumu bilinmez. Bu yazıda, özellikle Ramsay’ın 1890’da yazdıklarını esas alarak genel bir kabulle Prakana’nın Diokaisareia (bugünkü Uzuncaburç) kentine yerleştirilmesi ve bu adın Diokaisareia’nın eski adı olduğu bilgisi sorgulanmaktadır. Ramsay’ın yazdığı yıllarda Diokaisareia’nın gerçek konumu henüz bilinmemektedir. Bu nedenle Ramsay, antik kaynaklardaki anlatımları ölçüt almaktadır. Ayrıca, 787 yılındaki İkinci İznik Konsili’ne katılan rahip Manzon ile ilgili bilgiye güvenmektedir. Bu bilgiye göre Manzon, Prakana ve Diokaisareia’nın temsilcisidir. Ramsay, bu bilgiye dayanarak Diokaisareia ile Prakana’yı aynı yerleşim olarak kabul etmektedir. Ramsay’ın Diokaisareia’nın konumu ile ilgili önerileri konusunda Heberdey ve Wilhelm 1896 yılında, Laranda’dan Seleukeia’ya giden yol üzerinde bulunması gereken Diokaisareia’nın buraya (Ramsay’ın haritasındaki yere) yerleştirilip yerleştirilmeyeceğinin, şu an için kesin olarak ne ileri sürülebileceğini ne de çürütülebileceğini söylemektedir. Daha sonra, 1914 yılında Bauer tarafından şehir kapısı üzerindeki yazıtın okunması ile Uzuncaburç’un Diokaisareia olduğu anlaşılır. Bu durumda, yaptığımız kaynak araştırmalarına ve tarihsel bilgilere göre Prakana’nın Diokaisareia’da olması mümkün değildir. Coğrafi konumunun ipucunu veren tarihsel kaynaklardaki bilgilere göre Prakana’nın, Mut – Gülnar yolu üzerinde yer alan bugünkü Zeyne civarında konumlanması gerekir. Dolayısıyla Prakana adı Diokaisareia’nın eski adı değildir.Öğe Pednelissos’tan Geç Hellenistik Dönem Bir Mezar Steli(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü, 2022) Çelik, AhmetPednelissos antik kenti, Antalya il sınırlarında bulunur ve en azından Hellenistik Dönem başlarından itibaren yerleşim gördüğünü önermek mümkündür. Pednelissos’tan getirilen mezar stelinde sahneyi üç figür paylaşmaktadır. Karşıdan bakılınca sol tarafta köşeli bir plaster veya duvara yaslanan ve büyük oranda çıplak betimlenen Hermes, chlamys giyimlidir. Ayrıca kerykeion, talaria ve belki petasos taşımaktadır. Bu stelde Hermes, özellikle psychopompos vasfıyla bulunur. Hermes, yanındaki mezar steli sahibi erkeğe göre daha küçük betimlenerek, ölen kişinin heroslaşmasını da sağlamaktadır. Bunun yanında Hermes, mezar stellerindeki hizmetçiler gibi ayaklarını çapraz tutmakta ve ölü için yas pozu sergilemektedir. Hermes’in ölünün arkasından yas tutmasını, bir tür veda sahnesi olarak değerlendirmek mümkündür. Hermes burada, ölen şahsın ve belki yakınlarının da kurtarıcısı ve destekçisi bir görev de üstlenmiş olabilir. Hermes’in genel duruşuyla, Praksiteles’in meşhur eseri Dinlenen Satyr heykelinin model alındığı söylenebilir. Stel sahibi erkek burada heroslaşmaktadır ve kendisinde görülen tanrısal duruşun kökeni, Pheidias’ın bir Zeus heykeli olmalıdır. Steldeki aslan ise koruyuculuk özelliğinin yanında, stel sahibinin ölüme karşı zafer kazanıp ölümsüzlüğe ulaşmasını ve bu şahsın gücünü sembolize etmektedir. Pednelissos Mezar Steli, Attika tipi veya bu gelenekte üretilen çerçevesiz bir mezar stelidir. Eser, Pednelissos’ta Attika tipi mezar steli geleneğini bilen yerel veya buraya uğrayan gezgin bir usta eliyle yapılmış olabilir. Daha düşük bir ihtimal olsa da sipariş üzerine ticaretle gelmesi de mümkündür. Ayrıca Pheidias ve Praksiteles’e ait iki eserin çeşitlemesinin başarılı bir şekilde verildiği mezar stelini ünik bir eser olarak kabul etmek mümkündür. Pednelissos Mezar Steli gösterdiği özellikleriyle, Geç Hellenistik Dönem içerisine, MÖ 150-50 civarına tarihlenebilir.Öğe Küçük Asia’da Vespasianus Dönemi’nde Sürdürülen Yapı Programı(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü, 2022) Tokbudak, Deniz BerkGörsel anlamda İmparatorluk Dönemi Roma’sını, Cumhuriyet Dönemi’nden ayıran en belirgin faktör, eyaletlerde izlenen yapı programında görülmektedir. Cumhuriyet Dönemi’nde, ele geçirilen topraklar publicanusların (vergi mültezimleri) talep ettiği ağır vergilerden ötürü sistematik biçimde sömürülmektedir. Augustus ile başlayan imparatorluk döneminde ise talan siyasetinin terkedildiği ve eyaletlerde kimi zaman anıtsal olmak üzere kapsamlı bir yapı programına başlandığı görülmektedir. Bu politika Augustus’un ardılları tarafından da sürdürülmüştür. Bu çalışmada imparatorluğun ikinci hanedanının kurucusu Vespasianus Dönemi’nde Küçük Asia’da sürdürülen yapı faaliyetleri incelenmektedir. Vespasianus, Nero’nun ölümüyle başlayan iç savaştan galip gelmiş ve hükümdar olmuştur. Ancak imparatorluk bu sırada intizamını kaybetmiş, siyasi ve ekonomik olarak hırpalanmıştır. Devletin hazinesi boşalmış, ordular Germania ve Afrika’da isyana kalkışmışlardır. İç savaş başkent Roma’ya da sıçramış ve kentin önemli bir bölümü tahrip olmuştur. Tecrübeli bir komutan ve yönetici olan Vespasianus aldığı çeşitli önlemler ile imparatorluğu tekrar ayağa kaldırmayı başarmış, başkenti yeniden inşa ettirmiştir. Ancak yaşanan siyasi ve ekonomik çalkantı Küçük Asia’daki yapı faaliyetlerini olumsuz etkilemiştir. Çalışma kapsamında Küçük Asia’nın, Asia, Galatia, Kappadokia, Bithynia-Pontus, LykiaPamphylia ve Kilikia eyaletlerinde Vespasianus Dönemi’ne tarihlendirilen 21 kamu yapısı incelenmiş ve bunların çoğunun mevcut olduğu, genişletme ve onarım ile kullanılmaya devam edildiği, yeni yapı faaliyetinin kısıtlı olduğu tespit edilmiştir. Söz konusu tespitte dönemin koşullarının da etkili olabileceği düşünülmekte bu nedenle Vespasianus Dönemi’nde Küçük Asia’da izlenen yapı faaliyetlerinin kısıtlı olduğu savunulmaktadır.Öğe Soli Pompeiopolis Afrika Kırmızı Astarlı Seramikleri(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü, 2022) Yıldız, VolkanBu çalışmada, Ovalık Kilikya Bölgesi’nin önemli bir liman kenti olan Soli Pompeiopolis’te bulunan Afrika Kırmızı Astarlı Seramikleri değerlendirilmiştir. Kentte, 1999-2019 yılları arasında Sütunlu Cadde, nekropolis ve Soli Höyük’te gerçekleştirilen sistematik kazılar ile ortaya çıkarılan Geç Roma seramikleri arasında Afrika Kırmızı Astarlı Seramikleri, en yoğun ikinci grubu oluşturmaktadır. Bu seramik grupları yoğun olarak Sütunlu Cadde’de bulunmuştur. Bu gruba giren 109 parça seramik saptanmıştır. Bu kadar yoğun bir grup beraberinde 20 farklı formdan oluşan bir repertuvarın oluşmasını sağlamıştır. Grubun form repertuvarının oluşturulmasında genel olarak Hayes’in tipolojisi örnek alınmıştır. Hayes’in tipolojisinde olmayan bir form ise Mackensen’nin tipolojisine göre değerlendirilmiştir. Tespit edilen formların tamamı yiyecek servisinde kullanılan tabak, kâse ve kapaklardır. Söz konusu grupta saptanan formlara işlevsel açıdan bakıldığında, Afrika Kırmızı Astarlı Seramikleri arasında bulunan kapalı kapların yerine farklı ebatlarda tabak, kâse ve kapakların tercih edildiği görülmüştür. Bu kap repertuvarı, gelir düzeyi düşük halkın bu kap kacakları tercih ettiğini göstermektedir. Ayrıca barbotine, aplike veya kalıpta yapılan kabartmalı bezemelerin görüldüğü daha nitelikli kapların eksikliği de, Soli Pompeiopolislilerin hayat standartları açısından da fikir vermektedir. Üretildikleri süreçte metal kaplara gerek formları gerekse bezemeleriyle de öykünen bu seramikler; Kuzey Afrika’da Tunus’un merkezi ile kuzeyinde bulunan atölyelerde MS 1. yüzyıl ortalarından MS 7. yüzyıl sonlarına kadar üretilmişlerdir. Soli Pompeiopolis’te tespit edilen Afrika Kırmızı Astarlı grubu MS 1. ve 4. yüzyıllar arasında sınırlı sayıdadır. Bu veriler, kentin MS 1. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Kuzey Afrika ile ticaret ilişkisinin olduğunu göstermektedir. Kentte, Afrika Kırmızı Astarlıları sayısının ve form çeşitliliğinin artmaya başladığı tarih MS 5. yüzyılken; en yoğun görüldüğü tarih MS 6. yüzyıldır. MS 7. yüzyıldan itibaren ise Afrika Kırmızı Astarlılarının sayısında ciddi oranda bir düşüş görülür. Bu olumsuz etkinin nedeni MS 7. yüzyılda bölgeyi etkisi altına alan Arap akınları olmalıdır. Bu veriler, kentin MS 7. yüzyıldaki Arap akınları sırasında var olduğunu ve de belli bir süre daha varlığını devam ettirdiğini; limanının aktif bir şekilde kullanıldığını göstermektedir.Öğe Parion Hristiyanlık Tarihine Yeni Bir Katkı: Parion Başpiskoposu Ioannes’in Kurşun Mührü(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü, 2022) Oyarçin, KasımÇalışmanın konusunu, 2009 yılında Parion’da bulunmuş, kentin başpiskoposu Ioannes’e ait bir Bizans kurşun mührü oluşturmaktadır. Çalışmada sırasıyla; Parion’un Hristiyanlık dönemi, mührün kullanımı ve ikonografik özellikleri ele alınmıştır. Ayrıca mührün ortaya çıktığı yapı hakkında, mührün kontekstindeki numismatik ve diğer arkeolojik veriler ışığında değerlendirmeler yapılmıştır. Parion, deniz ticaretine uygun jeopolitik konuma ve iki adet doğal limana sahip olması sayesinde MÖ 8. yüzyıldan MS 14. yüzyıla kadar önemli bir liman ve ticaret kenti olarak kesintisiz yerleşim görmüştür. MÖ 8. yüzyılda bir Hellen kolonisi olarak kurulan Parion’a, Roma Cumhuriyet Dönemi’nin sonlarında, Iulius Caesar tarafından koloni statüsü verilmiştir. Bizans Dönemi’nde ise kent, Hristiyanlık inancının güçlü bir şekilde temsil edildiği bölge içerisinde önemli bir piskoposluk merkezi olmuştur. MS 4. yüzyılın başlarında piskoposluk merkezi olan Parion, MS 640 yılında başpiskoposluk merkezi statüsüne yükselmiş ve bu statüsünü MS 13. yüzyılın sonlarına kadar korumuştur. Yaklaşık bin yıla yakın bir zaman piskoposluk merkezi konumuna sahip olan Parion kentine görevlendirilen piskoposlarla ilgili veriler oldukça yetersizdir. Parion’da görev yapan piskoposlarla ilgili üç adet modern çalışmada toplam 21 piskoposun adı belirlenmiş olmasına rağmen, Başpiskopos Ioannes’in adı üç çalışmada da geçmemektedir. Ancak Başpiskopos Ioannes’in MS 1072 yılında Parion’da görev yaptığı bilgisinin piskoposluk listelerinde mevcut olduğu, yapılan synod listeleri taramaları sonucunda anlaşılmıştır. Parion piskopos mühürleriyle ilgili veriler de oldukça yetersiz olup yalnızca dört örnek yayımlanmıştır; MS 9. yüzyılda piskoposluk yapmış Euthymios’a ait mühür, MS 11. yüzyıl piskoposu Konstantinos’a ait mühür, muhtemelen MS 11.-12. yüzyılda görev yapmış fakat üzerinde piskoposun adı yazmayan bir mühür ve MS 12. yüzyıl piskoposu Niketas’a ait müzayede kataloglarında yer alan bir mühür. Parion antik kenti uzun süre piskoposluk merkezi olmasına ve birçok piskoposun görev yapmasına rağmen, kente ait piskopos mühürleri ile ilgili çalışmaların yetersiz olması nedeniyle yapılacak her bilimsel yayın, Anadolu sigillografi çalışmalarına katkı sunacaktır. Bu çalışma kapsamında ele alınan ve çok tanınmayan bir Parion Başpiskoposu Ioannes’e ait mühür ise hem Parion’un Bizans Dönemi hem de sigillografi çalışmaları açısından oldukça önemli bir yere sahiptir.Öğe Mezar ve Via: Olba Çiftlik Yerleşimlerinin Tarihlendirilmesi Üzerine Yeni Görüşler(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü, 2022) Kaplan, Deniz; Kürüm, HidayetKırsal alan ve yerleşim, geçmişten günümüze önemini korur ve kentin zenginliği ile kırsalın gelişmişliği arasında önemli bir bağlantı mevcuttur. Kent merkezlerinin üretime ihtiyacı vardır, bu da chora olarak tanımlanabilecek kırsal alanlarda yerleşimlerin gelişmesine yol açmıştır. Dağlık Kilikia, Anadolu içerisinde kırsal ve kent arasındaki ilişkinin en çok araştırıldığı alandır. Bu çalışmada bir Dağlık Kilikia kenti olan Olba’daki çiftlik yerleşimlerinin tarihlendirilmesi üzerine sunulan görüşler tartışılmaktadır. Literatüre, “Veteran yazıtlı yerleşim”, “Düğürlük sırtlarında bulunan yerleşim” ve “Keşlitürkmenli yolu üzerindeki çiftlik yerleşimi” olarak geçen alanlar, çalışmanın kapsamı içerisinde yer almaktadır. Bu kapsamda çiftlik yerleşimlerini oluşturan “tarım toprağı - çiftlik evi – mezar” üçlemesinden oluşan her bir ünitenin tanımları yapılmakla birlikte özellikle tarihlemeleri üzerinde durulmaktadır. Çünkü söz konusu çiftlik yerleşimlerinin tarihlemeleri için sunulan görüşler geliştirilmeye oldukça açıktır. Yollar ve mezarlar, Olba kenti çiftlik yerleşimlerinin tarihlendirilmesi hususunda yeni bilgiler sunmaktadır. Bu bağlamda Olba kenti çiftlik yerleşimleri, yolların inşa edilmeye başlandığı MS 75-76 yıllarından sonra ve mezarların inşa edildiği MS 2. yüzyılın sonlarından önce inşa edilmeye başlanmış olmalıdır. Dolayısıyla Olba çiftlik yerleşimleri MS 1. yüzyılın sonu ve MS 2. yüzyılın ortaları arasında ilk olarak hayat bulmaya başlamış olmalıdır. Mezar ve via/yol kullanılarak yapılan değerlendirmeler sadece Olba çiftlik yerleşimleri için değil; bilakis Dağlık Kilikia Bölgesinin doğusundaki çiftlik yerleşimlerinin tarihlemelerine ilişkin de yeni kriterler sunmaktadır.Öğe The Stadia in Caria(Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü, 2022) Roos, PaavoThe ancient stadia form a part of a vast field that includes buildings and the athletic activity performed in them. This article is confined to the buildings, and although the source material to the existence of stadia consists of literary and epigraphic evidence as well as the archaeological remains only the latter are dealt with here. Remains of stadia are common in a large part of the ancient world – but not always recognizable – but the most important part is Greece and Anatolia. In Anatolia there are some well preserved stadia in sites like Aphrodisias, Laodiceia, Cibyra and Perge. Naturally the best preserved specimens are normally also well studied, even though there are exceptions. The best preserved ones are usually from the Roman period, and if they have had earlier predecessors, this is seldom visible. There are hardly remains from Pre-Hellenistic time. The article deals with only with the province of Caria in the south-western part of Anatolia which has some of the most interesting specimens of them. There are both well preserved specimens and such that leave few remains but are still – or have been – interesting. A short catalogue of the stadia in the province is provided.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »